Festival filmleri açıklandığında başlıyor herşey. “Hangi filmleri kaçırmamalı? Hangi seansta nereye yetişilebilinir? Hangileri vizyona girecek?” gibi bir takım stratejik sorulara cevap arayıp, bulunan cevaplarla takvimi çakıştırıp seçimleri yapıyorsunuz. Arkadaşlarla, eşle dostla takvimi paylaşıp, beraber bilet alınacak günleri seçiyorsunuz. Sonra biletlerin satışa çıktığı sabah erkenden kalkıp daha once detaylıca anlattığım bilet alma işkencesi adlı kuyruğa giriyorsunuz.

Ama bu kadar sinemasever bir araya gelince o kuyruk bile zevkli oluyor. Fiziksel koşullar zorlasa da (soğuk, ayakta durmak.. vs.) herkes kitapçıkları ve takvimini açıp birbirinden fikir alıyor. ?O yönetmenin ilk filmini çok beğenmiştim,  ikincisine ondan gidiyorum.?,? Bu film zaten banko gidilecekler arasında.?,?Şu film en güzel akşam seyredilir.? gibi.

Tüm bunlardan sonra biletler alınıyor ve filmler bekleniyor.

**

İşte benim kişisel festivalim herkesin yaşadığı bu sahnelerden sonra başladı.

Nişantaşı City?s

İlk 2 filmim için adres Nişantaşı Citys Alışveriş Merkezi idi. Ve festivalin ilk şokunu ilk seansla yaşadım. Salon boştu!

Çok şaşırtıcıydı gerçekten. Önceki seneler Taksim ve Kadıköyde izlediğim her filmde salonların tamamı doluydu. (Hatta bazı seanslarda merdivenlerde oturanlar oluyordu.) Ama Nişantaşı’nda, günlerden Cumartesi ve hava yağmurluyken salonlarda çok az kişi vardı. Aklıma gelen nedenlerden birincisi, festival izleyicisinin Nişantaşı?nda bir alışveriş merkezini festival ruhuna yakıştırmamasıydı. İkincisi ise filmlerin çok ses getiren filmler olmayışıydı.Oysa oldukça beğendiğim kurgusuyla Yeni Yıl ve yönetmenin ilk filmi olması sebebiyle ilgimi çeken Japon filmi Konukseverlik çok tatmin ediciydi.

Tabi bu iki filmle beraber, bilet alma işkencesinden sonra ikinci büyük işkence olan “aynı reklamları defalarca izleme işkencesi” de başlamıştı.

Reklamlar

Artık Emre Altuğ?un gitarı çalarak yürüdüğü o iğrenç sahneye sahip yağ reklamını izleyemiyorum.  Avea reklamlarına karşı da benzer bir reaksiyona sahibim. ?Of line of? esprisi tüylerimi diken diken ediyor. Sonra çok sevdiğim yazar,şair Murathan Mungan?ın ‘Şairin Romanı’ kitabını D&R?dan alırken resmen ?viuuuvuuu? şeklindeki korkunç  sesi duydum, kitabı okuyamıyorum. Lale Kart reklamında şemsiyeyle dans eden kıza inanılmaz gıcığım, Rixos Premium?a da ömrü billah gitmemeyi planlıyorum. Sadece, aksiyon dolu sahnelere sahip, söylemesi çok zevkli olan ?Welcome to my world, the world of Redbull? cümlesine ve Redbull reklamlarına kızmadım.

Neyse reklamlar da bitti filme geçmek üzereyiz ama festivalde hiçbir şey bu kadar kolay değil.

Seyirciler

Bazı notlar almışım seyircilerle ilgili. Gittiğim seanslarda (ki haftasonları ve haftaiçi akşamları oluyor) yaş ortalaması 30-35 arası idi. Kadın erkek oranı hemen hemen eşit, zaman zaman kadınların sayısı fazlaydı. (Bir şey ifade eder mi bilmem ama bu kadar kadın içinde türbanlı olanların oranı %1 bile değildi. Yazmadan edemedim.)

Çift olarak gelenlerin yanında, tek olarak sinemaya gelenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. (Ah ülkemin yalnız sanatseverleri!) Reklamlar esnasında konuşanların oranı %100, Avea reklamındaki kötü espriye gülenlerin oranı %10, espriye ?ıyy? diyerek tiksinti duyanların oranı %30lardaydı. Film başlayınca susanların oranı %99, film bitiminde jeneriği beklemeden kalkıp gitmeye çalışanların oranı %85 idi. Tüm filmler boyunca hiç ceptelefonu çalma sesine şahit olmamam bir rekor, bunun yanında durup durup telefonunu çıkarıp supersonic ışıklar saçarak mesajlaşanların hala yaşıyor olması ise bir mucize idi. (Sinirleniyorum!)

Özellikle Küçük Beyaz Yalanlar filmden sonra yazdığım yazıda belirttiğim, neye güleceğini bilmeyen %30luk ve birilerinin zoruyla geldiğini ve sıkıldığını mütemadiyen belli eden, telefonuyla oynayıp dikkat dağıtan %5lik orandaki insanlardan kendinizi sıyırıp filme konsantre olabildiniz diyelim. Peki ya filmlerdeki iç sıkan gerçekler?

Rio

Bir şekilde Rio?daki favela yaşamını anlatan biri belgesel diğeri taşlama-komedi iki film seçmişim:  Rio Sex Komedisi ve Çöplük. Çöpten geri dönüşüm malzemelerini toplayarak yaşamını kazanan, gecekondu mahallelerinde yaşayan bu insanların çöplerden sanat eseri yaratma sürecini ve yaşamlarını ele alan belgesel film Çöplük çok başarılıydı. Bu filmden sonra önümüzdeki sene belgesel kuşağında daha çok film izleyeceğime söz verdim kendime. Zira bir başka belgesel olan (ilk 15 dakikadan sonra en az 20kişinin salonu terk ettiği)  Çimler Örtsün Üzerinizi de inanılmaz başarılıydı. Bu iki film sayesinde tanıştığım (mecazen!) sanatçılar Vik Muniz ve Anselm Kiefer?ın tüm çalışmalarını hemen inceledim. Sizlerinde en azından bir göz atmanızı tavsiye ederim. ?Burada kimse rol yapamaz? sloganlarıyla izlediğim belgesel filmlerle beraber, bir de gerçeklerden yola çıkarak çekilmiş filmler vardı.

Gerçekler

Film festivalinin en çok konuşulan filmlerinden olan, Macar yönetmen Bela Tarr?ın başyapıtlarından Torino Atı, kimi yorumcular tarafından çok sıkıcı, kimilerince de bir “yalnızlık ve insanlık destanı”. Film esnasında salonu terkeden azınlığa karşılık, sonunda alkışlayan çoğunluğa bakılınca (?Çok şükür bitti? diyerek alkışlayan bir teyze de vardı yanımda! ) filmin sinemaseverlerin beğenisini kazandığını söyleyebilirim. Benim düşüncelerim ise bu yazıda.

Gerçeklerden yola çıkan film olan Kadının Fendi ise, yine alkışlarla son buldu. Kadınların, hakları için mücadele ettiği bu filmi, tahmin edileceği üzere en çok kadınlar alkışladı. Festivalin beklenen filmlerinden olan İçimdeki Katil ise bekleneni veremedi ve kurgusundaki boşluklar nedeniyle gerçeklikten çok uzaktı.

Beğendiğim ve beğenmediğim bütün filmlerin ise ortak bir noktası vardı:

Müzik

Festivaldeki tüm filmlerin müzikleri ve kullanılan şarkılar, hepsi çok iyiydi. Hele son izlediğim filmlerden olan Yaşamın Ritmi kulaklarımın pasını iyice sildi.( Filmdeki müziklerin nasıl olduğunu anlamak için yazıdaki kısa filmi izlemenizi tavsiye ederim.)

***

Bir festival daha iyisiyle kötüsüyle son buldu. Kaçırdığım filmlerden Pina (yer kalmamıştı), Bir Ayrılık (biletim vardı ama gidemedim), Press, Atlıkarınca gibi çok önemlileri en kısa zamanda izlemek istiyorum. Festivalin bu yılki reklamlarında belirttiği gibi ?Farkında Olmak İçin? izlediğim filmlerden, yine bir sürü şey öğrenerek, bir sürü şeyin ?farkında olarak? salonlardan ayrıldım.

Okumanız, izlemeniz, duymanız, görmeniz, anlamanız, farkında olmanız dileğiyle… Tüm sinemaseverlere Film Ekimi’ne kadar sevgiler ve iyi seyirler,

Zeynep