15 f 2014 | Mimarlık, Sinema
- Yönetmen: Perihan Bayraktar
- Tür: Belgesel
- Yapım: 2013 Türkiye
- Süre: 98 dk
“Türkiye’nin ilk şehir plancısı Aron Angel’in (1916-2010) onurlu yaşamı çerçevesinde, yaptığı planlar, çalışmalar ve İstanbul örneği ile Türkiye’de şehircilik anlatılıyor. erken Cumhuriyet döneminden günümüze kadar şehirlerimiz, özellikle İstanbul nasıl bir değişim geçirdi. Huzurlu bir kent yaratmaya nereden başlamalı?”
Benim için festivallerin en önemli kısmı genelde belgeseller oluyor. Zira diğer filmleri bir şekilde bulup buluşturup izleme şansımız olsa da, belgeseller için sınırlı gösterim tarihlerini kovalamak gerekiyor.
Daha önce varlığından haberdar olmadığım İstanbul Hayali’ni İf’in listesinde görünce hemen biletimi aldım. Daha önce odalarda, üniversitelerde, Mimarlık ve Kent Festivali’nde, Gezi Parkı’nda ve park forumlarında gösterimleri yapılan film, tek bir seansla İf’in İstanbul ayağında yer aldı. Ve gündüz seansı olmasına rağmen dolu bir salonda izleyiciyle buluştu.
Filmi izlerken ufak ufak notlar aldım ve üzerine bir hayli fazla okuma yapmak istiyorum/ihtiyacındayım. Fakat yazıyı hemen yazmak istedim, zira sizin de henüz haberiniz yoksa ve bir şekilde bir yerlerde yeniden gösterimi olursa kaçırmanızı istemem.
İstanbul Hayali, aslında hem Aron Angel’in İstanbul şehircilik planlamasına katkısı çerçevesinde Angel Bey’in hayatını, hem de İstanbul’un cumhuriyetin kuruluşundan itibaren başına gelenleri kısa bir özet olarak sunuyor.
1916 yılında İstanbul’da doğan Aron Angel’in ailesinin İstanbul’a gelişi, ki hayli enteresan bir “dişçi” hikayesi, filmin başlangıcı. Önceleri Yeldeğirmeni’nde, sonraları ise Avrupa yakasında ikamet eden Angel Bey, Galatasaray Lisesi’nden sonra 1934-37 yıllarında Yüksek Mühendis Mektebinde mühendislik, Paris Ecole Speciale d’Architecture’da mimarlık, Institut d’Urbanisme’de şehircilik, Güzel Sanatlar Akademisinde mimarlık yüksek lisansı ve son olarak 1945 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Bizantoloji dalında doktorasını yapar.
Paris’e mimarlık okumaya gittiği yıllarda tanıştığı Henri Prost’un yönlendirmesiyle girdiği şehircilik bölümü eğitimi, Paris’de II.Dünya Savaşı yıllarında zorlu geçer. Okulları bitirip İstanbul’a döndüğü 1942 yılında, Henri Prost da Mustafa Kemal Atatürk’ün özel davetiyle İstanbul’un nazım planlarını yapmak üzere şehirdedir. Prost’un yanına giden Angel Bey kendisinin yardımcısı olarak çalışmaya başlar.
Bu çalışmalar şimdiki Unkapanı Köprüsü’nün devamındaki Atatürk Bulvarı’nın düzenlenmesi, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi ve çevresinin düzenlenmesi, hayata geçirilmeyen Karaköy ve Eminönü meydanlarının düzenlenmesi ve Galata Köprüsü’nün aksının kaydırılması, Bağdat Caddesi ve etrafının düzenlenmesi gibi önemli projeleri içerir.
Belgesel, İstanbul’un bugünkü haline gelişindeki önemli noktaları hem tarihsel bilgiler, hem akademisyenlerin ve Angel Bey’in eleştirel yaklaşımlarıyla anlatıyor. Bir çok konu başlığını daha detaylı araştırma yapmak için filmi izlerken not ettim. Notlarımı aşağıda paylaşacağım.
Filmin sonundaki söyleşide yönetmen Perihan Hanım, bundan sonraki gösterimler için “talep gelen her yerde seve seve filmimizi gösteririz” dedi. Tüm İstanbulluları ilgilendiren konular olsa da, özellikle şehircilik, mimarlık ve inşaat bölümlerinden profesyonellerin, akademisyenlerin ve öğrencilerin izlemesi dileğiyle,
İyi seyirler,
Notlar:
- 1936larda İstanbul nüfusunun yarı yarıya azalması ve yeni şehircilik planlaması ihtiyacı
- “Bakırköy sahil yolunun yaya kullanımında olması ve yolun altından giden araç yolu” şeklindeki Angel Bey’in projesi
- Prost’un İstanbul silüetini koruma çabası! (bugün hala bir silüet varsa, onun sayesinde…)
- Günümüzde yeni bir korumacılık anlayışı olarak tarihi binaların üstüne, cam cepheli katlar çıkmak!
- Erken cumhuriyet dönemi planlarında yeşile saygı.
- Angel Bey’in Levent bölgesi için önerdiği yüksek kullanım yoğunluğu olan bina alternatifi: Bodrumda otopark, girişte çarşı, üstü kreş (çalışan kadınlar için) ve üst katlarda istenilen yemeklerin sipariş de edilebileceği restoranlar. Reddedilen proje, o günün gerçekliğine hizmet etmiyor olsa da, çalışan kadın düşünülerek planlama yapması.
- Angel Bey’in Hilton Oteli’ne itirazı ve istifası. (195oler)
- 1955-56 yıllarında Menderes yönetimi ve imar planları… sürekli açılan yollar ile artan kentleşme.
- Tekeli’nin açıklaması : O dönemlerde para (sermaye) yok, fakat büyüyen bir ülke ve İstanbul’da iş gücü ihtiyacı var, Anadolu’dan göç edenlerin barınma ihtiyacı var = sonuç gecekondular.
- 1961 yılında Odtü’de ülkenin ilk şehircilik bölümünün açılması.
- Dalan dönemi
- Angel Bey’in İstanbul’un bir “zone”laması olmaması üzerine eleştirisi.
- 12 Eylül ve 70ler sonrası
- Şehircilikten kopuk site (özellikle Ataşehir bölgesi gösterildi.) anlayışı ve TOKİ!
- Kentsel dönüşümün mali yükü ve olumsuz sonucu olarak sosyal eşitsizlik.
- Kent merkezlerinin boşalması, yeni kamusal alanların AVMler olması, kendi içine kapanan bir sosyal yapı kuran şehirden kopuk siteler, bu sitelerde bulunan (aslında yaşadışı olduğu söylenen) özel güvenlikler, hem lüks sitelerin hem yoksul mahallelerin gettolaşıp yalnızlaşması ve kendi içine kapanması, aradaki uçurumun artması
- David Harvey’in İstanbul’daki panelinde söylediği iki cümle:
- İstanbul’da her yerde vinçler var!
- Kredilerle yaşıyorsunuz!
Not2: İlgilenenler için H.Tarık Şengül ile İstanbul Hayali üzerine söyleşi. Tıklayın.
18 f 2013 | Yüzey ve Hacim Sanatları
Blogda yayınlamak üzere röportajlar yapma fikri bir hayli zamandan beridir aklımızdaydı. İyi örneklerin başkalarına yol göstereceği inancıyla aklımıza düşen bu fikrin peşine düşmeye uzun zamandır vakit bulamıyorduk. Ve son kararımız, arkadaşım Eser’in (ki kendisi de yarışmamızın jüri üyelerindendir! ) röportajlar yapması yönündeydi. O henüz başlayamadı ama erken kalkar yol alır, ben bir röportaj yaptım bile …
Blogda yayınladığım her şeyle ilgili mail alıyorum. Mailler özellikle sanatla ilgilenmeye çalışan ortaokul/lise öğrencilerden geliyor. “Şu yazınızdaki sanatçının eserlerini nerede görebiliriz?” “Kaynak önerebilir misiniz?” “Sanatçıya nasıl ulaşabiliriz?”…
Ben bu tip sorulara elimden geldiğince cevap yazıp yardımcı olmaya çalışıyorum fakat yaptığım ve yapacağımız röportajlardaki profeyonel isimlerin anlatacaklarının, merak edenlere çok daha iyi cevap verebileceğini ve hatta yol gösterebileceğini düşünüyorum.
Bütün bunlarla beraber sitemin başlık bölümünde yer verdiğim illüstrasyonlar da büyük ilgi görüyor. Önceleri yabancı illüstratörlerin işlerini daha çok kullanıyordum fakat zamanla ülkemizde de inanılmaz işler yapan illüstratörler olduğunu keşfettim.
Tüm bunları birleştirdim ve ilk röportajı genç yaşında büyük işler yapmış, sanatın bir çok dalıyla ilgilenen yetenekli İllüstratör Kaan Bağcı ile yaptım. Önce müzikle, şimdilerde ise illüstrasyon ve grafik çalışmalarıyla kariyerine devam eden ve sadece Türkiye?de değil, yurtdışında da ilgi çeken çalışmalara imza atan Kaan?a vakit ayırdığı ve sorularımı içtenlikle yanıtladığı için teşekkür ediyorum. Buyurun röportaja:
Editör Notu (01/04/13) : Röportajı gerçekleştirdiğimizde kesinleşmemişti ama Londra’daki sergi detayları belli olmuş. 10-21 Nisan’da The Brick Lane Gallery’de bir karma sergide Kaan Bağcı’nın eserlerini görebilirsiniz. Orada olacakların sergiyi mutlaka gezmesini tavsiye ederim. (detaylı bilgi için tıklayın)
Hikayene en başından başlamak istiyorum. Doğum 1986 Manisa. Sonra?
– 7-8 yıl oradaydım sonrası hep İzmir.
İlkokula da İzmir de başladın/devam ettin. O dönemlerde sanat dallarıyla aran nasıldı? Çocukken de ilgili miydin?
– Şöyle ki; ilkokulda çat pat bir şeyler çiziyordum. Hoşlandığım bir kız vardı ona kendimi beğendirmek için aynı kareyi çizip çizip konuşma baloncuğunu değiştiriyordum. (İşe yaramadı!)
🙂 Ortaokul ve lise yılları yine İzmir’de. O dönem çizimlerle daha çok haşır neşir olmaya başladığın zamanlar…
– Evet. Ortaokulda ve lisede artık daha fazla zaman harcıyordum bu melese üzerine…
Bir eğitim alıyor muydun o dönem?
– Babam sayesinde teknik konuları yaşıtlarıma göre daha iyi biliyordum. Ne müzikte ne görsel işlerle ilgili bir eğitimim yok. Bol bol izledim, çalıştım v.s. Klasik hikaye işte?
Number Three
Babam sayesinde dedin. Nedir babanın mesleği?
– Babamın mesleği biraz karışık. 🙂 Fakat ağırlıklı endüstriyel tasarım yapıyor diyelim. Aynı zamanda çok uzun zamandır karikatür çiziyor. Kardeşim Yaşar Üniversitesinde Grafik Tasarım Bölümü’nde okuyor. Kedimiz şimdilik bir şey yapmıyor bu işlerle ilgili. 🙂
🙂 Peki müzikle ilgili çalışmaların neler oldu? Profesyonel olarak yaptın mı müzisyenlik?
– Lise yıllarında hala çok yakın olan arkadaşlarımdan birinin sayesinde müziğe başladım. Bu arkadaşım aynı zamanda tiyatro oyuncusuydu. Ben de arkadaşımın desteğiyle tiyatrolarda müzik yapmaya başladım. Daha doğrusu orada öğrendim diyelim.
Sonra 3-4 yıl Klasik Türk Müziği Konservatuvarı’na dışarıdan enstrümanist olarak katıldım. Korolarda konserlerde çaldım. Hastalık derecesindedir Klasik Türk Müziği sevgim. Konservatuarda tanıştığım Halil İbrahim Yüksel Hocam sayesinde bir süre hem öğrendim hem çaldım.
Midnight
Sonrasında müzik ile ilişkim uzun bir süre devam etti. 7/24 çalışıyordum öğrenmek için. Tabii enstrümanların fiyatları ortada, sadece severek olmayacaktı, enstruman satın almam gerekiyordu. Bu yüzden ufak tefek grafik işleri yapmaya başladım. Zaten bir süredir uğraşıyordum da bunu hiç meslek olarak düşünmemiştim. Sonra bir baktım ben grafik işlerinden dolayı o kadar yoğunum ki enstrümanların üstü toz tutuyor. Bir kenara kaldırmışım. Yavaş yavaş müzikten grafiğe doğru bir geçiş dönemi oldu..
Bir gün profesyonel olarak müzisyenlik yapabilirim diyor musun?
– Keşke…
🙂 Peki liseden sonra müzik ve illüstrasyonla ilgili eğitim almama nedenin neydi? Keşke alsaymışım diyor musun?
– Liseden sonra ne konservatuvara ne de grafik tasarıma cesaret edemedim. Girmeyi de denemedim. Kendim de yapmayı başarabilirim düşüncesiydi sanırım.Yaşadıklarım çoğunlukla rastlantı ve bu beni rahatsız etmiyor, halimden memnunum. O yüzden keşke demedim hiç okul konusunda. Ama tabi bunu “okul gereksizdir” olarak algılamamak lazım. Benim tercihim bu yönde oldu.
Midnight II
Bir de oyunculuk yaptığını okudum…
– Tiyatroda oyunculuk yapmadım ama genelde sahnede canlı çaldığım için “oyuncusun” yada “sen de oynuyorsun” lafı dönerdi. Belki o anlamda bir oyunculuk yapmış olabilirim bilmeden. Hiçte sevmem oyuncluk işlerini. Hocalarım bunu iyi bilirler 🙂 (Umarım kızmazlar bana)
Fotoğrafla da ilgileniyorsun sanırım…
– Evet ama o sadece bir merak, hobi olarak devam ediyor.
Kolajlarında kullandığın görselleri sen mi çekiyorsun yoksa internetten, dergilerden kullanıyorsun?
– Benim çektiklerim de vardı ama genelde etraftan kullanım izni olabilecek görselleri alıyorum.
İllüstrasyonla ilgili sorularıma geçmeden, 2011 yılında İstanbul’a taşındığınla ilgili bir bilgi vardı…
– Evet. Orada bir şirkette digital art director olarak çalıştım. Şu an İzmir’deyim.
-
-
Nanostructure – First Point
-
-
Nanostructure – Four Points
-
-
Nanostructure – Six Points
-
-
Nanostructure -Nanostructure
-
-
Nanostructure – Death Point
Peki çizimlerine gelelim. Daha önce de söylemiştim ama tekrar edeyim: çalışmalarını çok beğeniyorum. Dergiler için yaptıkların da çok başarılı ama “Nanostructure” adını verdiğin hayvan serisi oldukça dikkat çekici. Bu seriyi biraz anlatabilir misin? Devam edecek mi?
– Aslında devam ediyor hala. Genel olarak şuna dayanıyor: Hayvanların portreleri ile bizleri oluşturan yapı taşlarının şekillerini, yapılarını simgeleyen-kopyalayan desenlerle birlikte kullanmak üzerine bir kompozisyon serisi. Burada kullandığım şeyler nanostructure adı altında trigonal meshler, kristal yapılar, haritalar, çizgi ve daireler.
Trigonal Meshes – Black Cyrstal
Aynı zamanda “Trigonal Meshes” adlı bir seri de devam ediyor sanırım.
– Evet. Aynı serinin ikinci ayağı onlar.
Hangi teknikleri kullanıyorsun bu serilerde?
– Organik ögeleri elle tablette çiziyorum. Kristaller için farklı bir program kullanıyorum ya da kendim önce eskiz yapıp üzerinden devam ediyorum.
Bu serileri ilerde bir sergide görebilir miyiz acaba?
– Evet. Şu an kesin olmamakla birlikte Eskişehir, İstanbul ve Londra’da görebilirsiniz. Yakında detayları belli olur.
Karma sergilerde mi yer alacak yoksa ayrı bir sergi mi?
– Evet karma sergilerde yer alacak. Daha kişisel sergi için çok zaman var.
Trigonal Meshes – Trigonal Cyrstal
Biraz da çalışma ortamından bahseder misin?
– İstanbul’dayken kocaman bir odam vardı. Orada çalışıyordum. İzmir’deki alanım küçük biraz. Bir de devamlı bir şeyleri alıp kaçıran bir kedim var. 🙂
Ama sevdiğim şeyi yaptığım için çizebileceğim bir masa olduğu sürece neresi olduğu pek mühim değil.
Çapasunta
Güzel cevap 🙂 Peki kullandığın tablet..vb. cihazlarla ilgili bilgi verebilir misin? Meraklıları için?
– Wacom Intuos 4 Large Tablet kullanıyorum. Bunun dışındakiler standart şeyler: kağıt, kalem, scanner v.s.
Bir dönem heykel çalışmaların da olmuş. Devam edecek mi? Yeni çalışmalar olacak mı?
-Evet. Her ne kadar alanım olmasa da aklımda bazı şeyler var. Onları deneyeceğim müsait bir zamanda.
İlgi duyduğun tüm bu sanat dallarının, müzik, çizim, heykel, fotoğraf? v.s birbirini beslediğini düşünüyor musun?
– Gün içinde çok fazla nesne ya da varlıkla etkileşim – iletişim içindeyiz ve bu bir şekilde bizleri etkiliyor diye düşünüyorum. Sanat dallarının arasında bir etkileşim ya da beslenme durumu yaratmaması söz konusu bile değil bence.
Seninle ilgili araştırma yaparken yurtdışında bir çok blogda ve sitede senden bahsedildiğini gördüm fakat Türkiye’de daha az yer almışsın. Bunu neye bağlıyorsun?
– Bu konu garip biraz evet 🙂 Aslında pek bir fikrim yok, o insanlara sormak lazım. Mutlaka bir sebebi vardır diye düşünüyorum.
[vimeo http://vimeo.com/57547725]
Bir çok çalışmayı aynı anda devam ettiriyorsun. Bu aralar neler üzerinde çalışıyorsun?
– Bu aralar son dönem yaptığım kristal & hayvan portrelerine devam ediyorum vakit buldukça. Bunun dışında bir kaç dergiye illustrasyonlar yapıyorum.
Peki işinin en iyi ve en kötü yanları ne sence?
– Benim için iyi yanı: bir şeyler yaptıkça,yarattıkça kendimi iyi hissediyorum. Kötü yanı ise, kolumdan ciddi bir ameliyat olmama sebep oldu bu çizme sevdası tabi bunda bilgisayarında rolü büyük. Genel olarakta az uyku çok kahve v.s.
Geçmiş olsun. Peki mesleğinde hayal ettiğin yerde misin? İlerisi için planların neler?
– Teşekkürler. Hayal ettiğim bir yer yok ama öncelikli planım mesaiden kurtulup daha rahat çalışabileceğim bir alan yaratmak diyebilirim. Plan yapma – uygulama konusunda pek başarılı değilim 🙂
Trigonal Meshes – Breath
Türkiye?de illüstratör olarak çalışıyor olmanın zorluğu var mı? Bu mesleğe yeterince değer verildiğini düşünüyor musun?
– Bu soruyu cevaplamak için bu alanda çok yeniyim, benim haddime değil diye düşünüyorum ama etrafta gördüğüm kadarıyla saygı görüyor ve seviliyor tabi bazı istisnalar dışında.
Türkiye’de ve/ya dünyada beğendiğin illüstratörler, müzisyenler kimler?
– İllüstratörler; Jeremy Fish, Kim Jung Gi, Mattias Adolfsson, Mark Powell, Dima, Rebus, Diego Fernandez, Josh Keyes…
Müzisyenler; Anouar Brahem, Dhafer Youssef, Talvin Singh, Ustad Nusrat Fateh Ali Khan, Zakir Hussain, Pandit Hari Prasad Chaurasia diye devam ediyor.
Benim sorularım bitti 🙂 Tekrar teşekkür ediyorum. Senin eklemek istediğin bir şey var mı?
– Benim de söyleyeceklerim bitti galiba. 🙂 Ben teşekkür ederim.
13 f 2012 | Anasayfa, Mimarlık, Sergi
- İstanbul Tasarım Bienali
- İstanbul Modern Sanatlar Müzesi
- 13 Ekim – 12 Aralık 2012
“Küratörlüğünü Emre Arolat’ın üstlendiği Musibet, 95 tasarımcı ve mimarın, bugünün İstanbul’unu mimari tasarım ve kentsel dönüşüm çalışmaları açışından irdeleyen ve sorgulayan 30’un üzerinde projesini bir araya getirecek. Seçilen çalışmalar ve bunların sergi alanındaki konumlandırılmasını göz önünde bulundurarak küratör tarafından bir “yerleştirme” olarak tanımlan “Musibet”, sorunlara çözüm üretmek yerine yeni soruların sorulması için bir platform yaratmayı amaçlıyor.
İstanbul Modern’de, EAA-Emre Arolat Architects tarafından özel olarak tasarlanan 1.400 metrekarelik bir mekâna yayılan sergide, maket, video, fotoğraf ve interaktif oyun gibi farklı çalışmalarla musibetin çeşitli yansımaları gösterilirken, “tasarımın gündelik hayattan uzak, değdiği her şeyi meşrulaştıran bir gücü olmadığı” fikrinin altı çizilecek.
“Dönüşüm” başlığı altında, İstanbul’da son dönemde bir tür musibet olarak gündemde olan kentsel dönüşüm yasası ve bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte bir mutenalaştırma -gentrification- çabası olarak ortaya konan kentsel dönüşüm projeleri sorgulanacak. Bu süreçlerin aktörlerinden biri olan TOKİ’nin gerçekleştirdiği büyük toplu konut projeleri ile son dönemde inşa edilen adalet sarayları, okullar ve bazı yönetim binaları kanalıyla devreye giren bir tür kimlik dayatması, üst üste çakıştırılarak irdelenecek.
“Anti-Bağlam” başlığında ise yenidünyanın evrensel kabulleri, yeni teknolojilerdeki değişimler, mimari ve moda tasarımı pratikleri arasındaki paralellik tartışılacak.”
Emre Arolat küratörlüğündeki sergiyi İstanbul Tasarım Bienali Açılış partisi sonrasında, saat akşamın 10unda gezdim. Gezmek yaklaşık 1 saat sürdü ama bir kere daha gidip sindire sindire tekrar gezmem gerekli. Zira o akşam hayli kalabalık davetliler nedeniyle, serginin bir çok odasına yarım yamalak girebildim.
Bienalin iki ana sergisinden biri olan Musibet, adına uygun olacak bir biçimde ufak ufak sıkıcı bir mekanda sergilenen ve kentsel dönüşümü odağına alan bir çalışmalar bütününü barındırıyor. Bu çalışmalar, sergiyi izlemeye gelenlerin kafasında soru işaretleri oluşturmaya yönelik.
İkinci sefer gezdiğimde daha uzun bir yazı yazarım belki ama şimdilik en çok dikkatimi çeken çalışmalar olan; parçalardan oluşan ve tek bir noktadan bakıldığında İstanbul silüetini oluşturan 2.resimdeki çalışma, İstanbul haritası üzerinde cami,alışveriş merkezi ve cumhuriyet anıtlarını işaretleyerek gözler önüne süren çalışma, interaktif bir oyun olan ve üzerinde yeşil, TOKİ, star mimar gibi butonlara sahip bir zemin ve karşısında bir ekran içeren kent yaratma oyunu, alternatif İstanbul tarihi çalışmalarını öncelikli olmak üzere bu sergiyi mutlaka gezmenizi tavsiye ederim.