Bilmeyenler için Tiyatro Adabı!

Bilmeyenler için Tiyatro Adabı!

“Seyircilerin eğitilmesi ile ilgili Muhsin Ertuğrul: 1927’de yeni seyirciler yetiştirmek için “talebe matineleri” yapmış. Seyircilerin adabını oluşturmak için iki sayfalık bir broşür hazırlanmış. Muhsin Ertuğrul’un kaleme aldığı “Tiyatro Adabı” adlı bu broşürün baş sayfasına “Bilmeyenler İçin” kaydının konulması da unutulmamış.” (kaynak:tiyatrodunyasi.com – Ali Çakır )

Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Kabare adlı oyununu izlemeye gittik. Oyunla ilgili eleştiriler çok iyi, Mert Turak’ın performansı dillere destanmış, çok keyifli bir akşam olacak derken, arkamda oturan kadını öldürme şeklimi hayal ederek  geçirdim iki saatimi! Gerçekten sınırlarımı çok zorladı. Üstelik bu ilk değil!

Hemen her hafta muhtelif tiyatrolarda oyunlar izlediğimden, daha önce defalarca benzer şeyler yaşadım ama artık ayrıca yazma ihtiyacı duydum. Daha da olmazsa, bu yazıyı broşür olarak bastırıp oyunlardan önce dağıtmayı planlıyorum!

Lütfen telefonunuzu kapatın!

Öncelikle herkesin bildiği ama nedense bir türlü uygulamadığımız bir kuralı hatırlatmak isterim: Lütfen oyundan önce telefonlarınızı kapatınız!

Son oyunda üşenmedim saydım: 6 kere telefon çaldı! Üstelik her iki perdenin başında anons yaptılar. Anlaması mı güç? Uygulaması mı zor? Yani ben her seferinde hem sesi hem alarmı iki kez kontrol ediyorum, açık olmasın diye. Saygıdır yahu bu!

Bir de şu var. Telefonun sesini kapattı diyelim, titreşim açık! E ne anladım ben o işten? Melodi çalmıyor ama zar zar zar sürekli titreşim sesi duyuyorum! Ya da telefonun sesini de titreşimi de kapattı Allah razı olsun ama o telefonu elinde tutuyor ve mesaj/arama geldikçe ışığı yanıyor! Çaktırmadan kontrol ediyor ekranı, açıyor hafif bir açıyla, sonra hemen kucağına gömüyor!

Eğer bir haber bekliyorsanız veya biriyle iletişim kurma ihtiyacındaysanız oyuna girmeyin lütfen!

Biraz da olsa araştırın!

Şöyle saçma bir durum oluştu son günlerde. Kültürlü olduğunu ispat etmeye çalışan herkes tiyatroya gitmeye başladı. Yani sırf gitmiş olmak için, gittiğini sağa sola anlatmak için tiyatroya giden bir kitle oluştu. Fakat bilinçli olarak izlemediklerinden ve oyun araştırmak gibi bir huyları olmadığından sıkılıp herkesi rahatsız ediyorlar. Ve bu yüzden kültürlü olmayı bırakın amiyane tabirle kırolar!

Eğer sıkılgan bir insansanız ve beğenmeseniz bile sessizce oturup izleyemeyecekseniz lütfen önceden detaylı bir araştırma yapın. İnternet denen bir şey var artık elimizin altında, ayrıca bir sürü oyun var. Beğenebileceklerinize gidin. Örneğin ben de, tarihi oyunlara pek ilgi duymuyorum, o nedenle pek tercih etmiyorum. Çok basit yani.

Bir de konuyu araştırmak şu açıdan önemli.  Bazen kara komedi oyunlar oluyor. Bir diğer algımız olan tiyatroya “eğlenmek” için gitmek konusu hemen devreye giriyor, okumadan etmeden bilet alan kültür mantarı kişisi oyunu komedi sanıyor! Gördü ya afişte “komedi” yazısını, “kara”sı umrunda değil. Sonra koca salonda, aslında çok önemli bir konuyu kara mizahla anlatmaya çalışan oyunculara, olur olmadık yerde gülen tipler çıkıyor. Ağlaya ağlaya ölen oyuncuya, komik karakteri oynuyor diye gülen gördüm yahu!

Benzer şekilde küfre gülmek gibi bir alışkanlığımız da var. Hele yabancı dilden çeviri oyunlarda çok karşılaşıyorum. “Lanet olsun Amy, seni bir daha burada görmek istemiyorum. S.ktir git!” diyor oyucu sinirle. Seyirciler kıkırdıyor. Bazen gerçekten herkesin delirdiğini düşünüyorum…

tiyatro adabıSesli yorumlar yapmayın!

Hafta sonu sinir hastası olduğum oyunda, arka sırada oturan hanımefendi, henüz oyunun başında yanındaki beyefendiye bir şeyler anlatmaya başladı. Dönüp bakış attım anlar belki diye ama nerede?! Oyunun ortasına kadar ya sabır çekip dayandım.

İkinci yarıda artık tahammül edemeyeceğim bir seviyeye geldi. Zira yanındaki beye “Aaa baş roldeki Özge Borak! Ata Demirer var ya onun karısı…” gibi yorumları daha da artan ses tonuyla yapmaya başladı. Dönüp elimle sus işareti yaptım ama 5 dakika sonra aynı tas aynı hamam.

Oyun bitene kadar gerçekten zor dayandım. Selamlama bittikten sonra da kapıdan dışarı çıkana kadar önce hanımefendinin kendisine, sonra peşinden ortaya sesli sesli söylenip durdum: “Tiyatroda konuşulmaz! Tiyatroda sesli yorum yapılmaz! Çok önemli bir şey söyleyeceksen illa, 5-6 kere dekor değişti, o aralarda söyle.!”

Ah o pet şişeler!

Telefonlar, sesli yorumlar, gereksiz kahkahalar dışında en çok karşılaştığım bir diğer sinir bozucu şey de pet şişe hışırtısı. (hışırtı mı denir ona?) Yani milletçe bol su içiyoruz anladığım kadarıyla, ne güzel ama biraz daha sessiz içebilirsek…

Geçen oyunda, iki aşık sahnede el ele göz göze, romantik bir konuşma yapıyorlarken yanımdaki hanımefendi bir su içti ki, maşallah romantizm tavan yani! O pet şişeyi daha az ezerek kullanabilse ne güzel olacak.

Aynı şekilde, artık tiyatro/sinema büfelerinde satılması yasak olsa da çantada getirilen bisküvilerin kaplarının sesi de insanı çıldırtacak cinsten. Yakın zamanda sinemada bir beyefendi koca bir paket cipsi bitirene kadar filmden hiçbir şey anlamamıştım!

Tiyatro Adabı!

Son olarak  diğer genel kuralları basitçe sıraladım:

  • Eğer oyunu beğenmediyseniz, sıkıcı bulduysanız sesli sesli “of” çekmeyin. Beğenenler vardır unutmayın. Beğenmediyseniz perde arasında çıkarsınız olur biter.
  • Uykunuz geldiyse sesli sesli esnemeyin, sessizce perdenin bitmesini bekleyin.
  • Ayaklarınızı çişiniz gelmiş gibi sallamayın. Bütün sıra sallanıyor siz öyle yapınca!
  • Sesli sakız çiğnemeyin. Dahası sakızı balon yapılıp patlatmayın. (Bunu da gördüm!)
  • Durup durup parfüm sıkmayın. Dip dibe olunca kokudan başı ağrıyor insanın. (Bunu da gördüm!)
  • Lüzumlu lüzumsuz her yerde alkışlamayın. (Bazen alkış yersiz olunca, oyuncular da sıkıntıya düşüyor, devam mı etsem beklesem mi diye. Devam edince alkıştan sesi duyulmuyor … vs. (özellikle ilk oyunlarda))
  • Lütfen nezle, grip, faranjitseniz veya öksürüğünüz, hapşuruğunuz çoksa, burnunuzu sürekli silmeniz gerekiyorsa; öncelikle hastalığını kalabalığa yaymamak adına sağlık için, sonra etrafınızdakilerin ruh sağlığı için biletinizi erteletin.

Yapmamamız gerekenler bunlar. Yapmamız gereken ise çok daha basit. Sakince koltuğumuza yerleşip, oyun boyunca konuşmadan, ses çıkarmadan oyunu izlemek ve bitiminde oyuncuları takdir için alkışlamak. Bu kadar.

Diliyorum bundan sonra çok daha bilinçli seyircilerle, oyun izleme zevkini paylaşabiliriz.

İyi seyirler,

Spielberg’ten ABD’nin Ünlü Başkanı :Abraham Lincoln

Spielberg’ten ABD’nin Ünlü Başkanı :Abraham Lincoln

lincoln

  • Yönetmen: 
    Steven Spielberg
  • Oyuncular: Daniel Day-LewisSally FieldDavid Strathairn, Tommy Lee Jones
  • Tür: Biyografik Dram
  • Yapım: Hindistan , ABD ,2012
  • Süre: 150 dk

Film, Amerika Birleşik Devletleri’nin 16. Başkanı olan ve kuzey eyaletlerinde 1861-1865 yılları arasında yaşanan iç savaşa öncülük eden Lincoln’un son dönemlerine ışık tutuyor. İç Savaş’ın hararetli günleri geride kalınca, Abraham Lincoln ile kabinesi arasında fikir ayrılıkları da su yüzüne çıkacaktır. En ciddi görüş ayrılığı ise kölelik konusunda yaşanacaktır…

Senaryosunu Pulitzer Ödüllü tarihçi Doris Kearns Goodwin’in çok satan kitabından ödüllü senarist Tony Kushner’in (Münih (Munich)) uyarladığı yapımın baş rolünde Daniel Day-Lewis yer alırken, yönetmen koltuğundaysa Steven Spielberg oturuyor. 

Spielberg’in büyük hayranlarından değilim. Hatta filmlerinin çoğu bana abartılı geliyor. Yani iyi karakterler çok iyi, kötüler çok kötü, mekanlar, ışıklar, eşyalar, her şey abartılı gibi geliyor. İki sene önce izlediğim War Horse / Savaş Atı‘nı da bu nedenle beğenememiştim.

Lincoln ise nispeten daha az göz boyayan bir film olmuş. Daniel Day Lewis, Tommy Lee Jones ve Sally Field’in başarılı oyunculukları ile kölelik gibi bir konu birleşince, üstüne dönemin mekanları, kılık kıyafeti, ışığı (bunu özellikle belirtiyorum!) eklenince izlenebilir bir seyirlik ortaya çıkmış. Işığı özellikle belirtiyorum zira bizim tarihi film ve dizilerimizde nedense kandil yanar ama florasandan çok ışık verir! Yabancı filmlerden biraz da bu anlamda ders alabilsek çok iyi olur. Atmosfer Lincoln’de çok güzel yaratılmıştı.

Spielberg, kamerasını çoğunluk oyuncularına, oyuncuların yakın planlarına ve bol (çok bol!) diyalog sahnelerine çevirmiş. Oyuncular o kadar iyi ki izlemeye doyamıyor insan fakat diğer taraftan diyaloglar öyle çok ki, bir yerden sonra, eğer benim gibi Amerika’nın tarihine pek de  ilgili değilseniz, ve iyi beyaz adam zenci köleleri kurtarır ve tanrı Amerikayı korusun laflarından fenalık geldiyse, sıkıntıdan patlayabilirsiniz. Allahtan o sahnelerde duvarlar, yerler, mobilyalar, elbiselerde filan incelenecek çok şey vardı da tahammül ettim . 🙂

12 dalda Oscar adayı olan filmin aday olduğu dalların bir çoğunda iddiası büyük. Oscar gecesi izleyip göreceğiz. Ama bana kalırsa en güçlü olduğu dallar oyunculuklar olacak.

Herkese iyi seyirler,

85.Oscar Töreni Adayları (Tam Liste) ve Yorumlar

85.Oscar Töreni Adayları (Tam Liste) ve Yorumlar

oscarListeler açıklandı. Bu seneki Oscar yarışında Lincoln, Life of Pi, Silver Linings Playbook, Argo, Les Miserables, Amour, Django Unchained ve Zero Dark Thirty adaylıklarıyla önde…  Yorumlar aşağıda , turuncular izleyebildiklerim… Tıklayınca detaylı film yorumlarıma ulaşabilirsiniz.

Sıralamaları içimden geldiği gibi yaptım. Yani ben olsam hangisini seçerdim sorusuna cevap vermeye çalıştım. Ama sonuç ne olur? İyi olan kazansın!

(Oscar gecesi notu: kazananların yanında yıldızlar var!)

 

EN İYİ FİLM / Best Film

25 Şubat sabahında soluklarımızı tutup öğreneceğimiz ödülün adayları burada. Filmlerin bazıları çok konuşuluyor, bazılarıysa bu dalda sadece süs olsun diye duruyor. Şimdi hem benim tahminlerimi hem de akademinin olası seçimlerini konuşalım.

İlk olarak genel tahminlerden bahsedeceğim:

Öncelikle adaylar arasında Amerikan milliyetçiliği ile öne çıkan üç film var : Lincoln, Argo ve Zero Dark Thirty. Bu filmlerden Zero Dark Thirty işkence sahneleriyle , Lincoln ise Spielberg’in eski popülaritesi olmadığından şansını kaybedecek gibi gözüküyor. Argo ise Affleck’in kendisinin bile inanamadığı kadar çok destekleniyor. Dolayısıyla ABD sempatizanlığı kategorisinden ödülü alması mümkün gibi duruyor.

Beast of the Sourhern Wild çok bağımsız, Amour ise yabancı film olmasından mütevellit yarışta bile değiller.  Django Unchained fazla kanlı, Life of Pi fazla teknik, Les Miserables fazla müzikli gibi düşünüldüğünden onlar da yarış dışı.  Geriye kaldı Silver Linings Playbook!

Zaten şu yukarıda özetlediğim iki paragraftan da anlaşıldığı üzere yarış Argo ve Silver Linings Playbook arasında gidiyor. Benim gönlümse ikisinden yana da değil!

Bu ödülü kazanmasını istediğim üç film var. Aşağıda bu üçlüyü sıralamaya çalıştım. Birinci sıraya Beasts of the Southern Wild’ı koydum çünkü filmin konusu, duygusu, sahneleri, müzikleri, her şeyi çok çok güzeldi. Aynı şekilde Django Unchained’i de beğendim fakat duygu yoğunluğu açısından kendimi Beasts of the Southern Wild’a daha yakın hissediyorum. Benzer şekilde senenin en beğendiğim filmlerinden olan Amour’un da ödülü almasını isterim ama En İyi Yabancı Film dalında zaten ödülü alacağı için burada üçüncü sıraya koydum filmi.

Son üçlünün ödülü kesinlikle haketmediğini düşünüyorum. Ortadaki üçlü tahminim ise muhtemelen ödülü alacak ama benim gönlümde ilk üçe giremeyen filmler.

Sonucu izleyip göreceğiz.

  1. Beasts of the Southern Wild
  2. Django Unchained
  3. Amour
  4. Silver Linings Playbook
  5. Life of Pi
  6. Argo **************************************
  7. Lincoln
  8. Zero Dark Thirty
  9. Les Miserables

EN İYİ YÖNETMEN / Directing

85. Oscar adayları açıklandı! (© Getty Images)

En İyi Yönetmen adaylarıyla ilgili bu sene her yerde aynı soru var: Zero Dark Thirty’nin yönetmeni Kathryn Bigelow, Django Unchained’in yönetmeni Quentin Tarantino ve Moonrise Kingdom’dan Wes Anderson neden listede yok? Zira özellikle Ben Zeithlin ve Spielberg’ün adaylıklarından pek çok kişi memnun değil.

Neyse, artık iş işten geçtiği için elimizdeki yönetmenlerle yetinmemiz gerek.

Aşağıda benim seçimlerimin listesi var. Gerçekleşmesi imkansıza yakın bir ilk iki sıraladığımın farkındayım ama yine de umut fakirin ekmeği işte…

Öncelikle Ang Lee’nin filmini herkes kadar çok beğenmediğimi fakat özellikle görüntü yönetimi konusundaki başarısına şapka çıkarttığımı yazmıştım. Hatta En İyi Görüntü Yönetimi dalında da birinci sıraya koymuştum. Fakat filmin teknik altyapısı çok kuvvetli olduğundan, bu dalda yerinin olmadığını düşünüyorum. (Keşke yerine Tarantino olsaydı!) Spielberg’ün filminin ise oyunculuklar, dekor ve kostümle ayakta durduğunu düşünüyorum. Ayrıca Spielberg’in yönetmenliğini de pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Dolayısıyla iki yönetmen son ikimde.

Silver Lining Playbook ise senenin en enteresan işlerinden biri oldu. Zira romantik komedi bir filmin bu kadar çok ses getirmesi ve Oscar’a kadar bir dolu ödülü silip süpürmesi oldukça şaşırtıcı. Filmin hikayesi aslında romatik komedi ile psikolojik – dram konuları arasında gidip geliyor ve  bir çok klişeyle dolu. Fakat bu denli ciddiye alınmasındaki en büyük etkenlerden birinin David O. Russell’ın anlatıcılığı olduğunu düşüyorum. Belgesel gibi yaklaşıyor hikayelerine. Bu da seyircinin filmle büyük bağlar kurmasına neden oluyor.  Fighter’da alamadığı ödülü, bu sene kucaklamaya en yakın isim kendisi gibi duruyor.

Haneke, bu sene beni en derinden etkileyen filmlerden birini yaptığı için ikinci sırada. Bir tek evde, uzun sekanslarla, üçüncü bir kişi gibi konumlandırdığı kamerasıyla öyle bir hikaye anlattı ki, hayran kalmamak mümkün değildi.

Ve Ben Zeitlin. Bir çocuğun gözünden başlarına gelenleri o kadar büyüleyici, duygusal ama bir o kadar da yalın anlattı ki. Bence bu dalın ödül alması gereken adayı kendisi. Oklar David O.Russell ile Spielberg arasında gidip gelse de, ben bu dalda sadece Haneke ve Zeitlin’i gönülden istiyorum.

  1. Benh Zeitlin | Beasts of the Southern Wild
  2. Michael Haneke | Amour
  3. David O. Russell | Silver Linings Playbook
  4. Steven Spielberg | Lincoln
  5. Ang Lee | Life of Pi **************************************

EN İYİ ERKEK OYUNCU / Actor in a Leading Role

A giant screen shows the Oscar nominees for Best Actor at the Samuel Goldwyn Theartre on Jan 10, 2013 in Beverly Hills, California.The nominations for the 2013 Academy Awards were held at at the Samuel Goldwyn Theater in Beverly Hills, in California for the famous golden statuettes, to be handed out on Feb 24. -- PHOTO: AFP<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />Bu sene gerçekleşmeyeceğini bildiğim tahminler yapmaya devam ediyorum ama elimde değil. Benim beğenilerimle akademi üyelerinin beğenileri uyuşmuyor maalesef.

Oyunculuk dallarındaki adayları sıralarken öncelikle kendime şu soruyu soruyorum. Bu oyuncunun yerine herhangi başka biri oynayabilir miydi? Böylece o oyuncunun ne kadar özel bir performans sergilediğini kendimce yorumlamış oluyorum.

Bu dalın adaylarından Bradley Cooper’ın performansını sergileyebilecek bir çok oyuncu olduğunu düşünüyorum. O nedenle kendisi, akademinin Lewis’ten sonraki favorisi gibi gözükse de benim listemde son sırada.

Cooper’dan sonraki isimse Hugh Jackman. Akademinin ev sahiplerinden olan Jackman’ın büyük bir hayran kitlesi olmasına ve güzel sesine rağmen, filmin içinde kendini yeterince parlatamadığına inanıyorum. Bu nedenle 4.sırada.

Oscar sürecini birazcık takip edenler varsa, ödülün Daniel Day-Lewis’e gideceğinin neredeyse kesin olduğunu okumuştur. Metot oyunculuğunun yılmaz savunucusu, 15 yılda yalnızca 6 filmde rol alan ve rolleri için geçirdiği hazırlık süreçleriyle dillere destan olmuş Lewis, maalesef beni Joaquin Phoenix kadar etkilemedi.  Yani ilk saniyeden itibaren kendisinin Lincoln olduğuna  inandırabilmeyi başardığı bir gerçek fakat seyirciyi filmin içine çeken etkenlerin özellikle mekanlar ve kostümler olduğu kanısındayım.

İkinci sıraya geldiğimizde ise çok ağır eleştiriler almış olan Flight filminde, herkesin hem fikir olduğu başarının sahibi Denzel Washington var. Filmin neredeyse tamamında görünen oyuncu, inanılmaz performansıyla bence adaylar arasında ön sıralarda yer almalı.

Ve gelelim aylar önce izlediğimiz The Master filminin başrolündeki Joaquin Phoenix’e.  O zaman filmin yorumunda de belirtmiştim oyunculuğuna nasıl hayran olduğumu, şimdi tekrar ifade edeyim. Dibe düşmüş bir adam ancak bu derecede derin anlatılabilirdi. İşte başta bahsettiğim soruyu sorduğumda, bu filmde Phoenix’in yerine kim oynarsa oynasın, onun gibi olmazdı diye düşünüyorum. O nedenle benim ödül için en desteklediğim aday odur.

  1. Joaquin Phoenix | The Master
  2. Denzel Washington | Flight
  3. Daniel Day-Lewis | Lincoln **************************************
  4. Hugh Jackman | Les Miserables
  5. Bradley Cooper | Silver Linings Playbook

EN İYİ KADIN OYUNCU / Actress in a Leading Role

85. Oscar adayları açıklandı! (© Getty Images)

Bu sezon kadın oyunculara baktığımızda, her sezon artan ivmeyle beraber, oldukça başarılı performanslar göze çarpıyor. Aday olan tüm oyuncuları bir hayli beğeniyorum fakat sıralama yapmak gerektiğinde kimileri bir basamak yukarı, kimileri bir basamak aşağı gidiyor.

Naomi Watts, The İmpossible’daki oyunculuğuyla, filmdeki sahneleri az olmasına rağmen adaylık alabildi. Zira bir felaketin kurbanını canladırdığı rolünde öylesine inandırıcıydı ki, filmin tek adaylığı onun oldu.  Watts’ı son sıraya koymamın tek nedeni, diğer adayların çok daha iyi olmaları.

Jessica Chastain,önce Help, şimdi de Zero Dark Thirty ile heykelciğe göz kırpıyor. Zero Dark Thirty filmini oyuncu olarak kendisinin sırtladığı bir gerçek fakat yine aynı soruyu sormam gerekirse,  kendisi yerine başka oyuncular da benzer performanslar gösterebilirdi diye düşünüyorum.

Hushpuppy Quvenzhane Wallis, bu senenin en çok beğendiğim filmlerinden biri olan Beasts of the Southern Wild’in, yönetmeni ile birlikte başarısının en büyük ortağıydı. Öyle inandırıcı bir performans çıkartmıştı ki, tüm seyircileri kendisine hayran bıraktı. Küçük yaşındaki bu büyük başarısı nedeniyle, bu dalın şimdiye kadar ki en genç adayını üçüncü sıraya koydum.

İkinci sırada bu dalın favori adayı Jennifer Lawrence var. Winter’s Bone ile iki sene önce aday olduğunda, bu kategoride benim ilk iki favorimden biriydi. Bu sene de öyle. Zira çok basitçe oynanabilecek bir karaktere inanılmaz bir derinlik katarak, filmin en beğendiğim performanslarından birini gerçekleştiren Lawrence’ı izlemek çok büyük keyifti.

Tüm adaylardan sonra benim birincim, 86 yaşında bu dalda en yaşlı aday olan ve ilk Oscar adaylığını alan Emmanuelle Riva. Hala dilimde performansı. O nasıl bir oynamaktı! Resmen kadın kameranın karşısında gerçekten felç geçirdi! Tek kelimeyle müthişti! Ödülü alırsa gerçekten sevineceğim.

  1. Emmanuelle Riva | Amour
  2. Jennifer Lawrence | Silver Linings Playbook **************************************
  3. Quvenzhane Wallis | Beasts of the Southern Wild
  4. Jessica Chastain | Zero Dark Thirty
  5. Naomi Watts | The Impossible

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU / Actor in a Supporting Role

A giant screen shows the nominees for Best Supporting Actors at the Samuel Goldwyn Theartre on Jan 10, 2013 in Beverly Hills, California.The nominations for the 2013 Academy Awards were held at at the Samuel Goldwyn Theater in Beverly Hills, in California for the famous golden statuettes, to be handed out on Feb 24. -- PHOTO: AFP<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />

İlginç adayların bulunduğu dallardan biri de bu. Zira tüm adaylar daha önce en az bir kere Oscar’ı kucaklamış durumda.  Ve Alan Arkin dışında hepsinin performansı olağanüstüydü. Zaten bu nedenledir ki oyunculuklarından çok hangisinin daha iyi kulis yapıp ödülü alabileceği konuşuluyor.

Sıralamaya gelirsem, Alan Arkin’i bu yarışın dışında tutma nedenim Argo’daki aşırı kısa rolü. Hikayeye öyle aman aman bir etkisi de yoktu bence. Fakat diğer dört oyuncunun tamamı gerçekten çok çok iyiydi. (Keşke Arkin’in yerine DiCaprio’yu görebilseydik!)

Hakikaten ayırt etmem çok zordu ama Waltz ve Hoffman’ın filmlerinde biraz daha dikkat çekici oldukları için ilk ikide olması gerektiğini düşündüm. Ve Waltz’ı birinci sıraya yazdım, zira kendisine şahsi bir sempatim var, inanılmaz başarılı buluyorum. Lee Jones ve De Niro’ya gelinceyse, yine iki usta oyuncu da inanılmaz iyiydi. Sadece Lee Jones birazcık daha etkileyici geldi bana o kadar.

Tahmin etmek çok zor gerçekten. Yorumlara bakılırsa heykele en yakın isim Lee Jones gibi duruyor ama izleyip göreceğiz.

  1. Christoph Waltz | Django Unchained **************************************
  2. Philip Seymour Hoffman | The Master
  3. Tommy Lee Jones | Lincoln
  4. Robert De Niro | Silver Linings Playbook
  5. Alan Arkin | Argo

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU / Actress in a Supporting Role

Gelelim sonucu en belli dallardan bir diğerine. Yarışı azıcık takip eden herkesin bildiği gibi ödül Hathaway’in. Les Miserables’taki kısa ama etkili rolü ona ödülü kazandıracak. Filmin genelini biraz yorucu bulduğum için bir buruk içim ama haketmediğini de söyleyemeyeceğim.

“Birinci belli ikinci kim?” dersek Sally Field cevabı geliyor. Zira Lincoln’de gerçekten çok başarılı bir performans sergiliyor. Bir karışıklık olur da (olmaz ama!) Hathaway ödülü alamazsa, ikinci isim kendisi.

Ve son olarakta The Master’daki az ama öz rolüyle, duruşuyla, bakışıyla insanı etkileyen Amy Adams. bu daldaki ödül alma ihtimali çok çok zayıf olsa da başarılı olan isim kendisi.

Buraya kadar, tüm tahmincilerle aynı tahmini yaptığım belki de tek dal olan yardımcı kadın oyuncu dalında, neden aday olduklarını kimsenin çözemediği Helen Hunt ve Jacki Weaver kalıyor geriye. Zira Helen Hunt film boyu cüretkar bir şekilde çıplak görünmekten başka bir şey yapmıyor, Jacki Weaver da annem kadar endişeli bakmak dışında herhangi bir varlık göstermiyor.

Neyse sonuç olarak Anne Hathaway’i şimdiden alkışlıyoruz. Saçları boşa gitmemiş oldu =)

  1. Anne Hathaway | Les Miserables **************************************
  2. Sally Field | Lincoln
  3. Amy Adams | The Master
  4. Helen Hunt | The Sessions
  5. Jacki Weaver | Silver Linings Playbook

EN İYİ ÖZGÜN SENARYO / Writing – Original Screenplay

Bu dalın tahminini yaparken şöyle bir hissiyatım oluyor. Olan bir olaydan yola çıkıp yazılan senaryolar, sanki yarı özgün yarı uyarlama gibi geliyor. Dolayısıyla Zero Dark Thirty ve Flight bence bu dalda düşük ihtimaller olmalı.  Kalan adayların üçünü de çok fazla beğendiğim için seçmekte zorlanıyorum fakat en özgün olanın Moonrise Kingdom olduğunu düşünüyorum. Bir de tabi bu güzel film tek dalda aday olduğu için en azından bu dalda ödül alsın istiyorum. Onun dışında Django Unchained ve Amour kazanırsa da sevinirim tabi.

  1. Moonrise Kingdom | Wes Anderson ve Roman Coppola
  2. Django Unchained | Quentin Tarantino **************************************
  3. Amour | Michael Haneke
  4. Flight | John Gatins

  5. Zero Dark Thirty | Mark Boal

EN İYİ UYARLAMA SENARYO / Writing – Adapted Screenplay

Bana öyle geliyor ki, bir kitabı ya da tarihi olayı senaryolaştırmak bir hayli zor. Yani hem olanı anlatacaksın, hem anlatımı keyifli hale getirmek için neyi ne kadar ekleyip çıkarabileceğini iyi tartabilmen gerek.

Aşağıdaki adayların tamamı bu işi uzun uğraşlarla yapmış ve ben neyi nasıl kıyaslayacağımı bilemiyorum.  Sadece senaryonun bana ne kadar heyecan verdiğinden yola çıkarak bir sıralama yaptım. Bir de Beast of the Southern Wild en azından bir ödül alsın istiyorum ondan birinci sıraya koydum. Ama tabi bu dalın en muhtemel adayları Argo ve Lincoln.

  1. Beasts of the Southern Wild | Benh Zeitlin ve Lucy Alibar
  2. Argo | Chris Terrio **************************************
  3. Lincoln | Tony Kushner 
  4. Life of Pi| David Magee
  5. Silver Linings Playbook | David O. Russell

EN İYİ KURGU / Film Editing

Yıllardır oluşan genel kanı, son yıllarda bozulmuş olsa da, En İyi Kurgu ödülünü alan En İyi Oscar’ı da alır şeklindedir. Bu sene öyle olur mu bilinmez ama bu dalın en çok konuşulan adayları Argo ve Zero Dark Thirty.

Ben bu kategoriyi değerlendirirken bir miktar farklılık arayanlardanım.  Bu anlamda Lincoln, Silver Linings Playbook ve Life of Pi’nin kurgusunda aklımda kalacak bir başarı hatırlamıyorum.  Zero Dark Thirty ise bu üç filme göre çok daha dikkat çekiciydi. Fakat genel anlamda bir çok eksisi olan bir film olsa da Argo’nun bu dalda Zero Dark Thirty’e göre bir miktar daha başarılı olduğunu düşünüyorum. ( Bu arada bu ikiliden hangisi kazanırsa kazansın, kurguyu yapan isim aynı: William Goldenberg!)

  1. Argo | William Goldenberg **************************************
  2. Zero Dark Thirty | William Goldenberg ve Dylan Tichenor
  3. Life of Pi | Tim Squyres
  4. Silver Linings Playbook | Jay Cassidy ve Crispin Stuthers
  5. Lincoln | Michael Kahn

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ / Cinematography

Görüntü yönetimi konusunda Life of Pi bu senenin herkesçe adayı sanırım. Gerçekten inanılmaz bir büyüsü vardı filmin ve bu büyü büyük ölçüde görüntü yönetmeni Claudio Miranda’nın başarısı.  Ama ben diğer adayları da oldukça başarılı buldum.  Aşağıdaki gibi bir sıralama yaptım ama Life of Pi almassa Oscar’ı Skyfall alacak gibi duruyor.

  1. Life of Pi | Claudio Miranda **************************************
  2. Anna Karenina | Seamus McGarvey
  3. Skyfall | Roger Deakins
  4. Django Unchained | Robert Richardson
  5. Lincoln | Janusz Kaminski

EN İYİ PRODÜKSİYON TASARIMI / Production Design

Akademinin bu yıl itibariyle adını değiştirmiş olduğu bu dalda açık ara önde olan film Anna Karenina. Tiyatro dekoru içinde devam eden sahneleriyle dikkat çeken film, genelinde beğenilmese bile prodüksiyonuyla göz doldurmuştu. Dolayısıyla ilk sıramda o var. İkinci sıraya Les Miserables’ı koymak istiyorum, zira Sefiller’i çok güzel sahneler, kostümlerle, müziklerle aktarmışlardı. Sonrasında ise tarihi birebir canlandırma derdinde olan ve otoritelerin söylediğine göre bunu büyük ölçüde başaran Lincoln’ü sıraya koydum. Hobbit ve Life of Pi daha teknik işler olduğundan, şahsen konu dışı olduklarını düşünmekteyim.

  1. Anna Karenina | Sarah Greenwood ve Katie Spencer
  2. Les Miserables | Eve Stewart
  3. Lincoln | Rick Carter, Jim Erickson ve Peter T. Frank **************************************
  4. The Hobbit: An Unexpected Journey | Dan Hennah ve Ra Vincent
  5. Life of Pi | David Gropman ve Anna Pinnock

EN İYİ KOSTÜM TASARIMI / Costume Design

Şöyle bir gerçek var ki, bu seneki tüm işlerde kostümler mükemmele yakındı.  Tüm filmlerdeki kostümleri beğenmiş olsam da özellikle Anna Karenina ve Les Miserable aklımda kalanlar.  Üçüncü olarak Snow White ve son iki sıraya da Lincoln ve Mirror Mirror’ı koydum. İlk iki arasında düşününce Anna Karenina’nın bir miktar daha başarılı olduğunu düşünmekteyim.

  1. Anna Karenina | Jacqueline Durran **************************************
  2. Les Miserables | Paco Delgado
  3. Snow White and the Huntsman | Colleen Atwood
  4. Lincoln | Joanna Johnston
  5. Mirror Mirror | Eiko Ishioka

 EN İYİ ÖZGÜN ŞARKI / Music – Original Song

Yorumum yok.

  • Before My Time | Chasing Ice
  • Everybody Needs a Friend | Ted
  • Pi?s Lullaby | Life of Pi
  • Skyfall | Skyfall **************************************
  • Suddenly | Les Miserables

EN İYİ ÖZGÜN MÜZİK / Music – Original Score

Yorumum yok.

  • Anna Karenina | Dario Marianelli
  • Argo | Alexandre Desplat
  • Life of Pi | Mychael Danna **************************************
  • Lincoln | John Williams
  • Skyfall | Thomas Newman

EN İYİ GÖRSEL EFEKT / Visual Effects

Bu dalı değerlendirirken Richard Parker ve diğerleri olarak değerlendirebiliyorum. Zira o kaplanın animasyon olması başlı başlına bir mucize gibi geliyor.  The Avengers’daki Hulk’u da unutamıyorum. O nedenle ikinci sırada o var. The Hobbit başlı başına görsel efektti fakat filmi beğenmediğimden olsa gerek, üçüncü sıraya iteledim. Snow White film olsun diye çekilmiş gibiydi, o nedenle onu da en sona koydum.

Prometheus’u ise maalesef izleyemedim.

  1. Life of Pi **************************************
  2. The Avengers
  3. The Hobbit: An Unexpected Journey
  4. Snow White and the Huntsman
  • Prometheus

EN İYİ MAKYAJ & SAÇ TASARIMI / Make Up  & Hairstyling

Hitchcock’u izleme şansım olmadı fakat The Hobbit ile Les Miserables arasında dağlar kadar fark olduğunu düşünmekteyim.

  1. The Hobbit: An Unexpected Journey
  2. Les Miserables **************************************
  •  
  • Hitchcock

EN İYİ SES KURGUSU / Sound Editing

Ses kurgusundan kasıt nedir bilmiyorum, ve filmler müzikleriyle  pek az aklımda kalıyor. Ama şöyle bir düşününce Django Unchained ve Life Of Pi’nin seslerinin filme etkisi çok daha olumluydu gibi geliyor.

  1. Django Unchained
  2. Life of Pi
  3. Argo
  4. Zero Dark Thirty  **************************************
  5. Skyfall  **************************************

EN İYİ SES MİKSAJI / Sound Mixing

Bu konudan gerçekten pek anlamıyorum. Ama kulislerde Les Miserables konuşuluyor.

  1. Les Miserables  **************************************
  2. Life of Pi
  3. Argo
  4. Lincoln
  5. Skyfall

EN İYİ ANİMASYON / Animated Feature Film

85. Oscar adayları açıklandı! (© Getty Images)

Sondan başlamam gerekirse, The Pirates ve ParaNorman benim açımdan tam bir zaman kaybıydı. İki film de birbirinden kötüydü. O nedenle son ikideler. (Aday olmaları bile anlamsız!)

Tim Burton’ın gönlümüzde yeri ayrı. Film de çok güzeldi gerçekten. Fakat diğer iki adaya göre biraz daha kısa film tadındaydı gibi geliyor.  Bu yüzden üçüncü sırada.

İlk iki de ise bu senenin hem hikayesiyle, hem kurgusuyla, hem görselliğiyle en iyi iki animasyonu bulunuyor. Brave’i çok çok başarılı bulsam da Wreck-It Ralph orjinal hikayesiyle bu senenin en eniyisi.

  1. Wreck-It Ralph 
  2. Brave **************************************
  3. Frankenweenie
  4. ParaNorman
  5. The Pirates! Band of Misfits

YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM / Foreing Language Film

85. Oscar adayları açıklandı! (© Getty Images)Ha izledim, ha izleyeceğim derken yetişemedim hepsini izlemeye. Bu dalın favorisi Amour ve No gibi duruyor. İzlemediğim dallarda yorum yapamıyorum ama Amour benim için senenin en iyi filmlerinden olduğundan o kazanırsa sevinirim. Ayrıca bu daldaki A Royal Affair’in ve War Witch’in de çok iyi filmler olduğunu belirtmeliyim.

  1. Amour (Avusturya) **************************************
  2. A Royal Affair (Danimarka)
  3. War Witch (Kanada)
  • No (Şili)
  • Kon-Tiki (Norveç)

EN İYİ BELGESEL / Documentary Feature

Maalesef bu daldaki filmleri izleyemedim.

  • 5 Broken Cameras
  • The Gatekeepers
  • How to Survive a Plague
  • The Imposter
  • The Invisible War
  • Searching for Sugar Man **************************************

EN İYİ KISA FİLM / Short Film – Live Action

Maalesef bu daldaki filmleri izleyemedim.

  • Asad | Bryan Buckley (yönetmen), Mino Jarjoura (prodüktör)
  • Buzkashi Boys | Sam French (yönetmen), Ariel Nasr (prodüktör)
  • Curfew | Shawn Christensen (yönetmen) **************************************
  • Death of a Shadow (Dood van een Schaduw) | Tom Van Avermaet (yönetmen), Ellen De Waele (prodüktör)
  • Henry | Yan England (yönetmen)

EN İYİ KISA ANİMASYON / Short Film – Animated

İzlediğim filmler içinde Head Over Heels açık ara önde. Bulun izleyin derim.

  1. Head Over Heels | Timothy Reckart (yönetmen) ve Fodhla Cronin O?Reilly (prodüktör)
  2. Fresh Guacamole | PES (yönetmen)
  3. Paperman | John Kahrs (yönetmen) **************************************
  4. Adam and Dog | Minkyu Lee (yönetmen)
  • Maggie Simpson in ?The Longest Daycare? | David Silverman (yönetmen)

EN İYİ KISA BELGESEL  / Documentary Short

Maalesef bu daldaki filmleri izleyemedim.

  • Inocente **************************************
  • Kings Point
  • Mondays at Racine
  • Open Heart
  • Redemption
Çok Konuşulan Film: Umut Işığım / Silver Linings Playbook

Çok Konuşulan Film: Umut Işığım / Silver Linings Playbook

  • silverliningsYönetmen: David O. Russell
  • Oyuncular: Bradley Cooper, Robert De Niro, Jennifer Lawrence, Jackie Weaver
  • Tür: Dramatik komedi
  • Süre:112 dk
  • Yapım: ABD

Eski bir tarih öğretmeni olan Pat Salitano (Bradley Cooper), yaşamında değer verdiği her şeyi bir günde yitirmiş bir adamdır. yaşadığı ciddi bir travma sonrası patlar ve ardından mahkeme kararı ile 8 ay rehabilitasyon merkezinde tedavi görür. Çıktıktan sonra hayatını düzene koymak şartıyla ailesinin evine geri yerleşen Pat’in yegane amacı düzgün bir adam olup, işini geri almak ve karısı Vicky’yi bu sayede geri kazanmaktır. 
Fakat durum Pat için sandığından daha zor olacaktır. Bir yemekte, aile dostu Tiffany ile karşılaşan Pat, genç kadınla eski eşine ulaşmak amacıyla yakınlaşır. Bir ‘iyilik’ karşılığı Pat’e yardım teklif eden Tiffany, her ikisi içinde umut ışığı olacak yeni bir kapı açacaktır… 

Aylar önce Amerika’dan haberler gelmeye başladı filmle ilgili… Baya göklere çıkarıyorlar, övgülerden övgü beğeniyoruz… Fragmanı izledim. Baya romantik komedi… Noluyoruz demeye kalmadı 8 Oscar adaylığı geldi!

En son Dövüşçü/Fighter ‘da bıraktığımız yönetmen David O.Russell, bu filmin uyarlama senaryo ve yönetmenliği üstlenmiş, Winter’s Bone‘dan hastası olduğum Jennifer Lawrence ve Hangover serilerinin damadı Bradley Cooper’ı başrole koymuş.  Matthew Quick’in aynı adlı çok satan romanından beyazperdeye uyarlanan film hem yönetmenin hem de bu oyuncuların katkısıyla daha güzel bir noktaya gelmiş.

Şöyle ki, aslında hikaye tanıdık.  Ama klasik Amerikan romantik komedilerinden bu işi ayıran bir iki detay var. Birincisi David O.Russell’ın yönetmenliği… Kamera kullanımı, oyuncu yakın planları ve mekan kullanımı filmi basit bir film olmaktan çıkarıyor. İkincisi başrol oyuncularının kimyasının fazlasıyla uyuşması ve karakterleri gerçekmiş gibi yansıtabilmeleriydi.

Filmin artı olan bir diğer yanı ise yan rollerdeki oyuncuların hikayeye gereği kadar destek vermeleri ve boşlukları tamamlamaları. Özellikle Robert De Niro ‘nun kısa ama öz performansı çok etkiliydi.

Açıkçası filmi Dövüşçü kadar beğenmedim ve 8 Oscar adaylığını çok abartılı buluyorum ama yine de bir romantik komedi için kalitesi oldukça yüksekti diyebilirim.

İyi seyirler,

 

Denzel Washington’ın Performansıyla: Uçuş / Flight

Denzel Washington’ın Performansıyla: Uçuş / Flight

flight

  • Yönetmen: Robert Zemeckis
  • Oyuncular: Denzel WashingtonJohn GoodmanDon Cheadle devamı…
  • Tür: Dram
  • Yapım: ABD , 2012
  • Süre: 138 dk

Başarılı bir pilot Whip, düşmekte olan bir uçağı bütün pilotluk yeteneklerini kullanarak çok sıra dışı bir biçimde, en az hasarla yere indirmeyi başarır; mürettebatla birlikte uçaktaki pek çok insanın da hayatı kurtulur. Whip hastanede gözünü bir kahraman olarak açar ama kaza soruşturmasında hiç beklemediği bir ithamla karşılaşır. Raporlar kaptan pilotun uçuşa alkol alarak çıktığını göstermektedir. Bir yandan kurtardığı hayatlar, hiç kimsenin o uçağı kendisi gibi indiremeyeceğini söylerken bir yandan da hakkında açılan mahkeme ile uğraşmak durumundadır. 

Robert Zemeckis herkes için olduğu gibi benim için de önce Forrest Gump’ın sonra Geleceğe Dönüş serisinin yönetmenidir.  Sonrasında yaptığı işlerden birçoğunu takip ettim ama hiçbiri bu filmler kadar etki bırakmadı. Yine de Flight’ın fragmanını izlemeden bile film için bir çıta belirmişti gözümde.

Senaryo yazarı John Gatins’in 31 Ocak 2000 yılında 88 kişinin hayatını kaybettiği uçak kazasından yola çıkarak yazdığı Filght, bir uçak kazası etrafında alkol/madde bağımlığından dini inançlara, egodan evliliğe kadar birçok şeyi sorguluyor.

Denzel Washington’un deyim yerindeyse döktürdüğü performansı ile özellikle ilk yarım saat, dolayısıyla kazanın hemen öncesi ve kaza anı soluksuz izleniyor. Sonrasında gelişme bölümü biraz uzun tutulmuş olan film, son 15-20 dakikasında yine heyecanlandırıyor.

John Goodman’ın yine ufak rolünde büyük işler başardığı filmi, kaza sahnesi, müzikleri ve Denzel Washington’un performansı için izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Yüzüğün Yolculuğunu Merak Edenler için: Hobbit: Beklenmedik Yolculuk/ The Hobbit: An Unexpected Journey

Yüzüğün Yolculuğunu Merak Edenler için: Hobbit: Beklenmedik Yolculuk/ The Hobbit: An Unexpected Journey

hobbit

  • Orjinal İsim: The Hobbit: An Unexpected Journey
  • Yönetmen: Peter Jackson
  • Tür: Fantastik , Macera
  • Yapım: ABD, Yeni Zelanda, 2012
  • Süre: 170dk
  • Oyuncular: Ian McKellen, Martin Freeman, Richard Armitage

Tolkien’in, Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin öncül kitabı olarak da görülen Hobbit’ten, üçlemenin yönetmeni Peter Jackson tarafından sinemaya uyarlanan üç filmlik Hobbit macerasının ilk bölümü olan Hobbit: Beklenmedik Yolculuk/The Hobbit: An Unexpected Journey ile bu sefer Bilbo Baggins’in gençliğine gidiyoruz. 

Bilbo huzurlu Hobbit toprakları olan The Shire’da yaşarken bir gün büyücü Gandalf aniden ortaya çıkar ve baş kahramanımız Bilbo kendisini efsanevi savaşçı Thorin tarafından yönetilen 13 cücelik maceracı bir grupta buluverir. Ejder Smaug?dan Erebor?un kayıp Cüce Krallığı?nı geri almak için çıktıkları bu yolculukta çirkin Goblinler, Orklar, öldürücü Warglar, Dev Örümcekler ve Büyücülerle dolu yollardan geçeceklerdir… 

Yüzüklerin Efendisi üçlemesinden tanıdığımız Ian McKellen, Cate Blanchett, Ian Holm, Christopher Lee, Hugo Weaving, Elijah Wood, Orlando Bloom ve Andy Serkis’i yeniden seyredeceğimiz filmde onlara Richard Armitage, John Bell, Luke Evans, Ryan Gage, Evangeline Lilly, Bret McKenzie, Graham McTavish, Mike Mizrahi, Jeffrey Thomas ve Aidan Turner gibi kalabalık bir oyuncu kadrosu da eşlik ediyor. Filmin senaryosunda ise yönetmen Peter Jackson’ın yanı sıra Fran Walsh, Philippa Boyens ve Guillermo del Toro’nun imzası var.

Bilim kurgu pek sevmem. Bunu böyle her seferinde yazıp, sonra gidip bilim kurgu izliyorum, bu da ayrı bir durum ama sevmem yani. Yüzüklerin Efendisi serisinden de 1-2 film izlemiştim vakti zamanında ama yarım yamalak. Sıkılıyordum zira.

Bu filmin yönetmeni Peter Jackson’a ise  beğendiğim ender bilim kurgu film olan District 9 ‘ın yapımcısı olması itibariyle bir şans vermek istedim. (Kim oluyorsam!’)

Neyse Hobbit’e gittik. Serinin çok ciddi fanatikleri olduğunu bildiğimden pek bir şey yazmayacağım. Zira sıkıldığımı söyledim herkes büyük tepkiler veriyor. Görselliği güzeldi tamam ama yıllar sürdü film. Ben sıkıldım.  Bu kadar.

İyi seyirler,

spoiler

Yazmayayım dedim ama o kuşları daha önce niçin çağırmadılar da bunca eziyeti çektiler anlamadım. Ayrıca o kadar saat salonu terk etmeden izlemek için çaba sarfettim, bari sonu olsaydı filmin =(

 

Kötü Bir Uyarlama: Anna Karenina

Kötü Bir Uyarlama: Anna Karenina

anna

  • Yönetmen: Joe Wright
  • Tür: Dram
  • Süre: 130 dk
  • Yapım: İngiltere ,2012
  • Oyuncular: Keira KnightleyJude LawAaron Taylor-Johnson

1874 yılında genç ve güzel Anna Karenin yaptığı evlilikle St. Petersburg’un yüksek sosyetesi içerisinde çok iyi bir konuma sahiptir. Kocası Karenin Rus siyasetinin de önemli isimlerindendir. Bir gün erkek kardeşi Oblonsky?den eşi Dolly ile arasını düzeltmesini isteyen ve onu Moskova?ya çağran bir mektup alır. Bu yolculuk esnasında tanıştığı Kontes Vronsky’nin garda kendilerini karşılayan oğlu, genç subay Vronsky ile aralarında bir kıvılcım çakar.

Moskova’da karışık aşk üçgenleri arasında düzenlenen büyük bir dans balosunda herkesin bakışları Vronsky ve Anna’nın üzerinde toplanır. 
Anna, karşı koyamadığı bir aşka doğru sürüklenirken, Vronsky’den kaçıp St. Petersburg?a ve aile yaşantısına dönmesi, ne hakkında çıkan dedikoduları engelleyebilir ne de yüreğinde duyduğu aşkı. Bu arada eşi Karenin, Anna’yı uyarır; halkın gözünde bir skandala yol açmıştır. Ama aşkın seçen kadına karşı Rus halkının iki yüzlülüğü de bu şekilde ortaya çıkacaktır… 
Yönetmenliğini Joe Wright’ın üstlendiği filmi Tolstoy’un ölümsüz romanından bu kez uyarlayan isimse Oscar ödüllü Tom Stoppard. Yönetmen Wright Kefaret ve Aşk ve Gurur’dan sonra bu filmde de yeniden Keira Knightley’i başrole taşıyor. Güzel yıldıza filmde Jude Law ve Aaron Johnson eşlik ediyor.

Filmle ilgili eleştirileri okuyorum da… Hemen herkesin yorumu aynı.  Aşağıda okuyacağınız benim yorumum da onlara benzer;

  • Kullanılan tiyatro dekoru ve geçişler gerçekten çok güzeldi. Fakat hikayeye yapay bir hava kattığı için derin bir aşk, sonrasında alkolizm, akli dengesizlikler ve ölümcül son yaşayan Anna’nın yaşadıklarından hiçbir şey anlayamadık!
  • Görüntü ve sanat yönetmenini ayakta alkışlamak istedim, o derece güzeldi. Ama yönetmeni ve Keira Knightley’i yuhalamak istedim zira film hikayeden kopuk ve yapaydı.
  • Herkesin donduğu, aşıkların dans ettiği balo sahnesi gerçekten efsaneviydi ama Anna Karenina ne ara delirdi hiç anlamadık. Ne ara iyileşti, onu hiç çözemedik.

En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Prodüksiyon, En İyi Kostüm veya En İyi Özgün Müzik dallarından Oscar adayı olan filmin kafası karışıktı. O nedenle paşa paşa alıp kitabı tekrar okumalı derim…

İyi seyirler (okumalar),

Gökbakar Kardeşlerden Yeni Film : Celal ile Ceren

Gökbakar Kardeşlerden Yeni Film : Celal ile Ceren

celalileceren

  • Yönetmen: Togan Gökbakar
  • Oyuncular: Şahan Gökbakar, Ezgi Mola, Gökcen Gökçebağ 
  • Tür: Komedi
  • Yapım: Türkiye,2012
  • Süre: 114 dk

30’lu yaşlarını süren Celal, Karaköy’de baba mesleğini sürdüren bir elektrikçidir. 30 yaş krizine yeni girmiş olan Ceren ise mobilya mağazasında çalışmaktadır. İkilinin uzun beraberliği ise 6 yıla dayanmıştır! Çevresindekiler artık evleneceklerini varsayarlar. Fakat Celal bir arkadaşının bekarlığa veda partisine gitmek isteyince ikili feci tartışır ve bozuşurlar. Ceren gitmesini istemese de, Celal kırk yalanla bir yolunu bulur ve partiye gider. Olay ortaya çıkınca Ceren ayrılmak ister; onu hala sevse de amacı biraz sevgilisinin burnundan getirmektir. Fakat hiç beklemediği biçimde evlilik baskısı altında kalmaktan şikayet eden Celal bir anda Ceren’i terk eder! 
Hayatının çoktan daha güllük- gülistanlık olacağını sanırken bekarlık günlerinde belalar da peşini bırakmaz. Ceren’i özleyeceği günler yakındır…. 

Şahan Gökbakar’ı çoğu kimse Recep İvedik ile tanır. Ben ise lise yıllarımda TV8’de yaptığı programlardan hatırlarım. Dönemin ünlü Gerçek Kesit programını, haber spikerlerini, Acun Firarda’yı tiye alan bir mizah programıydı. Gerçekten çok başarılıydı ve o dönemin gençleri arasında oldukça izlenirdi.  Sonra işte malum Recep İvedik serisi geldi…

Recep İvedik serisine büyük nefret besleyenlerden değilim. Evet belaltı olduğuna katılıyorum ama herkesten farklı olarak aşırı karikatürize Recep İvedik karakterinin Türkiye’de yaşayan kalabalık bir karşılığı olduğunu, dolayısıyla aslında bir toplum eleştirisi olduğunu ve  güldürdüğünü de görebiliyorum. Ve her filmi milyonlarca izlenen Şahan Gökbakar-Togan Gökbakar kardeşleri başkaları gibi dışlamak değil, tam tersi takip etmek ihtiyacındayım. Ayrıca erken yaşlarda, bu kadar büyük kitleleri etkileyebilen kimselerin her zaman daha başarılı işler yapabileceğinin umudunu taşıyorum.

Celal ile Ceren’in fragmanını gördüğümde nihayet bir hikayesi olan güzel bir romantik komedi izleyeceğiz diye düşündüm. O nedenle filmi vizyonda izlemek istedim. Aslında film çok güzel başladı. Özellikle Ezgi Mola çok başarılıydı fakat ilerleyen dakikalarda Şahan Gökbakar’ın Recep İvedik karakterine ve o filmdeki espri anlayışına çok yaklaşması filmi romantik komediden, belaltı esprilerle dolu bir filme çevirdi.

Filmin sonu ve başını nispeten daha çok beğendim. Arada ise “keşke hiç çekmeselermiş” dediğim sahneler oldu. Normalde ayıp sayılan ama sinemada yapınca güldürdüğü düşünülen hareketler ve kişilerin fiziksel görünüşleriyle dalga geçmeye  dayalı sahneler maalesef çok fazlaydı. Keşke o bölümleri daha dolu hikayelerle geliştirselerdi. Öte yandan Ceren’in kız arkadaşlarıyla, Celal’in erkek arkadaşlarıyla yaptığı sohbetler ve Celal’in annesi çok komikti. Gerçek hayatta yaşananlar bu sahnelerde güzel kullanılmıştı.

 

Ben bir filmin “iyi bir film” olabilmesi için öncelikle iyi bir hikayesi olması gerektiğine inanlardanım. Bu anlamda Celal ile Ceren iyi düşünülmüş, fakat oldukça eksikleri olan bir hikayeye sahip. Üzerinde biraz daha çalışılsaymış çok daha iyi olurmuş hissi veriyor.

Diliyorum bu kadar kişiyi salonlara çekebilen Gökbakar kardeşler, bir sonraki işlerinde çok daha güzel bir filmle karşımızda olurlar.

İyi seyirler,

 

 

Haneke’nin Son Filmi: Aşk / Amour

Haneke’nin Son Filmi: Aşk / Amour

amour

  • Yönetmen: Michael Haneke
  • Tür : Dram
  • Süre: 126 dk
  • Yapım:  2012, Fransa , Almanya , Avusturya
  • Oyuncular: Jean-Louis TrintignantEmmanuelle RivaIsabelle Huppert

80’lerinde emekli ve eğitimli iki müzik öğretmeni olan Georges ve Anne, ilerlemiş yaşlarına rağmen geride kalan ömürlerini huzur ve mutluluk içerisinde geçiren bir çifttir. Ayrıca kendileri gibi müzisyen olan kızları Eva Avrupa’da onlarda uzakta ailesiyle yaşamaktadır. 
Yaşlı çiftin sakin hayatı bir gün Anne’nin kriz geçirip, boyundan aşağısının felç olması ile altüst olur. Georges sevgili karısına elinden geldiğince iyi bakar ama onun da yapabilecekleri sınırlıdır. Üstelik Anne’nin durumu git gide kötüleşmektedir. Georges çareyi en sonunda iki ayrı hemşire tutmakta bulur. Şimdi onca yıla yayılmış olan evlilikleri, bir kez daha bağlılık sınavı verecektir. 
Usta yönetmen Michael Haneke’nin son filmi olan yarı otobiyografik yapımın başrollerini Jean-Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva paylaşıyor. 2012 Cannes Film Festivali’nden Altın palmiye ile dönen film baş yapıtlar arasında gösteriliyor.

En ünlü filmi Piyanist olan bağımsız filmlerin deneyimli yönetmeni Michael Haneke , 70. yaşında çektiği Amour filmi ile En İyi Film, En İyi Yönetmen başta olmak üzere 5 dalda Oscar adayı.

Filme bayıldım. Çok sevdim. Çok etkilendim. O yüzden doğru düzgün bir yorum yazabilecek miyim bilmiyorum.

Filmin en beğendiğim yanı gerçekliği yansıtmasıydı. O meşhur kamera açık unutulmuş hissi, neredeyse tamamı evde geçen filmi iliklerime kadar hissetmeme yol açtı. Ayrıca iki başrol oyuncusunun gerçekte 83 ve 86 yaşında olmaları bence bu gerçekliğe çok büyük bir katkıydı.

Diğer en beğendiğim yan ise oyunculuklardı. Hele Emmanuelle Riva… Yakınınızda felç geçiren birileri olduysa ve o süreci biliyorsanız, o zaman Riva’nın oyunculuğuna neden hayran kaldığımı anlayabilirsiniz. Kusursuzdu.

Işık, sahneler, evin o hali, müziksizlik ve aslında müziğin konunun taa içinde olması, karı kocanın ilişkileri, kızları ile yaşadıkları, felçle başa çıkışları… Tek söyleyebileceğim başta da söylediğim gibi filme bayılmış olduğum!

İzleyin derim.

İyi seyirler,

Televizyonda Ne İzlesek? #2

Televizyonda Ne İzlesek? #2

tvTelevizyonda Ne İzlesek?-1 yazım çok okununca ve konuyla ilgili mailler alınca, ikinci sezon başı bir yazı daha yazayım dedim.

Türk televizyonlarıyla başlayayım:

Bu sene yeni başlayan işlerden pek takip ettiğim bir şey olmadı açıkçası. İntikam dizisinin ilk bölümünü izledim, peşinden de yabancı/orjinal olanın ilk bölümünü izledim. Replikler, mekanlar ve çekim açıları dahil aynı iş olduğunu görünce, bizde bir bölümü 90 dk izleyeceğime, orjinalini 40 dk izlerim daha sonra dedim, geçtim.

İşler Güçler‘i ve Behzat Ç.‘yi kaçırmadan izlemeye devam ediyorum.  İki işinde mizahını, dramını, gerçekliğini, duruşunu çok çok beğeniyorum.  İşler Güçler her bölüm bir şeyler katarak devam ediyor. O nedenle çok çalışkan buluyorum ve çok saygıyla takip ediyorum. Bir de bu dizi ve öncesinde Üsküdar’a Giderken, Çalgı Çengi gibi işlerin senarist ve yönetmenliğini yapan Selçuk Aydemir’in henüz 30 yaşında! olduğunu öğrendiğimden beri daha da dikkatli izliyorum.  Behzat Amirim ise her zamanki gibi şaşırtıyor, ağlatıyor, güldürüyor, tek bir odada bir bölüm çekiliyor… Son sezonunda neler olup biteceğini oldukça merak ediyorum.

Ayrıca senaryosu hala enerjisini kaybetmediğinden (Kıvançla alakası yok!) zaman zaman Kuzey Güney‘i ve gülmek istiyorsam da zaman zaman Yalan Dünya ve Bir Erkek Bir Kadın‘ı izliyorum.

how i met your motherYabancı dizileri daha önce de belirttiğim gibi daha rahat ve sık takip ediyorum. Zira bölümler kısa ve hikayeler uzayıp sıkmıyor.  Sekizinci sezonunda olan How I Met Your Mother  2005 yılından beri hiçbir bölümünü kaçırmadan izlediğim bir dizi. Bu sene bitecek olan HIMYM, hikayesine hız kesmeden, 20-25 dakikalık bölümlerle devam ediyor ve heyecanla sonunu bekliyorum.

Emmy ve Altın Küre ödüllü dizi Modern Family 4.sezonunda ve bayılarak izlemeye devam ediyorum.  Dizi sayesinde müthiş oyuncular Sofia Vergara ve Eric Stonestreet’in büyük hayranı oldum.  Aynı şekilde 2007 yılından beri her bölümünü izlediğim The Big Bang Theory dizisi de Jim Parsons’ın büyük bir hayranı olmama neden oldu. Dizi şu anda 6.sezonunda ve hala çok komik.

Henüz geçen sene başlayan ama büyük keyifle izlediğim Girls, diğer dizilerden farklı bir havaya sahip.  Başrol oyuncusu Lena Dunham tarafından yazılan dizi, 26 yaşındaki Dunham’ın gerçek yaşam tecrübelerinden yola çıkarak hazırlanıyor. Bu nedenledir ki hem oyuncunun performansı çok iyi, hem dizide tüm olan biten çok gerçekçi ve dikkat çekici. Bu sene En İyi Dizi ve En İyi Kadın Dizi Oyuncusu (Lena Dunham) dallarında Altın Küre Ödülleri alan dizi, 2.sezonuna Ocak 2013’te başladı.

Özellikle komedi dizileri izlemeye dikkat ettiğimden;  farklı yaşamlara sahip iki kadının bir  araya gelip bir yandan garsonluk yapıp  diğer yandan cupcake işi kurma çabalarını esprili bir dille anlatan ve 2.sezonunda olan 2 Broke Girls, Amerikalı komedyen Matthew Perry”nin bir radyo spikeri olan Ryan King’i canladırdığı ve King’in eşini kaybetmesinden sonra terapi grubuna katılmasını ve bu gruptaki sorunlu insanlarla yaşadıklarını anlatan ve ilk sezonunda olan Go On, beraber yaşamaya başlayan birbirinden tamamen farklı iki kadının komik hikayelerini ve James Van Der Beek (Dawsons Creek’in Dawson’ı)’in kendisinin karikatüre edilmiş bir versiyonunu oynadığı ve 2.sezoununda olan Don’t Trust The B—- in Apartment 23‘ü takip ediyorum. Bir de yıllar sonra doğumda karıştıkları anlaşılan iki kız ve aileleri etrafında olanları anlatan, bu sene ikinci sezonu başlayan dizi Switched At Birth‘ü izliyorum.

Bu kadarını bile takip etmek vakit alıyor ama Homeland ve House of Lies dizilerini de merak etmiyor değilim. Fırsat bulduğum bir ara bakmayı düşünüyorum.

İyi seyirler,

 

 

Tarantino’nun Son Filmi: Zincirsiz / Django Unchained

Tarantino’nun Son Filmi: Zincirsiz / Django Unchained

  • django unchainedYönetmen: Quentin Tarantino
  • Tür: Western
  • Yapım: ABD
  • Süre: 165dk
  • Oyuncular: Jamie Foxx, Christoph Waltz, Leonardo DiCaprio, Samuel L.Jackson

Amerikan İç Savaşı’ndan iki yıl önce başlayan hikaye geçmişinde eziyet çekmiş bir köle ile Alman avcı Dr. King Schultz’un yüzleşmesini merkezine alıyor. 
Brittle kardeşlerin cinayetiyle suçlanan Schultz’u özgürlüğüne kavuşturmak Django’ya bağlıdır. Zira Schultz özgürlüğüne karşılık, Django’dan zorlu bir görev ister. Görevi başarıyla tamamlayan ve özgürlüğüne kavuşan Django gene de Schultz’un yanından ayrılmaz; üstün avcılık yetenekleriyle şimdi ki hedefi Broomhilda’yı bulmak ve köle tüccarlarının elinden kurtarmaktır. 

Sinemanın dahi çocuğu olarak anılan Quentin Tarantino’nun senaryosunu da kendisinin yazdığı yeni filmi Django Unchained, bilmeden izleseniz bile bir “Tarantino” işi olduğu her halinden belli bir western.

Tarantino senaryoyu yazarken başrol için Will Smith’i düşünmüş, fakat kendisi kabul etmeyince rol Jamie Foxx’a gitmiş. Konuya oyunculardan girdim zira filmi Jamie Foxx, Christoph Waltz ve Leonardo DiCaprio alıp götürüyor. Hepsi ayrı ayrı inanılmaz işler çıkaran oyunculardan Christoph Waltz hali hazırda (bir kaç saat önce ) Altın Küre’de En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü aldı ve Oscar’da da aynı dalda önemli adaylardan. (Bence DiCaprio’da  o dalda olmalıydı.)

Her zamanki Tarantino işlerinden biri olan filmde sürekli ters köşeler, silahlar, kan.. var. Aslında ne western severim, ne bu kadar çok vurdu kırdı, ne de bu kadar uzun film… Ama film bitene kadar bu kadar uzun sürdüğünü bile anlamadım…

İnanılmaz güzel müzikler, güzel oyunculuklar, zekice diyaloglar ve başarılı bir senaryo… İzleyin derim.

İyi seyirler,

Oscar Adaylıklarıyla Ses Getiren Film: Pi’nin Yaşamı / Life of Pi

Oscar Adaylıklarıyla Ses Getiren Film: Pi’nin Yaşamı / Life of Pi

  • life of piYönetmen: Ang Lee
  • Yapım: ABD, 2012
  • Süre: 127 dk
  • Tür: Macere, Dram,
  • Oyuncular: Suraj Sharma, Irrfan Khan, Adil Hussain

Hindistan?dan Kanada?ya giden bir yük gemisi, içindeki hemen hemen tüm canlılarla birlikte trajik şekilde batar. Bir can kurtaran filikası, uçsuz bucaksız vahşi Pasifik Okyanusu’nun ortasında yapayalnız kalır. Sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, Richard Parker adında üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi adlı 16 yaşında Hintli bir çocuktan oluşmaktadır. Pi’nin hayvanat bahçesi işleten ve hayvanlarıyla göç yoluna koyulan ailesi, batan gemide yaşamını kaybetmiştir. 
Pi, kurtuluş yok gibi görünen bu okyanusta zayıf bir sandalda yanındaki hayvanlarla birlikte hayatta kalma savaşı verir ve keskin zekası ve zooloji bilgisiyle besin zincirine kurban gitmez. Ama şimdi Bengal Kaplanı ile teknede baş başa kalmıştır. Dev kaplana yem olmamak için hayvanla anlaşmanın ve yakınlaşmanın yollarını bulur. Sıra dışı yolculuk sona ermeden büyülü bir adaya varacaktır…

Brokeback Mountain filminin ünlü yönetmeni Ang Lee’nin son filmini, içeriğini pek bilmeyerek, fakat eleştirmenlerden duyduğum yorumlardan yola çıkarak gittim. Bu sene izlediğim artık bilmem kaçıncı din ve inanç temalı film olan Pi’nin Yaşamı, Yann Martel’in üçleme kitabından beyaz perdeye aktarılmış.

Film kitapları refere edererek üç bölümden oluşuyor, fakat yönetmen bütünlüğü sağlamak için Pi’nin başından geçenleri şimdiki zamandaki Pi’ye anlattırıyor. (Ne dedim ben? )

Filmin ilk bölümü ilk kitapta olduğu gibi Pi’nin büyüme evresinde din ve inanç konusundaki yaklaşımını irdeliyor. Çocuk yaşlardaki duyduğu, gördüğü her dine inanmaya başlayan Pi’nin ayrıca ailesi ve ismi hakkında bilgiler de bu bölümde veriliyor. Çoğu Hindistan’da çekilen bu sahneler gerçekçi havasıyla gerçekten zevkle izleniyor. Yalnız neredeyse 40 dakika süren ve hikayeye tahmin ettiğimizden çok daha az katkı sağlayan bu bölüm, filmi izledikten sonra “biraz daha kısaltılabilirmiş” hissi yaratıyor.

İkinci bölümde ise filmin asıl ve büyük bölümünü oluşturan geminin batması sonrasında Pi’nin günlerce okyanusta yaşam savası vermesi anlatılıyor. Tüm hikayenin dayandırıldığı bölüm ise burası oluyor. İnsanın hayatta kalmak için neleri göze alabileceği ve bir insanın kendisi ve tanrıyla yüzleşmesi ana temalı bu bölüm görselliğiyle kendine hayran bıraktırıyor. Yaklaşık 70 dakika süren bu bölümde görselliğe hayran kalsam da yönetmenin gözümüze sokarcasına bazı şeyleri anlatmasını   sevemedim. (En aşağıya yazdım, spoiler olarak.)

Genç oyuncu Suraj Sharma’nın oldukça iyi bir performans çıkardığı bu bölümde, inanılmaz bir gerçeklikteki “animasyon” kaplan hakikaten ağzımı açık bıraktırdı. İzlediğim en berrak 3D çalışmalardan biri olan filmde, okyanustaki balıklar, dev balina, fırtınalar çok başarılıydı. (Halen vizyondayken sinemada izleyin, evde tat vermez bence.)

Life of Pi iPad wallpaper

Üçüncü bölümde ise hikaye, ikinci bölümde anlatılandan bambaşka bir tarafa gidiyor. Ki benim fikrim, yönetmen bu bölümü hiç anlatmasaydı da, bizi ikinci bölümdeki masalsı anlatımıyla uğurlasaydı çok daha iyi olurdu.

Yazı biraz dağınık oldu ama film hakkındaki düşüncelerimin dağınıklığından kaynaklanıyor sanırım. Görselliğine hayran kaldım evet ama onun dışında ben olsam bu hikayeyi böyle mi anlatırdım… sanmıyorum.

İyi seyirler,

spoiler.

Kaplan’ın aslında Li olduğu gerçeği filmin ikinci bölümünde gözümüze yeterince sokulmuşken ve seyirciler olarak o müthiş görsellikten büyülenmiş haldeyken, birden aptal durumuna düşürülüp gerçek hayata dönüp, “aslında gerçek hikaye buydu” diye açıklamak, üstelik bu açıklamayı bu kadar görsel çalışmanın üzerine sadece Pi’ye anlattırdığı bir sahneyle yapmak… Beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. O nedenle filmden tatsız ayrıldım.

Keşke hikayeyi dinleyen yazarın gerçeğe inanmaktan kaçıp masala inanması, Pi’nin yaşadığı onca acı ve yaptıklarının aileye olan inancına etkisi, Tanrı inancı ile denizde yaşadığı fırtınaların bağlantısı ve sonunda özgürlüğüne kavuşma sahnesi aklımızda kalsaydı da , o son olmasaydı diye düşünüyorum.

Oscar Yarışında Bir Animasyon : Zürafa / Zarafa

Oscar Yarışında Bir Animasyon : Zürafa / Zarafa

  • zarafaYönetmen: Remi Bezançon, Jean-Christophe Lie
  • Tür: Animasyon
  • Yapım: Fransa, 2012
  • Süre: 78 dk

Yaşlı bir adam onu çevreleyen çocuklara geçmişten gelen, ilginç bir hikaye anlatır: 10 yaşında bir çocuk olan Maki’nin en yakın arkadaşı, annesini kaybetmiş bir zürafadır. Çöl prensi Hasan, Paşa tarafından zürafayı Fransa’ya götürmekle görevlendirilmiştir. Fakat bu görevin yerine getirilmemesi için her şeyi yapmaya kararlı olan Maki, canı pahasına onları takip edip Zürafa’yı doğduğu topraklara geri götürmek için uğraşır. Onları Sudan’dan Paris’e götürecek olan bu uzun yolculuk İskenderiye, Marsilya ve Alp’lerden geçerek onları bambaşka maceralara sürükler.

“Aramızda Bebek Var” ve “Havada Aşk Var” adlı romantik komedi filmlerinin yönetmeni Remi Bezançon ve animasyon konusunda deneyimli Jean-Christophe Lie’nin yönetmenliğini üstlendiği Fransız yapımı Zarafa, oldukça uzun bir yolculuk hikayesi.

Festivallerde kendine önemli seyirci kitlesi edinen animasyon film, etkileyici bir tarihi hikayeyi anlatıyor. Duygusal yönü oldukça kuvvetli olan Zarafa, yer yer uzayan, yer yer de  çok hızlı geçilen sahneleriyle yorucu olsa da mükemmel animasyon-Paris görüntüleriyle göz doldurucuydu.

Oscar yarışında animasyon kategorisinde kendine yer bulan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Etkileyici Bir Film: Düşler Diyarı / Beasts of the Southern Wild

Etkileyici Bir Film: Düşler Diyarı / Beasts of the Southern Wild

  • düşler diyarıYönetmen: Bent Zeitlin
  • Tür: Dram, Fantastik
  • Yapım: ABD
  • Süre: 93 dk
  • Oyuncular: Quvenzhane Wallis, Dwight Henry, Levy Easterly

Cimcime (Hushpuppy), New Orleans’ın kıyılarında Bathtup (Leğen) isimli fakir ama mutlu toplulukta babasıyla birlikte yaşayan altı yaşında sevimli bir çocuktur. Hafif çatlak babası Wink bir gün gizemli bir hastalığa yakalanır. Eşi benzeri görülmeyen ve ne olduğuna dair tanı koyulamayan bu hastalık dünyanın işleyiş düzenini derinden sarsar ve bir nevi kıyameti tetikler. Tarih öncesinde yaşamış olan ‘Auroch’ isimli antik ordu mezarlarından çıkar ve dünyanın sonunu getirmek için savaşmaya başlar. Şimdi küçük Cimcime yaşadığı topluluğu terk edecek ve dünyanın diğer ucundaki annesini aramaya başlayacaktır. Hem babasını, hem sular altındaki evini hem de evreni kurtarması gerekecektir.

Kaç tane ödül aldığını sayamadığım filmi, iki defa seyrettim. Hala tekrar tekrar izleyebilirim…

“Juicy and Delicious” adlı tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanan film, Cannes’da en iyi ilk film,  Sundance’de ise büyük jüri ödülü olmak üzere bu senenin önemli festivallerinden ödüllerle döndüğünde dikkatleri üzerine çekmişti. Ben de henüz filmi izlemeden başroldeki çocuk oyuncu Quvenzhane Wallis’in namını duymuştum.

Daha önce kısa filmleri olan yönetmen Bent Zeitlin’in ilk uzun metraj filminde bu kadar iyi bir iş çıkarması gerçekten takdire şayan.  Filmin çekiliş aşamasında değiştirilen ilginç senaryosu çok özgün.  Bir çocuğun gözünden masalsı bir şekilde ele alınan babasının hastalık sürecinde, olaylar fantastik olsa da duygu o kadar gerçekti ki, sanıyorum bu filmde herkesi büyüleyen de bu olmuştur. Tamamı oyunculukla alakası olmayan kimselerden oluşan “oyuncu” kadrosu bu gerçek duyguları hissetmemizi sağlayan bir numaralı etken diye düşünüyorum. Hele henüz ufacık olan Hushpuppy rolündeki Wallis… İnanılmaz bir iş çıkarmış…

Filmin görüntü yönetimi de çok etkileyici. Çoğu sahnesi ormanda geçen filmde, doğanın nimetlerinden bol bol yararlanılmış. Buna ilave olarak kullanılan efektler ise çok dozunda ve yerindeydi.  Bütün bu masalsı ve şiirsel senaryo ve görüntüler çok iyi müziklerle desteklenmişti. (Hatta senenin en iyi müziklerinden olabilir…)

Küçük bir kızın dünyasından yola çıkaran evreni, aileyi, kıyameti, ölümü, Filmi kaçırmamanızı ve Hushpuppy’den Bathtup’u bu adresten dinlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Not: Yönetmenin kısa filmlerinden birini bu adresten izleyebilirsiniz.

 

Joaquin Phoenix’ten Oyunculuk Dersi : The Master

Joaquin Phoenix’ten Oyunculuk Dersi : The Master

  • Yönetmen: Paul Thomas Anderson
  • Oyuncular: Joaquin Phoenix, Philip Seymour Hoffman, Amy Adams
  • Tür : Dram
  • Yapım. ABD, 2012
  • Süre: 144 dk

Eski donanma subayı Freddie Sutton, tüm dünyayı alt üst eden II. Dünya Savaşı’nda cephede görev aldıktan sonra ülkesine döner. Fakat bundan sonra ne yapacağı, hayatını nasıl şekillendireceği konusunda kararsızdır. Tam bir boşluğa düşmek üzereyken The Cause tarikatının karizmatik lideri Lancaster Dodd ile tesadüfen tanışır ve ona tutunur. Sutton kısa bir sürede vaazlarıyla meşhur olan Dodd’un sağ kolu olur; başta neyin içine sürüklendiğini tam olarak bilmese de ilerleyen dönemlerde Master’ın önüne dahi geçecektir…
1950’li yıllara odaklanan yapım The Cause tarikatının din temelli faaliyetlerinin Amerika çapında yayılmaya ve gitgide popüler olmaya başlamasını merkezine alıyor. Senaryosu ve yönetmenliği, Kan Dökülecek filmi ile Oscar adaylığı da olan Paul Thomas Anderson’a ait olan filmin başrollerini Philip Seymour Hoffman ve Joaquin Phoenix paylaşıyor…

Yine yazmakta geç kaldığım bir film The Master…İzleyeli çok oldu.  Artık yazamasam da olur derken film ödülleri bir bir silip süpürmeye başladı.  E artık yazmasam olmaz…

Filmde eleştirilebilecek bir sürü şey var aslında ama su götürmez  başarısıyla tek gerçek oyunculuklar. Phoenix ve Hoffman karşılıklı öyle bir döktürüyorlar ki, oynamaktan çok yaşıyorlar rollerini.  Hatta Phoenix’in bu filmdeki performası okullarda ders olarak bile okutulabilir, o derece.  Oscar’a aday olacağını, hatta ödüle en yakın isimlerden biri olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Dışarıdan bakıldığında basit bir hikaye gibi görünen fakat derininde  savaş sonrası psikolojisinden başlayıp inanç ve egoya kadar insan psikolojisinin ögelerini irdeleyen The Master, Anderson’un kendine has/özgün anlatımıyla insanı içine çeken bir yapım olmuş. Özellikle uzun sekanslı sahnelerinde, neredeyse o odanın, yatın, evin içinde gibi hissettiriyor izleyenleri.

Müzik kullanımını biraz abartılı, akışını biraz yavaş, kurgusunu da biraz dengesiz bulmuş olsam da 2012’nin en derin filmlerinden biri olduğunu söyleyebilirim.  Ayrıca filmin sonunun çok manidar ve düşündürücü olduğunu da belirteyim.

İyi seyirler,

Ben Affleck’ten Oscar’a Göz Kırpan Film: Operasyon: Argo

Ben Affleck’ten Oscar’a Göz Kırpan Film: Operasyon: Argo

  • Yönetmen: Ben Affleck
  • Oyuncular: Ben Affleck, Bryan Cranston, John Goodman, Alan Arkin, Kyle Chandler, Chris Messina, Clea DuVall
  • Tür: Gerilim, Dram
  • Yapım: ABD ,2012
  • Süre: 120dk

1979 yılında 4 Kasım tarihinde Şah’ın devrildiği İran devriminin en yoğun günlerinde, militanlar başkent Tahran?daki Amerikan Büyük Elçilik binasına girip 52 Amerikalı?yı rehin alırlar. O hengamede kaçmayı başaran 6 Amerikan vatandaşı Kanada Elçiliği?ne sığınır ve hayatları halen tehlikededir. Her an yakalanma ve öldürülme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. CIA uzmanı Tony Mendez bu Amerikan vatandaşlarını kurtarmak amacıyla bir film senaryosuna yakışır oldukça riskli bir plan hazırlar…

Affleck’in ilk yönetmenlik denemesi olan Gone Baby Gone’ı izlemedim fakat Hırsızlar Şehri’ni izlemiş, pek beğenmemiştim. Bir de Affleck denince sevgilileri ve ününü taşıyamayan vasat bir Hollywood oyuncusu aklıma geliyordu. Fakat Operasyon Argo içerdiği tüm Hollywood klişeleri ve Amerika/Kanada propagandasına karşılık, iyi gerilim sahneleri ile bu ön yargımı yıktı. Son 10-15 dakika ‘artık ne olacaksa olsun’ diye çığlık atasım geldi. O kadar gerildim.

Affleck’i özellikle silahlar,kan,çatışma olmadan bir kaçış hikayesini bu kadar güzel ve yalın anlatabildiği için tebrik etmek lazım sanırım. Bir de makyaj konusunda haklarını vermek gerekir. Filmin sonunda gösterilen gerçek kişiler ile oyuncular neredeyse ikiz gibilerdi.

Ama neden başrolü kendisinin oynadığını anlayamadım. Ondan çok daha iyi oynayabilecek bir dolu aktör bulabilirdi. (Ayrıca dişleri o kadar fazla ve suni bir beyazlıktaydı ki, dikkatimi çok dağıttı!) Kendisi dışındaki tüm oyuncu seçimleri ise çok yerindeydi. Özellikle John Goodman ve Alan Arkin filmi çok yükselttiler.

Filmin İran sahneleri için kullanılan İstanbul sokaklarında eğer benim gibi hata aramaya meyilli gözlerle bakarsanız, kapatılmamış tabelalardan gs eşofmanlarına kadar birçok şey görebilirsiniz. (Uslu bir çocuk olursanız, şirinleri bile görebilirsiniz!) Ama bu sahnelerde filme konsantre olmanızı ve İran olduğunu varsaymanızı tavsiye ederim.

Film başlangıç sahnelerinde Amerikan politikacılarına ve CIA’e yaptığı eleştirilerle, galiba bu sefer klişeler olmayacak diye düşündürüyor fakat olayların gelişmesiyle yine Amerika propagandası ve Hollywood klişeleri ile karşı karşıya kalıyoruz. (Örnekse Affleck gereksiz yere üstünü çıkarıp kaslarını sergiledi, neyse bu kadar olayın içinde kimse öpüşüp sevişmedi ya buna şükür…)

Netice itibariyle gerilim dolu sahneleriyle kendini izlettiren bir film çıkmış ortaya. Gerçekliğini sorgulamadan ve abartılarını görmezden gelerek izleyebilirseniz ne ala.

İyi seyirler,

Filme gidenlere not:

Filmin sonundaki hava alanı ve pasaport sahnesi gerçek değilmiş efendim. Gerçekte pasaportları gösterip şıp diye geçivermişler diye duydum…

 

Sinemada İzlemeniz Gereken Film: Bulut Atlası / Cloud Atlas

Sinemada İzlemeniz Gereken Film: Bulut Atlası / Cloud Atlas

  • bulut atlasıYönetmen: Andy Wachowski, Lana Wachowski, Tom Tvkwer
  • Tür: Dram, Bilim kurgu, Gerilim 
  • Yapım: ABD,2012
  • Oyuncular:  Tom Hanks, Hale Berry, Jim Broadbent, Hugo Weaving, Jim Sturgess, Doona Bae, Ben Whishaw, James D’Arcy
  • Süre: 170dk

1850 yılında Pasifik Okyanusu’ndayız. Adam Ewing Yeni Zelanda’daki takım adalardan zorlu bir deniz yolculuğu yaparak Californiya?daki evine dönmektedir. 1930’lu yıllarda Belçika’da yaşayan beş parasız ama yetenekli bir bestekar olan Robert Frobisher’ın elinde Adam Ewing’in günlüğü vardır. Luisa Rey ise Reagan yönetimindeki Amerika’da yaşayan isyankar ruhlu bir gazetecidir. Yayın evi sahibi Timothy Cavendish ise alıcaklılarından canını kurtarmaya çalışır. Kendisini var eden sisteme isyan eden android garson Sonmi~451 ise yakın gelecekte Güney Kore’dedir. Zachry ise medeniyetin çöküşüne ve ilkel kabilelerin insanlığa hükmetmesine şahit olmak üzeredir…
Alt başlığının da dediği gibi Bulut Atlası’nda Geçmiş, Şimdi, Gelecek, Her Şey Birbiriyle Bağlantılı…
Lana ve Andy Wachowski kardeşlerin Alman yönetmen Tom Tykwer ile ortaklaşa senaryosunu yazıp yönettikleri filmde Tom Hanks, Halle Berry, Hugh Grant, Hugo Weaving, Jim Sturgess, Ben Whishaw, James D’Arcy, Doona Bae ve Susan Sarandon gibi her biri ayrı yıldız olan isimler yer alıyor.

Film ana mesajlarını direkt olarak gözümüze soktuğundan burada söylemekte bir çekince görmüyorum. Karma felsefesi, kapitalizmin Dünya’yı götürebileceği yer, hayatlarımızın bize ait olmadığı ve yaşayan diğer insanlara bağlı olması, reenkarnasyon, ayrımcılık en belirgin konular. Daha az yer alan konular ise kölelik, yamyamlık, putlaştırma, uzaylılar.

Meşhur söz “Adamlar yapmış yahu!” bu film için kullanılmak üzere üretilmiş gerçekten. Neresinden başlayacağımı bilemiyorum.

Davit Mitchell’in aynı adlı ve bol ödüllü kitabından uyarlanan film altı tane birbiriyle iç içe geçen ve 19.yüzyıldan başlayıp kıyamet sonrası geleceğine uzanan hikayeleri destansı bir havada anlatıyor.

Öykü&Senaryo: 1849’tan başlayıp 2346’ya kadar geçen öyküler başlı başına muhteşem. Mesaj vermek konusunda coşmuş vaziyette olmasına rağmen, öyle bir hayal gücü ile yazılmış ki insanı sürüklüyor. İnanılmaz özgünlükteki bu hikayenin senaryosu, muhtemelen bu sene Oscar’da en iyi uyarlama senaryo dalında adaylık getirecektir.

Kurgu: 6 hikaye ve neredeyse 3 saatten bahsediyoruz. Ve bu hikayeleri ortalama 5-10 dakikalık sekanslarda izledik. Dolayısıyla aynı oyuncuların oynadığı farklı hikayeler sürekli olarak değişti. Bence Oscar’ın en iyi kurgu ödülüne açık ara en yakın film Bulut Atlası olacaktır. (tabi Oscar’a kadar birçok film var ama olsun. Su anda heyecanlıyım =))

Makyaj: Üstteki fotoğraflar bile tek başına nasıl bir makyaj çalışması yapıldığını anlatmış. Tüm makyajlar iyiydi. Yalnız birkaçında fazla protezden kaynaklı sıkıntılar vardı.

Oyuncular: Hale Berry 5 farklı karakteri canlandırıyordu. Ki bunlardan 5.cisi olan Alman Jocasta rolünü Hale Berry’nin oynadığını filmden sonra öğrendim!! Tom Hanks ise sayamadığım kadar çok rolde oynadı! Filmi izledikten sonra İMDBye girip casta bakınca resmen şok geçirdim. İnanılmaz! Filmi bir kere daha izlemem lazım. Sırf kaçırdığım oyuncuları tekrar izlemek için! (Bir de Ben Whishaw vardı ki… Allah nazardan saklasın!)

Filmin görselliği de çok muazzamdı. Müzikler de çok iyiydi. Özellikle gerilim sahneleri çok çok iyiydi. Film ile ilgili söyleyebileceğim tek kötü şey ana fikrin biraz fazla dile getirilmesiydi. Biraz sessiz kalıp, seyircileri biraz daha fazla düşündürtebilirdi.

Mutlaka izleyin derim.

İyi seyirler,

Kaynak: milliyet, beyazperde

Beklenen Film: Gergedan Mevsimi

Beklenen Film: Gergedan Mevsimi

Gergedan Mevsimi

  • Yönetmen: Bahman Ghobadi
  • Tür: Dram
  • Yapım: Türkiye, İran / 2012
  • Oyuncular: Behruz Vossoughi, Bahman Ghobadi, Yılmaz Erdoğan, Monica Bellucci, Caner Cindoruk, Beren Saat, Belçim Bilgin

“İranlı şair Sahel Farzan, 30 yıllık mahkumiyet hayatından sonra serbest bırakılır. Fakat ailesini yaşadığı halde onun öldüğü haberini almış, sonrasında da ülkeyi terk ederek Türkiye’ye İstanbul’a yerleşmişlerdir. Bunun haberi alan Farzan, ne yapıp edip ailesini bulmak için İstanbul’un yolunu tutar. İkisi de hayatı allak bullak olmuş Sahel ve eşini bir araya getirmeye aşk yetecek midir?
İran’da şahın devrilmesiyle başlayan İslami rejim devriminin hemen öncesinde başlayan hikaye, bu politik değişimler ekseninde sancılı bir aşk öyküsünü beyazperdeye taşıyor. Başroldeki Monica Belluci’nin yanı sıra Türk oyunculardan Beren Saat, Belçim Bilgin, Yılmaz Erdoğan, Caner Cindoruk?un rol aldığı film, İranlı ve Türk oyuncuları bir araya getiriyor. Caner Cindoruk, Behrouz Vossoughi’nin canlandırdığı Farzan karakterinin gençliğini oynarken Beren Saat’i ise Bellucci’nin kızı rolünde beyazperdede…”

Film başladığında Martin Scorsese ismini görünce bir hayli şaşırdım. Meğerse filmin çok beğendiğinden dağıtıcılığını üstlenmiş ünlü yönetmen.

Açıkçası benim filmle ilgili olumlu görüşlerim ile olumsuzlar hemen hemen eşit.

Olumlu görüşlerimin tamamı filmin güçlü görselliğinden kaynaklı. Flashbacklerle geçmiş ve günümüzü harmanlayan yönetmen, gerçek bir hikayeyi anlatan filmin kurgusunda başarılı bir iş çıkarmış. Ayrıca Sahel Farzan’ın şimdiki zamanını oynayan Behruz Vossoughi, neredeyse diyalogsuz rolüyle inanılmaz başarılıydı. Caner Cindoruk ve Yılmaz Erdoğan ise bekleneni veriyordu.

Şair Sadık Kamangar’ın gerçek hikayesinden yola çıkarak yazılan senaryo, bir şairin dünyasına izleyicileri sokmak konusunda yer yer başarılıydı. Aralarda okunan şiir bölümleri haricinde filmin genelinde şiirsel bir hava vardı. Meteforların kullanımı gayet iyiydi.

Fakat maalesef görüntü, kurgu ve Vassoughi’nin oyunculuğu dışında beğendiğim bir şey olamadı. Senaryo çok basitti. Filmin derdi “fikir suçları”ndan çok “aşk”tı. Dönemi bize yeterince hissettiremedi. Monica Belluci iyiydi güzeldi de yaşlılık-gençlik dengesi kurulamadı. Belçim Bilgin gerçekten çok çok kötüydü, filmin tüm havasını gereksiz yükseklikteki ses tonu ve abartılı hareketleriyle yok etti. Beren Saat tek önemli sahnesi olan sahnesinde çok başarısızdı.

Açıkçası büyük bir merakla gittiğim filmden geriye güzel film karelerinden başka bir şey kalmadı.

İyi seyirler,

Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir

Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir

  • ekümenopolisYönetmen: İmre Azem
  • Tür: Belgesel
  • Yapım: Türkiye, Almanya / 2011

“Ekümenopolis, 1967 yılında yunanlı şehir plancısı Constantinos Doxiadis tarafından ortaya atılan, günümüzün kentleşme ve nüfus artışı hızları göz ününe alındığında, gelecekte dünyadaki bütün kentleşmiş alanların ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini temsil eden bir terimdir.

Ekümenopolis İstanbul?a bütüncül bir yaklaşımı amaçlıyor, değişim kadar, değişimin altındaki dinamikleri de sorguluyor. Bizi yıkılmış gecekondu mahallelerinden gökdelenlerin tepelerine, Marmaray?ın derinliklerinden 3. köprünün güzergahına, gayrimenkul yatırımcılarından kentsel muhalefete, bu uçsuz bucaksız kentte uzun bir yolculuğa çıkartıyor. Uzmanlar, akademisyenler, yazarlar, mahalleliler, yatırımcılar, kentliler ile konuşacak, kente makro ölçekte bir bakışı grafiklerle izleyeceksiniz. Belki de yaşadığınız İstanbul?u yeniden keşfedeceksiniz ve umarız ki değişime seyirci kalmayacak, onu sorgulayacaksınız. Sonuçta demokrasi bunu gerektirir.”

İzleyeli çok uzun zaman oldu ve yazmakta geç kaldım biliyorum ama aynı ekibin diğer filmlerini izlemeden önce paylaşmak istedim.

Öncelikle büyük paralar kazanan kimselerin işlerini ortaya çıkarıp, kulislerde sürekli konuşulanları kamera önüne taşıyıp  gözler önüne serebilme cesaretinden dolayı, başta İmre Azem olmak üzere tüm ekibi kutlamak gerekir. Zira film hem İstanbul üzerinden yapılan siyaseti ve siyasileri, hem büyük firma ve kuruluşları, hem de kentsel dönüşüm adı altında yapılan saçmalıklara hiç korkmadan değiniyor.

Bu işlerin biraz daha içinde olan biz mimarlar, şehir planlamacılar, mühendisler, odalar büyük bir endişe ve umutsuzluk halindeyiz. Kentsel dönüşüm adı altında yapılanları anlamak mümkün değil. İstanbul gibi kontrolsüz büyüyen bir şehrin geleceği için ne planlandığını ise bilmiyoruz, bildiklerimizi de sorgulamamıza izin verilmiyor.

Yani, tıpkı bu sene ilki yapılan İstanbul Tasarım Bienali’nin ana sergilerinden birinin kentsel dönüşüm konusuna odaklı “Musibet” adlı sergi olması gibi, bu konularla yatıp bu konularla kalkıyoruz ve olumlu şeylerin sayısı, olumsuzların yanında oldukça az.

Film, bu olumsuz konuları somut rakamlarla, görsellerle, grafiklerle ve her şeyden önemlisi olayın 1.numaralı mağdurlarıyla anlatıyor. Dolayısıyla tüm yapılanlara ve yaşananlara gerçeklerin tarafından bakmamıza yardımcı oluyor. Ayrıca konuyu animasyonlarla ele alıyor olması hem daha çarpıcı, hem daha net bir şekilde görmemizi sağlıyor.

Filmin bahsettiği konular arasında birinci ve ikinci köprünün tarihsel süreçteki etkilerinden yola çıkarak üçüncü köprünün yol açacağı şeylerden tutun da, kentsel dönüşümün mağdurlarının öncesinde, esnasında ve sonrasında yaşadıklarına kadar bir çok önemli konu var. Bahsi geçen konularda yorumlara katılmadığım noktalar da oldu ama içinde bulunduğumuz durumu masaya bu kadar detaylı yatırmasından dolayı çok başarılı buldum.

Sinematografik açıdan ise  mekan seçimleri, görüntü, animasyonlar ve kurgu çok iyiydi. Yalnız ses konusunda bir sıkıntı vardı, fon müziğinin yüksekliği konuşulanların anlaşılmasını güçleştirdi. Bunun dışında çok başarılıydı.

Filmdeki tüm anlatılanları, filmin sonuna doğru Mimarlar Odası Başkanı Mücella Yapıcı açıkladı:

İstanbul?daki ekolojik eşikleri aştınız, nüfus eşiklerini aştınız, ekonomik eşikleri aştınız. Nereye gidecek bunun sonu derseniz, Doğan Kuban?ın söylediği şeyi söyleyeceğim size: kaos”

Sayılı salonda vizyona girebilen, kulaktan kulağa yayılarak seyirci toplayan filmin, hala gösterimleri oluyor. Meraklılarına filmin facebook adresini takip etmelerini öneririm.

İyi seyirler,

kaynak: ekumenopolis.net

Karanlığın Belgeseli: Karanlığı Aramak / The City Dark

Karanlığın Belgeseli: Karanlığı Aramak / The City Dark

  • karanlığı aramakThe City Dark / Karanlığı Aramak
  • Yönetmen: Ian Cheney
  • Tür:  Belgesel

Işıkların sönmediği bir dünyada karanlığın peşine düşmek The City Dark; karanlığa bir ağıt, ışık kirliliğine bir hiciv. Şehir ışıkları arasında yabancılaştığımız karanlık ve ışıldamalarını unuttuğumuz yıldızlar için bir ?uyanış? filmi. Film, bilinçsiz aydınlatmanın kültürel, fiziksel ve hatta psikolojik etkileri üzerine gerçekleştirilmiş araştırmalar ve çözümlemeler ile dünyanın gömüldüğü ışık kirliliğini ve sonuçlarını ortaya koyuyor.

PLD Türkiye’nin girişimi ve HighLight firmasının sponsorluğunda özel gösterimlerle ilgililerine sunulan film, artık hiç uyumayan dünyanın karanlığa olan ihtiyacını anlatmak derdindeydi. Cevap aradığı soru ise: ” Geceyi kaybettiğimizde, neyi kaybederiz?” oldu.

Cevap için bir çok örneği gözler önüne serdi film. Yeni doğan deniz kaplumbağalarının denizdeki ışık yansımalarını seçemediği için (şehirdeki ışık bolluğu yüzünden) denize ulaşamamalarından, gökyüzü bilimcilerin yeterli karanlığı bulamadıkları için gökyüzünü inceleyememelerini, göçmen kuşların yollarını bulamayıp ölmelerinden, gece tam karanlıkta uyurken salgılanan  ve kanseri önleyici olduğu saptanan melatoninin yeteri kadar salgılanmaması nedeniyle artan kanser vak’alarını anlattılar.

Film benim sürekli araştırmakta olduğum ve yüksek lisans konum olan sürdürülebilirlik olgusuna da odaklanmıştı aslında. Belki o yüzden bana çok bildik geldi anlatılanlar. Fakat geceleri bilinçsizce harcadığımız aydınlatma enerjisini doğru kullanabilmemiz ve yüzyıllardır süregelen karanlık-aydınlık döngüsünü tüm dünya için devam ettirebilmemiz gerektiğini hatırlamak adına güzel bir deneyimdi.

Bir de filmde sorulan sorulardan biri olan “Yıldızları görmeye gerçekten ihtiyacımız var mı?” sorusuna verilen cevap beni çok etkiledi: “İnsanın evrende ne kadar küçük olduğunu bilip, hatırlayabilmesi için kafasını kaldırıp yıldızları görmeye ihtiyacı vardır.”

İyi seyirler,

httpv://www.youtube.com/watch?v=I1fTkF8PIu0