- Tür: Dram
- Yönetmen: Seren Yüce
- Yapım: 2010, Türkiye
- Süre: 111dk
- Oyuncular: Bartu Küçükçağlayan, Settar Tanrıöğen, Esme Madra, Nihal Koldaş
Yönetmenliğini Seren Yüce?nin yaptığı, Venedik Film Festivali?nde ‘Geleceğin Aslanı’ ödülünü alan Yeni Sinemacılar?ın yeni filmi “Çoğunluk” vizyondan kalkmadan izleyebildim. Vizyona girmeden katıldığı Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini toplayan film İstanbul’da yaşayan orta-üst sınıf bir ailenin oğlu olan Mertkan’ın halini anlatıyor.
Filmin konusunda aile ‘orta sınıf’ olarak belirtilmiş. Müteahit bir baba, kendi işleri var ve iki kuşak çalışıyorlar ,filmdeki donelere göre ekonomik olarak orta sınıfın üzerinde gözüküyorlar. Fakat Mertcan’ın giyim tarzı ve davranış biçimi ile ekonomik düzeylerindeki tutarsızlık ailenin hangi sınıfa (sınıf varsa!) mensup olduğunu anlamamızı zorlaştırıyor.
Filmin adı çok anlamlı, afişi de öyle.
Konusu itibariyle Türkiye’nin büyük bir çoğunluğundaki aile yapısını sade-gerçekçi bir yaklaşımla gösteren filmde; çalışan-otoriter baba, ev hanımı anne, anneyle babanın ve oğulun olmayan ilişkisi, içinde bulundukları duruma üzülen ama hiçbir şey yapmayan (beyim bilir) anne, sofra kültürü, yemek yerken gözlerin dikildiği televizyon, her doğulunun ya komünist yada terörist olarak toplumda kabul görmesi ,aynı topraklarda yaşadığımız ayrım, arkadaşlarıyla beraber yaptığı aktiviteler: arabayla gezmek, kızları kesmek, kafede çay içmek ve bara gitmek olan gençler….defalarca tekrarlanan sahnelerle gözümüze bunlar sokuldu.
Filmin neredeyse tamamında kamera karşısında olan Bartu Küçükçağlayan az konuşmayla çok büyük işler başardı ve Mertkan’ın başlarda çokça içsel muhasebe yapan fakat sonlara doğru azalan acılarıyla çoğunluğa uyum sağlayan ruh halini müthiş yansıttı. ( içime sıkıntılar getirerek )
Erkek egemen toplumumuzda tek derdi para kazanmak olan, ailesine tüm sorumluluğu para kazanıp, eve ekmek getirip, onları koruyup kollamak sanan Türk erkeğini Settar Tanrıöğen büyük bir başarıyla oynadı. Duygusuz babanın tüm duygusuzluğu ileride tıpkı kendisi gibi olacak oğluna, gözlerimizin önünde geçiş yaptı.
Film, içinde bulunduğumuz bu durumlar için herhangi bir çözüm sunmuyor. Sadece değişmek için çaba sarfetmezsek bizim de çocuklarımızın da torunlarımızın da yaşayacağı hayat budur dedirtiyor, farkındalığımızı arttırıyor.
Tüm bunları gösterirken de maalesef sıkıyor. Tamam gerçekçilik yeni akımımız ve seviyoruz ama yine de sahne geçişlerinin seyirciyi sıkması konusuna bir çözüm bulmak gerekiyor. Filmin sonu bir türlü gelemedi. Uzadıkça uzadı ve yordu. Hep aynı örneği veriyorum ama doğru düzgün diyologu olmayan George Clooney’in başrol oynadığı The American filmini izleyip örnek almalı.
Son olarak, Gül karakterinin kafamda oturmadığını belirtmek isterim. Doğudan gelmiş gibi değildi, sosyoloji okuyor gibi de değildi. Arada kalmış bir karakterdi. Aile bireylerinde yaşadığımız o “içimizden biri” hissini, Gül karakterinde yaşayamadım.
Koca bir salonda iki izlemiş olduğumuz “Çoğunluk” filmini, çoğunluğun izlemesini dilerim.
“Mertkan?ın hayatı basittir: babasının inşaatlarının getir götür işlerine bakar, arkadaşlarlaalışveriş merkezlerinde sağı solu keser, arabayla turlar. Bu basitliğe bir anlam bulmak için pek de hevesli değildir. Ne zaman ki Gül ile tanışır, boşluğu ve basitliği değerlendirmek için bir fırsat çıkar karşısına. Ancak babası Gül?ün kökenleri konusunda şüphecidir. Hayatta ayrımcılıkla karşılaştığı ilk anda ona teslim olan Mertkan, çoğunluğa uyar, babasının kendisi için çizdiği yolda hayatına bir anlam bulur.”