Bize Film Önersene!

Bize Film Önersene!

O kadar çok platforma ve filme boğulduğumuz bir dönemdeyiz ki, iyi bir film bulmak samanlıkta iğne aramaya benzedi. Netflix’i tarıyoruz, İmdb puanına bakıyoruz, festivalleri kovalıyoruz, blogları takip ediyoruz… Derken yine de tatmin olmadığımız onlarca film izliyoruz.

Evet zevkler biraz kişisel bir konu ama yine de sinemanın ortak paydası olan hikaye, oyunculuk, merak yaratma, görsel tat v.s gibi konularda “baya iyi” diyebileceğim bazı filmleri listelemek istedim.

İyi olduğu halde sıradan bulduğum için listeye almadığım bir çok film de var ama sanırım en en tavsiye edebileceklerim bunlar. Dilerim sizler de beğenirsiniz. 

İyi seyirler,

 

Mutlaka İzleyin!

Belgica // The Broken Circle Breakdown filminin yönetmeninden kulaklarınızın pasını silecek bir müzik şöleni ve derin bir aile-kardeşlik hikayesi… Senenin izlenmesi gereken filmlerinden…

Dheepan // İnsan olmak, vatan/sızlık, güven, sevgi ihtiyacı, yaşama bağlılık, hayaller… İzlerken sağlı sollu bin tane yumruk attı film bana…

Anomalisa // Başyapıt. Bu senenin Her’ü. Aşkı anlatış şekli “sinema bu” dedirtiyor. Kalabalıklardaki yalnızlık, hayatın tekdüzeliği, aile kurma ve başarının mutlu olmaya yetmemesi… Bu kadar çok şeyi kuklalarla bu kadar gerçek ve damardan anlatmak… İzleyin! (bitince kafamda “sen de artık herkes gibisin” çaldı…) 

El Clan, Çete // Böyle bir final yok! Bütün salon çığlıklarımızı yuttuk, şok şok! Şahsen senenin en beğendiğim filmlerinden biri oldu Çete. Gerçek bir hikaye olması da cabası… Olaylardaki bazı açıklar bende de soru işareti oldu ama çok takılmayın. Dram,gerilim dolu etkileyici bir hikayeye tanık olun.

7 Casaj, 7 Kasa // Çok beğendiği kameralı cep telefonunu alabilmek için tesadüf üzerine bulduğu, yüklü miktarda para kazanacağı bir taşıma işi alan 17 yaşındaki Victor’un yaşadıkları ana hikaye gibi görünse de, film ana-yan-dış/ tüm karakterlerin hikayesini, ana hikaye için ne kadar gerekliyse o kadar anlatıyor ve  tüm bu karakterler hikayenin akışı içinde öyle güzel kesişiyor ki…

Baskın, The Raid // Özel bir operasyon timi, şehir dışındaki mahallelerden birinde aranan bir uyuşturucu tücarın gizlendiği istihbaratını alır ve adamı yakalamak için oturduğunu binaya baskın düzenlerler. 100dk boyunca nefes almadan ve gerim gerim gerilerek izlemeye hazır olun.!

 

Pişman Olmazsınız!

Captain Fantastic, Kaptan Fantastik // Özellikle anne babaların kesinlikle izlemesi gereken ebeveynlik, eğitim sistemi, şehir-medeni hayat konularında çok çok güzel bir film. Tüm oyunculara ayrı ayrı bayıldım. Bir de sonunda bir cenaze uğurlaması var ki ağlar mısın güler misin, çok acayip.

The Revenant, Diriliş // Inarritu’nun önünde saygıyla eğiliyorum. Böyle bir atmosfer, böyle bir gerçekçilik, böyle bir her şey! DiCaprio’nun içi rahat olsun, heykelcik bu sene onun elinde olacak…

Le Tout Nouveau Testament, Yeni Ahit // “Tanrı, karısı ve kızıyla normal bir hayat süren sıradan bir Belçika vatandaşıdır ve bir apartman dairesinde yaşamaktadırlar.” Şu cümle bile film hakkında çok önemli bilgi veriyor ve mükemmel bir absürd komedi. Din, tanrı, tanrının adaleti gibi çok derin konuları mizahi bakış açısıyla sorgulatan filmi izlemenizi tavsiye ederim.

April and the Extraordinary World // Son dönemde gözümü kırpmadan izlediğim en sürükleyici, duygusal ve macera dolu animasyonlardan biriydi. Hikayeye de April a da bayıldım.

Deux jours, Une nuit, İki Gün, Bir Gece // Son dönemde izlediğim en başarılı kapitalist eleştirisini, izlerken gırtlağınızın sıkıştığını hissedecek kadar gerçekçi bir hikayeyle seyirciye aktarırken, insana dair çok şey anlatmışlar.

Çok Kafamı Açmasın ama Boş da Yapmasın! 

Grand Budapest Hotel, Büyük Budapeşte Oteli // Absürd bir kara komedi olmasına karşın, komedi dozu yüksek ve kurgusuyla her dakika izleyicinin dikkatini üst düzeyde tutmayı başaran film, masalsı anlatımın en başarılı örneklerinden birini ortaya koyarken, sinemanın enleri arasında kendine şimdiden önemli bir yer edindi.

The Hateful Eight // Rahat ve uzunca bir vaktinizde sinema budur, hikaye anlatımı budur diyeceğiniz bir şölen izleyemeye hazır olun! Aslında sadece “bir Tarantino filmi” demek bile yeterli…

Yüce Sezar!, Hail, Ceaser! // Coen Kardeşlerin son filmi her zamanki gibi müthiş bir kara komedi. Clooney hayatının en komik karakterini mükemmel başarmış. Alden Ehrenreich ise müthiş keşif! İzlenmeli!

Hunt For The Wilderpeople, Vahşiler Firarda // Dram, macera, komedi ögelerini müthiş bir şekilde harmanlayan ve Yeni Zelanda’da gişe rekorları kıran film, bizi geleceğin önemli aktörlerinden biri olmaya aday Jullian Dennison ile tanıştırıyor. Çok keyifli ve sıcak bir film, senenin “en”lerinden… 

Made in Dagenham, Kadının Fendi //  Her şeyden önce müthiş bir görsellik vaad ediyor. Dönemin kıyafetleri, saçları, arabaları herşey süperdi. (O kadar ki annem “neden eski bir filme bilet aldın” dedi!) 

Sound Of Noise, Yaşamın Ritmi // 5 müzisyen adamdan oluşan bir ekibin, şehir içinde bir dizi “müzik eylemi” yapmasını konu alıyor. Fantastik, eleştirel ama eğlenceli bir İsveç yapımı.

Dramı Bol Biraz da Gerilim Bir Arada Alırım Bir Dal Diyenler!

Moonlight, Ayışığı // Little, Chiron ve Black. Bir adamın 3 farklı yaşından kesitler izlediğimiz film, insanın doğduğu andan itibaren yaşadıklarının onu nasıl bir insana dönüştürdüğünü az diyalog, çokça hisle anlatıyor. Ekrana girip o çocuğa, gence, adama sarılmak hissiyle ağlamaktan, iç çekmekten helak olarak izledim. Bir çocuk özelinde o kadar genel sıkıntılar ki…. Çocukları üzmeyin yaa. Çünkü o üzüntüler hep içlerinde kalıyor, ve onları taşıyarak büyüyorlar.

Manchester By The Sea, Yaşamın Kıyısında // Kendini suçlayarak ve sevdiklerini kaybederek ruhunu öldürebilir misin? Sadece bedenen yaşıyor ama ruhen ölmüş olabilir misin? Peki tekrar yaşamaya başlamak mümkün mü? Bu filmi izlerken empatinin dibine vurup vurup çıktım. Casey Affleck’in başlarda donuk bulduğum ama ilerleyen dakikalarda mükemmel olduğunu keşfettiğim oyunculuğu (unless his brother Ben!) için bile izlenir.

Nocturnal Animals, Gece Hayvanları // Bu senenin “ya çok sevilen, ya çok nefret edilen” Tom Ford filmi karşınızda! Ben beğenenlerdenim ve uzun zaman sonra bir filmle ilgili uzun uzun yazasım var. Bir kere, bence oyunculuklar efsane! Özellikle afişteki Aaron Taylor-Johnson! Adamı şu an görsem oyuncu filan demem iki tokat patlatırım, öyle bir nefretim var. Filmin kurgusu… İç içe geçmiş gerçeklik ve roman… Sonra o otoyol sahnesi. Böyle bir gerilim yok. Ve pişmanlıklar, ve final ve bir sürü şey. İzleyin. Mümkünse yalnız.

Beasts of No Nation // küçük bir çocukken intikamla dolu bir askere dönüştürülmek… izlerken içiniz acıyacak… 

District9 // Distopya, belgesel çekimi gerçekçilik… Bilim kurgu sevmeyenleri bile hayran bıraktıran bir hikaye.

Beasts of the Southern Wild, Düşler Diyarı // Küçük bir kızın dünyasından yola çıkaran evreni, aileyi, kıyameti, ölümü izleyeceksiniz. Çok ama çok etkileyici.

Her, Aşk // İzledikten günler sonra bile kafamı meşgul etmeye devam eden, büyük bir boşluğa düşüren bu filmi mutlaka izleyin. Senesinin ve belki uzun yılların başyapıtlarından olduğunu düşünüyorum.

Yozgat Blues //  Yönetmenin dediği gibi melankolik bir komedi. İnsan hikayeleri, taşra, gün gün kaybolan ve gerçekleşen hayaller… Hepsi çok güzel bir seyirlik yaratmış.

Gerçek Bir Hikayedir!

Lion // İlk yarısı son zamanlarda izlediğim en iyi çocuk oyuncu (Sunny Pawar) performanslarından birini içeren bu gerçek hayata dayalı hikayenin ikinci yarısı bir o kadar uzun ve yorucuydu. Yoğun enerji göndere göndere vardığımız finalde ise, göz yaşları sel oldu. Ah Guddu ah!

Zenne // Bir klişe olacak biliyorum ama yine de yazmak istiyorum. Günümüzde homofobinin her geçen gün biraz daha azaldığını umut etsem de, bitmeden bu acı hikayeler de bitmeyecek. O yüzden izlemeli, izletmeli.

 

Sanat Kimin İçindir!

Listen To Me Marlon // Marlon Brandon’un oyunculuk serüvenini kendi ağzından dinlemek… Oyunculuk tutkusu, yöntemleri, ünlülükle başa çıkması/çıkamaması, çapkınlıkları… (ikinci kez izledim, bi üst kategoriye aldım.!)

Mr.Turner, Bay Turner // Kusursuz görselliği, ışık kullanımı ve deneyimli oyuncu kadrosunun toplu başarısı filmin en büyük artıları. Konu sanatçılar olduğunda biyografik yapımları ve belgeselleri izlemeye doyamadığımdan ben pek fazla sıkmamış olsa da süresinin bir miktar uzun olduğu söylenebilir fakat buna rağmen, özellikle ilgililerine, senenin izlenmesi gereken yapımlarından olduğunu belirtmek isterim.

Tim’s Vermeer, Tim’in Vermeer’i // Özellikle resim sanatına ilgili olanların kaçırmaması gereken çok acayip bir araştırma-belgesel. Sanat sadece yetenek işi midir? Yoksa alet icat edip müthiş sanat eserleri yaratmak da mümkün müdür?

Over Your Cities Grass Will Grow,  Çimler Örtsün Üzerinizi // Modern sanatın en önemli sanatçılarından Anselm Kiefer‘in 1993 yılından 2009 yılına kadar çalıştığı 35 hektarlık atölyesinde, beton, cam, demir, moloz ve bir sürü başka inşaat malzemelerini kullanarak yarattığı paralel bir evrene dalış yapacağınız bir belgesel. İzlemesi zor ama keyifli.

Marina Abramoviç:  The Artist is Present, Sanatçı Aramızda // İnanılmaz bir kadın, inanılmaz bir beden, inanılmaz bir oto kontrol, inanılmaz bir iş aşkı, inanılmaz bir sanat anlayışı… Bu kadınla ilgili her şey inanılmaz!

Belgesel Sevenler!

İnsan, Human // 190 dakikada Dünya’nın binbir yerinden hikayeler ve görüntülerle “insan olmak” nediri sorgulatan müthiş bir belgesel.

Citizenfour // Dijital çağda hayatlarımız ne kadar gizli? Hayata bakışınızı değiştirecek bir belgesel…

Amy // Ah Amy… Filmi izlerken her olayda yanında olmak istedim. Seni bir türlü toparlayamayan o annenden babandan nefret ettim. Daha çok şarkı söyleyecektin be kızım!

He Named Me Malala // Aslında sinematografik özellikleri bakımından sıkıntısı bol bir belgesel ama bazen hikaye her şeyin önüne geçiyor. Malala’nın cesareti ve gözündeki o ateş mutlaka görülmeli.

Where to Invade Next?, Şimdi Nereyi İşgal Edelim? // Michael Moore’un önceki belgesel/filmlerini izlediyseniz, tarzını bilirsiniz. Amerikayı gömerken bu sefer aşırı güldürüyor. Üstüne işçi çalışma saatlerinden, eğitim yöntemlerine bir sürü ülkenin, bir sürü güzel uygulamasını keşfetmenizi sağlıyor.

The Square, Meydan // Hala izlemeyen kaldı mı bilmiyorum ama dünya tarihinin en yakın olaylarından birine, Mısır Devrimi’ne, olayların içindeki göz olarak bakmalı ve izlemelisiniz.

Inside Out: People’s Art Project, Ters Yüz: İnsanların Sanat Projesi // JR sevgim bir yana yaptığı her işi ağzım açık izliyorum. Müthiş bir çağdaş sanatçı. Bu projesi de izlenmeye değer.

Pina // 3Dli bir TV bulsanız da benim sinemada aldığım tadı alabilseniz keşke! Hayatımda izlediğim en etkili 3D çalışma. Pina Baush ile tanışmalısınız.

Wasteland, Çöplük // Vik Muniz’in Rio’daki dünyanın en büyük çöplüğüne ziyaretini ve orada yaşadıklarını, çöp toplayan catadorların hayat hikayeleriyle bezeyerek anlatıyor. 

Ekümenopolis // Duymayanlar için belgeselin anlatmaya çalıştığı şey şu: İstanbul’daki ekolojik eşikleri aştınız, nüfus eşiklerini aştınız, ekonomik eşikleri aştınız. Nereye gidecek bunun sonu derseniz, Doğan Kuban’ın söylediği şeyi söyleyeceğim size: kaos”

Gerilim ve Korku Filmi Sevenler!

Korkunun Gölgesi, Under The Shadow // Ben korku filmlerini aşırı saçma bulduğumdan pek sevmem ve izlemem. Ama iyi gerilim filmlerini severim. Bu film İran-Irak savaşı sırasında Tahran’da bir apartmanda geçiyor. O savaş psikolojisi, yalnızlık, sanrılar, kurmacalar, ay valla yazarken bile filmi hatırladım içim sıkıştı. Gerilim-korku severler kaçırmamalı.

De Behandeling, The Treatment // Belçikalı sinemacıların karanlık filmler çekmek konusunda tıpkı İslandinav ülkeleri gibi bir yeteneği var sanıyorum. Film bitsin de bu işkenceden kurtulayım diye dua ettim. Gerilmekten mideme ağrılar filan girdi. Kaldırabilecekseniz izleyin derim.

Cube, Küp // Oldukça klasik bir tavsiye olacak ama hala bilmeyen çok kişi olduğunu duyuyorum. Düşük bütçe, tek mekan, ortalama oyunculuklar. Fakat tüm bunları gölgede bırakıp Küp serisinin kült filmler olmasını sağlayan nedir ?

Sakin Sanat Filmlerini Sevenler!

Rams, İnatçılar // Kardeşlik ve adı üstünde inat üzerine… İrlanda’nın müthiş coğrafyasında…

Çoğunluk, Majority // Çoğunluk izlemesi zor ama klişe deyimle toplumun aynası bir film. Bartu Küçükçağlayan’ın müthiş oyunculuğu ile başlarda çokça içsel muhasebe yapan fakat sonlara doğru azalan acılarıyla çoğunluğa uyum sağlayan Mertcan karakteri izlenmeye değer.i 

The American, Centilmen // Tamamen bir karakterin yaşadıkları üzerinden dramatik duygu durumunu derinlemesine inceleyen, diyalogu az, etkisi bol bir film. Başrolde George Clooney.

Bir Zamanlar Anadolu’da // Nuri Bilge Ceylan’ın “yalnız ve güzel ülkesi”ne inanılmaz bir bakış attığı film

Sivas // Sakin bir film mi bilmiyorum ama Türkiye bağımsız sinemasının gerçekten iyilerinden. Final sahnesindeki diyalogdan sonra vicdansızlığın öğretilen bir şey olduğunu, saf çocuk hislerimizin büyürken içinde bulunduğumuz toplum tarafından nasıl yok edildiğini ve düzenin olduğumuz kişi olmamızda nasıl da etkili olduğunu günlerce düşündüm. 

Nomadland // Milyonlarca kişi tarafından senenin en iyi filmi seçildikten ve onlarca ödül aldıktan sonra ben de nihayet izleyebildim. Herkes beğenmekte çok haklıymış. Filmin ana karakterinin neredeyse bedeninin içine bize sokarak hayatın acısını, sıradanlığını, değişkenliğini, zorluğunu deneyimlemekten insanın içine içine işleyen bir film. İnsan sahip olduklarının ne kadarını kaybetmeye dayanabilir, her şeyinizi kaybetseniz bile elinizde kalana ne kadar tutunabilirsiniz, ne zaman çaresiz hissederiz, ne kadar çaresizliğe dayanabiliriz, hayat her zaman, ne olursa olsun devam eder mi?? Böyle onlarca soru yumruk gibi içimde kaldı izlediğimden beri, düşünüyorum… Tavsiye ederim.

 

Görme Engelliler için Gönüllü Okuyucu Oldum!

Görme Engelliler için Gönüllü Okuyucu Oldum!

Görme engelliler için kitap seslendirmek, senelerdir aklımda olan bir şeydi,  Ve sonunda başardım. İlk kitabımı okuyup teslim ettim. Nasıl gönüllü olduğumu, kitabı nasıl ve ne kadar sürede okuduğumu, neler yaşadığımı ve deneyimlerimi, sorularınıza yanıt olabilmesi için paylaşıyorum.

***

GetemLogoSenelerdir hep yapmak istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım (bahane!) bir şeydi kitap seslendirmek. Yine bir gün internette tesadüfen reklamlarına rastlayınca bu sefer ciddi ciddi yapmak istediğimi farkettim ve Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Ve Eğitim Laboratuvarı (GETEM) ‘in sitesini saatlerce inceledim.

Ülkemizde bulunan yaklaşık 10 görme engelli kütüphanesinden biri olan GETEM kütüphanesi, diğer kütüphanelerle birlikte çalışıyor ve eser taramasını tüm kütüphaneler ortaklaşa yürütüyor. Türkiye’deki sayıları yaklaşık 400bin civarında olan görme engellilerin yanı sıra, diğer tür engeli gereği basılı kaynaklardan sınırsızca faydalanamayan (felçli, dyslexic) bireyleri de kapsayan bu projede; ağırlıklı olarak Türkçe ve İngilizce yayınlar olmak üzere hikaye, roman, şiir türü kitapların yanısıra ders kitapları, makaleler, ders notları vb. kaynaklar da seslendiriliyor. GETEM bünyesindeki seslendirilmiş eserler ister internet üzerinden, ister indirilerek ilgili teknolojik aletlerden, istenirse de telefon aracılığıyla dinlenebiliyor.

audio-book1GETEM bünyesinde gönüllü okuyucu olmak için bir iki yol var. Ben kitap okuması yaparken uyulması gereken kuralları inceledikten sonra, 5 dakikalık bir kaydı (istediğiniz eserden okuyabiliyorsunuz) İphone’da halihazırda bulunan Sesli Notlar uygulamasında yaptım ve e-mail ile gönderdim. Kabul edildiğimi bildiren maille birlikte nasıl okuma yapmam gerektiğiyle ilgili video ve sunum dökümanlarını ilettiler. Öğrenmesi biraz zaman alıyor zira dipnot nasıl okunur, kaçar dakikalık kayıtlar yapılmalı, ayrımlar nasıl ifade edilmeli gibi gibi bir sürü konuyu doğru okuma yapabilmek için öğrenmek gerekiyor. Ayrıca aynı mailde kütüphaneden talep edilen, halihazırda hiç bir kütüphanede okunmamış olan kitapların listesini bulabileceğim bir link de vardı. Bu linke göre o anda yaklaşık 1200 adet seslendirilmesi talep edilmiş eser vardı. Bunlar arasından benim de okumak istediğim Tolstoy’un Sanat Nedir? adlı kitabını seçtim.

Kitabı seçerken keyifle seçtim fakat okuma kısmı beni biraz zorladı. Birincisi ilk okumaya göre biraz kalın bir kitap seçmişim. Kitap yaklaşık 370 sayfaydı. İkincisi çeviri kitaplarda cümleler okumak açısından biraz zorlayıcı olabiliyor. İlk 100 sayfa alışmam sürdü diyebilirim. O yüzden ilk kitabı yerli bir yazardan seçmek, ısınma evresini kolay atlatmak için daha akılcı bir seçim olabilir. Bir de kitabın içinde sürüsüne bereket Fransızca, Almanca ve İngilizce isimler, eser adları ve alıntılar vardı. Okumadan önce tüm kitabı tarayıp bu yabancı kelimelerin okunuşlarını Google Çeviriden dinleyip yanlarına not ettim. Bir de şahsen yabancı dilleri usulünce konuşma konusuna pek yatkınlığım yoktur, bir hayli çalışmam gerekti.

????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????????Tam her şeyi hazırlamış ve kendimi kaptırmıştım ki giden sesimle birlikte kronik faranjit olduğumu hatırladım! Boğazım sağolsun günde ortalama 20-30 dakika okumayı ancak yapabildim. Bu nedenle ve yukarıdaki nedenlerle kitabı okumam tahmin ettiğimden daha uzun sürdü. 8 Aralık’ta başladığım okumalarım 8 Ocak’ta bitti. Toplamda 11 buçuk saat gibi bir sürede, 33 ayrımda kitabı okudum. Bugün itibariyle de wetransfer yolu ile okumalarımı ve künyeyi ilgililere gönderip yeni okuma yapacağım kitapları seçtim.

Bütün zorluklarına rağmen gerçekten sesimin birisine ulaşacağını bilmek büyük bir keyif. İnsan hep elinden fazlası gelsin istiyor ama bence elimizden gelenler de çok değerli. Şahsen ben yapabilecekken bunca yıldır yapmayıp ancak 30umda bir kitap okuyabildiğim için mahçup ve üzgünüm. Fakat bundan sonra sağlığım elverdiğince ömrümün sonuna kadar okumalara devam edeceğim.

Bir de bu okuma sırasında blogla ilgili bir karar aldım. Görme engelliler için kitaplar olduğu gibi filmler de var malum. Hatta müzik ile görebilenlere göre çok daha derin bir bağları var. Onların da ilgilenip ulaşabildikleri sanat dalları ile ilgili yazılarımı seslendirip bloga ekleyeceğim. Altyapısını nasıl yapmam gerektiğini çözer çözmez bunu hayata geçirmekte kararlıyım.

Bu arada Tolstoy’un Sanat Nedir? kitabıyla ilgili de uzun uzun yorumlarım var aslında. Ayrı bir yazının konusu olur ama kitaptaki açıklamaların %80ine katılamadım. Çoğu yaklaşımını fazla muhafazakar ve dar görüşlü buldum ve hatta çoğu tespitini çok yanlış buldum. Ama yine de Tolstoy gibi bir yazarın sanat ile ilgili yorumlarını öğrenmek kafa açıcıydı.

***

30lu yaşlara gireceğim şu aylar, hayata bakışıma çok farklı perspektifler ekliyor. Sadece kendimiz için çalışıp, kendi hayat şartlarımızı korumakla uğraştığımız bir yaşam tarzı, hayli boş geliyor artık. Yaşamlarımızın bu denli kapalı ve bencil olması neyin dayatması bilmiyorum ama güvenli yaşamlarımızdan çıkıp dünyada ne olup bittiğine sadece seyirci kalmak yerine olan biteni düzeltmeye iyileştirmeye yardım etmek için çaba harcamak lazım. Ben kendi elimden geldiğince, hani bir deniz yıldızı da olsa klişesiyle, çabalamaya devam edeceğim.

***

Son Not:

Böyle değerli bir çalışmayı yapıp bizlerin de birer parçası olmasını sağladığı için GETEM’e çok teşekkür ederim.

Emeklerinize sağlık,

Wes Anderson’ın Son Bombası : The Grand Budapest Hotel / Büyük Budapeşte Oteli

Wes Anderson’ın Son Bombası : The Grand Budapest Hotel / Büyük Budapeşte Oteli

  • thegrandbudapesthotelYönetmen:  Wes Anderson
  • Tür: Komedi , Dram , Polisiye
  • Yapım: 2013, İngiltere, Almanya 
  • Oyuncular: Ralph Fiennes, Tony Revolori, F. Murray Abraham
  • Süre: 100 dk

?20. yüzyılın başlarında iki savaş arasındaki dönemde geçen hikayede, Avrupa’nın hayali Zubrowka şehrinde bulunan Büyük Budapeşte Oteli’nin ihtişamlı dönemine tanık oluyoruz. Gustave H, otelin işleyişini büyük bir profesyonellikle idare eden, müşterilerini dahi en ince ayrıntılarına kadar tanıyan bir konsiyerj görevlisidir. Bir gün otele bellboy ve komi görevlisi olarak Zero Mustafa adında genç bir adam gelir ve kısa zamanda aralarında yakın bir arkadaşlık başlar. İkili birbirlerinin sırdaşı olurken yaşadıkları şehir de büyük bir savaşa doğru sürüklenmektedir. Bu esnada Gustave’ın yaşlı sevgilisi Madame D. esrarengiz bir şekilde hayata veda eder, ikili Madame D.’ye veda etmek için yola çıkar. Bir asilzade olan Madame D.’nin şatosuna vardıklarında miras bölüşümünün yapıldığı toplantıya denk gelirler. Madame D., Gustave’a miras olarak paha biçilmez bir Rönesans tablosu bırakmıştır ve bunun açıklanmasıyla aile içerisinde büyük bir karmaşa çıkar. Bu andan itibaren belalarla dolu bir maceraya atılan Gustave ve Zero, gerçeklerin peşinde koşarken dışarıda da bir çağ değişmektedir?”

Filmi izleyeli sanıyorum bir yıla yaklaştı fakat hala bende bıraktığı tat mevcut. Benim gibi hafıza noksanı bir insanın izlediği bir filmle ilgili duygularını, üzerinden bu denli zaman geçmesine rağmen hatırlaması, filmin etkisinin ciddi bir ölçüsüdür.

En son, yine atmosferi ve hissiyatıyla müthiş bulduğum Moonrise Kingdom’da bıraktığımız Anderson, yine 100 dakika boyunca yarattığı dünyada başımızı döndürüyor. Bir yönetmenin iz bırakabilmesi ve başarılı olması için “ayrı bir dünya yaratması” en önemli kriter. Tıpkı Tarantino ve Tim Burton gibi her filminde renkleri, karakterleri, mekanları, diyalogları ve hikayesi bambaşka bir dünyanın içine seyirciyi bırakan yönetmenin şimdiye kadarki en iyi işlerinden biri The Grand Budapest Hotel.

Kadrosu yıldızlar geçidi gibi olan, her saniyesinde bir başka önemli oyuncunun yer aldığı film, oyunculuklarla göz dolduruyor. Ralph Fiennes, kendisini izlediğin en başarılı performansını sergilerken, Tony Revolori ve  Murray Abraham her sahnelerinde adeta parlıyor.

Absürd bir kara komedi olmasına karşın, komedi dozu yüksek ve kurgusuyla her dakika izleyicinin dikkatini üst düzeyde tutmayı başaran film, masalsı anlatımın en başarılı örneklerinden birini ortaya koyarken, sinemanın enleri arasında kendine şimdiden önemli bir yer edindi.

Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Kısa Kısa #6 – Oscar Animasyon Adayları’14 – The Wind Rises, Frozen, Croods, Despicable Me2 ve Ernest&Celestine

Kısa Kısa #6 – Oscar Animasyon Adayları’14 – The Wind Rises, Frozen, Croods, Despicable Me2 ve Ernest&Celestine

Yazmak enteresan bir duygu hali. Bazen durmadan sayfalarca yazasım geliyor, bazen cümle kurmakta zorlanıyorum. Bir süredir cümle kurmak zor geliyordu ve blogu kurduğumdan beri verdiğim en uzun araydı bu. Yazacak çok şey birikti. Şimdi kısa kısa onları aktarmak istiyorum. İlk olarak Oscar’ın animasyonları:

THE-WIND-RISESThe Wind Rises / Rüzgar Yükseliyor

  • Yönetmen: Hayao Miyazaki
  • Tür: Animasyon, dram
  • Yapım: 2013, Japonya
  • Oyuncular: Steve AlbertHidetoshi NishijimaKeiko Takeshita
  • Süre: 126 dk

“The Wind Rises, uçaklara bir hayli ilgili olan ve bir gün uzman bir uçak tasarımcısı olmanın hayallerini kuran başkahraman Jiro’nun hikayesini ele alıyor. En büyük idolü ise bu alanda tanınmış bir uzman olan, Alpler’in ötesindeki Caproni’dir. Caproni işlerinin estetik güzelliği ve muazzam teknik becerisiyle bu alanın önde gelen isimlerinden biri olmuştur. Çocukluğundan beri görme sorunları yaşayan Jiro, 1930’ların sonundan önemli bir kurumun uçak departmanına girmeyi başarır. Zaman ilerledikçe başarısı patronlarının da ilgisini çeker ve onu istediği gibi tasarım yapması konusunda özgür bırakmaya karar verir. İkinci Dünya Savaşı başlamak üzeredir ve Jiro’nun hayatında birçok şeyi değiştirecektir.”

Yaratıcılık konusunda kendini defalarca ispat etmiş usta yönetmenin son işi olan The Wind Rises,  Jiro Horikoshi’nin gerçek hikayesini konu alıyor. Ustanın hayranlık uyandıran çizgileriyle anlattığı hikaye aslında birbirinden farklı bir çok konuya değiniyor ve bazı noktalarda ana hikayenin ne olduğunu anlamak zorlaşıyor. Aşktan, Japon-Alman ilişkilerine, uçak üretiminden vereme öyle enteresan geçişler var ki, film bittiğinde dağılmış ve yorulmuş hissediyorsunuz. 

Miyazaki filmlerine göre oldukça yere basan bu son film, hikayenin genişliği eleştiri konusu olsa da, insanın tutkuları ve hayalleri üzerine çok önemli mesajlar veren, çizgilerinin her biri ile sanatı sonuna kadar hissedeceğiniz, bazı sahnelerini hiç unutamayacağınız (özellikle deprem sahnesi ) bir çalışma olmuş.

İzlemenizi tavsiye ederim,

frozenFrozen / Karlar Ülkesi

  • Yönetmen: Chris Buck, Jennifer Lee
  • Tür: Animasyon, macera
  • Yapım: 2013, ABD
  • Oyuncular: Kristen Bell, Idina Menzel, Jonathan Groff
  • Süre: 102 dk

“Krallık, Karlar Kraliçesi (Snow Queen)’nin laneti sonrasında ebediyen sürecek bir kış mevsimine mahkum edilmiştir. Bu krallıkta yaşamakta olan maceracı ve iyi kalpli Anna, Karlar Kraliçesi’ni bulup laneti sona erdirmesini sağlayarak, şehrinde yaşayan insanları eski güzel günlerine döndürmeye karar verir. Masalsı bir yolculuğu çıkan Anna’nın yol arkadaşı ise usta bir dağcı olan Kristoff’tur. Başarıya ulaşmaları için Karlar Kraliçesi’ni görüp tanıyabilmeleri gerekmektedir. Görünürde basit olan bu plan, izbe dağdaki yolculuk ilerledikçe zorlaşmaya başlar. Mitolojik yaratıklar ve ürkütücü büyüler eşliğinde süren yolculuğun her dönemecinde ayrı bir tehlike ortaya çıkar. Yolculuğun asıl zor yanı ise zamanla yarışıyor oldukları gerçeğidir. “

Daha önce tiyatro oyunu, müzikal ve film olarak karşımıza çıkan hikaye bu sefer müzikal-animasyon olarak karşımızda. Çocukların pek sevdiği sıcak bir hikaye ama büyüklere pek hitap etmeyecektir sanıyorum.

croodsCroods / Croodlar

  • Yönetmen: Chris SandersKirk De Micco
  • Tür: Animasyon, macera, komedi
  • Yapım: 2013, ABD
  • Oyuncular: Nicolas CageRyan ReynoldsEmma Stone 
  • Süre: 98 dk

“Yaşadıkları mağara bir deprem sonrasında yerle bir olduktan sonra, Crood’lar yuvaları olan bu kanyondan taşınmak zorunda kalırlar ve ailenin babası Grug’un önderliğinde bir yolculuğa çıkarlar. Barınabilecekleri yeni bir yer bulmanın ümidiyle ilerleyen Crood’lar bu yolculuk esnasında sıra dışı maceralarla örülü ve daha önce bilinmedikleri esrarengiz bir dünyayla karşılaşırlar. Bu yeni dünyada doğa bambaşkadır. Üstelik bir de karşılarına Guy isimli ilginç bir genç çıkar. Sürekli seyahat etmeyi ve yeni icatlar yapmayı seven Guy’ı aileden en çok 19 yaşındaki genç kız Eep sevecektir. Ateş yakmayı bilen Guy, Crood’ların hayatlarının değişmesinde önemli bir rol oynayacaktır.”

İlk çağ insanlarını konu alan komediler artık sıkıcı hale geldi diye düşünürken Crood’lar diyalogları ve karakterleriyle bu konuda hala malzeme olabileceğini gösterdi. Oldukça eğlenceli diyalogları, mükemmel ilk çağ tasvirleri ve karakterleriyle 2013’ün izlenesi animasyonlarından…

Despicable Me 2 / Çılgın Hırsız 2

  • despicable-me-2Yönetmen: Chris RenaudPierre Coffin
  • Tür: Animasyon, komedi
  • Yapım: 2013, ABD
  • Oyuncular: Steve CarellKristen WiigRussell Brand 
  • Süre: 128 dk

“Eski süper kötü Gru, suç dolu geçmişini bir kenara bırakır ve evlatlık edindiği kızları Margo, Edith ve Agnes ile birlikte sakin bir hayata adım atar. Gru, kurduğu işiyle ve ailesiyle vaktini geçirirken, bazı gizemli olaylar yaşanmaya başlar. Anti-Villain League isimli son derece gizli bir örgüt, Gru’yu tehlikeli bir olayı araştırması için göreve çağırır ve ona bu görevde Minyonlar’ın yanı sıra bu organizasyonun en iyi  ajanı olan Lucy de yardım edecektir. Gru artık iyi adamlarla anlaşma imzalamış ve dünyanın kurtuluşu için mücadele eden birine dönüşmüştür. Lucy ile birlikte kötücül bir süper kötünün peşine düştükleri bu avda, çeşitli suçlularla da mücadele etmek zorunda kalacaklardır.”

Kazık kadar insanlar olarak vizyona girdiği ilk gün gidip izlemiş olabiliriz. Zira minionlar hiçbir şey yapmasalar bile çok komikler. Dolayısıyla senaryosundaki eksikler, karakterlerindeki tutarsızlıklar filan pek umurumda değil. Çok güldüm. 3.sü gelsin, yine hemen gidip izleyeceğim.

Ernest&Celestine

  • ernest clestineYönetmen: Benjamin Renner
  • Tür: Animasyon
  • Yapım: 2013, Fransa , Belçika , Lüksemburg
  • Oyuncular: Lambert WilsonFéodor AtkineVincent Grass
  • Süre: 106 dk

“Cannes Film Festivali’nde ödülle dönen animasyon, küçük fare Celestine ile ayı Ernest’in dostluk hikayesini işliyor. Fare Celestine, kemirgenlerin hüküm sürdüğü gizli bir yeraltı şehrinde yaşar. Kaldığı yetimhanenin müdürü her gece bütün miniklere bu şehrin dışında kalan bilinmeyen dünyayla ilgili ürkütücü hikayeler anlatmakta, orada korkunç ayıların yaşadığını söylemektedir. Resim yapmayı çok seviyor olsa da diş hekimliği okumaya karar veren Celestine, küçük ayıların düşüp kendi şehrine gelen dişlerini incelemektedir. Bir gün agresif bir ayı ailesinin baskınıyla karşılaşırlar ve uyanıp gözlerini açtığında kendini aç bir ayı olan Ernest’in yanında bulur!”

Çizimleri ve müzikleriyle oldukça takdir ettiğimiz filme, festivaldeki bir bilet yanlışlığı nedeniyle girmiştik. Hatta bu çocuklar neden var, niye animasyon, neler oluyor derken yanlış filme bilet aldığımızı anlayıp, film sarınca sonuna kadar izlemiştik.  Amerikan yapımı animasyonlardan çizgisi ve hikayesiyle oldukça ayrılan film, senenin iyilerindendi. Mutlaka izleyin diyemem ama izlemeye başlayınca bırakılamayan bir keyfi var.

Aralık 2013 / Bu Ay Neler Var?

 

 

Hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde… Düzgün görünmüyorsa tıklayın.



Aralık’13 / Kültür ve Sanat

Karlar düşer, düşer düşer …

Bu ay hem soğuklar yüzünden evlere kapanmaca, hem de biraz yılbaşı telaşıyla geçecek gibi. Yine de bir iki güzel etkinlik seçtim. Es geçmeyin derim.

Sanat dolu günler ve şimdiden iyi seneler,

Sinema

vizyondakilerden seçtiklerim

***6 Aralık

Yozgat Blues

Bir dolu ödül alan film sıcak ve samimi bir hikayeyi beyaz perdeye taşıyor. Başrollerinde Ercal Kesal, Ayça Damgacı ve Tansu Biçer’in olduğu film bu ayın kaçırılmaması gerekenlerinden. Detaylı yazım için tıklayın.

***27 Aralık 

Genç ve Güzel / Jeune and Jolie

Hatırı sayılır bir fanatik izleyici kitlesi bulunan yönetmen François Ozon’un son filmi Genç ve Güzel, FilmEkimi kapsamında izlediklerimizden. Sadece başroldeki güzel oyuncu Marine Vacht için bile izlenebilecek film Aralık’ın güzellerinden.

Facebook
Twitter

Sergi, Eğitim, Çocuklar

Meraklılarına…

**22 Aralık

— Çocuklar İçin Öylesine Bir Dinleti / İş Sanat

Türkiye’nin bir dolu şehrinde 200den fazla temsil yapan, ilk ve ortaokul öğrencilerine yönelik yazılan oyun, hem çocukları tiyatro, bale, opera ve klasik müzik gibi sanatın farklı dallarıyla tanıştırmayı, hem de eğlendirerek hoşça vakit geçirtmeyi amaçlıyor. Detaylar için tıklayın.

Müzik

Konserler, albümler…

MimarcaSanat Playlistleri

Sevdiğim müzikleri Youtube’da listeledim. Dinlemek için tıklayın.

**12 Aralık

Mor ve Ötesi Akustik / Zorlu Center PSM

İstanbul’un yeni sanat mekanlarından Zorlu’da Mor ve Ötesi’nin keyifli akustik performansı, bu ayın kaçırılmayacak etkinliklerinden.

Like
Tweet
Forward to Friend
+1
Read Later

Copyright © *|CURRENT_YEAR|* *|LIST:COMPANY|*, All rights reserved.*|IFNOT:ARCHIVE_PAGE|* *|LIST:DESCRIPTION|*

listeden çık   profilini güncelle*|IF:REWARDS|* *|HTML:REWARDS|* *|END:IF|*

Televizyonda Ne İzlesek? #3

Televizyonda Ne İzlesek? #3

tvGeldik yeni bir sezon başlangıcına daha ve izlememizi tavsiye ettikleri bir dolu şey var. Ben geçen senelerde olduğu gibi yine kısaca kendi beğenilerimi yazayım istedim.

Bizim kanallarımızla başlamak gerekirse, yeni başlayan dizilerden bu sene ilgimi çeken pek fazla iş yok açıkçası. İşler Güçler, Behzat Ç., Leyla ile Mecnun kalitesi ve tadında bir şey henüz yakalamış değilim. Fakat ilk iki bölümü ile merak uyandıran Kayıp, baya iyi bir işe benziyor, takip ediyorum. Onun dışında denk gelirsem Yalan Dünya ve Bir Kadın Bir Erkek izliyorum. Ayrıca Güneşi Gördüm ve MedCezir’e de göz ucuyla bakmaktayım.

Diziler dışında, Okan Bayülgen haftada 3 gece program yapacağını söyledi ve geçen senelerdeki konseptte olacağını belirtti. Dolayısıyla kendisinin Makine Kafa, Muhallebi Kafa ve Çıplak Kafa programlarını ara ara da olsa izleyeceğim demektir. Bir de pek çok kişi esprilerini bayat bulsa da BKM Mutfak ekibinin gece şovu 3 Adam‘ı, Acun Medya’ya geçişi canımı sıkıyor olsa da,  izliyorum.

Yabancı dizilere bakacak olursak, artık kabak tadı vermiş olsa da  bunca senenin hatırına devam ettiğim How I Met Your Mother‘ın 9.sezonunu izliyorum. Son 3 sezonu son sezon diyerek izledik, o nedenle artık son mu bilmiyorum ama izleyip göreceğim. 7.sezonunda olan Big Bang Theory, 3.sezonundaki Two Broke Girls ve 5.sezonuyla devam eden Modern Family izlemeye devam ettiğim diziler.

Ayrıca 22 Ekim’de 4.sezonuna devam edecek olan Pretty Little Liars ve 2014te  3.sezonu başlayacak olan Girls‘ü merakla beklemekteyim. Bir de artık çok fazla kişiden tavsiyesini duyduğum Breaking Bad’i, bitmiş olsa da, izleyeceğim.

Bu sene televizyon/dizi programım pek yoğun değil. Hatta önceki senelere göre baya az. Filmlere daha çok vakit ayıracağım gibi gözüküyor.

Sezon arasında yine yazarım. Tavsiyelere de açığım.

İyi seyirler,

Kentsel Dönüşüme Odaklanan Sergi: Musibet

Kentsel Dönüşüme Odaklanan Sergi: Musibet

  • İstanbul Tasarım Bienali
  • İstanbul Modern Sanatlar Müzesi
  • 13 Ekim – 12 Aralık 2012

Küratörlüğünü Emre Arolat’ın üstlendiği Musibet, 95 tasarımcı ve mimarın, bugünün İstanbul’unu mimari tasarım ve kentsel dönüşüm çalışmaları açışından irdeleyen ve sorgulayan 30’un üzerinde projesini bir araya getirecek. Seçilen çalışmalar ve bunların sergi alanındaki konumlandırılmasını göz önünde bulundurarak küratör tarafından bir “yerleştirme” olarak tanımlan “Musibet”, sorunlara çözüm üretmek yerine yeni soruların sorulması için bir platform yaratmayı amaçlıyor.

İstanbul Modern’de, EAA-Emre Arolat Architects tarafından özel olarak tasarlanan 1.400 metrekarelik bir mekâna yayılan sergide, maket, video, fotoğraf ve interaktif oyun gibi farklı çalışmalarla musibetin çeşitli yansımaları gösterilirken, “tasarımın gündelik hayattan uzak, değdiği her şeyi meşrulaştıran bir gücü olmadığı” fikrinin altı çizilecek.
“Dönüşüm” başlığı altında, İstanbul’da son dönemde bir tür musibet olarak gündemde olan kentsel dönüşüm yasası ve bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte bir mutenalaştırma -gentrification- çabası olarak ortaya konan kentsel dönüşüm projeleri sorgulanacak. Bu süreçlerin aktörlerinden biri olan TOKİ’nin gerçekleştirdiği büyük toplu konut projeleri ile son dönemde inşa edilen adalet sarayları, okullar ve bazı yönetim binaları kanalıyla devreye giren bir tür kimlik dayatması, üst üste çakıştırılarak irdelenecek.

“Anti-Bağlam” başlığında ise yenidünyanın evrensel kabulleri, yeni teknolojilerdeki değişimler, mimari ve moda tasarımı pratikleri arasındaki paralellik tartışılacak.

Emre Arolat küratörlüğündeki sergiyi İstanbul Tasarım Bienali Açılış partisi sonrasında, saat akşamın 10unda gezdim. Gezmek yaklaşık 1 saat sürdü ama bir kere daha gidip sindire sindire tekrar gezmem gerekli. Zira o akşam hayli kalabalık davetliler nedeniyle, serginin bir çok odasına yarım yamalak girebildim.

Bienalin iki ana sergisinden biri olan Musibet, adına uygun olacak bir biçimde ufak ufak sıkıcı bir mekanda sergilenen ve kentsel dönüşümü odağına alan bir çalışmalar bütününü barındırıyor. Bu çalışmalar, sergiyi izlemeye gelenlerin kafasında soru işaretleri oluşturmaya yönelik.

İkinci sefer gezdiğimde daha uzun bir yazı yazarım belki ama şimdilik en çok dikkatimi çeken çalışmalar olan; parçalardan oluşan ve tek bir noktadan bakıldığında İstanbul silüetini oluşturan 2.resimdeki çalışma, İstanbul haritası üzerinde cami,alışveriş merkezi ve cumhuriyet anıtlarını işaretleyerek gözler önüne süren çalışma, interaktif bir oyun olan ve üzerinde yeşil, TOKİ, star mimar gibi butonlara sahip bir zemin ve karşısında bir ekran içeren kent yaratma oyunu, alternatif İstanbul tarihi çalışmalarını öncelikli olmak üzere bu sergiyi mutlaka gezmenizi tavsiye ederim.