Harry Potter ve Ölüm Yadigarları Bölüm 1 – Harry Potter and the Deathly Hallows: Part I

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları Bölüm 1 – Harry Potter and the Deathly Hallows: Part I

  • Tür: Aksiyon, Macera, Gizem, Gençlik, Fantastik /
  • Yönetmen: David Yates  /
  • Yapım: 2010, ABD, İngiltere /
  • Süre: 2 saat 26 dk /
  • Oyuncular: Emma Watson, Helena Bonham Carter, Daniel Radcliffe,  Rupert Grint, Alan Rickman,  Ralph Fiennes , Bonnie Wright, Evanna Lynch, Tom Felton,  Michael Gambon /

Bölüm 1, Harry, Ron ve Hermione?nin Voldemort?un ölümsüzlük sırrını barındıran Hortkuluklar?ın izini sürmek ve yok etmek görevini üstlenerek yola çıkmaları ile başlıyor. Profesörlerinin yönlendirmeleri ve Profesör Dumbledore?un koruması olmaksızın, tek başlarına yola çıkan üç arkadaş şimdi herzamankinden daha fazla birbirlerine güvenmek zorundadır. Ancak, onları tehdit ederek ayrı düşmelerini sağlamak isteyen Karanlık Güçler de aralarındadır.

Bu arada, büyücülük dünyası Karanlık Lord?un tüm düşmanları için tehlikeli bir yer haline gelmiştir. Uzun zamandır korkulan savaş başlamış ve Voldemort?un Ölüm Yiyicileri Büyü Bakanlığı?nın kotrolünü zorla ele geçirerek terör estirmekte ve kendilerine karşı olabilecek herkesi tutuklamaktadırlar. Ama, Voldemort için en değerli olan ganimeti; Harry Potter?ı hala bulamamışlardır. Seçilmiş kişi artık aranan kişidir ve Ölüm Yiyiciler Voldemort?a ?canlı? olarak teslim etmek üzere onu aramaktadırlar.

Harry?nin tek umudu Voldemort onu bulmadan önce Hortkuluklar?ı bulmaktır. Ama, ip uçlarını araştırdıkça neredeyse unutulmuş olan eski bir efsaneyi ortaya çıkartır ? Ölüm Yadigarları?nın efsanesi. Eğer bu efsane gerçekleşirse, Voldemort aradığı üstün güce erişebilecektir.

Aslında Harry?nin geleceği, geçmişte yaşadığı ve tüm geleceğini etkileyen ?sağ kalan çocuk? olduğu kader gününde belirlenmiştir. O, artık sadece bir çocuk değildir, Harry Potter, Hogwarts?a ilk adımını attığı günden beri hazırlanmakta olduğu Voldemort?la nihai mücadelesine giderek daha da yaklaşmaktadır.

Sondan ikinci film, bana göre serinin en iyisiydi. 18 adet Oscar kazanıp , onlarca ödüle aday gösterilen film Voldemort ve Harry arasında resmen başlayan savaşın 1.bölümünü anlatıyor. Ne yazsam spoiler olacağından seriyi bu zamana kadar takip etmişler için müthiş bir görsel şölen vaad eden filmi izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

 

Harry Potter ve Melez Prens – Harry Potter and the Half Blood Prince

Harry Potter ve Melez Prens – Harry Potter and the Half Blood Prince

  • Tür: Aksiyon, Macera, Gizem, Gençlik, Fantastik /
  • Yönetmen: David Yates  /
  • Yapım: 2009, ABD, İngiltere /
  • Süre: 2 saat 33 dk /
  • Oyuncular: Emma Watson, Helena Bonham Carter, Daniel Radcliffe,  Rupert Grint, Alan Rickman,  Ralph Fiennes , Bonnie Wright, Evanna Lynch, Tom Felton,  Michael Gambon /

Voldemort hem Muggle hem de büyücüler dünyasındaki kıskacını daraltmaktadır ve Hogwarts artık bir zamanlar olduğu güvenli liman değildir. Harry tehlikenin kalenin içinde bile olabileceğinden şüphelenirken, Dumbledore da Harry?yi hızla yaklaşmakta olduğunu bildiği nihai savaşa hazırlamaya her zamankinden kararlıdır. Birlikte, Voldemort?un savunma hattını kırmanın yollarını ararlar. Bu amaçla, Dumbledore eski bir dostu ve meslektaşı olan, çok önemli bilgilere sahip olduğunu düşündüğü Profesör Horace Slughorn?u görevlendirir. Profesör iyi bağlantıları olan, iyi yaşamayı seven, saf bir insandır.

Bu arada, öğrenciler bambaşka bir rakibin kuşatması altındadırlar: Gençlik hormonları zirveye tırmanmaktadır. Harry, Ginny?ye gitgide daha çok aşık olmaktadır; ama Dean Thomas?ın da durumu aynıdır. Lavender Brown ise kendisi için doğru kişinin Ron olduğuna karar verir. Hesaba katmadığı şey ise Romilda Vane?in çikolatalarıdır! Diğer yandan Hermione da kıskançlıktan çatlamaktadır ama duygularını göstermemeye kararlıdır. Romantizm dallanıp budaklanırken, bir öğrenci tüm bunların dışında kalır. O, karanlık bir şekilde de olsa ismini hafızalara kazımayı kafasına koymuştur. Havada aşk kokusu vardır ama trajedi kapıdadır ve Hogwarts bir daha asla aynı olamayabilir.

Bir önceki filmde Karanlık Güçler ile başlayan savaş, bu film ile birlikte Hogwartsın içine bile sızar. İşte bu durum olayları iyice karmaşık ve gizemli hale getirir. Serinin en çok sır öğrendiğimiz filminde, son iki filme hazırlık olarak seyirciye ciddi bir altyapı yüklemesi yapılıyor. Diğer yandan bu filmden önceki 3 filmde, müthiş fantastik filmler izlerken, bu bölümde kahramanların başına gelen onlarca olaya rağmen gençlik ateşi ortaya çıkıyor. Yer yer bir gençlik filmine dönüşsede hikayenin kırılma noktası olan ve birçok Harry fanatiğinin en sevdiği film olan Melez Prensi izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

 

 

Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı – Harry Potter and the Order of the Phoenix

Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı – Harry Potter and the Order of the Phoenix

  • Tür: Aksiyon, Macera, Gizem, Gençlik, Fantastik /
  • Yönetmen: David Yates  /
  • Yapım: 2007, ABD, İngiltere /
  • Süre: 2 saat 18 dk /
  • Oyuncular: Emma Watson, Helena Bonham Carter, Daniel Radcliffe,  Rupert Grint, Gary Oldman, Alan Rickman,  Ralph Fiennes , Bonnie Wright, Evanna Lynch, Tom Felton,  Michael Gambon /

?Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı?nda, beşinci öğretim yılı için Hogwarts?a dönen Harry, büyücü camiasının büyük çoğunluğunun onun kötü Lord Voldemort?la karşılaştığını inkar ederek, Lord Voldemort?un döndüğü haberine kulak tıkamayı tercih ettiklerini görür. Hogwarts?ın saygın müdürü Albus Dumbledore?un kendisinin konumunu zayıflatarak yerine geçmek için Voldemort?un döndüğü yalanını söylediğini düşünen Sihir Bakanı Cornelius Fudge, Dumbledore ve Hogwarts öğrencilerinin hareketlerinden haberdar olabilmek için okula yeni bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni atar. Ama Profesör Dolores Umbridge?in Bakanlıktan onaylı savunma büyüsü dersi onları ve tüm büyücü camiasını kendilerini tehdit eden karanlık güçlere karşı ne yazık ki savunmasız bırakır; bu yüzden, arkadaşları Hermione ve Ron?un teşviki üzerine, Harry konuya el atar. Kendilerine ?Dumbledore?un Ordusu? adını veren küçük grupla buluşan Harry, onlara Karanlık Güçlere karşı nasıl savunacaklarını öğreterek, bu genç ve cesur büyücüleri kendilerini bekleyen olağanüstü savaşa hazırlar.”

David Yates’in yönettiği 2. Harry Potter filmi olan Zümrüdüanka Yoldaşlığı Harry Potter ve karanlık güçler arasında 4 film boyunca sürecek sıcak savaşın iyiyden iyiye ortaya çıktığı film. Görsel yönü diğer filmlere göre oldukça kuvvetli olan film, önceki filmleri kaçıranlar için iyi bir başlangıç olabilir.

İyi seyirler,

Harry Potter ve Ateş Kadehi – Harry Potter and the Goblet of Fire

Harry Potter ve Ateş Kadehi – Harry Potter and the Goblet of Fire

  • Tür: Aksiyon, Macera, Gizem, Gençlik, Fantastik /
  • Yönetmen: David Yates , Mike Newell /
  • Yapım: 2004, ABD, İngiltere /
  • Süre: 2 saat 10 dk /
  • Oyuncular: Emma Watson,  Daniel Radcliffe,  Rupert Grint, Gary Oldman, Alan Rickman,  Ralph Fiennes , Bonnie Wright,  Tom Felton,  Michael Gambon /

“Harry anlaşılmaz bir şekilde, prestijli Üçbüyücü Turnuvası?na katılmak üzere seçilmesinden mutlu olmalıdır. Ama bu heyecan verici uluslararası yarışma, Harry?yi Hogwarts?ın yanı sıra, Avrupa?daki iki rakip büyücülük okulunun da daha büyük ve deneyimli öğrencileriyle karşı karşıya getirecektir.”

Harry Potter serisine inanılmaz bir soluk getiren ve serinin bu film ile beraber kalan tüm filmlerinde imzası olan David Yates, yönetmenlik koltuğuna oturuyor. En iyi ses tasarımında Bafta ödülü kazanan film, Altın Küre ve Oscar’a aday oluyor. Bu filmin hikayesi itibariyle diğer filmlere nazaran oldukça ağır olduğu aşikar. Zira Hogwarts Büyücülük okulunda ölümüne bir yarış oynanmakta ve bu yarış ile beraber yine sırlar ortaya çıkmakta.

Serinin çocuk filmi ile uzaktan yakından alakasının kalmadığını anlatan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.

 

Harry Potter ve Azkaban Tutsağı – Harry Potter and The Prisoner of Azkaban

Harry Potter ve Azkaban Tutsağı – Harry Potter and The Prisoner of Azkaban

  • Tür: Aksiyon, Macera, Gizem, Gençlik, Fantastik /
  • Yönetmen: Alfonso Cuaron /
  • Yapım: 2004, ABD, İngiltere /
  • Süre: 2 saat 25 dk /
  • Oyuncular: Emma Watson,  Daniel Radcliffe,  Rupert Grint, Gary Oldman, Alan Rickman,  Bonnie Wright,  Tom Felton,  John Hurt, Matthew Lewis /

“Harry Potter hiç istemeden bir yazı daha, iç sıkıcı akrabaları Dursley?lerle geçirmekte, ?uslu uslu oturmakta? ve büyüden uzak durmaktadır, yani, Vernon Enişte?nin zorba kız kardeşi Marge Hala gelene kadar?. Marge Hala her zaman, özellikle Harry?ye çok kötü davranmıştır ve bu kez Harry?yi o kadar zorlar ki Harry ?kazara? onun dev bir balon gibi şişip havaya uçmasına neden olur. Büyü-dışı dünyada büyü yapması yasaklanan Harry, bu olaydan sonra gecenin karanlığına karışır.”

Serinin Oscar’da 2 dalda aday gösterilen üçüncü filmi, yönetmen değişikliğiyle birlikte ilk 2 filmdeki çocuksu havasından çıkıp büyünün karanlık dünyasına yavaş yavaş giriş yapıyor. Harry’nin geçmişiyle ilgili birçok yeni bilgi edindiğimiz film, oldukça gerilimli ve merak dolu geçiyor. Serinin kaçırılmaması gereken filmlerinden.

 

Harry Potter ve Sırlar Odası – Harry Potter and the Chamber of Secrets

Harry Potter ve Sırlar Odası – Harry Potter and the Chamber of Secrets

  • Tür: Aksiyon, Macera, Gizem, Gençlik, Fantastik /
  • Yönetmen: Chris Columbus /
  • Yapım: 2002, ABD, İngiltere, Almanya /
  • Süre: 2 saat 41 dk /
  • Oyuncular: Emma Watson,  Daniel Radcliffe,  Rupert Grint,  Alan Rickman,  Bonnie Wright,  Tom Felton,  John Hurt, Matthew Lewis /

“Hogwarts Cadılık ve Büyücülük okulundaki ikinci yılına başlarken Harry Potter ,ev cini Dobby tarafından okula dönmesinin kendisi için tehlikeli olacağı konusunda uyarılır. Bunun yanında Profesör Snape ondan halen hoşlanmamaktadır, Draco Malfoy da ondan hala nefret eder. Bu ortamda Harry en iyi arkadaşları Ron ve Hermione ile birlikte yeni bir okul yılına başlar. Ünlü yazar Gilderoy Lockhart ) da bu yıl Hogwarts’a katılmıştır. Ancak Hogwarts öğrencileri garip bir şekilde taşa dönüşmektedirler. Bunu kimin yaptığıysa gizemini korumaktadır.”

Harry Potter serisini tanıtan birinci filmden sonra aksiyon ve maceralarla dolu yeni bir okul yılına gidiyoruz bu filmde. Harry Potter serisinin “çocuklar için” olan filmlerinden biri olan bu film, tipik bir maceradan ileriye gidemiyor. Ana hikayeyi pekiştiren  bir ara film olmasının yanında bu filminde ufak ufak yeni sırlar öğrenip, Hogwarts Cadılık okulunun büyülü dünyasında yolculuk yapıyoruz.

Tüm seriyi izlemeyi planlayanların atlamaması gereken filmlerden biri.

Harry Potter ve Felsefe Taşı – Harry Potter and the Sorcerer’s Stone

Harry Potter ve Felsefe Taşı – Harry Potter and the Sorcerer’s Stone

  • Tür: Aksiyon, Macera, Gizem, Gençlik, Fantastik
  • Yönetmen: Chris Columbus /
  • Yapım: 2001, ABD, İngiltere /
  • Süre: 2 saat 32 dk /
  • Oyuncular: Emma Watson,  Daniel Radcliffe,  Rupert Grint,  Alan Rickman,  Bonnie Wright,  Tom Felton,  John Hurt, Matthew Lewis /

Harry Potter, muggle (büyücü yada cadı olmayan insanlar) amcası ve halasıyla sıradan ve zorluklarla dolu bir hayatı yaşarken, yılanlarla konuşabildiğinin, kızgınlık öfkesi sırasında eşyaları hareket ettirebildiğinin farkına varacaktır. Hogwarts Büyücülük ve Cadılık Okulu’ndan kabul edildiğini belirten mektup ise hayatının sıradanlığını değiştirecektir. Artık o bir büyücü adayıdır.”

J. K. Rowling’in müthiş yankı uyandıran serisi Harry Potter’ın ilk filmi Felsefe Taşı bizi hikayeyle tanıştıran film. Serinin ilk 3 filmini kitapla beraber takip ettim. Fakat kalanların sadece filmini izledim.

Harry’yi, basit geçmişini (sonraki bölümlerde bu geçmiş gelişiyor.) , büyücülüğü, okulu ve hocaları tanıma ve 8 film boyunca sürecek savaşın nedenini öğrenmeye başlıyoruz. Kitabı okurken hayal ettiğim dünyanın milyon katı bir dünyayı bulduğum film, diğer filmlerin çoğunda olduğu gibi sonuna kadar sıkmadan izlettiriyor.

Tüm seri içerisinde en “çocuk filmi modunda” olan bu film, özellikle havada yapılan maçların heyecanı için bile izlenebilir. 5 Bafta, 3 Oscar ödülü adayı olan filmi izlemenizi tavsiye ederim.

Kara Şövalye – The Dark Knight

Kara Şövalye – The Dark Knight

  • Tür: Aksiyon, Gerilim, Gizem, Komedi, Polisiye, Suç /
  • Yapım: 2008, ABD, İngiltere /
  • Süre: 2 saat 32 dk
  • Yönetmen: Christopher Nolan
  • Oyuncular: Christian Bale, Heath Ledger, Aaron Eckhart,

Batman Başlıyor ile Batman serisine yeni bir soluk getiren ve son iki filmle yakalanan ciddiyetsiz havayı değiştirip farklı bir kahraman filmine imza atan Christopher Nolan devam filmi Kara Şövalye?nin de yönetmen koltuğunda.

Batman, Teğmen Gordon ve Savcı Harvey Dent işbirliği sayesinde Gotham sokakları suç örgütlerinden yavaş yavaş temizlenmeye başlamıştır.

Bu başarılı ortaklığın meyve vermeye başladığı sıralarda ortaya çıkan yeni suç dehası Joker?in dehşet saçmaya başlamasıyla Gotham, karmaşanın hakim olduğu eski günlerine dönme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Tekrardan şehri Joker?in yarattığı suç ve dehşet ortamından arındırmak zorunda kalan Batman, varlığının suçluların azalmasına yardımcı mı olduğu, yoksa var olduğu için mi yeni suçluların ortaya çıktığı konusunda kendisini sorgulamaya başlayacaktır.

Christian Bale?in tekrardan Batman/Bruce Wayne olarak kamera karşısına geçtiği filmde efsanevi Joker rolü Jack Nicholson?dan Ocak ayında hayatını kaybeden Heath Ledger?a devredildi.

En iyi ses tasarımı (Richard King) ve en iyi yardımcı oyuncu (Heath Ledger) ödülleri dahil bir çok ödüle sahip filmi yeni izleyebildim. Açılıştaki soygundan finaldeki kovalama sahnesine kadar soluksuz izlenen film, sadece ana karakter odaklı değil yan karakterlerin hikayesine de yer vererek müthiş bir “detaylı bütün”  oluşturuyor.

Renkler kıyafetler mekanlar tam bir Batman atmosferi yaratıyor, Heath Ledger müthiş bir kötü adam oluyor. Kötülüğe hayran bıraktırıyor. Hans Zimmer her zamanki gibi, 320982.kere müthiş müzikler çıkarıyor, Gary Oldman ve Christian Bale alkışı hakediyor. Christopher Nolan yakaladığı detaylarla büyülüyor, Batman’in otomobili harikalar yaratıyor.. Oluyor da oluyor işte..

Bu filmi izleyin. Sonra 2012deki devamı için gün sayın.

İyi seyirler.

 

Felekten Bir Gece 2 – The Hangover Part 2

Felekten Bir Gece 2 – The Hangover Part 2

  • Yapım: 2011 ~ ABD /
  • Tür: Gizem,  Komedi,  Macera /
  • Süre: 1 saat 42 dk /
  • Yönetmen: Todd Phillips /
  • Oyuncular: Bradley Cooper,  Justin Bartha,  Zach Galifianakis, Paul Giamatti,  Jamie Chung,  Ed Helms,  Ken Jeong, Mike Tyson,  Todd Phillips /
“Phil (Bradley Cooper), Stu (Ed Helms), Alan (Zach Galifianakis) ve Doug (Justin Bartha), Stu?nun düğünü için Bangkok’a giderler. Las Vegas?taki unutulmaz bekarlığa veda partisinden sonra Stu işini şansa bırakmayıp sakin bir düğün öncesi kahvaltısı yapmayı tercih eder. Ancak her zaman herşey planlandığı gibi gitmeyebilir… Vegas?ta olan Vegas?ta kalabilir ama Bangkok?ta olanlar hayal bile edilemez.

Todd Phillips?in yönettiği, 2009?un çok sevilen ve ?R Kategorisinde? (17 yaş ve üstü izleyici) tüm zamanların en çok hasılat yapan komedisi olan ?Felekten Bir Gece?, aynı zamanda En iyi film dalında-Komedi ya da Müzikal, Altın Küre kazanmıştı. İşte bu filmin devamı ?The Hangover II: Felekten Bir Gece Daha? yine Todd Phillips?in yönetimiyle geliyor.”

Felekten Bir Gece 2, ilk filmin tamamıyla kopyası. Son zamanların en çok seyirci çeken “Hangover” çetesi birinci filmle hemen hemen aynı kadro, senaryo ve hatta kurguyla karşımızda. Cinsel içerik bakımından ilk filme oranla hayli +18 olan film, gülmeye şartlayarak gelen seyirciyi boş göndermese de yeni şeyler sunamıyor.
Velhasıl keyifli vakit geçirmek özellikle ilk filmi izlemeyenlere tavsiye ederim. Bir de yakışıklı Bradley’i izlemek isteyenlere…
İyi seyirler,
Pina

Pina

Pina 3D

  • Tür: Müzikal, Belgesel
  • Yapım: 2011, Almanya, Fransa, İngiltere
  • Yönetmen: Wim Wenders
  • Süre: 106 dk
  • Oyuncular: Ales Cucek,  Andrey Berezin,  Bénédicte Billet, Clementine Deluy,  Cristiana Morganti,  Damiano Ottavio Bigi,  Daphnis Kokkinos,  Ditta Jasjfi….

“Pina, Pina Bausch için çekilmiş bir film. Tanztheater Wuppertal Pina Bausch topluluğuyla üç boyutlu olarak çekilmiş bu uzun metraj dans filmi, 2009 yazında ölen büyük Alman koreografın nefes kesen eşsiz sanatını betimliyor. İzleyiciyi bedensel ve görsel olarak büyüleyici bir keşif yolculuğuna ve efsanevi topluluğun sahnedeki yeni boyutuna davet eden Pina, ayrıca dansçıları sahnenin dışında, otuz beş yıldan uzun süre Pina Bausch?un yaratıcılığının yuvası ve merkezi olan Wuppertal şehrinde ve onu kuşatan endüstriyel peyzajda takip ediyor.”

2011 Film Festivali’nin gözde filmlerinden Pina, biletlerin satışa çıktığı gün meşhur kuyrukta beklerken herkesin dilindeydi. Ve satıştan 1 saat sonra gişeden kuyrukta bekleyenlere kötü haber verildi: Pina’nın tüm gösterimlerine biletler tükenmiştir. Yıkılan kalabalıktan biri olarak, filmi ancak vizyona girdiğinde seyrebildim.

Modern dans konusunda çok bilgili değilim fakat izlemeye bayılırım. Win Wenders’in ünlü kareograf Pina Baush anısına yaptığı bu müthiş filmde de 3D’nin katkısıyla inanılmaz danslar izledim.

Şu ana kadar izlediklerim içinde 3.boyutun anlamını ve tadını aldığım ilk film oldu.

Pina’nın dans anlayışını hem öğrencilerinden, hem kendisinin belgesel görüntülerinden yola çıkarak anlatmaya çalışan Wenders, sanatçının uzun yıllarını geçirdiği Wuppertal kentinin caddelerini dansçılar için sahneleştiriyor.

“Dans et,dans et, yoksa yok olup gideceğiz.” diyen Pina’nın dans tutkusunu müthiş kareografilerinde izlemek çok iyiydi. Uzun uzun izlettiren sekanslarda 3D nin etkisiyle gerçek performanslar izlermişcesine etkilendim.

3D izleyebiliyorsanız DVD’sini bulup, dansların keyfine varmanızı tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Bir Festival Böyle Geçti

Bir Festival Böyle Geçti

Festival filmleri açıklandığında başlıyor herşey. “Hangi filmleri kaçırmamalı? Hangi seansta nereye yetişilebilinir? Hangileri vizyona girecek?” gibi bir takım stratejik sorulara cevap arayıp, bulunan cevaplarla takvimi çakıştırıp seçimleri yapıyorsunuz. Arkadaşlarla, eşle dostla takvimi paylaşıp, beraber bilet alınacak günleri seçiyorsunuz. Sonra biletlerin satışa çıktığı sabah erkenden kalkıp daha once detaylıca anlattığım bilet alma işkencesi adlı kuyruğa giriyorsunuz.

Ama bu kadar sinemasever bir araya gelince o kuyruk bile zevkli oluyor. Fiziksel koşullar zorlasa da (soğuk, ayakta durmak.. vs.) herkes kitapçıkları ve takvimini açıp birbirinden fikir alıyor. ?O yönetmenin ilk filmini çok beğenmiştim,  ikincisine ondan gidiyorum.?,? Bu film zaten banko gidilecekler arasında.?,?Şu film en güzel akşam seyredilir.? gibi.

Tüm bunlardan sonra biletler alınıyor ve filmler bekleniyor.

**

İşte benim kişisel festivalim herkesin yaşadığı bu sahnelerden sonra başladı.

Nişantaşı City?s

İlk 2 filmim için adres Nişantaşı Citys Alışveriş Merkezi idi. Ve festivalin ilk şokunu ilk seansla yaşadım. Salon boştu!

Çok şaşırtıcıydı gerçekten. Önceki seneler Taksim ve Kadıköyde izlediğim her filmde salonların tamamı doluydu. (Hatta bazı seanslarda merdivenlerde oturanlar oluyordu.) Ama Nişantaşı’nda, günlerden Cumartesi ve hava yağmurluyken salonlarda çok az kişi vardı. Aklıma gelen nedenlerden birincisi, festival izleyicisinin Nişantaşı?nda bir alışveriş merkezini festival ruhuna yakıştırmamasıydı. İkincisi ise filmlerin çok ses getiren filmler olmayışıydı.Oysa oldukça beğendiğim kurgusuyla Yeni Yıl ve yönetmenin ilk filmi olması sebebiyle ilgimi çeken Japon filmi Konukseverlik çok tatmin ediciydi.

Tabi bu iki filmle beraber, bilet alma işkencesinden sonra ikinci büyük işkence olan “aynı reklamları defalarca izleme işkencesi” de başlamıştı.

Reklamlar

Artık Emre Altuğ?un gitarı çalarak yürüdüğü o iğrenç sahneye sahip yağ reklamını izleyemiyorum.  Avea reklamlarına karşı da benzer bir reaksiyona sahibim. ?Of line of? esprisi tüylerimi diken diken ediyor. Sonra çok sevdiğim yazar,şair Murathan Mungan?ın ‘Şairin Romanı’ kitabını D&R?dan alırken resmen ?viuuuvuuu? şeklindeki korkunç  sesi duydum, kitabı okuyamıyorum. Lale Kart reklamında şemsiyeyle dans eden kıza inanılmaz gıcığım, Rixos Premium?a da ömrü billah gitmemeyi planlıyorum. Sadece, aksiyon dolu sahnelere sahip, söylemesi çok zevkli olan ?Welcome to my world, the world of Redbull? cümlesine ve Redbull reklamlarına kızmadım.

Neyse reklamlar da bitti filme geçmek üzereyiz ama festivalde hiçbir şey bu kadar kolay değil.

Seyirciler

Bazı notlar almışım seyircilerle ilgili. Gittiğim seanslarda (ki haftasonları ve haftaiçi akşamları oluyor) yaş ortalaması 30-35 arası idi. Kadın erkek oranı hemen hemen eşit, zaman zaman kadınların sayısı fazlaydı. (Bir şey ifade eder mi bilmem ama bu kadar kadın içinde türbanlı olanların oranı %1 bile değildi. Yazmadan edemedim.)

Çift olarak gelenlerin yanında, tek olarak sinemaya gelenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. (Ah ülkemin yalnız sanatseverleri!) Reklamlar esnasında konuşanların oranı %100, Avea reklamındaki kötü espriye gülenlerin oranı %10, espriye ?ıyy? diyerek tiksinti duyanların oranı %30lardaydı. Film başlayınca susanların oranı %99, film bitiminde jeneriği beklemeden kalkıp gitmeye çalışanların oranı %85 idi. Tüm filmler boyunca hiç ceptelefonu çalma sesine şahit olmamam bir rekor, bunun yanında durup durup telefonunu çıkarıp supersonic ışıklar saçarak mesajlaşanların hala yaşıyor olması ise bir mucize idi. (Sinirleniyorum!)

Özellikle Küçük Beyaz Yalanlar filmden sonra yazdığım yazıda belirttiğim, neye güleceğini bilmeyen %30luk ve birilerinin zoruyla geldiğini ve sıkıldığını mütemadiyen belli eden, telefonuyla oynayıp dikkat dağıtan %5lik orandaki insanlardan kendinizi sıyırıp filme konsantre olabildiniz diyelim. Peki ya filmlerdeki iç sıkan gerçekler?

Rio

Bir şekilde Rio?daki favela yaşamını anlatan biri belgesel diğeri taşlama-komedi iki film seçmişim:  Rio Sex Komedisi ve Çöplük. Çöpten geri dönüşüm malzemelerini toplayarak yaşamını kazanan, gecekondu mahallelerinde yaşayan bu insanların çöplerden sanat eseri yaratma sürecini ve yaşamlarını ele alan belgesel film Çöplük çok başarılıydı. Bu filmden sonra önümüzdeki sene belgesel kuşağında daha çok film izleyeceğime söz verdim kendime. Zira bir başka belgesel olan (ilk 15 dakikadan sonra en az 20kişinin salonu terk ettiği)  Çimler Örtsün Üzerinizi de inanılmaz başarılıydı. Bu iki film sayesinde tanıştığım (mecazen!) sanatçılar Vik Muniz ve Anselm Kiefer?ın tüm çalışmalarını hemen inceledim. Sizlerinde en azından bir göz atmanızı tavsiye ederim. ?Burada kimse rol yapamaz? sloganlarıyla izlediğim belgesel filmlerle beraber, bir de gerçeklerden yola çıkarak çekilmiş filmler vardı.

Gerçekler

Film festivalinin en çok konuşulan filmlerinden olan, Macar yönetmen Bela Tarr?ın başyapıtlarından Torino Atı, kimi yorumcular tarafından çok sıkıcı, kimilerince de bir “yalnızlık ve insanlık destanı”. Film esnasında salonu terkeden azınlığa karşılık, sonunda alkışlayan çoğunluğa bakılınca (?Çok şükür bitti? diyerek alkışlayan bir teyze de vardı yanımda! ) filmin sinemaseverlerin beğenisini kazandığını söyleyebilirim. Benim düşüncelerim ise bu yazıda.

Gerçeklerden yola çıkan film olan Kadının Fendi ise, yine alkışlarla son buldu. Kadınların, hakları için mücadele ettiği bu filmi, tahmin edileceği üzere en çok kadınlar alkışladı. Festivalin beklenen filmlerinden olan İçimdeki Katil ise bekleneni veremedi ve kurgusundaki boşluklar nedeniyle gerçeklikten çok uzaktı.

Beğendiğim ve beğenmediğim bütün filmlerin ise ortak bir noktası vardı:

Müzik

Festivaldeki tüm filmlerin müzikleri ve kullanılan şarkılar, hepsi çok iyiydi. Hele son izlediğim filmlerden olan Yaşamın Ritmi kulaklarımın pasını iyice sildi.( Filmdeki müziklerin nasıl olduğunu anlamak için yazıdaki kısa filmi izlemenizi tavsiye ederim.)

***

Bir festival daha iyisiyle kötüsüyle son buldu. Kaçırdığım filmlerden Pina (yer kalmamıştı), Bir Ayrılık (biletim vardı ama gidemedim), Press, Atlıkarınca gibi çok önemlileri en kısa zamanda izlemek istiyorum. Festivalin bu yılki reklamlarında belirttiği gibi ?Farkında Olmak İçin? izlediğim filmlerden, yine bir sürü şey öğrenerek, bir sürü şeyin ?farkında olarak? salonlardan ayrıldım.

Okumanız, izlemeniz, duymanız, görmeniz, anlamanız, farkında olmanız dileğiyle… Tüm sinemaseverlere Film Ekimi’ne kadar sevgiler ve iyi seyirler,

Zeynep

 

Çimler Örtsün Üzerinizi – Over Your Cities Grass Will Grow

Çimler Örtsün Üzerinizi – Over Your Cities Grass Will Grow

çimler örtsün üzerinizi, over your cities grass will grow

  • Tür: Belgesel /
  • Yönetmen: Sophie Fiennes /
  • Yapım: İngiltere-Fransa-Hollanda, 2010 /
  • Süre: 105? /

Pervert?s Guide to Cinema (2006) ile tanınan ve Peter Greenaway?le birlikte çalışmış olan İngiliz yönetmen Sophie Fiennes bu kez eserleri fenomen haline gelmiş bir isme odaklanıyor: Çağdaş Alman sanatçı Anselm Kiefer. Çimler Örtsün Üstünüzü, Kiefer?in yaratım sürecine tanıklık ediyor ve sanatçıyı Fransa?nın güneyindeki Barjac yakınlarındaki stüdyo-malikânesinde gözlemliyor. Kiefer 1993?te Almanya?dan ayrılarak La Ribaute adı verilen, yıkık dökük bir ipek fabrikasına yerleşti ve orada hem açık havada hem de galeriler şeklinde inşa ettiği yeraltı tünellerinde bir dizi karmaşık yerleştirme yapmaya başladı. Bu sinema yolculuğu, merkezine günümüzün bu önemli ve yaratıcı sanatçısının yaratım sürecini oturtuyor.”

Modern sanatın en önemli sanatçılarından Anselm Kiefer‘in 1993 yılından 2009 yılına kadar çalıştığı 35 hektarlık atölyesinde, beton, cam, demir, moloz ve bir sürü başka inşaat malzemelerini kullanarak yarattığı paralel bir evren bulunmaktadır. Amfi tiyatrolar,havuzlar, resimler, heykeller, yer altı tünelleri gibi birçok farklı çalışmayla dolu alandaki çalışmalarını tamamlayan sanatçı, bu alanı olduğu gibi bırakıp yeni  bir atölyeye taşınmış. Eserlerini öylece bıraktığı bölgede, doğanın eserlerine nasıl bir etki yapacağını, yapılarının üzerinde çimlerin nasıl büyüyeceğini görmek istemiştir. Fakat bölgeden ayrılmadan bu çalışmaları belgelemek istemiş ve “Çimler Örtsün Üzerinizi – Over Your Cities Grass Will Grow” projesini hayata geçirmiş.

Bu eserlerin yaratım sürecini ve ortaya çıkanları sessizce izleyen bir gözlemci gibi belgesel filme döken Fiennes, Kiefer’in yarattığı dünyayı gözler önüne sermek istemiş ve belgesel boyunca bu dünyada izleyicileri dolaştırmış.

İnanılmaz bir büyüyle ve zevkle izlediğim belgesel, ilk dakikalarında bir hayli seyirci kaybına uğradı maalesef. Zira sadece müzik ve eserleri gösteren kamera, oldukça yorucu ama hoş dakikalar geçirtti.Hele atölyede çalışırken Kiefer’i izlemek inanılmaz bir zevkti.

Heykellere ve resimlere ilgi duyanların izlemesini tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Çöplük – Waste Land

Çöplük – Waste Land

çöplük,waste land

  • Tür: Belgesel /
  • Yönetmen: Lucy Walker /
  • Yapım: İngiltere-Brezilya , 2010 /
  • Süre: 98?

“2010 Berlin İnsan Hakları Ödülü, Panorama?İzleyici Ödülü, 2010 Seattle En İyi Belgesel, 2010 Sundance İzleyici Ödülü

Çekimi üç yıldan fazla süren Çöplük, tanınmış sanatçı Vik Muniz?i Brooklyn?deki evinden memleketi Brezilya?da Rio de Janeiro?nın dışında yer alan dünyanın en büyük çöplüğü Jardim Gramacho?ya kadar izliyor. Muniz burada renkli bir ?catador? grubunun fotoğraflarını çekiyor: Catador?lar, geri dönüşüme uygun atıkları toplayıp onlardan sanat üretiyor. Eleştirmenler Çöplük?ü ?belgesellerin Slumdog Millonaire?i, ilham verici, dokunaklı ve herkesi memnun edecek bir film? olarak tanımlıyor.”

Vik Muniz ile tanışmamı sağlayan film, sanatçının Rio’daki dünyanın en büyük çöplüğüne ziyaretini ve orada yaşadıklarını, çöp toplayan catadorların hayat hikayeleriyle bezeyerek anlatıyor. Catadorlardan seçilenlerin hayatlarına dahil olup neler yaşadıklarını anlamaya çalışıyor, bir yandan onlara umut veren bu sanatçı ile yaptıkları çalışmayla değişen hayatlarına tanık oluyor, diğer yandan bu çalışma bittiğinde onlara ve onlar gibi binlerce insana neler olacağını düşünüyorsunuz. Bu düşüncelerinize cevap belgeselin sonunda geliyor. Ve gerçeklerle karşı karşıya kalıyorsunuz.

Vik Muniz‘in diğer çalışmalarından örnekleri içeren yazımı okumanızı,resimleri incelemenizi ve belgeseli en yakın zamanda izlemenizi tavsiye ediyorum.

İyi seyirler,

Rio Sex Komedisi – Rio Sex Comedy

Rio Sex Komedisi – Rio Sex Comedy

rio sex komedisi, rio sex comedy

  • Tür: Komedi /
  • Yönetmen: Jonathan Nossiter /
  • Yapım: Fransa -Brezilya, 2010 /
  • Süre: 124 dk
  • Oyuncular: Charlotte Rampling, Bill Pullman, Irene Jacob

2004 yapımı şarap belgeseli Mondovino?nun yönetmeninin son filmi, Paul Aster?in ?tamamıyla siyaseten aykırı harika bir sosyal taşlama? diye tanımladığı, şen şakrak olduğu kadar yoldan çıkmış bir cinsel, kültürel ve siyasi yanlış anlaşmalar portresi. Birkaç yabancı Rio sahillerinde zevki ve sosyal adaleti aramaktadır: Estetik cerrahiye karşı olan bir estetik cerrah, siyasi bilinci yerine libidosunu öne koyan Fransız bir antropolog, başı belada olduğu için ?favela?da saklanan bir Amerikan Büyükelçisi ve varoluşsal sorunlarına cevap arayan bir turist rehberi?

Festivalin en komik filmlerinden birisiydi Rio Sex Comedisi. Rio’da yaşayan bir grup insanın hayatından kesitleri sunan film, özellikle Amerikan Büyükelçisi’nin favela yaşamını keşfi ve insanlara fon sağlamak adına yaptığı müthiş pazarlama sahneleriyle aklımdan hiç çıkmayacak. 5-6 dakika süren toplantı sahnesinde projeyi kabul ettirmek için yaptıkları konuşma, bence politik gönderme başarısının yanında mükemmel alt metni ile de çok önemliydi.

Yukarıda bahsettiğim sahne dışında, aldatma, sınıf farklılıkları, sex komedisi gibi birçok konuya değinen film açılışı ile, özellikle biz İstanbullu seyirciler için, büyük bir süpriz yaptı. Zira Charlotte Rampling, ‘İstanbul, not Constantinople’ adlı şarkı eşliğinde dans ederek filmi açtı.

httpv://www.youtube.com/watch?v=VZfR33-m_tQ

Filmde de sıkça vurgulandığı üzere yaşlandıkça güzelleşen Charlotte Rampling, Red filmindeki performansıyla tanınan Irene Jacob  ve son olarak İçimdeki Katil filmi ile izlediğim Bill Pullman’ın güzel performansları, favela ve Rio görüntüleri için izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Kadının Fendi – Made In Dagenham

Kadının Fendi – Made In Dagenham

kadının fendi, made in dagenham

  • Tür: Komedi, Dram
  • Yönetmen: Nigel Cole /
  • Yapım: İngiltere, 2010
  • Süre: 113 dk
  • Oyuncular: Sally Hawkins, Bob Hoskins, Miranda Richardson

Sosyal adaleti ele alan neşeli ve dokunaklı İngiliz komedisi Kadının Fendi gerçek hayattan esinlenip feminist bir ittifakı anlatırken izleyicileri kahkaha tufanına sürüklüyor. 1968 yılında, İngiltere?deki bir Ford fabrikasında geçen filmde cesur bir grup kadın güç birliği yapıp adalet için ayaklanıyor. Mücadelenin gayesi, cinsel ayrımcılığın önünü keserek erkeklerle eşit kazanç ve haklar elde etmek. Hayatları mutfakla fabrika arasında geçen, işçi sınıfına mensup sıradan kadınlar patronlarına, kocalarına ve devlete karşı durmak zorunda kalıyor, ama sonunda amaçlarına ulaşıyorlar. Calendar Girls / Takvim Kızları?nın yönetmeni Nigel Cole?un bu yeni filmi akla, ruha ve kalbe hitap eden tam bir seyirlik.”

Kişisel festival programımda dönem filmleri kategorisinde izlediğim ‘Made in Dagenham’, her şeyden önce müthiş bir görsellik vaad ediyor. Dönemin kıyafetleri, saçları, arabaları herşey süperdi. (O kadar ki annem “neden eski bir filme bilet aldın” dedi!) Gerçekten insan izleyince 2010 yapımı olduğuna inanmakta zorlanıyor (kamera kullanımından belli tabiki!)

Kadın oyuncuların tamamı birbirinden iyi işler çıkarmışlardı ve erkeklere karşı verdikleri mücadelenin anlatılışı çok yerindeydi. Akıcı bir kurgu ve filmi çok güzel destekleyen yan karakterlerle sakin olan senaryo hareketlendirilmişti. Zaman zaman duygulandıran, zaman zaman da güldüren bu filmi feminizm duyguları kabara kabara izliyor insan. Zaten filmin sonunda koca salondan kopan alkışta, duyguları çoşmuş kadınlara aitti.

Mümkünse kadınlarla (anneniz, teyzeniz, arkadaşlarınız..) cümbür cemaat izlemenizi  tavsiye ederim.

Yaşasın kadınlar 🙂

İyi seyirler,

Torino Atı – The Turin Horse

Torino Atı – The Turin Horse

torino atı, the turin horse

  • Tür: Dram /
  • Yönetmenler: Béla Tarr & Ágnes Hranitzky /
  • Yapım: Macaristan, Fransa, Almanya, İsviçre, ABD, 2010 /
  • Süre: 146dk /
  • Oyuncular: Erika Bók, János Derzsi, Mihály Krmos /

“2011 Berlin Jüri Büyük Ödülü

Yapıtları ve yaklaşımıyla çağdaş bağımsız sinemacıları etkileyen Bela Tarr?ın on yıl aradan sonra çektiği bu ilk film, Alman düşünür Friedrich Nietzsche?nin 1889?da Torino?da kırbaçlanan bir atı boynuna sarılarak kurtarmaya çabalamasıyla başlıyor. Bu mücadelesi Nietzsche?yi öldüğü güne kadar yatağa bağlayacak, dilsiz bırakacak, çaresi bulunmayan bir akıl hastalığına götürecektir. Ancak filmin kahramanı, çiftçi sahibine ayak uydurmaya çalışan yaşlı attır.”

Filmi izlemeden okuduğum yorumlar o kadar birbirinden farklıydı ki. Ne hissedeceğimi kestiremeden girdim salona. Çok sevdiğim Yekta Kopan filme bayılmış, bu yazıyı kaleme almıştı. Bir başka beğendiğim yazar Ece Temelkuran ise, filmi neden yarıda bıraktığını bu yazıda anlatmıştı. İyice kafası karışmış ben üzerine bir sürü kötü yorum daha okuduktan sonra saat 21.30 seansında, en arka sıranın ortasında, iki yanımda kalıplı iki İtalyan ile ara vermeden 2 saat 36 dakika sürecek bu filmi izlemeye başladım.

Film Nietzsche’nin 89 yılında yaşadığı bir olaydan yola çıkıyor. Kırbaçlanmakta olan bir ata sarılan Nietzsche, olaydan sonra iki gün boyunca hareketsiz yatıyor ve sonrasında 10 yıl süren bir sessizliğe bürünüyor. Bu sessizlikten önceki son sözü ise: “Anne, ne aptalım!” oluyor. Bela Tarr, bu bilgileri bize siyah ekran üzerine yazı ve dış sesle verdikten sonra, bilinçli olarak hikayesi olmayan filminde bizlere atın ve arabacının sonraki 7 gününü gösteriyor.

Filmin kuvvetli ve etkileyici görselliği konusunda söylenebilecek hiçbir söz yok. Siyah beyazın müthiş etkisi dışında, açılıştaki inanılmaz éatın yürüyüşü/mücadelesi” sekansı ve kapanıştaki sekans sinema tarihindeki önemli yerini almış olmalı. Zira daha başlangıçta atla öyle bir ilişki kurdurdu ki, içimize işledi bakışları ve hayatta kalma mücadelesi.

Filmi çok fazla terk eden oldu. Onlara baktığımda “Gerçekler bu kadar mı dayanılmaz?” diye sordum kendime. Çünkü arabacı  ve kızının yıllar süren “birbirinin aynı” günlerinden sadece bir haftasını, o da 2 saat içinde izlemiştik. Oysa ekrana gelen bizim hayatlarımızın 7 günü olsaydı, daha mı heyecanlı olurdu?

Belki de en iyisi, Reha Erdem’in salondan ağlayarak çıkmasına neden olan, insanın hayat üzerine algılarını açan ve hakikatin o acı hissini tüm hücrelerinizde hissedeceğiniz bu filmi izlemek, sonra Yekta Kopan’ın yazısını tekrar okumak, sonra düşünmek ve ağlamaktır.

İyi seyirler,

Not:Bir filmde esen rüzgar, insanı gerçekten rüzgarda kalıyormuşçasına çarpabilir mi? Çarptı.

httpv://www.youtube.com/watch?v=0uYmpQ8LdzY

Mamma Gogo

Mamma Gogo

    • Tür: Dram, Komedi /
      • Yönetmen: Fridrik Thor Fridrikson /
      • Yapım: İzlanda-Norveç-İsveç-Almanya-İngiltere ,2010 /
      • Süre: 1 saat 30 dk /
      • Oyuncular: Kristbjörg Kjeld, Hilmir Snær Gudnason, Gunnar Eyjólfsson /

    “2010 Edda Ödülleri (İzlanda) En İyi Kadın Oyuncu (K. Kjeld)

    İzlanda?nın Oscar adayı olan Mamma Gógó, yönetmeni Fridriksson?a göre ?film çekmek ve Alzheimer hakkında çılgın bir komedi? olmakla birlikte, hem ülkesinin siyaset ve ekonomi dünyasıyla, hem de yönetmenin 1991?de Oscar?a aday gösterilen filmi Doğanın Çocukları?yla dalga geçmekten geri durmuyor. Öykü, Oscar adaylığını gözüne kestirmiş hırslı bir yapımcının etrafında dönüyor. Enerjik ve kıvrak zekâlı annesine bir gün Alzheimer teşhisi konmasıyla birlikte kahramanımıza kendi sorunları bir anda önemsiz görünmeye başlar; artık, karanlığa açılan yolculuğunda annesine eşlik edecek, içindeki sevgiyi göstermeye çalışacaktır.”

    Mama Gogo, yakın zamanda izlediğim Çınar Ağacı filminin çok benzer bir versiyonu. Yine bir haylazlık yapan bir anne var, yine sorunlu çocuklar, yine huzurevi var. Tek farklılık bu filmdeki İzlanda manzaraları.

    Ayrıca yönetmen Fridriksson’un söylediği gibi bir çılgın komedi yok ortada. Basbaya sıkıcı bir film var. Arada duygulandırdığı da oldu kabul ediyorum ama zayıf bir senaryo olunca dayanılması zor oluyor. Tek başarı anne rolündeki Kristbjörg Kjeld’e aitti, belirtmeden geçemeyeceğim.

    İyi seyirler,

     

     

     

     

     

İnsan Kaynakları Müdürü – Shlihuto Shel Ha?memuneh Al Mash?abei Enosh

İnsan Kaynakları Müdürü – Shlihuto Shel Ha?memuneh Al Mash?abei Enosh

the human resources manager, insan kaynakları müdürü

  • Tür: Dram/
  • Yönetmen: Eran Riklis/
  • Yapım: İsrail-Almanya-Fransa-Romanya , 2010/
  • Süre: 1saat 43 dk/
  • Oyuncular: Mark Ivanir, Guri Alfi, Noah Silver, R. Kambus/

 

  • “2010 Locarno İzleyici Ödülü
  • 2010 Ophir Ödülleri (Kudüs) En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Müzik, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (R. Kambus)

Kudüs?teki bir fabrikanın insan kaynakları müdürü, bir intihar saldırısında ölen göçmen elemanının ölümünden sorumlu tutulur. Hayırlı bir iş yapmak üzere kadının geçmişini araştırırken, cenazenin Romanya?daki köyüne götürülmesi için 1950?lerden kalma bir kamyonetle yola çıkan iki diplomat ve bir gazeteciye eşlik etmeye karar verir. Limon Ağacı ve Suriyeli Gelin?in yönetmeni Eran Riklis?in bu dokunaklı trajikomedisi İsrail?in Oscar adayı oldu.”

Çok uzundu çok. Ve itiraf ediyorum bir 20dk kadar kestirdim.

Başrol oyuncusu iyiydi, görüntü yönetmeni müthiş iş çıkarmıştı, konu güzeldi, senaryo güzeldi ama çok uzundu. Yani bu konu daha kısa bir filmle kotarılabilirmiş ama durağan ve seyirciyi koparan sekanslar maalesef sıkılmamıza neden oldu.

Limon Ağacı’nı çok daha  başarılı bulduğum yönetmenin, son işi olarak izlenebilir ama sabırlı bir zamanda.

İyi seyirler.

Yaşamın Ritmi – Sound Of Noise

Yaşamın Ritmi – Sound Of Noise

yaşamın ritmi, sound of noise

  • Tür: Komedi, Suç, Müzik,  Romantik /
  • Yönetmenler: Ola Simonsson & Johannes Stjärne Nilsson/
  • Yapım: İsveç, Fransa ,2010/
  • Süre: 98 dk/
  • Oyuncular: Bengt Nilsson, Sanna Persson Halapi, Magnus Börjeson/

“2010 Cannes Altın Ray?Genç Eleştirmenler Ödülü
2010 Austin Fantastic Fest. En İyi Film (Fantastik)
2010 Sitges Mansiyon
2010 Varşova Özgür Ruh Ödülü
Polis memuru Amadeus Warnebring sonunda çılgınlığın pençesine mi düşmüştür, yoksa dünyanın geri kalanı kesin olarak delirmiş midir? Warnebring kariyerinin en zor vakasıyla, müzikal bir soruşturmayla karşı karşıyadır: Şehri orkestra olarak kullanan ve müzikal bir kıyamet ?çalan? altı eylemci davulcudan oluşan, ele avuca sığmaz bir çete. Bu vaka müzikten nefret eden kahramanımız için bir işkencedir; ancak son görevi kardeşinin konserini bu ses teröristlerinden kurtarmak olacaktır. Aşk, delilik ve gürültülü davullarla ilgili, kahkahalarla dolu, yaratıcı bir kentsel durum komedisi…”

İsveç yapımı filmler bu aralar çokça ilgimi çekmeye başladı. Film festivali kapsamında izlediğim bu film, okuldan  yaptığı enteresan müzik temsilleri  nedeniyle atılan bir kadın müzisyen ve onunla beraber 5 müzisyen adamdan oluşan bir ekibin, şehir içinde bir dizi “müzik eylemi” yapmasını konu alıyor.

9 sene önce aşağıdaki “Bir Apartman için 6 Davulcu” adlı kısa filmi çeken yönetmenler Simonsson ve Nilsson, aynı kadroyu bu kez şehirde müzik yaparken bizlere gösteriyor.  Müzik ve ritmi, müzik aletleri dışında her şeyle yaratan ekip , şehirde 4 tane eylem planlıyor ve bunları tek tek hayata geçiriyor.  Özellikle ameliyathanedeki sahnelerinde tüm salonu kırıp geçiren ekibi, insan dinlemeye doyamıyor. Hatta film bitsin istemiyorsunuz, keşke 1-2 eylem daha yapsalar diye bekliyorsunuz.

httpv://www.youtube.com/watch?v=26eyBmUwi6w

Tabi bu keyifli ve müzik dolu filmi sadece absürd komedi olarak izlememek lazım. Bu davulcular ve onların olayıyla ilgilenen müzik sevmeyen polis birer sistem karşıtılar. Sistem, düzen eleştirisini farklı bir yolla izleyiciye aktaran bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Arı Kovanına Çomak Sokan Kız – The Girl Who Kicked The Hornet?s Nest

Arı Kovanına Çomak Sokan Kız – The Girl Who Kicked The Hornet?s Nest

Ari-Kovanina-Comak-Sokan-Kiz

  • Yapım: 2009 , Almanya,  Danimarka,  İsveç
  • Tür: Dram,  Gerilim,  Gizem,  Suç
  • Süre: 2 saat 28 dk
  • Yönetmen: Daniel Alfredson
  • Oyuncular: Noomi Rapace,  Michael Nyqvist,  Tehilla Blad, Alexandra Eisenstein,  Anders Ahlbom,  Annika Hallin,  Georgi Staykov,  Jacob Ericksson,  Lena Endre,  Michalis Koutsogiannakis,  Per Oscarsson, Sofia Ledarp,  Tanja Lorentzon,  Tekla Granlund,  Tina Berg
Stieg Larsson?un tüm dünyaya da çoksatan ve bir fenomene dönüşen; polisiye türünde yeni bir dönemi başlatan ve rekorlar kıran, 2012 yılında usta yönetmen David Fincher tarafından Hollywood?da da tekrar çekimlerine başlanan seri Millennium Üçlemesi?nin son bölümü olan “Arı Kovanına Çomak Sokan Kız”, asi genç hacker Lisbeth Salander rolüyle yıldızı parlayan Noomi Rapace ve sadık arkadaşı gazeteci Mikael Blomkvist?i canlandıran Michael Nyqvist?i yeniden ve son kez biraraya getiriyor.
Lisbeth Salander adındaki bir kadın kafasına aldığı bir kurşunla hastanenin yoğun bakım bölümünde yaşam mücadelesi vermektedir. Sağlığına kavuştuğunda da kendisini kesin demir pakmaklıklar ardına yollayacak üç cinayetten yargılandığı mahkemeye götürülecektir. Savunduğu davanın hayatı pahasına dahi olsa arkasında duran genç kadın, ünlü muhalif gazeteci Mikael Blomkvist?in de yardımlarıyla haklılığını ve masumiyetini kanıtlamaya, kendine çok acı çektirmiş olan bu sistemin mimarı derin devletin ipliğini pazara çıkarmaya kararlıdır…”

Millenium serisinin kitaplarını okumadım. (kaç sayfadır o kitaplar???) Ama 3 filmi de müthiş bir zevkle izledim. Suç ve gizem dolu filmlerde, film uzun olsa da, yavaş işlese de büyük bir zevkle izleyebiliyorum. Fakat üçlemenin beni çeken tarafı sadece gizem ve suç temalarını işlemesi değil.

İsveç yapımı bu filmleri izleten en önemli etkenin Lisbet Salander karakterindeki inanılmaz başarısıyla Noomi Rapace olduğunu düşünüyorum. Çok fazla repliği olmamasına ve sert duruşlu bir kadını canlandırmasına karşın sigara içişindeki efkar bile insanın içine dokunuyor. İlk filmden itibaren tüm seriyi alıp götürüyor. Fakat üçüncü filmin ilk yarısında hastanede olan Salander’i aksiyonun içinde görememek filmi biraz ağırlaştırıyor ve tüm yükü Mikael Blomkvist’i canlandıran aktör Michael Nyqvist’in omuzlarına veriyor.

İkinci önemli etkenin ise filmin İsveç yapımı olmasına bağlıyorum. Hem mekanlar, hem çekimdeki o gerçekçi ve karanlık planlar hem de konuşulan dil itibariyle, film seyirciyi daha çok etkiledi.

Büyük bir zevkle izlediğim üç filmi, başarılı bulduğum seri filmler arasına koyup 2 haber vermek isterim. Birincisi , serinin Hollywood versiyonunun çekilecek olması. Yönetmenliğini David Fincher’ın yaptığı film, Ocak 2012’de vizyonda olacak. Başrolleri ise Daniel Craig ve  Rooney Mara paylaşacak. İkinci haber ise Noomi Rapace ile ilgili .Vizyon tarihi henüz belli olmayan Sharlock Holmes serisinin ikinci filmi A Game of Shadows ‘da Robert Downey Jr. ve Jude Law ile başrolde kendisini izleyeceğiz.

İki filmi de büyük bir merakla bekliyorum.

İyi seyirler,