Yeni Sanat Mekanımız “Artİstanbul Feshane”

Yeni Sanat Mekanımız “Artİstanbul Feshane”

İBB Miras’ın 2022-2023 yılları arasında arasında gerçekleştirdiği restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmalarının ardından İstanbul’un önemli endüstri mirası yapılarından Feshane-i Amire “Artİstanbul Feshane” adıyla açılmıştı. Henüz açılışındaki fotoğraflardan bile ilgimi çeken mekana gidebilmek ise”Ortadan Başlamak” adlı serginin 15 Ekim’e uzatılan kapanış tarihinden önce kısmet oldu. 

Açıkça söylemem gerekirse; değerli Renzo Piano’muzun uzuuun uzuun anlattığı süreçler ve yaklaşımlarla tasarladığı, Perşembeleri hariç öğrenciler için 120 TL giriş ücreti olan, mekansal organizasyonunu bir hayli tanımsız bulduğum İstanbul Modern’den hemen bir hafta sonra girişi ücretsiz olan bir belediye restorasyonunda bu kaliteyi görmek beni çok şaşırttı.

Öncelikle tramvay durağından, sahil araç yolundan veya iskeleden yaklaşımlar ve girişler, henüz bitmemiş olsa bile çok kolay ulaşılabilir, tanımlı ve işlevsel. Giriş ve yanındaki şık dükkanı, çok işlevli (ve bir hayli kullanıcısı da vardı) ve oldukça büyük kütüphanesi ve biraz karanlık bulsam da kafetaryası gerçekten iyi düzenlenmiş. Sergi mekanları ferah ve kapasitesi oldukça geniş. Alçıpanel blokların şimdiden oldukça yıpranmış hallerine bakılırsa bu sergi için olan düzenin geçici veya deneme olduğunu söyleyebiliriz. Alanın her sergide farklı ihtimallere açık olabilecek daha esnek mekanlar yaratmak için de potansiyeli oldukça fazla. Ayrıca Haliç kıyısı tarafında kalan meydan ise sanıyorum zamanla oturacaktır.

Emeği geçen tüm İBB Miras ekibini canı gönülden tebrik edip kutlamak lazım. İstanbullulara gayet çağdaş ve dünya standartlarında bir alan kazandırmışlar.

Genelde her şey gerçekten ideal kalitade fakat yetkililere ulaşmasını istediğim bir kaç şikayetim/önerim olacak. Birincisi, bu kadar kapsamlı ve kalabalık bir sergiye ait bir katalog ve/ya broşürü, dijital veya basılı bulamıyor oluşumuz. Ben hem gitmeden hem de gittikten sonra ilgimi çeken şeyleri tekrar okumayı, bazı eserlerin bilgilerine tekrar bakmayı severim. Sergideki halihazırda olan bilgileri içeren basit bir web sitesi bile iş görecektir diye düşünüyorum.

İkincisi, sergideki eser künyelerinin öncelikle çok kalitesiz oluşu, sonra çoğunlukla gelişigüzel ve hatta kötü seçilmiş yerlerde bulunmaları (her yer kolon doluyken yere koymak neden?) ve son olarak hiç bir standardının olmaması (kimin malzeme bilgisi yok, kiminde yıl, kiminde eser adı…) serginin deneyim zevkini bir hayli kısıtlıyor.

Son olarak bazı sanatçılara ayrılmış bölümlerde o sanatçılara ait kısa özgeçmiş ve eser bilgileri yer alırken, bazılarında sadece isim yazılıp geçilmesi gibi yine gelişigüzel bazı uygulamalar kafa karıştırıcıydı.

 Tüm bunların sonraki sergide toparlanacağını umarak bu sergide keşfettiğim ve beğendiğim bazı sanatçılardan bahsetmek isterim.

Sergide Sezai Özdemir‘in 8-9 eserinin sergilendiği bir kısım vardı. Ben mutlaka kendisinin eserleriyle karşılaşmışımdır ama ilk defa bu kadar ilgimi çekti. 1990 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun olan sanatçı, neredeyse vefat ettiği 2018 yılına kadar üretmiş. Çok şaşırtıcı bir biçimde internette eserlerinin çok az bir kısmı bulunabiliyor. Genelde online bulabildiğim için sergilerde hızlıca hatırlamak için resim ve künyeleri çekerim. Bu sefer iyi ki bolca çekmişim dedim. Neden eserlerinin sergilenmediğini merak ettim açıkçası. Kendine has bir dili olan sanatçının hem kompozisyonları hem yarattığı ortam hem de ışık kullanımında insanı içine çeken, baktıkça sorgulatan bir yan var.

Sergide ismini not edip internette hakkında çok bilgi bulamayınca kutsal bilgi kaynağımıza yöneldim ve yıllar evvel karsi.com adresinde yapılmış bir söyleşinin linki gördüm. Sözlük yazarı, ileri görüşlü “selim isik”, sağolsun linkin bir zaman sonra çalışmayabileceğini ön görerek söyleşiyi kopyalamış. Oldukça uzun ve sözlükte büyük-küçük harfi olmadığından biraz okuması zor, o yüzden üşenmedim ayrı bi sayfaya bu söyleşiyi kopyaladım. Çektiğim resimleri ve internette bulabildiklerimi de orada paylaştım. Okumak isteyenler tıklayabilir.

Fotoğraf: Mimarca Sanat | Sezai Özdemir — Salacak Balıkçı Barınağo 2 – Çilingir Sofrasında Meşk (yılını not almamışım)

Fotoğraf: Mimarca Sanat | Zeycan Alkış – Hokkabaz – 150×200 cm – canvas üzerine karışık teknik

Eserlerini etkileyici bulduğum bir başka sanatçı ise Zeycan Alkış oldu. Resim bölümü mezunu olduğuna emin gibiydim fakat tekstil ve fotoğraf bölümlerinden mezunmuş. Tabi ki farklı sanatçıların atölyelerinde eğitimler de almış. Siyah beyaz ve incelikli desen çalışmaları gerçekten göz alıcıydı.

Ressam Mahir Güven‘in kırmızı ve mavi renkler ağırlıklı yaptığı kompozisyonların geçirgenliği, hem sergide hem internetteki web sitesinde incelediğim diğer eserlerini pek beğenemesem de “The Mountain at Night” adındaki eserindeki derinlikli mavi-yeşil-pembe renklerine baya sağlam vurulduğum Ahmet Merey ve 15x18cm gibi küçük boyutlu olmasına rağmen etkileyici nakış işleriyle Peyda Altaş diğer aklımda kalan isimler.

Vurucu renkleriyle sergide hemen dikkati çeken çalışmalardan bir diğeri ise Murat İrtem‘in Tepetaklak adlı çalışmasıydı. Yün liflerini yağlı boya resimlerindeki fırça gibi kullanarak yaptığı keçe çalışmalarında, kent yaşamını yükseklerden bizlere sunuyor. “Yüksek İrtifa” adını verdiği seriden eserlerde, farklı yüksekliklerdeki deneyimcilerin bulunuyor. Arka planda ise kent manzarası… 

Ayrıca sergide, araştırmalarımdan iç mimar olduğunu öğrendiğim Sonay Demirhan Demir ‘in “Bastırılmış Çığlık” adlı yağlı boya çalışmalarını da çok beğendim. Fakat şu internet çağında bu eserler ve sahipleri hakkında bu kadar bilgisiz kalmak gerçekten çok acayip. Maalesef kendisinin çalışmaları, yaklaşımı ile ilgili de pek bir şey öğrenemedim.

Bu noktada eserin kendisinden ne anladığımızın önemli olduğu düşünülebilir fakat ben o kadarla sınırlı kalmayı doğru bulmuyorum. “Sanatçı burada ne demek istemiş?” sorusunun cevabını da, sanatçının gelişimini de öğrenmeyi istiyorum. Ancak o zaman bir eseri içselleştirme yolculuğum tamamlanıyor sanki. Aksi durumda eserle karşılaştığım 10-15 dakika ve aklımda kaldığı bir kaç gün kadar etkisi oluyor.

—- —- –

15 Ekim’e kadar gidebilen herkese keyifli bir ziyaret dilerim. 

Yeni sergileri iple çekiyorum. 

Murat İrtem – Tepetaklak – 2015 – 121x97cm – Keçe

Salacak Yarışma Projelerini İnceledim!

Salacak Yarışma Projelerini İnceledim!

Okuma süresi: 15-20 dk.

Üsküdar’a gideriken aldı da bir yağmur….

Tıpkı Taksim Meydanı yarışmasında olduğu gibi, oylamaya sunulan 3 projeyi elimden geldiğince hem mimar olarak, hem de Salacak sahilini 11 yıldır aktif olarak kullanan bir Üsküdarlı olarak artıları ve eksileriyle yorumlamaya çalışacağım. Ama önce kısaca benim kişisel tarihimdeki yerinden ve bir kullanıcı olarak sahilden beklentilerimden bahsetmek isterim. 

2009 yılında Üsküdar’a taşınana kadar doğduğum yer olan Tuzla’da yaşadım. Tuzlalılar için sahil ve deniz, eski bir balıkçı/sayfiye kasabası olduğundan oldukça önemlidir. Kayalıklar, deniz kenarı yürüyüşler, deniz kenarı oturmalar sohbetler, plajlar ve yüzme hayatın önemli bir parçasıdır.

Fakat bütün Türkiye’de olduğu gibi Tuzla’da da 2000lerle birlikte işler biraz değişti. Nüfusun kalabalıklaşmasıyla Pendik ve Gebze gibi çevre ilçelerden gelen; çoğunluğu memleketinin/kırsalının özlemini duyan ve şehirdeki yeşil alanlarda nasıl zaman geçireceğini henüz kestirememiş, ve yine çoğunluğu muhafazakar bu kitlenin sahilde yoğunlaşmasından sonra, sohbet edenler deniz kenarından kafe ve restoranlara doğru kayarken, sahil çekirdek çöpleri ve mangal kokularıyla baş başa kaldı. 

Üsküdar’da ise benim taşındığım yıllardan son 1-2 yıla kadar durum bazı açılardan benzerdi. Gözlemlediğim kadarıyla son zamanlarda, yıllardır Üsküdar sahilini benimsememiş (biraz varoş biraz muhafazakar bulan, çekiciliği olmadığını düşünen) bir kitle de artık kullanıcı olarak bu alana dahil oldu. Şahsen bunu; hem Üsküdar’ın büyüyen nüfusuyla Üsküdarlıların çeşitlenmesine, hem son 3-4 yıldır sahili eldekilerle düzenlemeye iyi kötü bir gayret gösteren Hilmi Türkmen’e, hem de Ekrem İmamoğlu’nun başkan seçilip, resmi kutlamaları Üsküdar’a taşıyıp ilçeyi sevmeyen bu kitleye sevdirmesine bağlıyorum.

Burada bir paragraf açıp bu konuya değinmeliyim zira yıllarca türlü bahanelerle yapılmayan 29 Ekim’ler yaşadım burada. Bir sene kutlama bulur muyuz diye gittiğimizde koskoca Üsküdar sahilde sayısı 50 kişi bile olmayan bir fener alayı vardı sadece. Fakat geçen sene (2019) aşağıda gördüğünüz o kalabalığın içinde ben ve bir çok kişi ağlayarak kutladık cumhuriyeti. 

Ben hiç bir zaman, İstanbul’un belirli kısımlarının kalıplaşmış düşüncelerle belirli gruptan insanlara ait olduğuna inanmadım. Tıpkı insanlar arasında yaratılmaya çalışılan o kutuplaşma gibi, mahalle/semtler arasındaki bu keskin çizgileri de sevmiyorum. Neredeyse tamamı Kadıköy’de yaşayan sevgili arkadaşlarımın gözünde Üsküdar’da oturuyor olmam bile nedeni anlaşılmayan bir tercih oldu hep. Oysa Kadıköy kadar Üsküdar’da, Fatih kadar Beşiktaş’ta hepimizin. ( Hey!) 

Sahilin kullanıcıları kimler? 

Üsküdar sahili, meydandan Harem’e kadar gün içinde farklı kullanıcıları ve dinamikleri olan bir alan. Hemen her saatinde bulunduğumdan kısaca bahsetmek isterim.

* Sabah gün doğumunda: Her mevsim bu saatlerde yürüyüş yapan bir grup insan olur. Yaya trafiği azdır. Mevsim yaz ise mutlaka denize girenleri 5-10 kişi de olsa görürsünüz.

* İş giriş-çıkış saatlerinde: Bir koşturmaca. Metro-Marmaray-otobüs-minübüs-deniz ulaşım hatlarının bulunduğu ana meydana doğru bir hızlı yürüyenler ordusu olur. Ben de her gün onlardan biriydim pandemiden önce.

* Akşamlar ve haftasonları: Özellikle hava güzelse spor veya gezinmek amaçlı yürüyüşe çıkanlar, banklarda-kayalıklarda-bulunabilen minik parklarda oturup boğazı izleyenler, arabasını park edip keyif yapanlar (müziğini bize de dinletenler) dahil muazzam bir kalabalık. Özellikle meydandan Kız Kulesi’ne kadar sakince yürümek imkansız, tempolu yürüyüş zaten imkansız çünkü tempo yapacak bir boşluk olmuyor. Kız Kulesi’nden Harem’e kadar ise sahilin yürüme yolu darlaştığından bu sefer darlık nedeniyle yaya trafiği oluşuyor.

 * Her saat: Kafelerin, restoranların günün her saatinde müşterileri vardır. 

Salacak Sahili’nin Tarihçesi

Antik dönemlerde ve sonrasında derin ve korunaklı bir liman, ticaret iskeleleri ve tersanelerin bulunduğu Üsküdar, İstanbul’un fethinden sonra da önemini korumuş. 1870 yılında başlayan vapur seferleriyle ulaşımın kilit noktalarından biri haline gelen sahil, boğazın iki yakasını birbirine bağlama ve Anadolu yakasına varıştan sonra tüm Anadolu’ya ulaşımdaki önemini o yıllardan beri koruyor. 

Osmanlı döneminde deniz hamamları, Cumhuriyet döneminde ise plajın bulunduğu Salacak’ın 1989 yılında Üsküdar-Harem arasına yapılan araç sahil yolu ile denizle bağlantısı kesilmiş. Yol nedeniyle Üsküdar Meydanı ve Harem’in birer kavşağa dönüşmesi ile hem meydanlar hem sahil boyu değersizleşmiş. Son yıllarda açılan Marmaray hattı ve Avrasya tünelleri ile ihtiyaçları değişen bu alan, şimdilik ufak düzenlemelerle kullanıcılarına hizmet vermeye devam ediyor.

 Yarışma Alanı 

Yarışmaya konu alan; Üsküdar Meydanı’ndaki Şemsi Paşa Cami’sinden başlayıp Haydarpaşa Limanı’na kadar olan sahil şeridinden oluşuyor. Yakında taşınması planlanan Harem Otogarı için zorunlu bir işlev önerisi yarışma şartnamesinde belirtilmemiş, o nedenle yarışmacılar o alana serbest önerilerde bulunmuşlar. Ayrıca katılımcılardan Kadıköy-İstanbul arasına yapılması planlanan nostaljik tramvay hattını göz önünde bulundurmaları ve alanda bulunan balıkçı barınaklarını iyileştirerek korumanaları istenmiş. 

Sorunlar Neler? 

Projelerin detaylarını konuşurken aslında hangi sorunlara hangi çözümleri getirdiklerine de değineceğim fakat yine de önden bir sıralama yapıp, mevcut duruma göz atmak istedim.

1- En büyük problemin, sahildeki yaya yolunun darlığı olduğunu düşünüyorum. Her adımda farklı bir perspektiften dünyanın en keyifli manzaralarından birini izleyebildiğiniz bu yolda zik zaklarla yürümek çok tatsız. 

2- Aynı şekilde bu perspektifleri durup soluklanıp keyifle izleyebileceğimiz seyir teraslarına ihtiyaç var. Gerektiğinde kamp sandalyelerimizi alıp oturabileceğimiz, gerektiğinde kitabımızla termosumuzla vakit geçirebileceğimiz…. ( var bir hayalimiz…)

3- Kesinlikle denize girilmeli. Evet denizin durumu buna izin vermiyor ama deniz kenarı bir havuz ile su arıtılarak, çamur rengi nehri olan ülkelerdeki insanların bile yaptığı gibi mayomuzu giyip güneşleneceğimiz bir alan olmalı. 

4- Bu alan, Üsküdar’dan Pendik’e kadar (ufak kesintilerle de olsa) devam eden sahil yolunun başlangıcı. Sağlıklı bir bisiklet yoluyla öncelikli olarak Üsküdar ile Kadıköy arasındaki bisiklet ulaşımı teşvik edilebilir. Şu anda sahilin çoğunluğunda iki yaya yan yana-iki bisiklet yan yana yürünebilen kaldırım var sadece.

 

Bir Öneri! Yıllar evvel evimin de içinde bulunduğu Pervititch haritalarını incelediğimde vakti zamanında Kısıklı –  İcadiye aksına kadar muhtelif tramvay hatlarının Üsküdar’ımızın her bir yanındaki yokuşlarda hizmet verdiğini görmüştüm. Şu yokuşlara 7×24 çalışan tramvayları koyana bir sonraki seçimde helalinden bir oy benden!

Genel bir özetten sonra şimdi artık projeleri incelemeye ve yorumlarıma geçiyorum efenim. Tamamı bana ait, beni bağlayan yorumlar. Tüm ekiplerin aylarca deli gibi çalıştıklarını ve çok emek verdiklerini biliyorum. Zaten göreceksiniz, hepsinde beğendiğim fikirler var ama eleştirmek de biraz mesleğimizin doğasında var. Kararımı doğru vermek için kendimce projeleri masaya yatırdım. Buyurun bakalım:

4 nolu Proje 

Müellifler : Bünyamin DERMAN / Dilek DERMAN / Mehmet KADIOĞLU / Başak TAŞ ÖZDEMİR

Yardımcılar : Berk ÖZDEMİR / İsmail Hakkı TUNÇAY / Hasan ÖĞÜT

Salacak kıyısı boyunca araç trafiğini 3 şeride indirgeyip, tramvay-bisiklet-yaya yolu ulaşımı destekleyen proje, sahil hattı boyunca yeşil alanları arttırıp, eski Salacak iskelesini işlevlendirip, balıkçı barınağını koruyup geliştirip, beton iskeleye bir havuz ve plaj ekleyip, Harem otogarına ise bir Performans Sanatları Merkezi, liman ve park öneriyor.

Projenin Olumlu Yanları

– Şu anda 2şerden 4 şeritli olan araç yolu (ki her iki yönde de birer şerit park için kullanılıyor), tramvay hattının yoğunluğu alacağı düşünülerek 3 şeride indirilmiş. Otobüs dur-kalkları ve park eden araç beklemeleri dışında sahilde genelde trafik sorunu pek yok zaten.

– Kız Kulesine bakan açıda mevcutta da bulunan setlerin iyileştirilerek tutulması olumlu.  Ayrıca o hatta tarihi Salacak iskelesine kadar olan bölümde, yolun kara tarafında bir park aksı oluşturmak çok etkili. Şimdiden akşamları çok yoğun ve yaşayan bir park olacağını söyleyebilirim.

– Salacak iskelesini aktifleştirmek çok olumlu. 

– Balıkçı barınağının korunup güzel bir restoran ile aktifleştirilmesi çok güzel. Zevkle yemek yenebilecek, Tarihi Yarımada manzaralı müthiş bir yer olur. 

– Kıyıda bulunan mevcut beton iskelenin önüne, tam da hayal ettiğim plaj ve havuz konulmuş. Görseller çok ham ama kesinlikle bu işlevler tutularak oradaki planlama geliştirilmeli. 

– Eski liman ve tersane yapılarının kent hafızası göz önüne alınarak sergilemede tutulması fikrini sevdim. 

Projenin Olumsuz Yanları

 – Meydan için yapılan yeşillendirme ve Pervititch izleri önerisini, artık meydan yıllardır tadilatta olduğundan biraz gereksiz buluyorum. Olabildiğince soyup, tarihi ve ulaşım için gerekli yapıları bıraktılar. Bundan sonrası artık minik peyzaj müdahaleler ile tamamlanıp sonlanmalı.

 – Araç trafiğinden azaltılan şerit, tüm kıyı boyunca park eden onca araç için bir park yeri ihtiyacı oluşması demek. Bu öneriyi projede göremedim.

 – Bu kadar dar bir sahil şeridinde, şeridin denizden olan tarafına ağaçlar koymak yer kaybından başka bir şey değil. Dahası öyle bir yer yok zaten. 

– Eski Harem Otogarı alanında düşünülen Performans Sanatları Merkezi fikrinde ise çok aradayım. Şöyle ki, Anadolu yakası kültür merkezleri açısından biraz eksik, kesinlikle bir ihtiyaç. Fakat yoğun nüfus nedeniyle geniş bir yeşil alan (özellikle Üsküdar’da düzayak bir yeşil alan!) daha büyük bir ihtiyaç, o yüzden bu bina daha ufak bir performans sahnesi olarak tasarlanıp daha geniş bir yeşil alan bırakılabilirdi diye düşünüyorum.

 – Eski Harem Otogarı alanına konulan ilave bir limana ihtiyacı olup olmadığından emin değilim. 

Projeyi inceleyip, oy vermek için : https://istanbulsenin.org/meydan-oylama/salacak/4-sira-numarali-proje/

Projeyi daha detaylı incelemek için : https://konkur.istanbul/kararsenin/salacak/4/

42 nolu Proje – Falez Yeniden

Müellifler

Mükellefler: Mehmet Cemil AKTAŞ / Pınar Kesim AKTAŞ / Rümeysa KONUK / Ecem SEVİN / Şeyma KAHRAMAN / Ezgi Umut TÜRKOĞLU / Başak İNCEKARA

Yardımcılar: Lokman TURUNÇ / Okan Mutlu AKPINAR / Hüseyin Hilmi KEZER

Salacak kıyısı boyunca araç trafiğini 2 şeride indirgeyip, tramvay-bisiklet-yaya yolu ulaşımı destekleyen proje, sahil hattı boyunca teras setli seyir alanlarını arttırıp, balıkçı barınağını koruyup geliştirip, Harem otogarına ise muhtelif sergi alanları ve kent parkı öneriyor.

Projenin Olumlu Yanları

– Şu anda 2şerden 4 şeritli olan yol (ki her iki yönde de birer şerit park için kullanılıyor), 2 şeride indirilmiş. Otobüs dur-kalkları ve park eden araç beklemeleri dışında sahilde genelde trafik sorunu pek yok zaten. Otobüs ve servisler için ceplerle çözüm yaratılmış.

– Kız Kulesine bakan açıda mevcutta da bulunan setlerin iyileştirilerek tutulması olumlu. Alt kotta kalan seyir kısımlarını ağaçlarla gölgelendirilmesi, gündüz kullanımın artması için uygun olabilir. Bu setli oturma düzeni neredeyse tüm kıyıdan devam ettirilmiş, ki her noktadan ayrı bir perspektif yakalandığı için çok uygun.

– Denize bir kent sahnesi konması olumlu fakat bu yoğunlukta bir bölgede ne kadar kullanılabilir, kaç seyirci izleyebilir tahmin edemedim. Yine de orijinal buldum fikri.

 – Balıkçı barınağının korunmuş fakat kentlilerin kullanımı için de oldukça geçirgen hale getirilmiş. Bunu çok etkileyici buldum. Orası vakit geçirmek için oldukça keyifli bir yer. 

– Eski Harem Otogarı için önerilen konsept sergi alanlarını içeren kent parkını çok sevdim. Gözümü açıp kapasam ve yarın böyle olmuş olsa orası. Sabahın ilk ışıklarında kesin yürüyüşte orda olurum.!!!

Projenin Olumsuz Yanları

 – Araç trafiğinden azaltılan şerit, tüm kıyı boyunca park eden onca araç için bir park yeri ihtiyacı oluşması demek. Bu öneriyi projede göremedim.

 – Eski Harem Otogarı alanına konulan ilave bir limana ihtiyacı olup olmadığından emin değilim. 

53 nolu Proje

MükelleflerFatma Zeynep ALTINBAŞLI / Tuna Han KOÇ  / Barış EKMEKÇİ / Ayşe YIKICI

Yardımcılar:  Ayşe YIKICI / Özge TAŞPINAR

Not: Konkur sayfasında projeyi düzgün görüntüleyemedim. Kısa açıklamadaki teknik kelimelerden ne yaptıklarını çözmedim, araç yolu nerede anlayamadım. Görsellere bakınca Üsküdar’ı göremiyorum. Proje genelde çok dağınık geldi bana, o yüzden detayını inceleyemeyeceğim. İsteyenler için linkler aşağıda:

Projeyi inceleyip, oy vermek için : https://istanbulsenin.org/meydan-oylama/salacak/53-sira-numarali-proje/

Projeyi daha detaylı incelemek için: https://konkur.istanbul/kararsenin/salacak/53/

 

Bütün bu inceleme ve değerlendirmelerden sonra geldiğim nokta bu şekilde.

Projeleri elimden geldiğince 53 nolu proje hari. detaylı okumaya ve bakmaya çalıştım. Umarım atladığım önemli bir şey olmamıştır.

Şimdi üzerine düşünüp oyumu bu değerlendirmelerim ışığında vereceğim. Ama oyumu verirken projelerin direkt uygulanması ihtimalini değil de geliştirilebilme potansiyelini de göz önünde bulunduracağım.

Dilerim göz açıp kapayana kadar düzenlenmiş sahilimizden bloguma yazıyor olurum.

=)

Taksim Yarışma Projelerini İnceledim !

Taksim Yarışma Projelerini İnceledim !

Okuma süresi: 15-20 dk.

Taksim. Herkes için başka başka yaşanmışlıkları olan bir meydan…

Bugün oylamaya sunulan 3 projeyi elimden geldiğince hem mimar olarak, hem de Taksim Meydanı’nın kullanıcısı bir İstanbullu olarak artıları ve eksileriyle yorumlamaya çalışacağım. Ama önce kısaca benim kişisel tarihimde Taksim’in yerinden ve bir kullanıcı olarak meydandan beklentilerimden bahsetmek isterim. Daha sonra kısaca Taksim Meydanı’nda neler olduğuna ve yarışma sürecine de değineceğim.

Üniversiteye başlayana kadar Taksim, benim gibi bir Tuzlalı için senede bir defa İstiklal Caddesi’ne gezmeye gidilen, tramvaya binilip profiterol yenen bir turistik alandı. Bir de kitap fuarına gittiğimiz zamanlar gezerdik.

Üniversite yıllarımla birlikte, Taksim’in o meşhur müzikli eğlenceli gece hayatının son bir kaç yılına yetişebildim. Kemancıya yetişemedim ama Hayal Kahvesi, Mojo, Babylon, Shaft’ı ucundan gördüm. Gece eğlenmeye, gündüz kitapçılara ve galerilere, film festivali zamanı Atlas ve Beyoğlu sinemalarına, Mısır Apartmanı’nda Dot Tiyatro’nun oyunlarına, 360’ın çılgın gece eğlencelerine, Nevizade’de meyhanelere gittim. Sonra Taksim yavaş yavaş yok olmaya başladı. Oradaki o insan topluluğu Karaköy’e ve Kadıköy’e kaymaya başladı.

Sonra Gezi… Henüz olaylar başlamadan oradaydık, mimar ve İstanbul aşığı olarak ordaydım… Aynı gün konu kapanır sandık, güldük eğlendik durdu dedik. 50 kişi bile değildik ama saatler günler geçtikçe bir ateş topu oldu, büyüdü büyüdü… Gazlar, kovalamalar… Korku, sevinç, üzüntü, gurur, şaşkınlık hepsi birbirine karıştı. Ağaçları kestirmedik ama bizim ruhumuzdan parçalar kesildi, yaralananlar, gözünü, hayatını kaybedenler oldu. Hala anarken gözlerim doluyor, dün gibi o günler aklıma geliyor… 

Şimdi, son 3-4 yıldır Taksim’e, film festivali zamanı hala bizle olmaya direnen Atlas ve Beyoğlu sinemalarında film izlemeye, Akbank ve Yapı Kredi Sanat’ta takip etmek istediğim sergiler olduğunda onları ziyaret etmeye gidiyorum. Sadece dolaşmak, biraz vakit geçirmek, birileriyle buluşmak için Taksim’e gitme devrimiz çoktan kapandı yani.

Taksim Meydanı’nda neler oldu?

Taksim’in bizim için önemli tarihi, Osmanlı Dönemi’nde civar semtlere su dağıtmak için yapılan su deposu, yani Taksim Maksemi (1732) ile başlıyor. Suyun “taksim edildiği” bu yapıdan sonra ise 1800lü yılların başında şimdi Gezi Parkı’nın bulunduğu yere Topçu Kışlası yapılıyor. (Askeri işlevlerinin yanı sıra cambaz gösterileri, at yarışmaları, Rum hacıların konaklaması gibi amaçlarla da kullanılan bina 1940 yılında yeni planlamaya göre yıkılıyor. )

1913’te tramvayla Beyoğlu-Şişli bağlantısı sağlansa da tanımsız ve geniş bir alan olan bugünkü Taksim Meydanı, 1940lı yıllarda yapılan yeni imar planlamalarıyla etrafını saran binalarla sınırlanmaya, Cumhuriyet Anıtı etrafında şekillenmeye başlıyor. 

1960lı yıllarda kalabalık ve olaylı mitinglerin adresi olmaya başlayan, 1969’da Kanlı Pazar’ı, 1977^de Kanlı 1 Mayıs’ı yaşayan ve sonrasında 32 yıl boyunca 1 Mayıs kutlanamayan, 2000 yılında metronun duraklarından biri haline gelen meydan, on yıllardır her kesimden insanda farklı hatıralar ve izler bulunduruyor. 

2000li yıllarda AKM’nin yıkılması (çok şükür yerine AVM yapılmaması), yayalaştırma projeleri, otobüs duraklarının kaldırılması, Kışla’nın tekrar yapılmak istenmesi ( ve çok şükür yapılamaması), nedeni bilinmez bir şekilde cami yapılması, Tarlabaşı’ndan Maçka’ya olan yolun yer altına alınması gibi bir çok değişikliği yaşayan meydan günümüzde artık tanımsız koskocaman bir beton denizi. 

Yarışma süreci nasıldı ve ne olacak? 

Yeni belediye başkanımız seçildiğinden beri başlayan süreci yakinen takip ediyorum. Önce bir buluşma istasyonu tasarlanıp hem oradan hem de online anketlerle sorunları ve ihtiyaçları belirlemeye çalıştılar. Sonra çok aşamalı bir yarışma süreci geçirildi. Soru cevaplar tartışmalar derken 20 proje seçildi. Projelerin tamamını inceledim, hepsinin çok güzel özenli fikirleri vardı. Daha sonra sona kalan 3 proje, kolokyum ve projeler üzerine konuşmalar derken şimdi işin halk oylaması ayağındayız.

Halk oylaması sonucu seçilen proje direkt uygulanmayacak. Bu 3 projenin içinden jürinin de seçtiği bir birinci var. Ayrıca bir başka ekip de teknik konuları görüşüp oyluyor. Dolasıyla karar mekanizması 3 ayaklı. Tüm bu işlemler tamamlandıktan sonra Türkiye’nin belki de en önemli meydanlarından biri için tarihi bir karar verilmiş olacak. 

Açıklanan tarihlere göre 16 Kasım’da proje netleştirilip, 2021’de çalışmalar başlanacak. Hızlıca tamamlanması öngörülüyor. 

Meydanın sorunları neler?

Projelerin detaylarını konuşurken aslında hangi sorunlara hangi çözümleri getirdiklerine de değineceğim fakat yine de önden bir sıralama yapıp, mevcut duruma göz atmak istedim.

1- Meydan çok tanımsız. Ne demek tanımsız? Kocaman bir sert zemin var ve etrafı Gezi Parkı hariç binalarla çevrili. Bu binalardan nitelikli, yani bir mimari/tarihi/kültürel değeri olanlar çok az. Binaların çoğu görüntü olarak niteliksiz, plansız, sakil durduğundan mekan hem yatayda hem düşeyde kocaman bir iç sıkıntısı halinde.

2- Kaos hakim. Her yerden her yere giden yayalar, otel önünde bekleşen taksiler, tramvay, sesler, yakıcı güneş., ıslatan yağmur… 

3- Eskiden Taksim Meydanı bir buluşma mekanıydı, etkinlik ve ses çıkarma yeriydi. Artık değil, artık o kocaman alan sadece bir gelip geçme mekanı. İşlevi ve çekiciliği yok. 

4- Bu tanımsızlık, işlevsizlik ve kaos nedeniyle Gezi Parkı ve çevresi, şimdi yeni yapılan yer altı yolu özellikle belli bir saatten sonra tekinsiz.

Genel bir özetten sonra şimdi artık projeleri incelemeye ve yorumlarıma geçiyorum efenim. Tamamı bana ait, beni bağlayan yorumlar. Tüm ekiplerin aylarca deli gibi çalıştıklarını ve çok emek verdiklerini biliyorum. Zaten göreceksiniz, hepsinde beğendiğim fikirler var ama eleştirmek de biraz mesleğimizin doğasında var. Kararımı doğru vermek için kendimce projeleri masaya yatırdım. Buyurun bakalım:

Not: Altında toprak olmayan bir yerde bu kadar ağaç ( bir de ellerini korkak da alıştırmamışlar, hepsinde ağaçlar 15-20 metre upuzun ve gür) nasıl yetişecek sorusu benim de aklımda…

“Birkaç ağaç” için tarihe günlerce süren bir direnişi yazanları tabi ki anmak istiyorlar fakat meydanın bir beton denizi olmasının çözümü ağaçla doldurmak mı? Düşünmeliyiz.

15 nolu Proje – Taksim Kolektifi

Müellifler :  Şerif SÜVEYDAN/ Burcu SEVİNÇ YILMAZ / Rıfat YILMAZ / Süleyman YILDIZ / Sezer BAHTİYAR/ Murat GÜVENÇ / Herman SALM

Danışmanlar : Gülsün TANYELİ / Uğur TANYELİ / Evrim GÜREL SÜVEYDAN / Duygu ÇAKIR / Gürden GÜR / Erdem ÖZLÜ / Cantekin TURAN / Hakan MİNTAŞ / İpek DUBEN / Cem KOZAR / Özkan ÇALIŞKAN / Ertuğrul AĞAOĞLU / Ömer ALTUN / Duygu ERTEN / Bilge KOBAŞ / Zeynep UŞŞAKLI

Taksim Kolektifi adlı proje ana hattında Taksim Meydan’ı ve çevresini etkinliklerle dolu bir buluşma mekanı haline getirmeyi hedefliyor. Bunun için ; Gezi Parkı’nı Maçka Parkı’na bağlayan bir yaya köprüsü ve köprüye bağlı etkinlik alanları, Talimhane girişine bir etkinlik amfisi tasarlayıp, tramvay hattını Gezi Park’ı çevresini kapsayacak şekilde uzatıyor.

Projenin Olumlu Yanları

– Diğer 2 projeden farklı olarak yer altı ile yoğunlukla ilgilenmiyor. Meydanın bir toplanma ve söz söyleme alanı olmasına, tarihteki önemine ve bunun geliştirilmesine kafa yorulup, bu rotada bir konsept geliştirilmiş.

– The Marmara Oteli Önüne denk gelen hizaya, araç yolunun geçtiği kısma, diğer projelerde de olduğu gibi ağaçlandırma yapılmış. ( Araç yolu ile meydanı ayırmak meydanda hiç bir şey yapılmasa bile bence şu an direkt yapılması gereken bir şey. )

– Meydanda geniş tanımlı büyük bir alan bırakılmış, ki Taksim’in hafızasında olan o toplanma, miting, söz söyleme etkinlikleri için yeter bir büyüklükte.

Tramvay rotası Gezi Parkı’nın etrafını dolaşacak şekilde uzatılmış. Şu anda nostaljik ve turistik olarak görülen tramvayın gerçek bir işlev kazanmasına yardımcı olacağını ve bu hattın çokça kullanılacağını düşünüyorum.

– Cumhuriyet Caddesi ağaçlandırılarak o tanımsız geniş yol anlamlandırılmış., ayıca Gezi Parkı’nın cadde tarafındaki eteğini kaldırıp oraya mağazalar, info merkez vb. işlevleri olan bir aks yaratılmış, ki şu anda ruhsuz görünen caddeyi canlandırmak için iyi planlanmış.

– Yer altındaki otobüs duraklarının bulduğu Talimhane tarafındaki köşeye konumlandırılan amfi o alanda ışık alan bir galeri boşluğu yaratıp o bölümü işlevlendirmek için çok güzel düşünülmüş.

Projenin Olumsuz Yanları

– Hali hazırda kaos içinde olan meydana çok fazla şeyi bir arada katmaya çalışarak daha fazla kaos yaratıyor. Organize kaos denebilir ama meydanın gerçekten buna ihtiyacı var mı?

– Üst kottan giden turuncu yaya yürüme yolu oldukça vizyoner, modern ve etkili gözüküyor fakat proje görsellerindeki gibi etraftaki binalar beyaz kutular değiller. Zaten etrafta her tarz her şekil bina varken bir de bu alana bu köprü yolu ekleyip, üzerine bazı kesişim duraklarına değişik tarzlarda etkinlik yapıları eklemek meydanı ve çevresini keşmekeşe dönüştürüyor. (Moda tabir ile overdesigned durumu var projenin)

Belki proje sadeleştirilerek, bu üst kottaki köprü de daha az göz yorucu, parka daha uyumlu, daha çok işlevli olup, daha sade bir rota ve tarz belirleyip seyir terası, çocuk oyun alanı gibi işlevler yerine sadece yürüyüş yapma, ulaşım ve üst kottan meydanı izleme işlevleri ile tanımlansa çok daha uygun olabilirdi.

– Meydanın tamamına konumlandırılan yerden su fışkırtma sistemini (adı ne ise artık) ise ekstra gereksiz buldum. Evet insan bir su ögesi arıyor meydanda ama bu artık modası geçmiş sistem mi olmalıydı gerçekten, emin değilim.

 

 

 

Projeyi inceleyip, oy vermek için : https://istanbulsenin.org/meydan-oylama/taksim/15-sira-numarali-proje/

Projeyi daha detaylı incelemek için: https://konkur.istanbul/taksim/15/

16 nolu Proje – Herkesin ve Her Şeyin Meydanı Taksim

Müellifler: Bünyamin DERMAN / Dilek DERMAN / Mehmet KADIOĞLU / Redife KOLÇAK

Danışmanlar: Mustafa AKKAYA / Gülay ZORER GEDİK / Neşe YÜĞRÜK AKDAĞ / Sibel SARIKAYA / Nur URFALIOĞLU / Emre ILICALI / Yeşim DEMİR / Britta NAGEL / Serhan ÇAYCILAR / Yusuf TIMBIR / Selahattin ÖZDENİZ / Tanju ÖZELGİN / Günnur ÖZSOY / Semih ALTIN

Yardımcılar: Berk ÖZDEMİR / İsmail Hakkı TUNÇAY / Hasan ÖGÜT / İdil DERMAN

Herkesin ve Her Şeyin Meydanı Taksim adlı proje ana hattında Gezi Parkı’nın ağaç yoğunluğunu arttırıp, bir kaç yıl önce yer altına alınan Cumhuriyet Caddesi araç yolunu tekrar zemine alıp, yolun etrafını ağaçlandırıyor, atta kalan kısmı ise Taksim Bellek Müzesine dönüştürüyor.

Projenin Olumlu Yanları

– Projenin odağına tekinsiz yer altı yolunu alıp, o alanı bir müzeye dönüştürerek işlevlendiriyor. Kent planında Cumhuriyet Caddesi’nde yakalanan bu dilin Mete, Sıraselviler ve İnönü Caddesi için de aynı şekilde uygulanması öngörülüyor. Açıkçası Avrupa şehirlerine gidince hayran olduğumuz o yol düzeni, bizdeki Bağdat Caddesi ve Dolmabahçe Caddesi gibi, semtin havasını kesinlikle değiştirir.  

– The Marmara Oteli Önüne denk gelen hizaya, araç yolunun geçtiği kısma, diğer projelerde de olduğu gibi ağaçlandırma yapılmış. 

– Meydanda geniş tanımlı büyük bir alan bırakılmış, ki Taksim’in hafızasında olan o toplanma, miting, söz söyleme etkinlikleri için yeter bir büyüklükte.

– Taksim’in adına konu olan “su”yu hem Maksem’in yanındaki su deposu cephesinde bir su duvarı oluşturarak, hem de AKM önüne bir havuz koyarak meydana dahil etmeleri, meydana su ögesini kazandırmak açısından güzel.

– Meydana bir müze kazandırma fikri oldukça olumlu.

– Gezi Parkı’nın göbeğinde bulunan alandaki ağaçları taşıyarak o alanı büyük bir etkinlik alanı olarak bırakma fikri, parka yeni bir kimlik kazandırmak için oldukça güzel. Konserler, açık hava sinemaları gibi etkinlikler için böyle bir alan biçilmiş kaftan olacaktır.

– Tarlabaşı Bulvarına doğru meydana bakacak şekilde konumlandırılmış kafe fikrini çok sevdim. Meydana bakan kafede oturma keyfini hissettim içimde. (Fakat arkasında yaratılan o mini ormanın teknik olarak yapılabilirliğinden emin değilim. ) 

Projenin Olumsuz Yanları

– Özellikle tarihinde büyük mitinglerin alanı olarak geçen bir meydana kocaman bir havuz yerleştirmenin hem meydanı bölmesi hem de güvenlik açısından değerlendirilmesi gerek.

– Halihazırda bir kaç yıl önce yer altına alınıp milli servetten para harcanmış bir alanın, güvenlik endişesiyle tekrar zemin kota alınması maalesef kaynak kaybı. Acaba bu sorun daha önce bir çok tartışmada da konuşulduğu şekilde düzgün aydınlatma, kamera sistemleri vb. bazı ufak detaylarla çözülemez mi? Ayrıca bunun zeminde yaratacağı tek etki maalesef yeşil bir araç yolu aksı.

Yine konusu gelmişken yaratılması planlanan yeşil akstaki ağaçların kökleri için projede bırakılan o minik “saksı” nın ağaçlar için yeterli olamayacağı da aşikar.

Projenin genelindeki bu “çok” yeşil kocaman ağaçların büyük bir kısmının, meydanın altı toprak olmadığından gerçekçi olmadığını da belirtmek gerek. Bu açıdan proje görselleri, tıpkı 15 nolu projede etraftaki binaların beyaz kutu olması gibi, her yeri yemyeşil yaparak bizi aldatıyor maalesef.

 

 

 

Projeyi inceleyip, oy vermek için : https://istanbulsenin.org/meydan-oylama/taksim/16-sira-numarali-proje/

Projeyi daha detaylı incelemek için: https://konkur.istanbul/taksim/16/

19 nolu Proje – Obruk

Mükellefler: Kutlu İnanç BAL / Hakan EVKAYA / Barış EKMEKÇİ / Münire SAĞAT / Olgu ÇALIŞKAN

Danışmanlar : Selen CAMBAZOĞLU / Figen Kıvılcım ÇORAKBAŞ / Pınar EVRENOSOĞLU / Yasin İLEMİN / Levent Y. İNCE / Pınar ERSÜ

Yardımcılar: Yasemin KILIÇ / Serhat ÇAKIR / İpek GÖNÜLLÜ / Kıvanç MUTLU / Lal Gülten ÖNER / Eda Nur MOTCU / Sevi ÖZDEMİR / Sina ÇİFTÇİ / Berke CANBAZ

Obruk adlı proje ana hattında AKM önünde olacak şekilde yer altında bir sanat kompleksi yaratmayı planlıyor. Cumhuriyet Caddesi ve Talimhane tarafında zemini kaldırarak altına yeme içme alanları yerleştiren ve üzerlerini yeşil çatı olarak tasarlayan proje, yer üstünde beton meydanı yeşile kavuşturup, yer altında sanatı çoğaltmayı hedeflemiş.

Projenin Olumlu Yanları

– Projenin yeşili alıp Gezi Parkı’nı meydana doğru ilerletmesi, Talimhane tarafına doğru saçak/yeşil çatı ile yeşil zemin yaratması, vakit geçirilecek yeşil alanlar yaratmak açısından olumlu.

– The Marmara Oteli Önüne denk gelen hizaya, araç yolunun geçtiği kısma, diğer projelerde de olduğu gibi ağaçlandırma yapılmış. (Bu projedeki biraz geniş duruyor)

– Cumhuriyet Caddesi’ne bakan parkın eteğini kaldırıp zemin altına yeme içme alanları eklemek, o caddeyi canlandırıp işlevlendirmek açısından olumlu.

Projenin Olumsuz Yanları

– Meydanda Taksim’in asıl hafızası olan miting, toplanma, söz söyleme alanı çok azaltılmış. Ayrıca bir toplanma alanına böyle büyük ve açık bir çukur eklemenin her açıdan yanlış olduğunu düşünüyorum.

Dahası bu açılan çukura sanat kompleksi yerleştirmenin, her türlü sanatsal aktivite alanı açısından, hele AKM’de tamamlanınca, oldukça zengin olan bir bölgede gereksiz olduğu kanısındayım. Tabi ki her zaman daha çok sanat üretim/sergileme alanlarına ihtiyacımız var ama o yer AKM’nin hemen dibi değil bence.

– Beton alanı projede rengini değiştirerek sempatikleştirme hamlesi maalesef o sert zemini yok etmiyor.

– Talimhaneye bakan kafe fikir olarak güzel fakat yönlenmesinin meydanın aksine olduğundan biraz tanımsız olduğunu düşünüyorum.

– 16 nolu projedeki gibi projenin genelindeki bu “çok” yeşil kocaman ağaçların büyük bir kısmının, meydanın altı toprak olmadığından gerçekçi olmadığını da belirtmek gerek. Bu açıdan proje görselleri, tıpkı 15 nolu projede etraftaki binaların beyaz kutu olması gibi, her yeri yemyeşil yaparak bizi aldatıyor maalesef.

Projeyi inceleyip, oy vermek için : https://istanbulsenin.org/meydan-oylama/taksim/19-sira-numarali-proje/

Projeyi daha detaylı incelemek için: https://konkur.istanbul/taksim/19/

Bütün bu inceleme ve değerlendirmelerden sonra geldiğim nokta bu şekilde.

Projeleri elimden geldiğince detaylı okumaya ve bakmaya çalıştım, ayrıca 4,5 saatlik o müthiş kolokyumu ve diğer yayınları da takip etmeye çalıştım. Umarım atladığım bir şey olmamıştır.

Şimdi üzerine düşünüp oyumu bu değerlendirmelerim ışığında vereceğim. Ama oyumu verirken projelerin direkt uygulanması ihtimalini değil de geliştirilebilme potansiyelini de göz önünde bulunduracağım.

Dilerim 1-2 yıl sonra yeni meydandan yine bloguma yazıyor olurum. 

=)

Mimarca Detay – Haliç’in Kırmızı Mektebi

Mimarca Detay – Haliç’in Kırmızı Mektebi

“Ah kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya”

Gülten Akın

Haliç silueti gösterişli camileri ve tersanesiyle dikkat çeker. “Kırmızı Mektep” ise tüm bu siluetin içinden rengi ve ihtişamıyla çıkıntılık yapar.

Bugünün detayında Kırmızı Mektep var:

Mimar olunca gittiğiniz her yerde ama özellikle yaşadığınız şehirde, gördüğünüz nitelikli her bina ile ilgili fikir sahibi olma ihtiyacınız oluyor. Ve yaşadığınız şehir İstanbul gibi ucu bucağı olmayan bir metropol olunca, bazen sinir bozucu bir hal alıyor işler.

Ben her vapur yolculuğumda İstanbul siluetine bakıp yeni inşaatları ve tarihi yapıları gözden geçiririm. “Şu karşıda görünen x firmasının ikiz kuleleri, yanında Osmanlı döneminden kalma şu cami…” diye içimden cümleler kurarken geçer yolculuklarım.

Geçtiğimiz Cuma ArtInternational Fuarına giderken Haliç hattı motorunu kullandım her zamanki gibi. Ve yine her zamanki gibi iki yakaya bakıp binaları incelerken kıpkırmızı rengi ve heybetiyle Fener Rum Erkek Lisesini gördüm. Öğrencilik yıllarımda binayı yakından da görmüştüm ve Allah bilir kaç kere Haliç’ten de siluetini gördüm ama bu sefer bir başka çarpıcı geldi gözüme ve eve gelince biraz daha detaylı araştırmak istedim:

 

 İstanbul’un fethinden sonra şehirden ayrılan Ortodoksları, Fatih Sultan Mehmet’in 1454 yılında şehre geri çağırmasıyla kurulan okul, Osmanlı dönemi boyunca bir çok önemli kişinin yetişmesini sağlamış. Döneminin önemli kişilerinden biri olan şair, yazar ve tarihçi Dimitri Kantemir‘e ait arsa üzerine yapılmış olan binanın bugünkü halinin mimarı ise Kostantin Dimadis.

Bugünkü halinin inşası 1900lü yıllarda olan bina cumhuriyetten sonra Fener Rum Erkek Lisesi, günümüzde ise Özel Fener Rum Lisesi adıyla halen okul olarak kullanılmakta. Kuş bakışı görünümü kanatlarını açmış bir kartala benzeyen, Haliç’in her iki tarafından da kırmızı rengi ve kubbeli/kuleli mimarisiyle dikkat çeken bu bina, halk arasında “Kırmızı Mektep” olarak da anılmakta.

Fransa’dan getirtilen özel kırmızı ateş tuğlalardan, granit ve görkemli süslemelerden oluşan cephesi, iki katlı kulesi ve geniş kanatlarıyla İstanbul’un tepelerinden birinde bulunan bina gerçekten yakından da görülmeye değer. Fener-Balat arasındaki o dar ve yokuş sokaklarda yürürken insana Hogwarts’ı hatırlatan binaya ulaşmak, sonrasındaysa aynı dışı gibi etkileyici iç mekanlarını gezmek güzel bir gezi planı olabilir.

Bazı günler ziyarete açık olan (zaman zaman günü değiştiğinden, gitmeden önce arayıp bilgi almanızı tavsiye ederim.) okulla ilgili son vereceğim bilgi ise gezinize merak ve gizem katabilecek bir söylenti: Okulun Fener Rum Patrikhanesi ve Yerebatan Sarnıcı’na gizli yer altı tünelleri ile bağlı olduğu!

İyi gezmeler, bol keşifler!

 

 

Şehrin Planlamasına Tarihsel Bir Bakış: İstanbul Hayali

Şehrin Planlamasına Tarihsel Bir Bakış: İstanbul Hayali

  • istanbul hayaliYönetmen: Perihan Bayraktar
  • Tür: Belgesel
  • Yapım: 2013 Türkiye
  • Süre: 98 dk

“Türkiye’nin ilk şehir plancısı Aron Angel’in (1916-2010) onurlu yaşamı çerçevesinde, yaptığı planlar, çalışmalar ve İstanbul örneği ile Türkiye’de şehircilik anlatılıyor. erken Cumhuriyet döneminden günümüze kadar şehirlerimiz, özellikle İstanbul nasıl bir değişim geçirdi. Huzurlu bir kent yaratmaya nereden başlamalı?”

Benim için festivallerin en önemli kısmı genelde belgeseller oluyor. Zira diğer filmleri bir şekilde bulup buluşturup izleme şansımız olsa da, belgeseller için sınırlı gösterim tarihlerini kovalamak gerekiyor.

Daha önce varlığından haberdar olmadığım İstanbul Hayali’ni İf’in listesinde görünce hemen biletimi aldım. Daha önce odalarda, üniversitelerde, Mimarlık ve Kent Festivali’nde, Gezi Parkı’nda ve park forumlarında gösterimleri yapılan film, tek bir seansla İf’in İstanbul ayağında yer aldı. Ve gündüz seansı olmasına rağmen dolu bir salonda izleyiciyle buluştu.

Filmi izlerken ufak ufak notlar aldım ve üzerine bir hayli fazla okuma yapmak istiyorum/ihtiyacındayım. Fakat yazıyı hemen yazmak istedim, zira sizin de henüz haberiniz yoksa ve bir şekilde bir yerlerde yeniden gösterimi olursa kaçırmanızı istemem.

İstanbul Hayali, aslında hem Aron Angel’in İstanbul şehircilik planlamasına katkısı çerçevesinde Angel Bey’in hayatını, hem de İstanbul’un cumhuriyetin kuruluşundan itibaren başına gelenleri kısa bir özet olarak sunuyor.

1916 yılında İstanbul’da doğan Aron Angel’in ailesinin İstanbul’a gelişi, ki hayli enteresan bir “dişçi” hikayesi, filmin başlangıcı. Önceleri Yeldeğirmeni’nde, sonraları ise Avrupa yakasında ikamet eden Angel Bey, Galatasaray Lisesi’nden sonra 1934-37 yıllarında Yüksek Mühendis Mektebinde mühendislik, Paris Ecole Speciale d’Architecture’da mimarlık, Institut d’Urbanisme’de şehircilik, Güzel Sanatlar Akademisinde mimarlık yüksek lisansı ve son olarak 1945 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Bizantoloji dalında doktorasını yapar.

Paris’e mimarlık okumaya gittiği yıllarda tanıştığı Henri Prost’un yönlendirmesiyle girdiği şehircilik bölümü eğitimi, Paris’de II.Dünya Savaşı yıllarında zorlu geçer. Okulları bitirip İstanbul’a döndüğü 1942 yılında, Henri Prost da Mustafa Kemal Atatürk’ün özel davetiyle İstanbul’un nazım planlarını yapmak üzere şehirdedir. Prost’un yanına giden Angel Bey kendisinin yardımcısı olarak çalışmaya başlar.

Bu çalışmalar şimdiki Unkapanı Köprüsü’nün devamındaki Atatürk Bulvarı’nın düzenlenmesi, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi ve çevresinin düzenlenmesi, hayata geçirilmeyen Karaköy ve Eminönü meydanlarının düzenlenmesi ve Galata Köprüsü’nün aksının kaydırılması, Bağdat Caddesi ve etrafının düzenlenmesi gibi önemli projeleri içerir.

Belgesel, İstanbul’un bugünkü haline gelişindeki önemli noktaları hem tarihsel bilgiler, hem akademisyenlerin ve Angel Bey’in eleştirel yaklaşımlarıyla anlatıyor. Bir çok konu başlığını daha detaylı araştırma yapmak için filmi izlerken not ettim. Notlarımı aşağıda paylaşacağım.

Filmin sonundaki söyleşide yönetmen Perihan Hanım, bundan sonraki gösterimler için “talep gelen her yerde seve seve filmimizi gösteririz” dedi. Tüm İstanbulluları ilgilendiren konular olsa da, özellikle şehircilik, mimarlık ve inşaat bölümlerinden profesyonellerin, akademisyenlerin ve öğrencilerin izlemesi dileğiyle,

İyi seyirler,

Notlar:

  • 1936larda İstanbul nüfusunun yarı yarıya azalması ve yeni şehircilik planlaması ihtiyacı
  • “Bakırköy sahil yolunun yaya kullanımında olması ve yolun altından giden araç yolu” şeklindeki Angel Bey’in projesi
  • Prost’un İstanbul silüetini koruma çabası! (bugün hala bir silüet varsa, onun sayesinde…)
  • Günümüzde yeni bir korumacılık anlayışı olarak tarihi binaların üstüne, cam cepheli katlar çıkmak!
  • Erken cumhuriyet dönemi planlarında yeşile saygı.
  • Angel Bey’in Levent bölgesi için önerdiği yüksek kullanım yoğunluğu olan bina alternatifi: Bodrumda otopark, girişte çarşı, üstü kreş (çalışan kadınlar için) ve üst katlarda istenilen yemeklerin sipariş de edilebileceği restoranlar. Reddedilen proje, o günün gerçekliğine hizmet etmiyor olsa da, çalışan kadın düşünülerek planlama yapması.
  • istanbul hayali2Angel Bey’in Hilton Oteli’ne itirazı ve istifası. (195oler)
  • 1955-56 yıllarında Menderes yönetimi ve imar planları… sürekli açılan yollar ile artan kentleşme.
  • Tekeli’nin açıklaması : O dönemlerde para (sermaye) yok, fakat büyüyen bir ülke ve İstanbul’da iş gücü ihtiyacı var, Anadolu’dan göç edenlerin barınma ihtiyacı var = sonuç gecekondular.
  • 1961 yılında Odtü’de ülkenin ilk şehircilik bölümünün açılması.
  • Dalan dönemi
  • Angel Bey’in İstanbul’un bir “zone”laması olmaması üzerine eleştirisi.
  • 12 Eylül ve 70ler sonrası
  • Şehircilikten kopuk site (özellikle Ataşehir bölgesi gösterildi.) anlayışı ve TOKİ!
  • Kentsel dönüşümün mali yükü ve olumsuz sonucu olarak sosyal eşitsizlik.
  • Kent merkezlerinin boşalması, yeni kamusal alanların AVMler olması, kendi içine kapanan bir sosyal yapı kuran şehirden kopuk siteler, bu sitelerde bulunan (aslında yaşadışı olduğu söylenen) özel güvenlikler, hem lüks sitelerin hem yoksul mahallelerin gettolaşıp yalnızlaşması ve kendi içine kapanması, aradaki uçurumun artması
  • David Harvey’in İstanbul’daki panelinde söylediği iki cümle:
    • İstanbul’da her yerde vinçler var!
    • Kredilerle yaşıyorsunuz! 

Not2: İlgilenenler için H.Tarık Şengül ile İstanbul Hayali üzerine söyleşi. Tıklayın.

Antwerp’te Dikkat Çeken Bir Bina: Mas

Antwerp’te Dikkat Çeken Bir Bina: Mas

Belçika’da yaşayan sevgili arkadaşım Sıla yakınlarda Türkiye’deydi. Antwerp’te gezdiği bir binanın fotoğraflarını gösterdi bana, hoşuma gitti. Fotoğrafları, binayı anlatan bir yazısı ile paylaşmak istediğimi söyledim, beni kırmadı. Aşağıda yazısını ve çektiği fotoğrafları bulabilirsiniz.

İyi okumalar,

mas

2012-12-15 15.43.23

Neutelings Riedijk Architects tarafından bir yarışma için tasarlanan MAS (Museum Aan de Stroom) adlı bina, Antwerp’de eski limanın tam kalbinde ve şehir merkezine oldukça yakin bir konumda bulunuyor. 20.000 m² alana sahip bina, bir şehir müzesi. Kapalı ve yarı kapalı sergi alanlarından oluşan binanın yüksekliği 60 metre. Kırmızı Hint taşı ve kavisli camlarla yapılmış bu bina, şehir müzesi olmasının yani sıra içinde bulunduğu şehri keyifle izleyebileceğimiz bir seyir terası olarak da hizmet veriyor.

2012-12-15 15.38.17

MAS_Antwerpen_facade_1

Her seviyede dev bir spiral oluşturacak şekilde 90 derece bükülerek ilerleyen galeriler, tüm noktalarında şehrin başka bir yönüne açılıyor. Bu dikey boşluklar gerektiğinde sergi mekanı olarak da kullanılabiliyor. Aslında binanın kendisi ve rıhtımı, sergiler ve etkinlikler için sürekli bir boşluk oluşturacak şekilde tasarlanmış. Üst katta bir restoran, konferans salonu ve bir gökyüzü güvertesi bulunmakta.

masgaleri1

masteras

MAS binasının önünde meydan boyunca yürümek çok keyifli. Liman boyunca şehrin yeni gelişen yüzünü analiz etmek, iyi örnekler görmek ve  MAS binasının tam önündeki meydanda bulunan Antwerp’ün yaşayan en ünlü sanatçısı Luc Tuymans’ın  ‘Dead Skull (Ölü Kurukafa)’  başlıklı 1600 m² büyüklüğündeki mozaik çalışmasının üzerinde yürümek gerçekten heyecan verici. Bu mozaik çalışma Mas binasının katlarını çıkarken görülmeye başlıyoor. 9. kata geldiğinizde ise eseri tam olarak kavrayabiliyorsunuz.

Her ne kadar MAS binasının Belçika’daki ünü;  maliyeti, Hindistandan getirilen taşları ve iddalı formundan kaynaklansa da bana kalırsa binanın en başaralı yönü içerisindeki düşey mekanlar. Ben MAS binasını ziyaret etmekten ve orada vakit geçirmekten çok hoşlanıyorum. Yolunuz düşerse sizin de uğramanızı tavsiye ederim.

Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir

Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir

  • ekümenopolisYönetmen: İmre Azem
  • Tür: Belgesel
  • Yapım: Türkiye, Almanya / 2011

“Ekümenopolis, 1967 yılında yunanlı şehir plancısı Constantinos Doxiadis tarafından ortaya atılan, günümüzün kentleşme ve nüfus artışı hızları göz ününe alındığında, gelecekte dünyadaki bütün kentleşmiş alanların ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini temsil eden bir terimdir.

Ekümenopolis İstanbul?a bütüncül bir yaklaşımı amaçlıyor, değişim kadar, değişimin altındaki dinamikleri de sorguluyor. Bizi yıkılmış gecekondu mahallelerinden gökdelenlerin tepelerine, Marmaray?ın derinliklerinden 3. köprünün güzergahına, gayrimenkul yatırımcılarından kentsel muhalefete, bu uçsuz bucaksız kentte uzun bir yolculuğa çıkartıyor. Uzmanlar, akademisyenler, yazarlar, mahalleliler, yatırımcılar, kentliler ile konuşacak, kente makro ölçekte bir bakışı grafiklerle izleyeceksiniz. Belki de yaşadığınız İstanbul?u yeniden keşfedeceksiniz ve umarız ki değişime seyirci kalmayacak, onu sorgulayacaksınız. Sonuçta demokrasi bunu gerektirir.”

İzleyeli çok uzun zaman oldu ve yazmakta geç kaldım biliyorum ama aynı ekibin diğer filmlerini izlemeden önce paylaşmak istedim.

Öncelikle büyük paralar kazanan kimselerin işlerini ortaya çıkarıp, kulislerde sürekli konuşulanları kamera önüne taşıyıp  gözler önüne serebilme cesaretinden dolayı, başta İmre Azem olmak üzere tüm ekibi kutlamak gerekir. Zira film hem İstanbul üzerinden yapılan siyaseti ve siyasileri, hem büyük firma ve kuruluşları, hem de kentsel dönüşüm adı altında yapılan saçmalıklara hiç korkmadan değiniyor.

Bu işlerin biraz daha içinde olan biz mimarlar, şehir planlamacılar, mühendisler, odalar büyük bir endişe ve umutsuzluk halindeyiz. Kentsel dönüşüm adı altında yapılanları anlamak mümkün değil. İstanbul gibi kontrolsüz büyüyen bir şehrin geleceği için ne planlandığını ise bilmiyoruz, bildiklerimizi de sorgulamamıza izin verilmiyor.

Yani, tıpkı bu sene ilki yapılan İstanbul Tasarım Bienali’nin ana sergilerinden birinin kentsel dönüşüm konusuna odaklı “Musibet” adlı sergi olması gibi, bu konularla yatıp bu konularla kalkıyoruz ve olumlu şeylerin sayısı, olumsuzların yanında oldukça az.

Film, bu olumsuz konuları somut rakamlarla, görsellerle, grafiklerle ve her şeyden önemlisi olayın 1.numaralı mağdurlarıyla anlatıyor. Dolayısıyla tüm yapılanlara ve yaşananlara gerçeklerin tarafından bakmamıza yardımcı oluyor. Ayrıca konuyu animasyonlarla ele alıyor olması hem daha çarpıcı, hem daha net bir şekilde görmemizi sağlıyor.

Filmin bahsettiği konular arasında birinci ve ikinci köprünün tarihsel süreçteki etkilerinden yola çıkarak üçüncü köprünün yol açacağı şeylerden tutun da, kentsel dönüşümün mağdurlarının öncesinde, esnasında ve sonrasında yaşadıklarına kadar bir çok önemli konu var. Bahsi geçen konularda yorumlara katılmadığım noktalar da oldu ama içinde bulunduğumuz durumu masaya bu kadar detaylı yatırmasından dolayı çok başarılı buldum.

Sinematografik açıdan ise  mekan seçimleri, görüntü, animasyonlar ve kurgu çok iyiydi. Yalnız ses konusunda bir sıkıntı vardı, fon müziğinin yüksekliği konuşulanların anlaşılmasını güçleştirdi. Bunun dışında çok başarılıydı.

Filmdeki tüm anlatılanları, filmin sonuna doğru Mimarlar Odası Başkanı Mücella Yapıcı açıkladı:

İstanbul?daki ekolojik eşikleri aştınız, nüfus eşiklerini aştınız, ekonomik eşikleri aştınız. Nereye gidecek bunun sonu derseniz, Doğan Kuban?ın söylediği şeyi söyleyeceğim size: kaos”

Sayılı salonda vizyona girebilen, kulaktan kulağa yayılarak seyirci toplayan filmin, hala gösterimleri oluyor. Meraklılarına filmin facebook adresini takip etmelerini öneririm.

İyi seyirler,

kaynak: ekumenopolis.net

Karanlığın Belgeseli: Karanlığı Aramak / The City Dark

Karanlığın Belgeseli: Karanlığı Aramak / The City Dark

  • karanlığı aramakThe City Dark / Karanlığı Aramak
  • Yönetmen: Ian Cheney
  • Tür:  Belgesel

Işıkların sönmediği bir dünyada karanlığın peşine düşmek The City Dark; karanlığa bir ağıt, ışık kirliliğine bir hiciv. Şehir ışıkları arasında yabancılaştığımız karanlık ve ışıldamalarını unuttuğumuz yıldızlar için bir ?uyanış? filmi. Film, bilinçsiz aydınlatmanın kültürel, fiziksel ve hatta psikolojik etkileri üzerine gerçekleştirilmiş araştırmalar ve çözümlemeler ile dünyanın gömüldüğü ışık kirliliğini ve sonuçlarını ortaya koyuyor.

PLD Türkiye’nin girişimi ve HighLight firmasının sponsorluğunda özel gösterimlerle ilgililerine sunulan film, artık hiç uyumayan dünyanın karanlığa olan ihtiyacını anlatmak derdindeydi. Cevap aradığı soru ise: ” Geceyi kaybettiğimizde, neyi kaybederiz?” oldu.

Cevap için bir çok örneği gözler önüne serdi film. Yeni doğan deniz kaplumbağalarının denizdeki ışık yansımalarını seçemediği için (şehirdeki ışık bolluğu yüzünden) denize ulaşamamalarından, gökyüzü bilimcilerin yeterli karanlığı bulamadıkları için gökyüzünü inceleyememelerini, göçmen kuşların yollarını bulamayıp ölmelerinden, gece tam karanlıkta uyurken salgılanan  ve kanseri önleyici olduğu saptanan melatoninin yeteri kadar salgılanmaması nedeniyle artan kanser vak’alarını anlattılar.

Film benim sürekli araştırmakta olduğum ve yüksek lisans konum olan sürdürülebilirlik olgusuna da odaklanmıştı aslında. Belki o yüzden bana çok bildik geldi anlatılanlar. Fakat geceleri bilinçsizce harcadığımız aydınlatma enerjisini doğru kullanabilmemiz ve yüzyıllardır süregelen karanlık-aydınlık döngüsünü tüm dünya için devam ettirebilmemiz gerektiğini hatırlamak adına güzel bir deneyimdi.

Bir de filmde sorulan sorulardan biri olan “Yıldızları görmeye gerçekten ihtiyacımız var mı?” sorusuna verilen cevap beni çok etkiledi: “İnsanın evrende ne kadar küçük olduğunu bilip, hatırlayabilmesi için kafasını kaldırıp yıldızları görmeye ihtiyacı vardır.”

İyi seyirler,

httpv://www.youtube.com/watch?v=I1fTkF8PIu0

 

Kentsel Dönüşüme Odaklanan Sergi: Musibet

Kentsel Dönüşüme Odaklanan Sergi: Musibet

  • İstanbul Tasarım Bienali
  • İstanbul Modern Sanatlar Müzesi
  • 13 Ekim – 12 Aralık 2012

Küratörlüğünü Emre Arolat’ın üstlendiği Musibet, 95 tasarımcı ve mimarın, bugünün İstanbul’unu mimari tasarım ve kentsel dönüşüm çalışmaları açışından irdeleyen ve sorgulayan 30’un üzerinde projesini bir araya getirecek. Seçilen çalışmalar ve bunların sergi alanındaki konumlandırılmasını göz önünde bulundurarak küratör tarafından bir “yerleştirme” olarak tanımlan “Musibet”, sorunlara çözüm üretmek yerine yeni soruların sorulması için bir platform yaratmayı amaçlıyor.

İstanbul Modern’de, EAA-Emre Arolat Architects tarafından özel olarak tasarlanan 1.400 metrekarelik bir mekâna yayılan sergide, maket, video, fotoğraf ve interaktif oyun gibi farklı çalışmalarla musibetin çeşitli yansımaları gösterilirken, “tasarımın gündelik hayattan uzak, değdiği her şeyi meşrulaştıran bir gücü olmadığı” fikrinin altı çizilecek.
“Dönüşüm” başlığı altında, İstanbul’da son dönemde bir tür musibet olarak gündemde olan kentsel dönüşüm yasası ve bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte bir mutenalaştırma -gentrification- çabası olarak ortaya konan kentsel dönüşüm projeleri sorgulanacak. Bu süreçlerin aktörlerinden biri olan TOKİ’nin gerçekleştirdiği büyük toplu konut projeleri ile son dönemde inşa edilen adalet sarayları, okullar ve bazı yönetim binaları kanalıyla devreye giren bir tür kimlik dayatması, üst üste çakıştırılarak irdelenecek.

“Anti-Bağlam” başlığında ise yenidünyanın evrensel kabulleri, yeni teknolojilerdeki değişimler, mimari ve moda tasarımı pratikleri arasındaki paralellik tartışılacak.

Emre Arolat küratörlüğündeki sergiyi İstanbul Tasarım Bienali Açılış partisi sonrasında, saat akşamın 10unda gezdim. Gezmek yaklaşık 1 saat sürdü ama bir kere daha gidip sindire sindire tekrar gezmem gerekli. Zira o akşam hayli kalabalık davetliler nedeniyle, serginin bir çok odasına yarım yamalak girebildim.

Bienalin iki ana sergisinden biri olan Musibet, adına uygun olacak bir biçimde ufak ufak sıkıcı bir mekanda sergilenen ve kentsel dönüşümü odağına alan bir çalışmalar bütününü barındırıyor. Bu çalışmalar, sergiyi izlemeye gelenlerin kafasında soru işaretleri oluşturmaya yönelik.

İkinci sefer gezdiğimde daha uzun bir yazı yazarım belki ama şimdilik en çok dikkatimi çeken çalışmalar olan; parçalardan oluşan ve tek bir noktadan bakıldığında İstanbul silüetini oluşturan 2.resimdeki çalışma, İstanbul haritası üzerinde cami,alışveriş merkezi ve cumhuriyet anıtlarını işaretleyerek gözler önüne süren çalışma, interaktif bir oyun olan ve üzerinde yeşil, TOKİ, star mimar gibi butonlara sahip bir zemin ve karşısında bir ekran içeren kent yaratma oyunu, alternatif İstanbul tarihi çalışmalarını öncelikli olmak üzere bu sergiyi mutlaka gezmenizi tavsiye ederim.

Tarihi Asansor – Historical Elevator

Tarihi Asansor – Historical Elevator

asansör (1)Çocukluğumdan beri hemen her yaz İzmir’e giderim. Fakat Asansörü ilk kez görme şansını buldum.

Since my childhood, almost every summer I go to Izmir (Turkey). But for the first time, I found the chance to see the Historical Elevator. 

asansör (2)

İzmir’de Konak semtinde bulunan bina, Musevi İş adamı Nesim Levi Bayrakoğlu tarafından 1907 yılında inşa ettirilmiş.

Mithatpaşa Caddesi’nden Halilfıratpaşa Caddesi’ne çıkmak için 155 basamaktan oluşan merdiveni çıkmak zorunda olan eski İzmir’de Musevilerin oturduğu bölgeye kolaylık olması amacıyla yapılmıştır. Yapıldığında su ile çalışan asansör 1985 yılında belediye tarafından elektrikle çalışır hale getirilmiştir. 1992 yılında restore edilen asansör, günümüzde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından restoran-kafe olarak işletilmektedir.

The building is in İzmir’s Karataş quarter, within the boundaries of the metropolitan district of Konak. It was built in 1907 as a work of public service by a wealthy Jewish banker and trader of that period, Nesim Levi Bayraklıoğlu, in order to ease the 155 step stair passage from the Mithatpaşa Street to Halilfıratpaşa Street. First the elevator was working with water but then in 1985, it was activated to run on electricity by the municipality. The building was restored in 1992, and today, operated as a restaurant-cafe by the Metropolitan Municipality of İzmir, Turkey.

asansör (3) asansör (4)  asansör (5) asansör (6)  asansör (7) asansör (8)

Asansörün alttaki girişi Dario Moreno Çıkmaz Sokağı’ndan yapılmaktadır. Eski İtalyan usulü sakız evlerinin yanından geçerek girilen sokakta, Yahudi asıllı Türk gitarist, piyanist ve sinema oyuncusu Dario Moreno’nun heykeli bulunuyor.

The bottom enterance of the elevator is from Dario Moreno Street. The street has Sakız type houses and there was a statue of the Jewish descent Turkish guitarist, pianist and actor Dario Moreno.

Bu güzel sokaktan geçtikten sonra ulaşılan asansörün kabininde ise eski Türk müzikleri çalmakta. Şarkıların keyfiyle yukarı çıktığınızda ise kalabalık bir kafe ve müthiş bir İzmir manzarası ile baş başa kalıyorsunuz. Dış cephe aydınlatılması, binanın orijinal rengi kiremit kırmızısını yok edercesine sarı ve pembe olarak yapılmış fakat bu ayrıntı dışında gerçekten görülmesi gereken yerlerden.

After this beautiful street, you will reach the elevator cabin playing the old Turkish music. After the exit to the upfloor, with the joy of songs,  you will be greeted with a crowded cafe and a great view of İzmir. Although the original color of the brick facade is red, the exterior lighting is desing as yellow and pink. Except this worse color detail, the elevator is a must-see place.

Kaynak/ Source: İzmir Büyükşehir  Belediyesi / İzmir Metropolitian Municipality

Victor Horta

Victor Horta

Belçika’daki dostum Sıla, zaman zaman yazılarıyla blogumu şereflendiriyor. İşte kendisinden ünlü bir mimar ve eserlerine dair bilgi verici bir yazı daha =) İyi okumalar,

 

VICTORHORTA-300x198

Victor, Horta (6 Ocak 1861 – 9 Eylül 1947), Belçikalı mimar ve tasarımcı. John Julius Norwich’ın tarifi ile “şüphesiz en önemli Avrupa Art Nouveau mimarı” decoratif sanatlar mimari tarzi tanitmak için akla gelen ilk isimdir. İlk büyük tasarimi Bruksel’de inşa edilen Hotel Tassel ‘dir(1892-3). Horta, tarihsel stiller reddeden ve yeni malzemeler kucaklayan, modern mimarinin temellerini atmiştir.

1932 yılında Belçika Kralı 1.Albert mimariye yaptığı hizmetlerden dolayı Victor Horta’ya Baron ünvanı vermiştir.

Victor Horta (6 January 1861 – 9 September 1947) was a Belgian architect and designer. John Julius Norwich described him as “undoubtedly the key European Art Nouveau architect.” Indeed, Horta is one of the most important names in Art Nouveau architecture; the construction of his Hôtel Tassel in Brussels in 1892-3 means that he is sometimes credited as the first to introduce the style to architecture from the decorative arts. The French architect Hector Guimard was deeply influenced by Horta and further spread the “whiplash” style in France and abroad. In rejecting historical styles and embracing new materials, Horta laid the foundations for modern architecture.

In 1932 King Albert I of Belgium conferred on Horta the title of Baron for his services to architecture. Four of the buildings he designed have been designated a UNESCO World Heritage Site.

hoteltasse1l-200x300hoteltassel2hotel-tassel-interior-300x199

1892 yılında düzenlenen bir sergi ile Art Nouveau tanıtıldıktan sonra Profesörü Emile Tassel için bir konut tasarımı için görevlendirildi. 1893 yılında tamamlanan Hôtel Tassel 19. yüzyilda yeni bir çığır açan yarı açık plan düzeni ve daha sonra “biomorphic whiplash” olarak tanımlanan eğrisel botanik formları, anonim iç demir yapısı ile çarpici bir yapıydı.

Süslü ve özenli tasarımları ve doğal aydinlatma sağlayan elemanları , komşu binalarla uyumu sağlamak için taş cephe arkasına gizleme yaklaşimi binaya, döneminde büyük önem kazandirmiştir. Birçok Art Nouveau kitabina kapak olan ünlü merdiven tasarimi ise bu taş cephedeki girişin sol çaprazinda bulunmaktadir. Victor Horta’nin bu tasarimi Art Nouveau mimarisinin ilk kez ortaya çıkması olarak kabul edilmektedir.

After introducing Art Nouveau in an exhibition held in 1892, Horta was inspired. Commissioned to design a home for professor Emile Tassel, he transfused the recent influences into Hôtel Tassel, completed in 1893. The design had a groundbreaking semi open-plan floor layout for a house of the time, and incorporated interior iron structure with curvilinear botanical forms, later described as ?biomorphic whiplash?.

Ornate and elaborate designs and natural lighting were concealed behind a stone façade to harmonize the building with the more rigid houses next door. The building has since been recognised as the first appearance of Art Nouveau in architecture.

House and Studio of Victor Horta

House and Studio of Victor Horta

Hotal Savoy

Hotal Savoy

House and Studio of Victor Horta

House and Studio of Victor Horta

House and Studio of Victor Horta

House and Studio of Victor Horta

House and Studio of Victor Horta

House and Studio of Victor Horta

House and Studio of Victor Horta

House and Studio of Victor Horta

Tasarımları büyük beğeni aldıktan sonra Horta, Brüksel’de birçok önemli binayı tamamlamak için görevlendirilmiştir. Bu yeni mimari tarzı geliştirmeye Horta Hôtel Solvay (1895-1900) ve daha sonra demirin ayrintili olarak iç mekanda ve diş cephede kullanılarak taş cephe ile birleştirildiği kendi konut /studiosunu tasarlayarak devam etmiştir (1898). Victor Horta’nin kendi için tasarladigi evi günümüzde Victor Horta Müzesi olarak hizmet ermektedir. Brüksel’ in Saint-Gilles mahallesinde Rue Américaine 25 numarada bulunan müze Art Nouveau stilinde küçük fakat çok etkili bir seyahat mekanidir.

 After receiving great acclaim for his designs, Horta was commissioned to complete many other important buildings throughout Brussels. Enhancing this new architectural style, Horta designed the Hôtel Solvay (1895?1900) and his own residence (1898) employing iron and stone façade with elaborate iron interiors.

 

Maison du Peuple

Maison du Peuple

Maison du Peuple

Maison du Peuple

Maison du Peuple

Maison du Peuple

1895 yılından 1899 yılına Horta, Ilerici Belçika işçi partisi için toplantı odası, kafeterya, 2000 kişilik konferans ve konser salonu ve ofislerden oluşan büyük bir Halk Evi (Maison du Peuple) tasarladi.1965 yılında 700’ün üzerinde uluslararası mimarin protestosuna rağmen gerçekleştirilen yikim karari, yirminci yüzyılın en büyük mimari suçlarından biri olarak anılmaktadır.

 From 1895 to 1899 Horta designed the Maison du Peuple (House of the People), a major building for the progressive Belgian Workers’ Party consisting of a large complex of offices, meeting rooms, cafe and a conference & concert hall seating over 2,000 people. Its demolition in 1965, in spite of an international protest by over 700 architects, has been described as one of the greatest architectural crimes of the twentieth century.

Art Nouveau cazibesini kaybettikten sonra, 1965 yılında yikilan Maison du Peuple binasi gibi birçok Horta binası tahrip edildi. Ayakta kalmayi başarabilen Horta binalari bugun Brüksel’de ziyaretçilere açiktir.

After Art Nouveau lost favor, many of Horta’s buildings were destroyed, most notably the Maison du Peuple, demolished in 1965, as mentioned above. However, several of Horta?s buildings are stil standing in Brussels to today and available to tour. Most notable are the Magasins Waucquez, formerly a department store, now the Brussels Comic Book Museum and four of his private houses (hôtels), which were designated as a UNESCO World Heritage Site:

Bu binalardan en önemlileri:

  •  Magasins Waucquez Brüksel Çizgi Roman Müzesi (UNESCO dünya mirasi)

Les Anciens Magasins Waucquez

Les Anciens Magasins Waucquez

Les Anciens Magasins Waucquez

Les Anciens Magasins Waucquez

Les Anciens Magasins Waucquez

Les Anciens Magasins Waucquez

Les Anciens Magasins Waucquez

Les Anciens Magasins Waucquez

 

  • Hôtel Tassel, 1892 yılında Prof Émile Tassel için tasarlanmış ve inşa edilmiş – 1893. Hôtel Tassel, designed and built for Prof. Émile Tassel in 1892 – 1893.
  • Hôtel Solvay, tasarlanmış ve inşa edilmiş 1895 – 1900. Hôtel Solvay, designed and built 1895 – 1900.
  • Hôtel van Eetvelde, tasarlanmış ve inşa edilmiş 1895 – 1898. Hôtel van Eetvelde, designed and built 1895 – 1898.
  • Maison and Atelier Horta yılında tasarlanmış ve inşa edilmiş 1898 Maison and Atelier Horta, designed in 1898, now the Horta Museum, dedicated to his work.

Victor Horta’nin eserlerinin tam listesi/ Complited List of works ;

  • 1885 : 3 houses, Ghent
  • 1889 : Temple of Human Passions, Brussels
  • 1890 : Maison Matyn, Brussels
  • 1890 : Renovations and interior decoration to the Brussels residence of Henri van Cutsem, Brussels
  • 1892-1893 : Hôtel Tassel, Brussels
  • 1893 : Maison Autrique, Brussels
  • 1894 : Hôtel Winssinger, Brussels
  • 1894 : Hôtel Frison, Brussels
  • 1894 : Atelier for Godefroid Devreese, Brussels
  • 1894 : Hôtel Solvay, Brussels.
  • 1895 : Interior decoration of the house of Anna Boch, Brussels
  • 1895-1898 : Hôtel van Eetvelde, Brussels
  • 1896-1898 : Maison du Peuple ,Brussels (demolished in 1965)
  • 1897-1899 : Kindergarten, Brussels
  • 1898-1900 : House and Studio of Victor Horta, Brussels (today the Horta Museum ).
  • 1899 : Maison Frison “Les Épinglettes”,Uccle
  • 1899 : Hôtel Aubecq, Brussels (demolished in 1950)
  • 1899-1903: Villa Carpentier (Les Platanes), Ronse
  • 1900 : Extension of the Maison Furnémont, Uccle
  • 1900 : Department store: A l’Innovation,Brussels (destroyed by fire in 1967)
  • 1901 : House and Studio for the sculptor Fernant Dubois, in Forest
  • 1901 : House and Studio for the sculptor Pieter-Jan Braecke, Brussels
  • 1902 : Hôtel Max Hallet, Brussels.
  • 1903 : Funeral monument for the composer Johannes Brahms on the “Zentralfriedhof” in Vienna (in collaboration with the Austrian sculptor Ilse Conrat)
  • 1903 : Magasins Waucquez, Brussels (today Belgian Centre for Comic Strip Art)
  • 1903 : House for the art critic Sander Pierron, Brussels
  • 1903 : Grand Bazar Anspach, Brussels (demolished)
  • 1903 : Maison Emile Vinck, Brussels
  • 1903 : Department store, Brussels (converted)
  • 1904 : Gym for the boarding school “Les Peupliers” in Vilvoorde.
  • 1905 : Villa Fernand Dubois, Sosoye.
  • 1906 : Brugmann Hospital, Place A. Van Gehuchtenplein in Jette; (First design; opened in 1923)
  • 1907 : Magasins Hicklet, Brussels (converted)
  • 1909 : Wolfers Jewellers Shop, Brussels.
  • 1910 : House for dr. Terwagne, Antwerp.
  • 1911 : Magasins Absalon, Brussels
  • 1911 : Maison Wiener (demolished)
  • 1912 : Brussels-Central railway station (first designs; completed by Maxime Brunfaut and inaugurated in 1952).
  • 1920 : Centre for Fine Arts, rue Ravensteinstraat in Brussels (first design; opened in 1928).
  • 1925 : Belgian pavilion at the Exposition Internationale des Arts Décoratifs et Industriels Modernes Paris
  • 1928 : Musée des Beaux-Arts Tournai in Tournai.1903 : Magasins Waucquez, Brussels (since 1989 Belgian Centre for Comic Strip Art)
Atatürk Pavilyonu – Pavilion for Ataturk

Atatürk Pavilyonu – Pavilion for Ataturk

Sevgili arkadaşım Sıla’nın Türkiye ziyaretinde gezmiş olduğu Atatürk Pavilyonu’na ait yazıyı aşağıda bulabilirsiniz. İyi okumalar,

 

ataturk pavilyonu 1 (3)ataturk pavilyonu 1 (2) ataturk pavilyonu 1 (4)

Dr. Neşet Ömer, Mustafa Kemal Atatürk’e hızla yayılan siroz hastalığını tedavi etmek ve etkilerini azaltmak için temiz hava ve deniz banyosu önerdiğinde modern Türkiye’nin kurucu babası nekahat dönemini İstanbul’un Avrupa Yakası’nda Marmara Denizi sahilinde bulunan Florya sahil beldesinde geçirmeye karar verdi. İsteği aslında lüks bir hapishane yerine insanlarla rahat iletişim içerisinde bulunabileceği bir dinlenme yeriydi.

ataturk pavilyonu 1 (5)

Başkanin yazlık ev tasarımı için düzenlenen yarışmada yer alan tasarımcılardan ünlü Alman şehir planlamacısı Martin Wagner tasarım önerisini bir yerlesım bölgesinde şehir-bahçe (city-garden) teması ile düzenledi. Fakat yarışmayı Vedat Tek ve Giulia Mongeri’nin Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrencisi olan ve Berlin’de Hans Poelzing den aldigi eğitimi yeni bitirip ülkesine dönen Seyfi Arkan(1903-1966) çarpıcı beyaz tasarımı ile kazandı. Su üzerine yerleştirilmiş bu beyaz modern köşk genç Türkiye’nin batinin gelişmiş demokratik durumuna uyumunu ve 20. yüzyıldaki bu uyum sürecininde ilerleme arzusunu da ifade ediyordu. Tamamen ahşap olarak yapılan bina 43 günlük rekor bir sürede inşa edildi(1935).

ataturk pavilyonu 1 (6)

Florya Atatürk Köşkü, 1930lu yılların kompozit modernizm üslup özellikleri, kazıklar (pilotis), düz çatı, uzunlamasına çalışan pencereler, Le Corbusier’in ev-vapur (house-streamship) ütopyasina uygunluğu, Bauhaus’un doğal mekana uzanan net plan anlayışı ile 19. yüzyıl boyunca kazık konutlar üzerinde inşa edilen Osmanlı deniz odalarının bir birleşimiydi.

Ayni seviyede inşa edilen iki çizgisel yapı dik açılı olarak kesişmektedir.Köşkün kıyıya dik kanadında servis, personel odaları, banyo ve tuvaletler; doğu kanadı boyunca uzanan bölümünde ise Atatürk’ün calışma odası, yatak odası, banyosu ve kabul salonu yer alır.

ataturk pavilyonu 1 (7)

Yalın mimari stiline karsı, özel tasarlanmış çatı pencereleri,aydınlatma elemanları ve tavan seçiminde art-deco etkileri görülmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk hayatinin son tatil dönemini tüm evlatlık çocukları ile birlikte bu beyaz köşkte, zamanını yüzerek, kano yaparak ve diplomatik toplantılarına devam ederek geçirmiştir. 1938 yılında ölümünden sonra, sahil köşk 1988 yılına kadar Türkiye devlet başkanlarının yazlık evi, 1988 den sonra ise müze olarak kullanılmaktadır.

——–

When Dr. Neset Omer prescribed fresh air and bathing in the sea to Mustafa Kemal Ataturk to try and slow down the rapidly spreading liver ailment that was afflicting him, the legendary founding father of modern Turkey elected to spend his convalescence periods in the popular seaside resort of Florya, along the European coast of the Marmara Sea, just outside Istanbul. Somewhere to escape the luxurious confinement of power and replace the hagiography of the legendary and intangible leader with the democratic epic of the statesman close to the people. The famous German town-planner Martin Wagner was one of those who took part in the closed competition to design the president’s summer home, proposing a residential district set out like a city-garden. But it was Abdurrahman SeyfiArkan (1903-1966), a former pupil of Vedat Tek and Giulio Mongeri at the Fine Arts Academy in Istanbul just home from taking a refresher course with Hans Poelzig in Berlin, who actually won the competition with his striking white pavilion on water symbolically embodying (by instrumentally drawing on the linguistic repertoire of the European avant-gardes) the new values of progressive nationalism that aimed to take the country into the 20th century and the assembly of advanced western democracies. Built entirely out of wood and completed in the record time of 43 working dap, Florya’s Ataturk Köşkü manages to combine the styllistic features of 1930s’ cosmopolitan modernism – pilotis, flat roof, window running lengthwise, LeCorbusier’s utop ia of the house-steamship, Bauhaus-style open layout projected into natural space – with underlying reminiscences of traditional 19th-century Ottoman bathing resorts constructed each season around pile dwellings, pieds dans l’eau. Two linear constructions built over one single level, intersecting at a right-angle, respectively house the utility rooms and staff quarters (the construction set perpendicular to the lido), with the guest rooms, Ataturk’s private study and a large reception chamber, surrounded by a glass veranda with a second strip- shaped pier projecting out towards the sea located in the other construction parallel to the shore.

Here, against the backdrop of stylised clear walnut wooden panelling and a varied selection of valuable custom-designed skylights, lamps and ceiling lights, still imbued with deco influences, the “Father of the Turks” spent the last holidays of his life, dividing his time between swimming, canoeing and international diplomatic meetings, lavished with the attentions of the adoring crowds and all his adopted children. After his death in 1938, the seaside pavilion was used as a private summer home for Turkish heads of State until 1988, when it became a museum to itself.

—-

Nel 1935, quando il Dott. Neset Omer prescrisse a Mustafa Kemal Ataturk aria buona e bagni di mare per alleviare il rapido decorso della malattia epatica che lo affliggeva, il padre della patria e fondatore della Turchia moderna, elesse meta dei propri periodi di riposo e villeggiatura la popolare localita’ balneare di Florya, sulla costa europea del Mar di Marmara, subito fuori Istanbul. Un luogo dove evadere dal confinamento dorato del potere e surrogare I’agiografia del condottiero mitico e intangibile con I’epopea democratica dello statista vicino alla gente. Al concorso ristretto indetto per la progettazione dell’abitazione estiva del presidente partecipio anche l’illustre urbanista tedesco Martin Wagner con la proposta di un comprensorio residenziale organizzato come una citta-giardino. Vincitore fu decretato pero’ il giovane architetto Abdurrahman Seyfi Arkan (1903-1966), gia allievo di Vedat Tek e Giulio Mongeri all’Accademia di Belle Arti di Istanbul e fresco reduce da un’esperienza di aggiornamento con Hans Poelzig a Berlino, grazie all’immagine icastica di un candido padiglione sull’acqua che incarnava simbolicamente, nel ricorso strumentale al repertorio linguistico dell’avanguardia europea, i nuovi valori di un nazionalismo progressista che si prefiggeva di veicolare il paese nel XX secolo e nel consenso delle democrazie occidentali avanzate.

Costruito interamente in legno e completato a tempo di record in 43 giorni di lavoro, l’Ataturk Kosku di Florya é una struttura che coniuga gli stilemi del modernismo cosmopolita anni Trenta – pilotis, tetto piano, finestra in lunghezza, I’utopia lecorbusieriana della casa-piroscafo, la pianta aperta, protesa nello spazio naturale, del Bauhaus – con sottaciute reminiscenze della tradizione ottocentesca degli stabilimenti balneari ottomani, approntati su palafitte, pieds dans l’eau, con ciclicita stagionale. Due corpi in linea su un solo livedo, intersecati ad angolo retto, ospitano rispettivamente I locali di servizio e gli alloggi per il personale, quello perpendicolare al lido; le camere per gli ospiti, lo studio privato di Ataturk e una grande sala di ricevimento, contornata da una veranda di vetro dalla quale fuoriesce, proiettandosi verso il mare aperto, un secondo molo nastriforme, quello parallelo all’arenile. Qui, sullo sfondo di stilizzate boiserie di radica dorata e di un assortito campionario di preziosi lampadari, plafoniere e lucernari su disegno, ancora intrisi di influenze deco, Mustafa Kemal Ataturk trascorse le ultime vacanze della sua vita, dividendosi fra nuotate, escursioni in canoa e incontri diplomatici internazionali, circondato dall’affetto della folia e dei tanti figli adottivi. Dopo la sua morte, awenuta nel 1938, il padiglione marittimo e stato utilizzato come dimora estiva privata dai capi di Stato turchi fino al 1988, quando e diventato museo di se stesso.

 

Türk Sinemasında Mimari

Türk Sinemasında Mimari

Mimari ve Sinema

Mimarlık ve sinema, mekanı kullanarak insanları etkileme, hatta onların yaşamlarını değiştirme gücüne sahip sanat dallarıdır. Bu iki sanat dalından sinema için  yıllar önce bir sinema düşünürü, ana iki ögesinin mekan ve zaman olduğunu söylemiş.

Sinemanın ve televizyonun  insan hayatını büyük oranda etkileme gücü ile mimarinin hayatımızdaki önemi düşünülecek olursa,  bu ögelerin bir arada, duyguyu ve olayları yansıtmada kullanılmasının  doğru bir seçim olduğu yadsınamaz. Zaten 1800 lerin sonlarından beri bir çok örnekte mimari kullanımının en etkili silahlardan biri olduğunu görebiliyoruz.

Sinema ve mimarlık disiplinlerinin ortak paydası fikirleri yoktan var etmeleri ve kurguyla harmanlanmış olmalarıdır. Tiyatroda sahnede ortaya konan kurgu dekorla desteklenirken, sinema da mimari mekanlar kullanılarak desteklenir. Kimi zaman hangi yıllarda yaşadığımızı mimari mekanların stilinden anlarız, kimi zamansa yaratılan mimari mekanların bizde bıraktığı hislerden karakterin analizini yaparız. Böyle birçok amaç için mimariyi oldukça etkili kullanan yönetmenlerden ve filmlerden bazılarını tarihsel süreç içerisinde ele almaya, örneklemeye çalıştım.

Türk Sinemasında Mimari Kullanımı

Türk sinemasında mimari kullanımı ülkemizdeki mimari mirasın çeşitliliği ve  fazlalığı nedeniyle çok etkin olmalı diye düşünüyorum. Çünkü film platosu olacak kasabalar kurmadan mevcutları rahatlıkla kullanma ?lüksü?nün olduğu yegane ülkelerdeniz.

İsteyenler tarihi bir yalıda, ya da konakta  haftanın 3-4 günü çekim yapabiliyorlar? Yıpranma ve tahribatlarla ömrünü oldukça kısalttıkları mimari miraslar bu dizilerin reytinginden daha az önemli çünkü? Çünkü artık önemli olan tüketicilerin neyin daha çok istediği?

1-türk-sinemasında-mimari-gümüş-150x1501-türk-sinemasında-mimari-gümüş2-150x150 En yakınlarda aklıma gelen örnek Gümüş dizisiydi. Özel bir TV kanalında geçen yayın döneminde gösterilen bu dizide Boğaz?daki Abut Efendi Yalısı dizi seti olarak kullanılmıştı. Ailenin tüm yaşamı bu yalıda geçiyordu. Dizi çekilirken yalıda meydana gelen tahribatlar haber konusu olmuştu fakat aynı gazetede o günün en çok izlenen dizisinin de bu dizi olduğu haberi mevcuttu. Yine bir çok TV dizisinin aynı sorumsuz davranışı sergilediğini her yayın dönemi görebiliyoruz.

Kültürel mirası tahrip eden örneklerde mekan sahiplerini ve  dizi ve film yapımcılarını eleştirsem de  ,mekan ve mimari kullanımını tabi ki her zaman böyle kötü olaylarla sonuçlanmıyor.

1-türk-sinemasında-mimari-3

Kent görüntüsünün etkisini, yönetmenlerimizden Nuri Bilge Ceylan ?Uzak? filmindeki İstanbul manzaralarında, helikopter çekimleriyle büyüleyen bir İstanbul izlediğimiz Yılmaz Erdoğan?ın ?Organize İşler? filminde      ( hatta film için ?Başrolünde İstanbul olan film? ifadesi bile kullanılmıştı bu çekimler sayesinde) görmüştük. Yine aynı filmde sadece İstanbul?un güzel manzarası  değil, araba kaçakçılığı yapılan arka sokakları da mekan olarak kullanılır.

4-eşkiya-150x150

Örneklere, Yavuz Turgul?dan ?Eşkıya? (özellikle Şener Şen?in sular altında kalan evleri gördüğü sahnevle, final sahnesi), Serdar Akar?ın ?Gemide? filmi, Atıf Yılmaz?ın ?Ahh Güzel İstanbul? filmi eklenebilir?

6-anayurt-oteli-150x150

Ömer Vardar?ın ?Anayurt Oteli? filmi de Türk sinemasındaki mekan kullanımına iyi bir örnektir diye düşünüyorum. Yusuf Atılgan?ın romanından uyarlanan filmde karanlık, boş ve tavanı yüksek otel odaları gerilime oldukça kasvetli bir hava yaratarak katkıda bulunur.

Kaynakça:

  • http://www.yapi.com.tr/turkce/Haber_Detay.asp?NewsID=49477
  • http://mimarlikdevrimi.blogspot.com/2007/08/sizce-mimarlk-ve-sinemann-ne-tip-ortak.html
  • http://forum.arkitera.com/mimarlik/14105-mimarlik-utopya-ve-sinema.html
  • http://www.bursamimar.org.tr/htm/mimar_babam.htm
  • http://www.ytumimarlik.com/sf-announces-of-YTu_Mimarlik_Fakultesi_Sinema_Mimarlik_Haftasi-anid-11-cp-456.htm
  • http://www.netkitap.com/kitap/65879/sinemada_mimari_acilimlar_halit_refig_filmleri.htm
  • http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=15661
  • http://www.yapikitabevi.com/kitap_detay.asp?kitap=9789758716401
Mimarların Yasamları Sinemada

Mimarların Yasamları Sinemada

mimarların-yaşamları1-235x300Nathaniel Kahn , ?My Architecht? isimli filminde, 11 yaşındayken kaybettiği babasının hikayesini arar ve bu arayış yolculuğunu anlatır. Dolayısıyla da kendi hikayesini?

Filmin açılış sahnesi olan Mimar Luis Kahn?ın ölümüne ilişkin bilgilerin anlatıldığı ve mekanların gösterildiği bölümde, metronun o ince uzun, doğal ışık almayan koridorlarıdır mekan?Ve başrol oyuncusu yoktur, sadece anlatıcı vardır.

Sonraki bir çok sahnede anlatıcı Nathaniel Kahn ya gezdiği mekanların, sokakların şehirlerin ya da eski kayıtların üzerinden konuşur.

mimarların-yaşamları2-150x150

Özellikle benim en çok etkilediğim sahne California?daki ?Salk Institute for Biological Studies? yapısının sert zemin olan avlusundaki çocuk ve binaların müthiş bir perspektif sergilediği sahnelerdir. Paten kayarken, sanki bina babanın modeli olur ve onunla oyun oynar gibidir?.

 

mimarların-yaşamları3-214x300

Yönetmenliğini Sydney Pollack?un yaptığı ?Sketches of Frank Gehry?, Mimar Frank Gehry?nin eskizlerinden yola çıkıp binalarının oluşum aşamaları (bilgisayarda modellenmesi, maketi, inşası) incelenir.

Mimarın oldukça esnek ve dikkat çekici tasarımları yönetmenin mekan problemini ortadan kaldırır. Çünkü filmde kullanılan tüm binalar yönetmenin mekan kullanım başarısından daha çok Frank Gehry?nin kurgu başarısını ve tasarım çılgınlığını ön plana çıkarır. Bu film, mimari kullanarak sinema yapılması değil de, mimarinin kendini göstermek için sinemayı kullanması gibidir.

Sinema ve Mimarlık: Tarihsel Süreçteki Kesişimler

Sinema ve Mimarlık: Tarihsel Süreçteki Kesişimler

Mimarlık ve sinema, mekanı kullanarak insanları etkileme hatta onların yaşamlarını değiştirme gücüne sahip sanat dallarıdır. Bu iki sanat dalından sinema için, yıllar önce bir sinema düşünürü ana iki öğesinin “mekan ve zaman” olduğunu söylemiş.

Sinemanın ve televizyonun  insan hayatını büyük oranda etkileme gücü ile mimarinin hayatımızdaki önemi düşünülecek olursa, bu öğelerin bir arada, duyguyu ve olayları yansıtmada kullanılmasının  doğru bir seçim olduğu yadsınamaz. Zaten 1800lerin sonlarından beri bir çok örnekte mimari kullanımının en etkili silahlardan biri olduğunu görebiliyoruz.

Sinema ve mimarlık disiplinlerinin ortak paydası, fikirleri yoktan var etmeleri ve kurguyla harmanlanmış olmalarıdır. Tiyatro sahnesinde ortaya konan kurgu dekorla desteklenirken, sinemada mekanlar kullanılarak desteklenir. Kimi zaman hangi yıllarda yaşadığımızı mekanların stilinden anlarız, kimi zamansa yaratılan mekanların bizde bıraktığı hislerden karakterin analizini yaparız. Böyle birçok amaç için mimariyi oldukça etkili kullanan yönetmenlerden ve filmlerden bazılarını tarihsel süreç içerisinde ele almaya, örneklemeye çalıştım.

1920ler

Dziga Vertov?un ?Film Kameralı Adam?(1929) filmi için ?geçen yüzyılın modern kentleri için sözsüz bir güzelleme” tanımlaması yapılır.

?Sinema-göz? kuramının yaratıcısı olan Dziga Vertov, diyalog ve açıklama imgelerinin olmadığı bu sessiz filminde sosyalist kentin yaşamını, o yılların kentsel mekanlarını kullanarak anlatır. Filmde anlatıcı çoğu zaman içindeki insanlara kurduğu yaşamlarla kentin ta kendisidir…

Fritz Lang?in 1927 yapımı Alman dışavurumcu, bilimkurgu filmi ?Metropolis? ise gelecekte ikiye ayrılan insan türünü, mükemmel şehir tasviriyle seyirciye aktarır. Makinelerin dünyası, başlangıç sahnelerinde müthiş ışıkları ve ezici büyüklükleriyle görünen binalar, çok yükseklerden giden yollar ve benzeri birçok tasvir filme olağanüstü bir mekan anlayışı getirir.

Robert Wiene’ın Alman dışavurumcu, 1920 yapımı filmi ?The Cabinet of Dr. Caligari? korku filmlerinin ilk örneği olarak gösterilir. Bir uyurgezere Dr.Caligari tarafından işletilen cinayetleri konu alan filmde açılı duran duvarlar, açılı vuran gölgeler tasvir edilen mekan dönemin içinde bulunduğu durumu ve filmdeki kasveti yansıtır. Özellikle devlet yapılarındaki (hemen hemen filmdeki tüm yapılardaki) çarpıklıklar birer göndermedir.

1940lar

1941 yapımı ?Citizen Kane? filminin yönetmeni Orson Welles, açılışı can sıkıcı bir mekan olan (ki Kane?in dudaklarından Rosebud kelimesi dökülerek öldüğü sahneye hazırlıktır) şatoyu, uzak bir çekimle güç simgesi halinde göstermeye çalışarak yansıtır. Welles tüm film boyunca, hava çekimleri ve alttan çekimlerle o iktidarı vurgular, mekan ve açıları oldukça başarılı kullanır.

1949 yapımı olan, yönetmenliğini King Vidar?ın yaptığı ?The Fountainhead? adlı film Ayn Rand?in aynı isimli romanından yola çıkarak çekilmiştir. Düzenin aksine kendi doğrularından yola çıkarak binalar tasarlayan, bu nedenle de mimarlık bölümünden kovulan Howard Roark?ın ve onun tam tersi düşüncelere sahip başka mimarların, hem mesleki yaşamlarını hem de aşkları konu alan film, baştan sona mimari anlatılara ve görselliklere dayandırılmıştır.

1948 yapımı ?Germany Year Zero? filminin yönetmeni Roberto Rossellini ilk sahnelerde bize savaştan sonra Almanya?nın içinde bulunduğu durumu şehrin yıkık dökük görüntüleriyle verir, oldukça etkileyici olan bu sahneler savaşın sonuçlarını, yaşamların nasıl etkilendiğini binaların tasvirleriyle gösterir. İnsanlarda binalar gibi yıkık döküktür. Kent gibi aileler de paramparçadır..

1960lar

1965 yapımı Jean-Luc Godard?ın yönetmenliğini yaptığı Fransız yeni dalgasının önemli filmlerinden olan ?Alphaville? bir bilimkurgu filmidir.

Uzaydaki bir gezegende bulunan Alphaville şehri, tüm tasvirlerde Paris?i oldukça andırır. Kim bilir belki yönetmen çok uzak gelebilecek olan başka bir gezegeni, aslında tanıdık olana benzetmeye çalışıp mekana alışmamızı sağlamaya çalışmıştır?.

1980ler

1987 yapımı ?Der Himmel über Berlin? filmi yönetmen Wim Wenders?in bölünmüş Berlin?den insan ve yapı manzaralarını bolca kullandığı bir çok ödüle layık görülen yapıtıdır. Filmde, Berlin?in, meleklerin izledikleri hayatlara arka plan oluşturduğunu görürüz.

Ridley Scott?ın yönetmenliğini üstlendiği ?Blade Runner? filminin konusu ise 2019 yılında geçer. Yine konusu gelecekte geçen birçok bilimkurgu filminde olduğu gibi, gelecekte olduğumuzu uçan arabalar, devasa binalar ve güneş gözlüğü takmış robot adamlardan anlarız.

1990lar

Andrew Niccol?ün 1997 yapımı bilim kurgu filmi  ?Gattaca? insanoğlunun milenyum hakkındaki düşüncelerinden yola çıkar ve ileriki yüzyılda daha çok önem kazanılacağı düşünülen ?gen? ve kusursuz insan kavramlarını irdeler.

Filmin büyük çoğunluğu, ünlü mimar Frank LLoyd Wright? ın tasarladığı en büyük binalardan olan Marin County Civic Center?da geçer. Mimarın ustalıkla tasarladığı birçok detay filmdeki birçok sahnede oldukça etkileyici bir biçimde kullanılmıştır.

2000ler

Steven Spielberg?ün 2045 yılında geçen bilimkurgu filmi ?Minority Report?(2002) bize geleceğin Washington?unun mekanlarını animasyon kullanarak yansıtır. Dikine yol alan arabalar, inanılmaz hızla giden taşıtlar, büyük oranını yolların kapladığı metropol zihnimizde geleceğin mega kentleri hakkında bir hayal dünyası çizer. Filmin gelecekte geçtiğiyle ilgili ipuçlarının neredeyse tümünü bu mekan kurgusundan alırız.

Kátia Lund ve Fernando Meirelles imzalı, 2002 yapımı ?Cidade de Deus (Tanrı kent)? filminde ise başrol oyuncusu olarak Brezilya?daki Tanrı kent isimli sosyal konutlar öne çıkar. Yaşanmış olaylardan yola çıkarak çocukların bile ellerine silah alıp insan öldürdüğü yaşamları anlatan filmde, oyuncular da mekanlar da gerçektir ve oldukça fakir ve korkunç bir yaşantının sürdüğü bu konutlar filmin içine girebilmemizde önemli rol oynar.

Yönetmenliğini Wolfgang Becker?in yaptığı ?Good bye Lenin? filminde, 1990ların Almanya?sında,  Berlin duvarının yıkılmasıyla Doğu Almanya?nın geçirdiği değişimi ve bu değişimi sosyalist annesinden saklamaya çalışan bir çocuğu izliyoruz. Başrolde tüm bu yaşananları anlatan Berlin kenti ve sokaklarının olduğu film 2003 yapımıdır.

Kaynakça:

  • http://www.yapi.com.tr/turkce/Haber_Detay.asp?NewsID=49477
  • http://mimarlikdevrimi.blogspot.com/2007/08/sizce-mimarlk-ve-sinemann-ne-tip-ortak.html
  • http://forum.arkitera.com/mimarlik/14105-mimarlik-utopya-ve-sinema.html
  • http://www.bursamimar.org.tr/htm/mimar_babam.htm
  • http://www.ytumimarlik.com/sf-announces-of-YTu_Mimarlik_Fakultesi_Sinema_Mimarlik_Haftasi-anid-11-cp-456.htm
  • http://www.netkitap.com/kitap/65879/sinemada_mimari_acilimlar_halit_refig_filmleri.htm
  • http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=15661
  • http://www.yapikitabevi.com/kitap_detay.asp?kitap=9789758716401