Son Zamanlarda Neler İzledim? Dizi ve Film Önerileri – Temmuz 2021

Son Zamanlarda Neler İzledim? Dizi ve Film Önerileri – Temmuz 2021

Haziran sonu itibariyle kapalı sinema salonları açıldı fakat genel bir kamuoyu yoklaması yaptım, henüz erken dediler korkuttular beni, çift aşıya kadar bekleyeceğim. Açık sinema gösterimlerine de bilet bulamadım bir türlü istediğim filmlere…

Neyse bundan sonra daha keyifle, beyaz perdede film izleyeceğim/iz günler yakındır umarım diyorum. 

Yine kısa kısa ve kendimce kategorilere ayırarak yazıyorum. Eğer bir platformdan izliyorsam onu da belirtiyorum ama bazıları da malum yerlerden, ask google please! =)

Not: Devam eden ve izlediğim dizileri değil de yeni başlamış olanları bu yazıda paylaştım. BoJack, Ozark, The Crown gibi dizileri zaten izlemişsinizdir, söylemeye gerek yok. =)

Not2: Dizilerden de ilk sezonunun tamamını bitirdiklerimi paylaşıyorum. Zira başı iyi sonu kötü veya tam tersi olabilir.  (Örneğin Exxen’de “Gibi” var. Müthiş gidiyor şimdilik )

İyi seyirler,

Kaçırmayın!

Film – Sound Of Metal – Internet // İzledikten günler sonra bile etkisinden çıkamadığımız filmler vardır ya, işte onlardan biri. Duyma yetisini kaybeden bir bateristin gün gün yaşadıkları, sesin varlığının ve yokluğunun hayatına etkisi neredeyse belgesel gibi işlenmiş. Riz Ahmed’in muhtemelen hayatının rolünü inanılmaz bir gerçekçilikle oynadığı filmde ses kurgusu kusursuz. Ve final hala böğrümden kalkmadı. Mutlaka izleyin, mutlaka!

 

Baya İyi!

Dizi – Ramy – BluTV // Bazı dizilere garip bir önyargım oluyor, sonra kendime çok kızıyorum. Ramy için de bir sürü sevdiğim sinema/dizi yazarının övgüsünü duymuştum ama sevmeyeceğim gibi gelmişti. İki sezonu resmen binge watch halinde tükettim. Ana karakter Ramy’nin – bazen bıktıran – Amerika’da büyümüş muhafazakar Müslüman erkek sorunlarının ötesinde, ailenin annesi ve kız kardeşinin hatta babasının hayatına odaklandıkları bölümler çok iyi. 3.sezon onayını alan diziyi, mesela Master of None seviyorsanız, izleyin.

Belgesel – Mossville: When Great Trees Fall – Salt //  Salt’ın “Bu Son Şansımız Mı?” adlı gösterim programında bulunan film, Louisiana’da Mossville adlı kasabanın teker teker açılan petrokimya tesisleri nedeniyle yaşanamaz hali gelişini kasabanın sakinleri ile yapılan röportajlarla anlatıyor. Adaletsizliği iliklerinize kadar hissettiren belgeselde, hem çevreyi kirletip, hem insanların sağlığını bozup hem de evlerinden eden bu büyük şirketlere karşı müthiş bir öfke ve çaresizlik duydum. İzlemenizi tavsiye ederim.

 

Çok Kafamı Açmasın ama Boş da Yapmasın!

Kısa Film – Two Distant Strangers – Netflix // Oscar’dan en iyi kısa film ödülüyle dönen film, köpeğini almak için evden çıkan siyahi bir adamın öldürülmeden köpeğinin yanına gidemediği bir zaman döngüsünü tekrar tekrar farklı versiyonlarıyla sunuyor. Irkçılığı odağına alan bu kısa film oldukça etkili.

Belgesel – The Undamaged – Salt //  Salt’ın “Bu Son Şansımız Mı?” adlı gösterim programında bulunan film, Balkanlarda planlanan 2700’den fazla hidroelektrik santral nedeniyle tehlike altında olan nehirlere dikkat çekmek amacıyla 23 nehri 36 günde kateden Slovenyalı kürekçi Rok Bozman tarafından kurulan gönüllü topluluğu Balkan Nehir Savunması (Balkan River Defence)nın mücadelesini takip ediyor. 

Belgesel – Samuel In The Clouds – Salt //  Salt’ın “Bu Son Şansımız Mı?” adlı gösterim programında bulunan film, Bolivya’da And Dağlarında kayak pistinin telesiyejini işleten Samuel’in hikayesine iklim değişikliği yönünden odaklanıyor. Zira artık dağlarda kar yok, turistler sadece manzara için dağa çıkıyorlar. Önümüzdeki 10-15 yıl içinde susuz kalması beklenen bölgenin artan sıcaklıklarının Samuel ve ailesinin hayatına etkisini karşıtlıklar üzerinden görmek değişikti. Tavsiye ederim.

Belgesel – Anote’s Ark – Salt //  Salt’ın “Bu Son Şansımız Mı?” adlı gösterim programında bulunan film, Pasifik Okyanusunda 100bin nüfuslu bir ada olan Kiribati’nin iklim değişikliği nedeniyle yükselen deniz suyuyla sular altında kalacak olması gerçeğine odaklanıyor. 4000 yıllık Kiribati kültürünün de bu gerçekle yok olacak olmasını ve iklim değişikliğinin önce ada ülkeleri olmak üzere bir gün herkesi etkileyecek oluşunu tüm dünyaya anlatmaya çalışan devlet başkanının çabası, yakın gelecekte hepimizin yaşaması muhtemelen sorunları göz önüne seriyor.

Boş Yapsa da Bari Eğlendirsin!

Film – Game Night – BluTV // O’Sinema kanalının Neydi O Film programına bayılıyorum. Bu filmin adı orada geçince not almıştım, zira 2018 yapımı bu filmi izlememiştim. Oyun akşamlarının tutkunu olan bir grup arkadaşın bir oyun akşamının oyun-gerçek / şaka-kaka dönüşümü ile başlarından geçenleri konu alan filmi izlemesi oldukça keyifli. Tavsiye ederim.

Film –  The Mitchells vs. The Machines – Netflix // Oldukça sürükleyici ve eğlenceli bir animasyon film. Son yıllarda pek etkileyici animasyonlar izleyemedim sanki, bunu da etkileyici sayamam ama en azından başından sonuna izlenebilirliği var. 

Film –  Love and Monsters – Netflix // Nedendir bilmem ama ben bu biraz ergen, biraz Marvel, biraz romantik filmi sevdim gibi. Baya keyifle izledim. Sempatik bir canavar distopyası olur mu? E oluyormuş işte.

 

İzlemesem de  Olurdu ama Pişman da Değilim!

Film – The Midnight Sky – Netflix // Yani bu filmi az sevmekle hiç sevmemek arasında bir yerdeyim. Biraz sevdim çünkü iyi kötü bir hikayesi var, biraz akış zayıf olsa da bir takım olaylar, duygu değişimleri, flashbackler filan var. Hiç sevmedim çünkü bir çok sahnesi çok fazla uzun geldi. ( O değil de George Clooney ne çok yaşlanmış yaa )

Beyaz Perdede Ok Olabilir, Evde I-Ih!

Film – Wheel Of Fortune and Fantasy – IKSV // Ya bu pandemi bana neetti!?! Berlin’de Gümüş Ayı Büyük Jüri Ödülü almış filmi izleyemedim. 3 parçada, ara vere vere zar zor bitirdim. Diyaloglara hiç konsantre olamadım. Eminim güzel bir filmdi ama asla bilgisayar ekranından izlenecek bir şey değil, asla odaklanamadım. 

 

Vakit Kaybı!

Film – Ad Astra – Mubi // Bir insan Brad Pitt’i görmekten ve duymaktan nasıl sıkılır? İşte böyle! Evet, bu da oldu, bu heykel gibi adamdan fenalıklar geldi. Bitince filmin süresine baktım, 2 saatmiş, hissiyatı en az 12 saat! Brad’in o dış sesi de eklenince 22 saat deyin siz ona. Ne anlattı, ne anladık hiç bilmiyorum. Daha vasat bir baba-oğul hikayesi duymadım, daha kötü bir uzay filmi de izlemedim. Söyleyeceklerim bu kadar. (Brad, seni yine de seviyorum canım!)

Dizi – Doğu – BluTV // Bartu Küçükçağlayan, Bartu Ben dizisiyle memlekette kendi hikayesini özgün (Master of None, Ramy vb.) bir akışta anlatmak isteyenler için bir kapı açtı. O kapıdan girenler arasında İbrahim Büyükak’ın İlginç Bazı Olaylar’ı gibi Doğu Demirkol’da Doğu adlı bir dizi ile hikayesini büyük oranda gerçeklere dayanarak anlatıyor fakat hikaye akmıyor, ilerlemiyor. Uzun sekans çekeceğim diye uzadıkça uzayan, diyalogları bir yere varmayan, kötü ses dizaynı ile fenalaştıran bu diziyi maalesef inatla bitirdim. Vakit kaybı!

Dizi – Bonkis – BluTV // Yukarıda yazdıklarımın aynısı! (Not: Tek pozitif ayrımcılığım kadın hikayesi olmasına ama 30+ yaşında evlenmemiş, çocuk yapmamış kadının “ben de böyleyim”ini anlatma telaşından da çok yıldım. Tamam böyleyiz, artık kabul görme/görmeme ezikliğimizi aşalım ya!)

Dizi – Generation 56k – Netflix // 56k modem çağında çocukken tanışan kızımız ve evladımız, yıllar sora karşılaşır. Yani 1 saatlik çerez romantik komedi yapmak yerine 8 bölüm x 30 dakikadan 4 saatlik dizi yapmışlar. Ben de oturup izledim. =(

 

Son Zamanlarda Neler İzledim? Dizi ve Film Önerileri – Mart 2021

Son Zamanlarda Neler İzledim? Dizi ve Film Önerileri – Mart 2021

En son Ocak ortasında izlediklerimi toparlayıp listelemiştim. Aradan yaklaşık 1,5 ay geçmişken, neler izlemişim, neleri beğenmiş nelere boşa vakit harcamışım bir bakalım. 

Yine kısa kısa ve kendimce kategorilere ayırarak yazıyorum. Eğer bir platformdan izliyorsam onu da belirtiyorum ama bazıları da malum yerlerden, ask google please! =)

Not: Devam eden ve izlediğim dizileri değil de yeni başlamış olanları bu yazıda paylaştım. BoJack, Ozark, The Crown gibi dizileri zaten izlemişsinizdir, söylemeye gerek yok. =)

Not2: Dizilerden de ilk sezonunun tamamını bitirdiklerimi paylaşıyorum. Zira başı iyi sonu kötü veya tam tersi olabilir.  (Örneğin Exxen’de “Gibi” var. Müthiş gidiyor şimdilik )

İyi seyirler,

Kaçırmayın!

Film – Nomadland – Internet // Milyonlarca kişi tarafından senenin en iyi filmi seçildikten ve onlarca ödül aldıktan sonra ben de nihayet izleyebildim. Herkes beğenmekte çok haklıymış. Filmin ana karakterinin neredeyse bedeninin içine bize sokarak hayatın acısını, sıradanlığını, değişkenliğini, zorluğunu deneyimlemekten insanın içine içine işleyen bir film. İnsan sahip olduklarının ne kadarını kaybetmeye dayanabilir, her şeyinizi kaybetseniz bile elinizde kalana ne kadar tutunabilirsiniz, ne zaman çaresiz hissederiz, ne kadar çaresizliğe dayanabiliriz, hayat her zaman, ne olursa olsun devam eder mi?? Böyle onlarca soru yumruk gibi içimde kaldı izlediğimden beri, düşünüyorum… Tavsiye ederim.

Dizi/Belgesel – Pretend It’s A City – Netflix // Komedyen/Eleştirmen Fran Lebowitz’i tanımıyordum. Dizi ve Martin Scorsese Amca sayesinde tanışmış oldum. Özellikle şehre bakış açımız yönünden ikizimi bulmuş gibiyim. Müthiş bir eleştirmen, bir çoğuna göre aşırı uç, bana göre nokta atışı söylemleri. Ba-yıl-dım!

 

Baya İyi!

Film – 200 Meters – İstanbul Modern Sinema // Mustafa’nın ailesi ile arasında 200 metre var ama istediği her an yanlarına gidemiyor. Çünkü ailesi duvarın arkasında, kendisi ise Filistin’de. Batı Şeria’da böyle bir hayata tanık oluyoruz önce. Sora oğlu kaza geçirince, o kocaman sınır duvarının 200metre ötesine geçmek için 200kmlik bir yolculuğa çıkması gerekiyor. Yani filmin büyük bölümünde bir yol hikayesi izliyoruz fakat yolculuktaki insanların her birinin hayatı bu hikayeye ekleniyor. Çok başarılı bir ilk film. Bir de bana müthiş bir müzisyen kazandırdı. Filmin müziklerinde imzası olan Faraj Suliman!!! Özellikle Arap müziği sentezli caz müzikleri beğeniyorsanız mutlaka dinleyin.

Film – Daha – Netflix // Hayatımın bir bölümünü Hakan Günday’ın işlerini deli gibi takip edip, her kitabını okuyup her oyuna çevrilen işini izleyerek filan geçirdim. Son bir kaç yıldır ise yüreğim kaldırmıyor bazı anlattığı -bir yerlerde gerçek olduğunu bildiğim- acıları. (Yaşlandım mı?) Çünkü okuyanlar bilir, hiç acımaz o gerçekleri suratınıza suratınıza gösterirken. Daha’yı da okumuştum yıllar evvel. Hikayeyi tekrar izlemek yine acıttı. Filmin sorunları var ama hikaye öyle ki..  Gerçek hikayelerle yüzleşebildiğiniz bir zaman izleyin derim.

Dizi – I Know This Much is True – BeinConnect // O kadar zor bitirdim ki diziyi. Sevmediğimden değil, yüreğime öküzü oturttu da kaldıramadım. Mark Ruffalo’nun muazzam ötesi oyunluğu (bir ikizi olduğuna emin gibiyim!), hikayenin derinliği ve karanlığı beni bitirdi. Neresini nasıl yorumlayacağımı bilemiyorum. Her anlamda müthiş, müthiş!

 

Çok Kafamı Açmasın ama Boş da Yapmasın!

Film – Kelebekler – Mubi // Kelebekler’i Mubi’de görünce ikinci kez izleyeyim dedim. İlkinde biraz dikkatsizce izlemiştim, ikinci izleyişimde daha detaylı bakınca daha da çok sevdim. Bitmek bilmeyen “daddy issues” ve aile/toplum ilişkilerini sıkmadan ama dokunacağı yerleri de esgeçmeden anlatıyor Tolga Karaçelik.

Belgesel Film – Made You Look: A True Story About Fake Art – Netflix // New York’ta çok ünlü bir galerinin sahte Pollock ve Rothko eserleri senelerce satmasının mahkemeye taşınmış hikayesini; zamanında bu eserleri onaylayan sanat uzmanlarından, konuya dahil olan avukatlardan, davayı izleyen gazetecilerden ve davalı/davacı taraflardan dinlediğiniz bir belgesel film. Film bittiğinde acaba kaç evde daha tespit edilmemiş ve milyon dolara satılmış sanat eseri vardır, taklit ve aslı ayırt edilemeyecek kadar nasıl benzer olabilir, bir sanatçıyı taklit etmek ne denli kolaydır gibi binlerce soru kafanızda uçuşuyor. (Sanat eserinin pahasının belirlenmesi konusuna hiç değinmiyorum bile!)

Belgesel Film – Ah Gözel İstanbul – İKSV Film + Mubi // Ben bu belgeseli İKSV’de yayına girdiğinde izlemiştim ki şimdi Mubi’de de kataloga girdi. İstanbul’da bir kibrit çöpünün bile izini sürmekten keyif alabileceğim için, bu “sürekli aynı ses tonundan” yorgun düşebileceğiniz ağır aksak gibi görünen belgesel beni mest etti. Keşke bir zaman makinesi olsa… İstanbul’u farklı farklı yıllarda ziyaret edip gezmeyi öyle çok isterdim ki… 

Film – Da 5 Bloods – Netflix // Film biraz enteresan. Vakit Kaybı bölümüne mi koysam yoksa buraya mı diye düşündürdü beni resmen. Çünkü fikir ve anlatılmak istenen hiç bir şey orijinal değil ama bir şekilde sonuna kadar izleten bir hikayeler silsilesi var. Konuların içinde konular, onların içinde başka konular derken çok dallı budaklı dağınık bir senaryo ama oyunculuklar ve 12.oyuncu “doğa” izlemeye değer. Düşündüm düşündüm, o kadar da vakit kaybı değildi sanki galiba sanırım.

Boş Yapsa da Bari Eğlendirsin!

Dizi – The Great – Bein Connect // Hakkında pek bir şey okumadan etmeden, tavsiyeyle daldım diziye ve tahminimden çok daha fazla güldüm. Rusya’nın altın döneminde saraya yapılan, artık gönderme bile diyemeyeceğim çünkü işin ucu kaçmış oldukça, her türlü dalga geçmeyle çok eğlendim. Bir şekilde, bu kadar ucu olmayan bir komedi dizisinde akışta olan bir hikaye, giriş-gelişme ve sonuç var. Şöyle bir göz atın, 1.bölümden tarzı anlarsınız. Severseniz zaten devamı da gelir.

Dizi – 50 m2 – Netflix // Selçuk Aydemir – Burak Aksak işbirliklerini sevenlerdenim. Bu dizi çokça Netflix sosuna bulanmış olsa da özellikle Cengiz Bozkurt ve Tuncay Beyazıtlı’nın her sahnesini gülümseyerek izledim. Biraz sıkışık, akışında problemleri olan bir senaryo ama izlemeye başlayınca gidiyor bir şekilde.

 

İzlemesem de  Olurdu ama Pişman da Değilim!

Dizi – Run – Bein Connect // Acaba yazar bu başlıkta ne demek istemiş. =) Yani, kabaca hikayeyi anlatmalıyım. 15 yıl önce ayrılmış ve hiç görüşmemiş iki sevgili, yıllar evvel kendilerince bir söz veriyorlar. Biri diğerine “run” yazan mesaj atar ve diğeri de “run” yazarak cevap verirse, hayatlarından memnun değiller demektir ve birlikte kaçacaklar. Malumunuz bu olay gerçekleşiyor ve biz o 3-4 günlük kaçış macerasını izliyoruz. Ben 7 bölümü bir günde tamamladım zira insan ne olacağını merak ediyor. (Ya da ben fazla boşum!) Ve yani bir takım şeyler de oluyor tabi, final de merak ettiriyor ama 7 bölüm boyunca eskiler, eski sevgililer, gençlik filan konuşuldukça “fazla hatıra annecim!”. Bana bi bastılar! Sırf merakımdan bitirdim. Başlık da bundan işte. Artık bu bilgiyle ne yaparsınız bilmiyorum, merak eden izlesin =)

Film – Luxor – İKSV Film // Eski sevgililerin bilmem kaç yıl sonra bir araya gelmesi temalı filmleri izlemeyi bırakmam lazım. Belli ki filmler güzel olsa bile bana yaramıyor =) Başrolde Mısır’ı izlemek muazzam fakat hikaye bana zayıf geldi. Bu ikilem yüzünden bu başlık =)

  

Beyaz Perdede Ok Olabilir, Evde I-Ih!

Film – Pinocchio – İKSV Film // Sevimli Pinokyo’nun hikayesini ne ettiniz böyle?! Atmosfer güzel, olaylar biraz karanlık, Roberto Benigni yine duygusal oyunculuğunda tavan ama ben evde konsantre olamadım. Giremedim o dünyaya bir türlü. Belki salonda olsa daha çok severdim ama maalesef. =(

 

Vakit Kaybı!

Dizi – Tiger King – Netflix// Evet ancak izledim. Ve evet beğenmedim. Uzun uzun niye bu psikolojik sorunlu adamların hayatının her türlü detayını izliyoruz anlamadım. 2. bölümde pes ettim.

Film – I Care A Lot – Netflix // Bazı spekülasyonlar boş çıkmaya mahkum, tıpkı bu filme çok şaşırıp, çok beğenenlerinkiler gibi… Yani, neden vakit kaybı olduğunu yazmak bile vakit kaybı. İzlemeyin.

Belgesel – Becoming Duru – Netflix // Nükhet Duru’nun hayatını ŞokoPop’un ve 196Sekiz Youtube kanallarından izleyiniz. Bu albüm tanıtımımsı şey anlamsız.

Bize Film Önersene!

Bize Film Önersene!

O kadar çok platforma ve filme boğulduğumuz bir dönemdeyiz ki, iyi bir film bulmak samanlıkta iğne aramaya benzedi. Netflix’i tarıyoruz, İmdb puanına bakıyoruz, festivalleri kovalıyoruz, blogları takip ediyoruz… Derken yine de tatmin olmadığımız onlarca film izliyoruz.

Evet zevkler biraz kişisel bir konu ama yine de sinemanın ortak paydası olan hikaye, oyunculuk, merak yaratma, görsel tat v.s gibi konularda “baya iyi” diyebileceğim bazı filmleri listelemek istedim.

İyi olduğu halde sıradan bulduğum için listeye almadığım bir çok film de var ama sanırım en en tavsiye edebileceklerim bunlar. Dilerim sizler de beğenirsiniz. 

İyi seyirler,

 

Mutlaka İzleyin!

Belgica // The Broken Circle Breakdown filminin yönetmeninden kulaklarınızın pasını silecek bir müzik şöleni ve derin bir aile-kardeşlik hikayesi… Senenin izlenmesi gereken filmlerinden…

Dheepan // İnsan olmak, vatan/sızlık, güven, sevgi ihtiyacı, yaşama bağlılık, hayaller… İzlerken sağlı sollu bin tane yumruk attı film bana…

Anomalisa // Başyapıt. Bu senenin Her’ü. Aşkı anlatış şekli “sinema bu” dedirtiyor. Kalabalıklardaki yalnızlık, hayatın tekdüzeliği, aile kurma ve başarının mutlu olmaya yetmemesi… Bu kadar çok şeyi kuklalarla bu kadar gerçek ve damardan anlatmak… İzleyin! (bitince kafamda “sen de artık herkes gibisin” çaldı…) 

El Clan, Çete // Böyle bir final yok! Bütün salon çığlıklarımızı yuttuk, şok şok! Şahsen senenin en beğendiğim filmlerinden biri oldu Çete. Gerçek bir hikaye olması da cabası… Olaylardaki bazı açıklar bende de soru işareti oldu ama çok takılmayın. Dram,gerilim dolu etkileyici bir hikayeye tanık olun.

7 Casaj, 7 Kasa // Çok beğendiği kameralı cep telefonunu alabilmek için tesadüf üzerine bulduğu, yüklü miktarda para kazanacağı bir taşıma işi alan 17 yaşındaki Victor’un yaşadıkları ana hikaye gibi görünse de, film ana-yan-dış/ tüm karakterlerin hikayesini, ana hikaye için ne kadar gerekliyse o kadar anlatıyor ve  tüm bu karakterler hikayenin akışı içinde öyle güzel kesişiyor ki…

Baskın, The Raid // Özel bir operasyon timi, şehir dışındaki mahallelerden birinde aranan bir uyuşturucu tücarın gizlendiği istihbaratını alır ve adamı yakalamak için oturduğunu binaya baskın düzenlerler. 100dk boyunca nefes almadan ve gerim gerim gerilerek izlemeye hazır olun.!

 

Pişman Olmazsınız!

Captain Fantastic, Kaptan Fantastik // Özellikle anne babaların kesinlikle izlemesi gereken ebeveynlik, eğitim sistemi, şehir-medeni hayat konularında çok çok güzel bir film. Tüm oyunculara ayrı ayrı bayıldım. Bir de sonunda bir cenaze uğurlaması var ki ağlar mısın güler misin, çok acayip.

The Revenant, Diriliş // Inarritu’nun önünde saygıyla eğiliyorum. Böyle bir atmosfer, böyle bir gerçekçilik, böyle bir her şey! DiCaprio’nun içi rahat olsun, heykelcik bu sene onun elinde olacak…

Le Tout Nouveau Testament, Yeni Ahit // “Tanrı, karısı ve kızıyla normal bir hayat süren sıradan bir Belçika vatandaşıdır ve bir apartman dairesinde yaşamaktadırlar.” Şu cümle bile film hakkında çok önemli bilgi veriyor ve mükemmel bir absürd komedi. Din, tanrı, tanrının adaleti gibi çok derin konuları mizahi bakış açısıyla sorgulatan filmi izlemenizi tavsiye ederim.

April and the Extraordinary World // Son dönemde gözümü kırpmadan izlediğim en sürükleyici, duygusal ve macera dolu animasyonlardan biriydi. Hikayeye de April a da bayıldım.

Deux jours, Une nuit, İki Gün, Bir Gece // Son dönemde izlediğim en başarılı kapitalist eleştirisini, izlerken gırtlağınızın sıkıştığını hissedecek kadar gerçekçi bir hikayeyle seyirciye aktarırken, insana dair çok şey anlatmışlar.

Çok Kafamı Açmasın ama Boş da Yapmasın! 

Grand Budapest Hotel, Büyük Budapeşte Oteli // Absürd bir kara komedi olmasına karşın, komedi dozu yüksek ve kurgusuyla her dakika izleyicinin dikkatini üst düzeyde tutmayı başaran film, masalsı anlatımın en başarılı örneklerinden birini ortaya koyarken, sinemanın enleri arasında kendine şimdiden önemli bir yer edindi.

The Hateful Eight // Rahat ve uzunca bir vaktinizde sinema budur, hikaye anlatımı budur diyeceğiniz bir şölen izleyemeye hazır olun! Aslında sadece “bir Tarantino filmi” demek bile yeterli…

Yüce Sezar!, Hail, Ceaser! // Coen Kardeşlerin son filmi her zamanki gibi müthiş bir kara komedi. Clooney hayatının en komik karakterini mükemmel başarmış. Alden Ehrenreich ise müthiş keşif! İzlenmeli!

Hunt For The Wilderpeople, Vahşiler Firarda // Dram, macera, komedi ögelerini müthiş bir şekilde harmanlayan ve Yeni Zelanda’da gişe rekorları kıran film, bizi geleceğin önemli aktörlerinden biri olmaya aday Jullian Dennison ile tanıştırıyor. Çok keyifli ve sıcak bir film, senenin “en”lerinden… 

Made in Dagenham, Kadının Fendi //  Her şeyden önce müthiş bir görsellik vaad ediyor. Dönemin kıyafetleri, saçları, arabaları herşey süperdi. (O kadar ki annem “neden eski bir filme bilet aldın” dedi!) 

Sound Of Noise, Yaşamın Ritmi // 5 müzisyen adamdan oluşan bir ekibin, şehir içinde bir dizi “müzik eylemi” yapmasını konu alıyor. Fantastik, eleştirel ama eğlenceli bir İsveç yapımı.

Dramı Bol Biraz da Gerilim Bir Arada Alırım Bir Dal Diyenler!

Moonlight, Ayışığı // Little, Chiron ve Black. Bir adamın 3 farklı yaşından kesitler izlediğimiz film, insanın doğduğu andan itibaren yaşadıklarının onu nasıl bir insana dönüştürdüğünü az diyalog, çokça hisle anlatıyor. Ekrana girip o çocuğa, gence, adama sarılmak hissiyle ağlamaktan, iç çekmekten helak olarak izledim. Bir çocuk özelinde o kadar genel sıkıntılar ki…. Çocukları üzmeyin yaa. Çünkü o üzüntüler hep içlerinde kalıyor, ve onları taşıyarak büyüyorlar.

Manchester By The Sea, Yaşamın Kıyısında // Kendini suçlayarak ve sevdiklerini kaybederek ruhunu öldürebilir misin? Sadece bedenen yaşıyor ama ruhen ölmüş olabilir misin? Peki tekrar yaşamaya başlamak mümkün mü? Bu filmi izlerken empatinin dibine vurup vurup çıktım. Casey Affleck’in başlarda donuk bulduğum ama ilerleyen dakikalarda mükemmel olduğunu keşfettiğim oyunculuğu (unless his brother Ben!) için bile izlenir.

Nocturnal Animals, Gece Hayvanları // Bu senenin “ya çok sevilen, ya çok nefret edilen” Tom Ford filmi karşınızda! Ben beğenenlerdenim ve uzun zaman sonra bir filmle ilgili uzun uzun yazasım var. Bir kere, bence oyunculuklar efsane! Özellikle afişteki Aaron Taylor-Johnson! Adamı şu an görsem oyuncu filan demem iki tokat patlatırım, öyle bir nefretim var. Filmin kurgusu… İç içe geçmiş gerçeklik ve roman… Sonra o otoyol sahnesi. Böyle bir gerilim yok. Ve pişmanlıklar, ve final ve bir sürü şey. İzleyin. Mümkünse yalnız.

Beasts of No Nation // küçük bir çocukken intikamla dolu bir askere dönüştürülmek… izlerken içiniz acıyacak… 

District9 // Distopya, belgesel çekimi gerçekçilik… Bilim kurgu sevmeyenleri bile hayran bıraktıran bir hikaye.

Beasts of the Southern Wild, Düşler Diyarı // Küçük bir kızın dünyasından yola çıkaran evreni, aileyi, kıyameti, ölümü izleyeceksiniz. Çok ama çok etkileyici.

Her, Aşk // İzledikten günler sonra bile kafamı meşgul etmeye devam eden, büyük bir boşluğa düşüren bu filmi mutlaka izleyin. Senesinin ve belki uzun yılların başyapıtlarından olduğunu düşünüyorum.

Yozgat Blues //  Yönetmenin dediği gibi melankolik bir komedi. İnsan hikayeleri, taşra, gün gün kaybolan ve gerçekleşen hayaller… Hepsi çok güzel bir seyirlik yaratmış.

Gerçek Bir Hikayedir!

Lion // İlk yarısı son zamanlarda izlediğim en iyi çocuk oyuncu (Sunny Pawar) performanslarından birini içeren bu gerçek hayata dayalı hikayenin ikinci yarısı bir o kadar uzun ve yorucuydu. Yoğun enerji göndere göndere vardığımız finalde ise, göz yaşları sel oldu. Ah Guddu ah!

Zenne // Bir klişe olacak biliyorum ama yine de yazmak istiyorum. Günümüzde homofobinin her geçen gün biraz daha azaldığını umut etsem de, bitmeden bu acı hikayeler de bitmeyecek. O yüzden izlemeli, izletmeli.

 

Sanat Kimin İçindir!

Listen To Me Marlon // Marlon Brandon’un oyunculuk serüvenini kendi ağzından dinlemek… Oyunculuk tutkusu, yöntemleri, ünlülükle başa çıkması/çıkamaması, çapkınlıkları… (ikinci kez izledim, bi üst kategoriye aldım.!)

Mr.Turner, Bay Turner // Kusursuz görselliği, ışık kullanımı ve deneyimli oyuncu kadrosunun toplu başarısı filmin en büyük artıları. Konu sanatçılar olduğunda biyografik yapımları ve belgeselleri izlemeye doyamadığımdan ben pek fazla sıkmamış olsa da süresinin bir miktar uzun olduğu söylenebilir fakat buna rağmen, özellikle ilgililerine, senenin izlenmesi gereken yapımlarından olduğunu belirtmek isterim.

Tim’s Vermeer, Tim’in Vermeer’i // Özellikle resim sanatına ilgili olanların kaçırmaması gereken çok acayip bir araştırma-belgesel. Sanat sadece yetenek işi midir? Yoksa alet icat edip müthiş sanat eserleri yaratmak da mümkün müdür?

Over Your Cities Grass Will Grow,  Çimler Örtsün Üzerinizi // Modern sanatın en önemli sanatçılarından Anselm Kiefer‘in 1993 yılından 2009 yılına kadar çalıştığı 35 hektarlık atölyesinde, beton, cam, demir, moloz ve bir sürü başka inşaat malzemelerini kullanarak yarattığı paralel bir evrene dalış yapacağınız bir belgesel. İzlemesi zor ama keyifli.

Marina Abramoviç:  The Artist is Present, Sanatçı Aramızda // İnanılmaz bir kadın, inanılmaz bir beden, inanılmaz bir oto kontrol, inanılmaz bir iş aşkı, inanılmaz bir sanat anlayışı… Bu kadınla ilgili her şey inanılmaz!

Belgesel Sevenler!

İnsan, Human // 190 dakikada Dünya’nın binbir yerinden hikayeler ve görüntülerle “insan olmak” nediri sorgulatan müthiş bir belgesel.

Citizenfour // Dijital çağda hayatlarımız ne kadar gizli? Hayata bakışınızı değiştirecek bir belgesel…

Amy // Ah Amy… Filmi izlerken her olayda yanında olmak istedim. Seni bir türlü toparlayamayan o annenden babandan nefret ettim. Daha çok şarkı söyleyecektin be kızım!

He Named Me Malala // Aslında sinematografik özellikleri bakımından sıkıntısı bol bir belgesel ama bazen hikaye her şeyin önüne geçiyor. Malala’nın cesareti ve gözündeki o ateş mutlaka görülmeli.

Where to Invade Next?, Şimdi Nereyi İşgal Edelim? // Michael Moore’un önceki belgesel/filmlerini izlediyseniz, tarzını bilirsiniz. Amerikayı gömerken bu sefer aşırı güldürüyor. Üstüne işçi çalışma saatlerinden, eğitim yöntemlerine bir sürü ülkenin, bir sürü güzel uygulamasını keşfetmenizi sağlıyor.

The Square, Meydan // Hala izlemeyen kaldı mı bilmiyorum ama dünya tarihinin en yakın olaylarından birine, Mısır Devrimi’ne, olayların içindeki göz olarak bakmalı ve izlemelisiniz.

Inside Out: People’s Art Project, Ters Yüz: İnsanların Sanat Projesi // JR sevgim bir yana yaptığı her işi ağzım açık izliyorum. Müthiş bir çağdaş sanatçı. Bu projesi de izlenmeye değer.

Pina // 3Dli bir TV bulsanız da benim sinemada aldığım tadı alabilseniz keşke! Hayatımda izlediğim en etkili 3D çalışma. Pina Baush ile tanışmalısınız.

Wasteland, Çöplük // Vik Muniz’in Rio’daki dünyanın en büyük çöplüğüne ziyaretini ve orada yaşadıklarını, çöp toplayan catadorların hayat hikayeleriyle bezeyerek anlatıyor. 

Ekümenopolis // Duymayanlar için belgeselin anlatmaya çalıştığı şey şu: İstanbul’daki ekolojik eşikleri aştınız, nüfus eşiklerini aştınız, ekonomik eşikleri aştınız. Nereye gidecek bunun sonu derseniz, Doğan Kuban’ın söylediği şeyi söyleyeceğim size: kaos”

Gerilim ve Korku Filmi Sevenler!

Korkunun Gölgesi, Under The Shadow // Ben korku filmlerini aşırı saçma bulduğumdan pek sevmem ve izlemem. Ama iyi gerilim filmlerini severim. Bu film İran-Irak savaşı sırasında Tahran’da bir apartmanda geçiyor. O savaş psikolojisi, yalnızlık, sanrılar, kurmacalar, ay valla yazarken bile filmi hatırladım içim sıkıştı. Gerilim-korku severler kaçırmamalı.

De Behandeling, The Treatment // Belçikalı sinemacıların karanlık filmler çekmek konusunda tıpkı İslandinav ülkeleri gibi bir yeteneği var sanıyorum. Film bitsin de bu işkenceden kurtulayım diye dua ettim. Gerilmekten mideme ağrılar filan girdi. Kaldırabilecekseniz izleyin derim.

Cube, Küp // Oldukça klasik bir tavsiye olacak ama hala bilmeyen çok kişi olduğunu duyuyorum. Düşük bütçe, tek mekan, ortalama oyunculuklar. Fakat tüm bunları gölgede bırakıp Küp serisinin kült filmler olmasını sağlayan nedir ?

Sakin Sanat Filmlerini Sevenler!

Rams, İnatçılar // Kardeşlik ve adı üstünde inat üzerine… İrlanda’nın müthiş coğrafyasında…

Çoğunluk, Majority // Çoğunluk izlemesi zor ama klişe deyimle toplumun aynası bir film. Bartu Küçükçağlayan’ın müthiş oyunculuğu ile başlarda çokça içsel muhasebe yapan fakat sonlara doğru azalan acılarıyla çoğunluğa uyum sağlayan Mertcan karakteri izlenmeye değer.i 

The American, Centilmen // Tamamen bir karakterin yaşadıkları üzerinden dramatik duygu durumunu derinlemesine inceleyen, diyalogu az, etkisi bol bir film. Başrolde George Clooney.

Bir Zamanlar Anadolu’da // Nuri Bilge Ceylan’ın “yalnız ve güzel ülkesi”ne inanılmaz bir bakış attığı film

Sivas // Sakin bir film mi bilmiyorum ama Türkiye bağımsız sinemasının gerçekten iyilerinden. Final sahnesindeki diyalogdan sonra vicdansızlığın öğretilen bir şey olduğunu, saf çocuk hislerimizin büyürken içinde bulunduğumuz toplum tarafından nasıl yok edildiğini ve düzenin olduğumuz kişi olmamızda nasıl da etkili olduğunu günlerce düşündüm. 

Nomadland // Milyonlarca kişi tarafından senenin en iyi filmi seçildikten ve onlarca ödül aldıktan sonra ben de nihayet izleyebildim. Herkes beğenmekte çok haklıymış. Filmin ana karakterinin neredeyse bedeninin içine bize sokarak hayatın acısını, sıradanlığını, değişkenliğini, zorluğunu deneyimlemekten insanın içine içine işleyen bir film. İnsan sahip olduklarının ne kadarını kaybetmeye dayanabilir, her şeyinizi kaybetseniz bile elinizde kalana ne kadar tutunabilirsiniz, ne zaman çaresiz hissederiz, ne kadar çaresizliğe dayanabiliriz, hayat her zaman, ne olursa olsun devam eder mi?? Böyle onlarca soru yumruk gibi içimde kaldı izlediğimden beri, düşünüyorum… Tavsiye ederim.