III.Richard

III.Richard

  • İstanbul Tiyatro Festivali (İKSV) , İstanbul Şehir Tiyatroları
  • Yazan: William Shakespeare
  • Yönetmen: Sam Mandes
  • Oyuncular:Maureen Anderman, Stephen Lee Anderson, Jeremy Bobb, Nathan Darrow, Jack Ellis, Haydn Gwynne, Chuk Iwuji, Isaiah Johnson, Gemma Jones, Andrew Long, Katherine Manners, Howard W Overshown, Simon Lee Phillips, Gary Powell, Michael Rudko, Annabel Scholey, Kevin Spacey, Gavin Stenhouse, Hannah Stokely, Chandler Williams

Güllerin Savaşı sona erdi. Ya da öyle görünüyor?

York Hanedanı?nın, Lancaster Hanedanı?nın tahtını ele geçirerek zaferini ilan etmesiyle, İngiltere?nin yaşadığı en kanlı iç savaş henüz yeni sona ermiştir. Kral Edward?la birlikte artık barış hüküm sürecek gibi görünmektedir. Ancak, İngiltere?nin savaşla kavrulmuş topraklarının derinlerine nefret tohumları ekilmiştir artık; barış, savaş sonrası kırgınlıklar ve kin üzerine kurulmuştur ve bunların hiçbiri ne affedilmiş ne de unutulmuştur.

Kral Edward?ın kardeşi Gloucester Dükü Richard, hayattaki amacını bu savaş zamanlarında bulur. Doğuştan sakat olmasına karşın, York Hanedanı?nın Lancaster?ı yenmesinde önemli rol oynar. Görevini tamamladıktan sonra bir kenara atıldığını hisseden Dük, savaş ve intikam için yanıp tutuşmaktadır. Şimdi bütün arzusu içeride savaş çıkararak ?gizli amacını? gerçekleştirmektir: İngiltere Kralı olmak. Richard bu tutkuyu hayata geçirmek için yalan söyleyecek, aldatacak ve öldürecektir. Bu barış zamanlarında, hiç kimse güvende değildir.

III. Richard, İstanbul Tiyatro Festivali (İKSV) ve İstanbul Şehir Tiyatroları?nın yanı sıra Atina & Epidaurus Festivali, Centro Niemeyer İspanya, Hong Kong Sanat Festivali, Kay&Mc Lean Productions, ve Singapur Repertuar Tiyatrosu partnerliğinde gerçekleştiriliyor. Üç yıl boyunca uluslararası seyirciyle buluşacak büyük ölçekli, klasik tiyatro oyunları üretmek amacıyla Old Vic, BAM ve Neal Street?in ortak yapımı olarak hayata geçirilen The Bridge Project?in sponsorluğunu Bank of America Merrill Lynch üstleniyor.”

III.Richard

Shakespeare’in en önemli oyunlarından sayılan “Kral III.Richard’ın Trajedisi”, The Bridge Project kapsamında Sam Mendes’in yönetmenliğinde, Kevin Spacey’in başrolünde  İstanbul Tiyatro Festivali (İKSV) ve İstanbul Şehir Tiyatrolarının katkılarıyla 5-9 Ekim’de İstanbul’daydı.

Oyunun geleceğini duyduğum andan itibaren biletlerin satış gününü kolladım fakat İKSV haklı olarak Lale Kart sahiplerine biletleri önceden sattı. Bu yüzden biletlerin genel satışa çıktığı ilk gün dakikalar içinde biletler tükendi. Daha sonra Köşe Yazarı Cengiz Semercioğlu’nun konuyu köşesine taşımasıyla bir ek gösterim konuldu. Fakat ben bilet sırasındayken bu oyunun da biletleri tükendi. İçimde bir ümit vuslata dair, III.Richard kısmetimde yokmuş dedim. (Aslında bu kadar sakin karşılamadım bu işi, birçok sanatsever gibi İKSV’ye e-mail yağdırdım, facebook sayfalarına türlü şikayetler yazdım. “Madem lale kartlılar dışındakilere bilet kalmayacaktı, niye herkese duyurdunuz bu oyunu ve heveslendirdiniz bizleri!” dedim. Dedim de dedim…)

Gala gecesindan sonra twitterda herkesin oyunu öven twitlerinden gına gelmişken, İKSV’den bir açıklama geldi: “III. Richard oyunu için, oyunların başlamasına yarım saat kala sınırlı sayıda numarasız bilet satışı yapılacaktır….”

Bu twiti gördükten sonra 8 Ekim saat 15’teki oyun için 45 dakika önce girdim kuyruğa ve merdivende oturma biletimi (40TL- öğrenci, 200TL-tam / öğrenci olmayı seviyorum) aldım!

Bu zorlu bilet bulma sürecinden sonra merdivenlere kuruldum. Oyunun 1.perdesi 2 saat, 2.perdesi 1.5 saat, arası da 20dakika idi. Oyundan sonra bacaklarım ve sırtım orjinal halini almakta bir hayli zorlansa da.. değdi.

Oyun çok başarılıydı!

Dünya prömiyerini 29 Haziran’da Londra’daki Old Vic Tiyatrosu?nda yapan, American Güzeli filmi ile en iyi yönetmen ve en iyi oyuncu ödüllerini alan ikili Sam Mandes ve Kevin Spacey’İn bir araya geldiği bu oyunu sırasıyla ele almak gerekirse;

  • Konu malum ııı.Richard’ın kral olana kadar ailesinden 17 kişiyi gözüne kırpmadan öldürmek için çevirdiği entirakaları, sonunda düştüğü durumu ve başından geçenleri anlatıyor. Türk izleyicisinin çok aşina olduğu bir tarih değil İngiliz tarihi fakat Shakespeare’in müthiş kurgusu ve anlatımıyla konu gayet anlaşılırdı.
  • Zamanında azda olsa İngilizce İngiliz Edebiyatı kitabı okumuş biri olarak, oyuncuların hızlı ve ağdalı İngilizcelerini anlamak zordu. Üst yazı ise pek bir yukarıdaydı. İlk 10 dakika hem dili anlamak, hem yazıyı takip etmek zor oldu ama biraz kulak alışkanlığından sonra rahat gitti.
  • Sahne tasarımı muazzamdı (Tom Piper). Modern bir Shakespeare yorumlaması için olabilecek en iyi sahneydi. Arkaya doğru yükselen zeminin yanındaki tuğla duvarlar sıra sıra kapı doluydu. Oyun boyunca  bu kapılar çok sık kullanıldı. İkinci yarıdan sonra ise sahnenin ortasındaki bölme açılarak arkaya doğru sahnenin uzaması sağlandı ve siyah bir sonsuzluk oluştu.
  • Işık, sahneden sonra en beğendiğim şeydi oyunda. Üzerinde çok çalışıldığı belliydi ve şimdiye kadar izlediğim tüm oyunlar içinde en iyisiydi.
  • Kostümler oyunun önüne çıkmayacak derecede sade ama görsel açıdan şovun aşağısında kalmayacak şekilde uyumluydu.
  • Müzikler ve ses canlıydı. Bence çok gerekli değildi. Neticede bir müzikal değil bu. Fakat oyuncuların çaldığı davullar çok iyiydi.
  • Oyuncuların hepsi aşarılıydı fakat Kevin Spacey bir klasiğe yaraşır şekilde sesini müthiş bir teatrallik ile  kullandı. Saatlerce o ses düzeyini hep yukarıda kullanarak çıkardığı performans müthişti. Sırtında kaburu ve sakat ayaklarıylaa eğimli sahnede inanılmaz bir iş çıkardı. Bir sürü insanın katili, gözü dönmüş bir kraldan, vicdanıyla savaşan bir adama müthiş dönüştü.
Son olarak Sam Mendes’ten beklediğim orjinallikler yoktu ama standartların çok çok üstündeydi. Bir de 200 TL ya da daha fazla verip gitmeye değer miydi?  Benim cüzdanıma göre cevabım: Hayır. Ama izlemek çok şey kattı mı?: Modern tiyatronun önemli örneklerinden birini görmek ve Kevin Spacey’i izlemek açısından: Evet
İzleme şansını bulanlar olursa, şimdiden iyi seyirler,
Cem Yılmaz Stand Up Show – CM101MMXL FUNdaMENTALS

Cem Yılmaz Stand Up Show – CM101MMXL FUNdaMENTALS

TİM Show Center (Türker İnanaoğlu Maslak Show Center)’a daha önce gitmemiştim. Açıkcası böyle modern, güzel ve büyük bir salonun varlığına sevindim.

Aylar öncesinden ancak yer bulup alabildiğim Cem Yılmaz’ın gösterisi için salon yine tamamen doluydu. Yerlerimize ilk oturduğumuzda bu ne soğuk, havalandırmayı niye bu kadar açmışlar ki diye sızlandım. Gösterinin birinci bölümü bittikten sonra ise gülmekten kan ter içinde kalmıştım ve salonda oksijen kalmamıştı.

Oyunun başlama saati olan 21.00 ‘da hala seyirciler salona giriyordu ve ışıklar açıktı. Bir baktık sahnede Cem Yılmaz! “Saat 9 oldu geldim” dedi. Sonra yerlerine geçmeye çalışan seyircilerle uğraştı. Doğaçlama esprileri ile bizleri ilk saniyeden güldürmeye başladı.

15 dakika sonra herkes yerlerine oturunca gitti ve bu sefer ışıklar söndü. Artık gösterisiyle Cem Yılmaz sahnedeydi. Önce iletişim çağından, facebook ve twitter kullanımından, teknolojik gelişmelerden bahsetti. Hepimizi gülmekten yerlere serdi. İkinci yarıda ise evliliklerden başladı konu, sonra Türklere özgü davranışlardan devam etti. Eski esprilerini de araya harmanladı ama hepsini öyle güzel anlattı ki tekrar tekrar güldük.

Saat 23.40a gelirken gösteriyi bitirdi. Zaten 10 dakika daha devam etse tüm salon gülmekten çatlayarak feci şekilde can verecekti.

Gösteriye gitmeden, DVDsi de çıkar nasıl olsa, bu kadar para harcamayalım boşuna diye düşünüyordum. Fakat fikirlerim tamamen değişti. Cem Yılmaz’ı canlı canlı izlemek çok daha zevkli. Ayrıca 2-3 saat boyunca insanları hiç sıkmadan, tek bir saniye bile kahkahasız geçirtmeden gösteri yapmakta herkesin harcı değil.

Hayatınızdan 3 saati ayırıp, gösteriye gidip doya doya gülmenizi tavsiye ederim. Tabi biletleri çok önceden almanız gerektiğini hatırlatarak…

İyi seyirler,

Not: Aynı gün Ayşe Arman’da gösterideydi. Gösteriden sonra Hürriyet Gazetesi’nde yazdığı yazı  burada.

Doğum Günü Partisi

Doğum Günü Partisi

doğum günü partisi

  • Şehir Tiyatroları /
  • Yazan: Harold Pinter /
  • Yöneten: Yıldıray Şahinler /
  • Oyuncular: Bahtiyar Engin, Cem Davran, Jülide Kural, Mert Tanık, Özge Borak, Yıldıray Şahinler /
“Nobel ödüllü Harold Pinter’ın başyapıtı, hem eğlence hem gerilim dolu bir oyun. Bir sahil kasabasında yaşayan karıkoca ve pansiyonlarının tek müşterisi olan bir genç adam. Dışarıdan gelen iki adam ve orada yaşayan bir genç kız. O gün doğum günü olmayan genç adam için bir doğum günü partisi düzenlerler. Ve korkunç eğlence başlar.”

Canım sıkkın çıktım salondan. Kızgın bir de. Çünkü anlamlandıramadığım bir aptallık içindeyiz toplumca.

Tiyatroya gitmek emek ister. Televizyon gibi değildir. Canlı kanlı sanatçılar gözünüzün içine bakarak oynarlar. İnteraktif bir oyun değilse seyirci sesli sesli yorumlar YAPAMAZ. Seyirci çok gülmek istese bile komik olmayan ve kimsenin gülmediği bir sahnede SESLİ SESLİ GÜLEMEZ.

Tiyatroya gitmek emek ister. Nasıl olsa bilet fiyatları uygun, bir akşam gidip doya doya gülelim hissiyatıyla oyun izlenmez. Tiyatro sanattır. Amacı vardır. Farkındalık yaratır.  Anlamak için biraz kafanızı zorlamanız gerekir.

Tiyatro emek ister. En azından bilet almadan,aldıktan sonra, oyundan önce bir kitap karıştırmak, bir “google”lamak gerekir. Yazar kimdir, oyun nedir öğrenmek gerekir.

Hadi bunların hiçbirini yapamadınız ve oyunu beğenmemiş ve sıkılmış olabilirsiniz ama SAYGILI olmak zorundasınız.

Tüm oyun boyunca 20-30 kişi sanki Cem Yılmaz izliyor gibi kahkalarla güldüler. Oyun bir absürd tiyatro oyunuydu ve kara komediydi! Harold Pinter tarzı itibariyle boyun eğen ile hüküm verenleri, gizem ve karmaşayı, körlüğü anlatıyor ama direk değil. İşte bu direk anlatmanın olmayışı seyirciyi huzursuz etti sanırım. “Bir şey anlatmıyor bu, bari gülelim” hissiyatına kapıldılar.

Bu aşamada biraz kararsızım. Şöyle ki; hem tiyatroya daha çok insan gelsin istiyoruz, hem en anlaşılması zor oyunları seçiyoruz. Bir de bu oyuna “komedi” diyoruz. Öte yandan böyle oyunlar olmasa da olmaz. Sanırım tiyatro oyunlarına bilet satarken daha çok şey anlatmalıyız. Bir şeyler eksik, neyse bulup çözmek lazım.

Oyundan çıkarken,  önümde oturan ve bütün oyun kahkahalara boğulan iki kadına duyurarak yanımdakilere “Bu kadar sesli oyun izlenmez. Ayıp artık.” dedim sinirden kudurarak. Utanmışlar. Umarım bir sonrakinde daha az ses çıkarırlar.

Oyuna gelirsem; ağır giden bir oyundu. Bazı bölümler yavaş işledi, bazı bölümler ise çok hızlıydı, kafa karıştırdı. Sahne konusunda son zamanlarda Barış Dincel’in kendini tekrarladığını düşünüyorum. Açılı duvarlar güzeldi, özellikle böyle absürd işlerde çok kullanılır ve etkilidir, fakat daha şaşırtıcı olabilirdi ve belki daha soyut. Aynı şey kostümler için de geçerli. Gerçi istenen etki, normal hayatın içindeki absürd karakterlerle ve karışık diyaloglarla etkilemek olduğundan, sahne gerçeğe yakın düzenlenmiştir.

Oyunculuklar iyidi. Başlarda biraz abartılı bulsam da karakterler güzel oturmuştu. Her bir oyuncu ayrı ayrı çok orijinal  karakterler yaratmışlardı.

Karanlık sahneler etkileyiciydi. Sahneyi tamamen karartıp, el feneri kullanmak güzel bir fikirdi.

Maalesef ağız tadıyla oyunu izleyemedim. Dikkatim çok dağıldı seyirciler yüzünden. İzlemek isteyenlere iyi veya kötü oyun diye bir tavsiye veremeyeceğim. Sadece biraz okuyup öğrenip öyle gidin lütfen.

İyi seyirler,

Metin Zakoğlu Tiyatrosu – Kulis Oda Sahnesi kapatılmak isteniyor!

Metin Zakoğlu Tiyatrosu – Kulis Oda Sahnesi kapatılmak isteniyor!

Metin zakoğlu, kulis oda sahnesiHala elimizin altında istediklerimizi özgürce yazabildiğimiz bir “internet” varken, Metin Zakoğlu’nun tiyatrosu için twitterdaki çabalarını görünce yazmam gerektiğini hissettim. Önce olanları Metin Zakoğlu’nun twitterdaki yazılarından aynen aktarayım.

  • “İnsanların TİYATRO’ya evlerinin altındaki bar kadar bile değer vermemeleri ne tuhaf.
  • Kapı girişlerinin meyhanelere barlara verenler,Evde Tiyatro bizim apartmanda olmaz diyorlar….
  • Apartmanda oysa hiç oturan,yaşayan daire yok.Bu ne hınçtır bu sanata…
  • Ama ne olacak ben pes mi edeceğim,tabiki hayır…Tiyatro yapmaya bunlara inat devam edeceğim…Ve her yerde bu insanları konuşarak üstelik.
  • Ben alttaki barın gürültüsünden TİYATRO yapamıyorum,yan blok da oturan hanım,Tiyatro istemiyoruz diyor.
  • Ne zararını gördünüz Tiyatromun dedim,Hiç ama istemiyoruz diyor..Milletler hak ettiğini yaşar ve bizde hak ettiğimizi yaşıyoruz.
  • Apartmanın tamamı tiyatromuza EVET diyor,2 hanım biz apartmanda tiyatro istemiyoruz diyor.İşin tuhafı bu hanımlar bu apartmanda değil:)
  • Tiyatro yaptığım EV Tiyatrosu tamamen iş yerlerinden oluşan,altında meyhane olan,ve akşamları bizden başkasının kalmadığı bir yer.
  • Ve bu şaka gibi insanlar,biz apartmanımızda TİYATRO yapılmasını istemiyoruz diyorlar.Ne gelip izlemişler,ne bir bakmışlar…
  • Benimse sadece amacım haftanın her günü bağdat caddesi gibi bir semte sanat getirmek.Her gün onlarca insana Tiyatro sunmak.
  • Tiyatronun kime ne zaman zararı olmuş…Tiyatromu kapatmak isteyen bu insanlara birisi çocukluğunda Tiyatroyu sevdirmemiş.
  • Hepsinden öte altımızdaki meyhanenin gürültüsünden ben zor tiyatro yaparken,salondaki sesi arka odamdan kimse duymazken bu hanımları anlamak
  • Ama Tiyatro koşulsuzluklar ile savaşma sanatıdır.Bugün bana buranın perdesini çektirebilirler ama perdemi hiç bir zaman çektiremezler.
  • Her yerde ben bu sanat karşıtlarını deşifre etmeye kararlıyım…Sanatımızın yücelmesi için uğraşım ölene kadar sürecek
  • Şuna eminim ki sanatımızı ilk önce sanatımızı layık olduğu yere getirdikçe bizlerde layık olanlar tarafından yönetilmeyi becericez..
  • Bu bina 2 blok.A ve B.Ben A blokta tiyatro yapıyorum,üstelik 7 günde 7 oyun.Ve bizim blokta benden başka akşama kalan yok.Bu hanımlar b blok
  • Tiyatromun giriş kapısı ayrı,sokak kapısı ayrı,alkış sesi rahatsız ediyormuş bunları.
  • Sanatın alkış sesinin bir insanı rahatsız etmesi şaşkınlık verici.
  • Üstelik bu kişiler ile yüzyüze görüşmek istedik ve günlerce 23:00’e kadar evlerine gelmedikleri için görüşemedik.
  • Biz oysa saat 22:30 da burayı terkediyoruz.Onlar biz çıkınca geliyorlar,ve tiyatromuzdan rahatsız oluyorlar…
  • Beni tanıyan bilir,tiyatroyu yaşatmak,yüceltmek ve her yere tiyatro götürmekden başka amacı olan birisi değilim.
  • Engeli olan engelli dostlarımın evlerinde TİYATRO yaptım.
  • Hastahanelerde kalan hastalara kendi odalarında tiyatro yaptım…Bu konuda Özel tiyatro ödülleri aldım.
  • Köylerde,pamuk tarlalarında çalışan işçilere kendi alanlarında tiyatro yaptım.
  • Bayramiç sokaklarında ,Bergama da Tapınaklarda,Çanakkale’de Çimenlik kalesinin burçlarında tiyatro yaptım.
  • Bana gelemeynelerin evlerine gidip TİYATRO yaptım.
  • Tek suçum TİYATRO yapmaksa eee asın o zaman beni…Kurtulun benden…Ama yine de Tiyatronun Tanrıları sizi bulur,tiyatroyu size hatırlatır”

Bugün Müyap’ın web sitesi sahiplerine gönderdiği “yasak” anlatan ve “kapatma” tehditli e-mailinden sonra haber aldığım ikinci “yasak”lama çalışması bu. Zakoğlu’nun tiyatrosu Bağdat Caddesine çıkan Migros’un karşısındaki Barlar Sokağı diye bildiğimiz İskele Sokak’ta. Yaptığı oyunları beğenirsiniz beğenmezsiniz, burada yapılan tiyatroya saldırıdır. Bu olay hem birbirimize ne kadar tahammülsüz olduğumuzu, hem “sanat”a yapılmak istenenleri özetlemektedir.

Zakoğlu 19 Mayıs’taki 20.30 saatli “Bir Delinin Hatıra Defteri” oyunundan önce saat 19.00 ‘da tüm basını, sanatçı dostlarını ve sanatseverleri tiyatroya bekliyor. Tiyatrolara ve tiyatroculara destek olalım. Yarın caddede olalım.

Zeynep

Tarla Kuşuydu Juliet

Tarla Kuşuydu Juliet

  • Şehir Tiyatroları /
  • Yazan: Ephraim Kishon /
  • Yöneten: Engin Alkan /
  • Oyuncular: Engin ALKAN, Özlem TÜRKAD, Çağlar ÇORUMLU, Murat BAVLİ /

Tarla Kuşuydu Juliet’te, Shakespeare’in yüzyıllardır insanları gözyaşına boğan karakterleri Romeo ve Juliet, Ephraim Kishon’un yeni kurgusunda günlük yaşantı ve çığrından çıkmış bir evlilik içinde ele alınıyor. İntiharın eşiğinden döndükten sonra evlenip bir de çocuk sahibi olan “kıdemli aşıklar” kimsenin öngöremediği bir hayatı sürdürürler. Bu dünyanın yaratıcısı Shakespeare mezarında ters döner ve olaylara müdahale etmek üzere eve gelir.

Engin Alkan’ın yönettiği, oynadığı tüm oyunlara bayılıyorum!. Tarzı, oyunculuğu, performansı, esprileri beni gerçekten çok etkiliyor ve güldürüyor. “Tarla Kuşuydu Juliet”, bu sezon izlediğim Şehir Tiyatroları oyunlarının en iyisi.

Oyunun değişik ve eğlenceli olacağı, henüz başlamadan kendini belli ediyor. Neden mi? Seyirciler koltuklarını bulup yerlerini almaya çalışırken, sahnede Engin Alkan(Romeo) ve Özlem Türkad(Juliet) (yeni sezonda oyuncu değişimi olmuş, Sevinç Erbulak oyunuyor) makarna hamuru açıp spagetti yapıyorlar. Sonra herkes durumu farkedip sessizleşince oyun başlıyor.

Aşıklar ölmemiş, evlenip çocuk sahibi olmuşlar. Gündelip hayat içinde monotonlaşan evliliklerini sorguluyorlar. Ve aşkları bitmiş.

Eleştiriler, espriler çok yerinde.

Derken Shakespeare geliyor. İnanılmaz bir portre… Müthiş bir oyunculuk… İnanılmazdı!!! Alkışlamaktan ellerimiz patladı ama tekrar tekrar alkışlıyorum.

Tek kelimeyle bayıldım… Tekrar izlemek istiyorum, dilerim uzun zaman oynarlar. Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

zynp (şubat/10)

——

Bu yazımdan 1 sene sonra oyunu izlemeye tekrar gittim. Bir üçüncüye, dördüncüye…. daha gidebilirim sanırım.

Engin Alkan’a ba-yı-lı-yo-rum! Birincisi gerçekten gülmekten bayılıyorum. Ama komik olması ve müthiş başarılı bir oyuncu olması ve oyunun içindeki doğaçlamalarla ortalığı kırıp geçirmesi ve sesinin süper olması ve ve ve diğer her şey bir kenara, şehir tiyatrolarının çeperlerini zorlamasına inanılmaz saygı duyuyorum. Deniyor, denemekten yılmıyor.

Kendisinin de oyunda ifade ettiği üzere bu oyunda yönetiyor, oynuyor, çalıyor, söylüyor bir de şarkıları kendi yazıp besteliyor. Bir slow parça vardı gözlerimi dolduran: “Aşk Sonsuzluktur.”. Müthiş bir performans gösterdi Engin Alkan şarkıda. E tabi bir de oyunun sonunda söyledikleri “Aşık Ol” var. Dilime takıldı ,hala söylüyorum.

Özlem Türkad şehir tiyatrolarından ayrıldığından (neden oyun devam ederken? ) rolü Sevinç Erbulak devam ettiriyor. Yıllar geçtikçe Füsun Erbulak’ın kopyası haline gelen Sevinç Erbulak oyunda başarılı bir oyunculuk sergiliyor fakat Özlem Türkad’ı aynı rolde izlediğimden ister istemez kıyaslama yapıyorum. Bence Özlem Türkad hem Juliet olarak, hem de dadı rolünde, hem de şarkılarda daha iyiydi.

Çağlar Çorumlu, nasıl bir “Wili” dir o. Müthiş müthiş müthiş….

Engin Alkan rahip rolünde devleşiyor. Gerçekten müthiş müthiş müthiş..

Ne diyeyim gidin. Toplayın etrafınızdaki herkesi götürün. Müthiş zaman geçirin. Oyunun çıkışında Gamze Kuş’un illüstrasyonları ile “Hafıza’dan Romeo Juliet” sergisini gezmeyi de unutmayın.

Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum

Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum

  • Şehir Tiyatroları
  • Yazan: Neil Simon
  • Yöneten: S:Bora Seçkin
  • Oyuncular: Ezgim Kılınç, Derya Çetinel, Erhan Yazıcıoğlu

Yıllar sonra bir araya gelen baba kızın hikayesi sıcak ve samimiydi. Son zamanlarda şehir tiyatrolarının trendi olan eğimli sahnenin güzel bir örneğiydi film şeritleri. Oyun içinde kullanılan resim gösterimlerini de çok sevdim. Sahne çok modern ve şıktı.

Oyunculuklar güzeldi yalnız Derya Çetinel’in oyunculuğunu yer yer abartılı buldum.

Baba-kız-aile ilişkilerini sorgulayan, bazen dram, bazen Erhan Yazıcıoğlu’nun katkılarıyla komedi unsurları içeren oyun sıcak ve samimiydi.

Herşeyin net olduğu bir oyuna İmparatorluk Kuranlar’dan sonra ihtiyacım vardı sanırım.

İyi seyirler,

Libby Tucker, on altı yıldır görmediği babasının yanına geldiğinde nasıl karşılanacağını bilmiyordur. Hollywood?da senaryo yazarı olan babası Herbert Tucker, onun sinema artisti olma hayallerine yardım edecek midir? Bu karşılaşmayla başlayan geçmişin sorgulanmasına, babasının kız arkadaşı Steffy ile arasındaki sorunlar da eklenince gerilim artar. Genç bir kızın hayalleriyle, hayattan düş kırıklıklarından yorulmuş bir adamın birbirlerini nasıl etkilediğine ve birbirlerine nasıl ihtiyaç duyduklarına tanık olacaksınız. Bu baba kız hikâyesinde içten içe sessiz sinemadan başlayarak sinemanın gelişimi, sorunları, insandaki yansımaları da işlenmekte…

İmparatorluk Kuranlar

İmparatorluk Kuranlar

  • Devlet Tiyatroları
  • Yazan: Boris Vian
  • Yöneten: Hakan Çimenser
  • Oyuncular:  Celal Kadri Kınoğlu, Mine Tüfekçioğlu, Sevinç Erol, Orhan Kurtuldu, Oya Okar , Uygar Özçelik

Aslında bu oyunla ilgili tüm yorumlarım benim grotesk oyunları sevmememden kaynaklanabilir ama içine girmekte zorlandığım, anlatmak istediğini anlamakta zorlandığım ve zaman zaman neden kulağımızı bu kadar tersten tutturduğunu anlayamadığım bu oyunla ilgili iyi şeyler yazamayacağım.

Oyun anlatmak istediklerini o kadar kapalı bir metinle anlattı ki oyun çıkışında büyük bir çoğunluk oyunun ne denli saçma olduğundan bahsediyordu. Ben ise ilk 5-10 dakika olayları anlamlandıramadım (Konusunu okumamıştım oyunun). Sonrasını ise, kendimi her hareketten bir anlam çıkarmaya zorlayarak izledim.

Sahnede dev bir dolunay, yuvarlak bir platform ve bir köşede kapı vardı. Bu kadar “aykırı” olmayan çalışan bir oyuna bu sadelikte bir dekor yeterli gelmedi bence. Hiç bir esprisi yoktu , hiç etkilemedi, bir katkıda bulunmadı.

Sesler çok yorucuydu. Silahla olan sahne çok gereksizdi. Şümürzler iticiydi.

Oyunculuklar iyiydi. Hatta salonun yarısı boş gözlerle, esneyerek ve yer yer fısıldaşarak izlerken bu kadar konsantre şekilde devam edebilmeleri alkışlıktı.

Boris Vian’ın her düzene “anti” bakış açışını ve grotesk tavrını seviyorsanız izleyebilirsiniz.

İyi seyirler,

Var olan sistemi koruma çabasıyla, korkularıyla yüzleşemeyen bir burjuva ailesinin yaşamlarının anlamsızlaşan boşluğu…Burjuva toplumunun içi boşalan değer yargıları, bireyin yalnızlığı ve kent insanının paranoyası üzerine grotesk bir Boris Vian oyunu.

Merhaba Hoşçakal

Merhaba Hoşçakal

  • Şehir Tiyatroları
  • Yazan: Athol Fugard
  • Yöneten: Taner Barlas
  • Oyuncular: Ayşen Sezerel , Tolga Yeter

Oyunlar oynandığı salonlara göre o kadar farkediyor ki, nedenini anlamak hiç zor değil. Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde ne zaman oyun izlesem, 236 koltuk kapasiteli sahnede tek bir boş koltuk olmuyor, fakat 334 koltuk kapasiteli Üsküdar Muhipzade Celal Sahnesi  yada 214 koltuk kapasiteli Kerem Yılmazer sahnesine gitsem salonun yarısından çoğu boş oluyor. Haliyle tamamiyle dolu bir salondaki heyecan ve canlılık, boş salonlarda olmuyor. Bence bu oyuncuların performansını oldukça düşürüyor.

Merhaba Hoşçakal’ı her zamanki  gibi yarı dolu bile olmayan bir salonda izledik. Oyun uzundu, sadece iki oyuncu olduğundan zaman zaman kopukluklar oldu ama toparlayıp izlettirdi.

Oyunun konusu aşağıda.

Oyundan:

Biz sadece yoksul değildik, elden düşme insanlardık. Buradaki yaşam da elden düşme. Daha önce kullanılmış ve bize devredilmiş. Yani hiçbir şey bize ulaşmadı. Günler bile bize ulaşamadan önce kullanılıyordu sanki.”

“Oyun yıllar sonra eve dönen Hester’in, erkek kardeşi Johnnie’yle yaşadığı birkaç saat süren aile içi hesaplaşmasını anlatıyor. Yıllarca köle gibi çalıştırıldıktan sonra bir iş kazasında bacağı kopan babaları, hurdaya çıkarılmış bir makine gibi, kenara atılmıştır. Terkettiği eve on beş yıl sonra yalnızca bir “merhaba” ve “hoşçakal” demek için uğradığını söyleyen Hester’in asıl niyeti, babasının tazminat parasından payını almaktır. Yaşamın savurup attığı bu iki kardeş bir gece boyunca yitirdikleri her şeyi; aile, çocukluk, sevinç, umut, aşk ne varsa sorguluyor.

Karanlık İşler

Karanlık İşler

  • Devlet Tiyatroları
  • Yazan: Robin Hawdon
  • Yöneten: Mutlu Güney
  • Oyuncular: Levent Özdilek, Ali Murat Altunmeşe, Tolga Evren, Selçuk Kıpçak, Evren Kardeş, Aydın Şentürk, Özlem Ünaldı

Ünlü jönlerimizden Salih Güney’in kardeşi, 34yıllık tiyatro ve sinema oyuncusu Mutlu Güney’in yönetmenliğini yaptığı ‘Karanlık İşler’, bir yanlış anlaşılmalar komedisi. İngiliz yazar Robin Hawdon Londra gece hayatını ve mafyayı bir araya getirerek komik bir oyun çıkarmış ortaya. Sıcak dekor ve rengarek kostüm tasarımlarıyla gözlerimizi de şenlendiren oyunda tüm oyuncuların performansları görülmeye değerdi. (Levent Özdilek’in bakışları nasıl etkileyici Tanrım!! )

Bu sevimli komedinin havasını geçtiğimiz sezon Duru Tiyatro’da izlediğim ‘Aşk Her Yerde’ oyununa oldukça benzetmekle beraber, keyifli vakit geçirdiğimi söylemek isterim.

İlk defa gittiğim Kartal İlçesi sahilinde bulunan koskoca Bülent Ecevit Kültür Merkezi salonu çok güzeldi. (Yeri çok kolay, ücretsiz park yeri var, salon çok güzel). Kurban Bayramı tatili nedeniyle olduğunu düşünmek isterim, salonun çeyreği ancak doluydu.

Bilet fiyatları çok uygun. Dilerim daha çok kişi tiyatrolara gelmeye başlar.

İyi seyirler.

?Dansçı kızlar, delikanlılar, bir tefeci, bir azman fedai, binlerce dolar ve bi? dolu kahkaha!..? Londra?nın yeraltı dünyası karanlık da olsa, yazar Robin Hawdon, işin komik yanını bulup ortaya sevimli bir komedi çıkarmayı başarmış. İlk olara Amerika?da ve daha sonra pek çok Avrupa sahnesinde oynanan ?Karanlık İşler?, şimdi İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından oynanıyor. Oyun sonunda ayağa kalkıp alkışlayanlar mı dersiniz yoksa biraz önce izlediği sahnelere gülüp, yüzlerinden daha silinmemiş gülüşleriyle salondan çıkan seyirciler mi? Doğru cevap: Her kisi de!

Londra gece hayatının gözbebeği olan bir gece kulübünde dans eden ?Bebek Mandy? ve Tania?nın etrafında dönen oyun kaçamaklar, patronlara söylenen yalanlar ve çevrilen dalaveralar üzerine kurulu. Mafya dünyasının karanlığı esprili bir dille anlatılırken ?sırlar, gizli saklı oyunlar elbet bir gün ortaya çıkar?, ?Karanlık İşler?in anafikrini oluşturuyor.

Van Gogh

Van Gogh

  • Tiyatro Gerçek
  • Yazan: W. Gordon Smith
  • Yöneten ve Oynayan: Hakan Gerçek

Geçtiğimiz sezonda büyük ilgi ve beğeniyle izlenen Hakan Gerçek’in oynadığı  tek kişilik oyun, Van Gogh bu sezon da yoğun ilgi ve istek üzerine seyirciyle buluşacak.

Van Gogh’un resme başlamasından intiharına kadar geçen süreye, aşklarına, resim tutkusuna, kardeşi ile mektuplaşmalarına, Van Gogh’un atölyesinde yakından tanık olacaksınız…

“Bir yüzden  sevgi çıkarılabilir mi ya da bir yüze sevgi eklenebilir mi?”

tiyatrogerçek’ten sevmek ve çalışmak üzerine kurulu bir hayat hikayesi..

Bir portre…

Hakan Gerçek:Ben de bu müthiş ressamı sahneye taşıyorum ve soruyorum: “Onun hakkında ne düşündüğümü aktarmak istedim. Bilmiyorum, bilemiyorum başarabildim mi ?

Şubat 2009’da premiyerini yapan ‘Van Gogh’ oyununa uzun zamandır gitmek istiyordum. Nihayet kısmet oldu izleyebildim.

Ortaokul ve lise hayatımın bir bölümü resim atölyesinde geçti. Mühtiş bir resim öğretmenimiz vardı. Kendi cebinden parasını ödediği resim kitapları vardı atölyemizde. Kandinsky’den sonra Van Gogh’un kitabını da çok sık elime alırdım. Saatlerce hem okur, hem resimleri incelerdim. Yıllar sonra üniversitenin birinci yılında, yaklaşık 60 kişilik sınıfta hocamız “Resimlerinde gölge kullanmayan ressam kimdir?” diye sorduğunda tek parmak kaldırıp yanıt veren ben olmuş, o kitapların ne çok içime işlediğini anlamıştım.

Oyunda arka planda gösterilen Vincent’ın resimlerinden sadece birini ilk defa oyunda gördüm. Tutuklular Çemberi …. Bu yüzden Resim/Sergi bölümünün yeni katılımcısı, eski bir dostum gibi hissetiğim Van Gogh oldu.

Hakan Gerçek 30 küsür yıllık tiyatrocu. Yıllar önce hocası Müşvik Kenter tarafından sahnelenen oyunu, müthiş bir heyecan ve oyunculuk performansıyla ortaya koyuyor. Kenter Tiyatrosu’ndan ayrıldıktan sonra kendi kurduğu Tiyatro Gerçek’in ilk oyunu olan ‘Van Gogh’ ile 2 saat boyunca bir deli-dahinin portresini izliyoruz.Tek kişilik oyunun altından inanılmaz bir performansla kalkan Gerçek’i ellerim patlarcasına alkışladım. Oyunu herkesin izlemesini mutlaka tavsiye ederim.

Yalnız bu oyun vesilesiyle yine tiyatro seyircilerine değinmek istiyorum. Yavaş yavaş kışa giriyoruz malum. Herkeste bir hastalıktır, bir öksürme-faranjit durumudur gidiyor. Eğer böyle bir durumdaysanız lütfen tiyatroya gelmeyiniz. Son iki oyundur “pöhö pöhö” seslerinin fonunda oyunu izliyorum ve fena halde sinir oluyorum. Eğer geçiremediğiniz bir öksürük, burun akması-çekmesi durumunuz varsa lütfen bir sonraki oyuna ertelettirin biletlerinizi. İstirham ediyorum.

Bir başka konu: Oyun, özel bir tiyatronun oyunu olmasına rağmen 15TL gibi (öğrenci) ortalama bir fiyattaydı. Bağdat Caddesi’nde, şehrin merkezi sayılabilecek bir yerde, ertesi gün haftasonu iken, akşam oynandı. CKM oldukça güzel bir kültür merkezi. Hayal Kahvesi’nde yemeğinizi yiyip, D&R’dan kitaplara bakıp oyun saatini bekleyebilirsiniz. Arabayla gittiyseniz 4 saate kadar kalacaksanız sadece 3TL otopark ücreti verip kapalı otoparka arabanızı bırakabiliyorsunuz.

Salon yaklaşık 600 kişilik. Maalesef 100 kişi bile yoktu içeride. Boş salonu görünce sahnedeki tiyatrocu adına çok üzülüyorum. Ayrıca salondaki 100kişi de “tanıdık” artık. Zira bir avuç insanız tiyatroya giden. Yüzler aşina geliyor resmen. İstiyorum ki hep izdiham olsun salonlarda. Diliyorum o günler de gelecek.

Son olarak 1-2 ay tiyatroya ara vermem gerektiğini üzülerek belirtmek istiyorum. Hem biraz özlemek, hem şimdiye kadar izlediklerimi sindirmek, hem de kitaplarıma biraz daha şevkat göstermek istiyorum.

İzlemek istediğim oyunların listesi başucumda duruyor. Dönüşüm muhteşem olacak. Herkese iyi seyirler,

 

Punk Rock

Punk Rock

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Simon Stephens
  • Yöneten: Rıza Kocaoğlu
  • Oyuncular: HAKAN KURTAŞ, TUĞÇE ALTUĞ, GONCA VUSLATERİ, KAAN TURGUT, EMRE YETİM, GÖZDE KOCAOĞLU, MEHMETCAN MİNCİNOZLU

Geçen sezon Dot-Taksim’de izlediğim ‘Pornografi’ oyununun yazarı Simon Stephens Dot-Maçka’da ‘Punk Rock’ oyunuyla tekrar karşımızdaydı. Yazarın tarzına ilk oyunuyla alışkın olmakla beraber, yine karakterler üzerinden ‘bir derdi’, bize olanca çıplaklığıyla anlatışına şahit olduk. Oyun, dünyanın geldiği noktada şiddetin boyutunu gençler üzerinden göz önüne koydu.

İzlediğimiz diğer Dot oyunlarına göre daha sade bir “In-Your-Face” oyunu olan ‘Punk Rock’ın yönetmeni ise ilk yönetmenlik deneyimiyle Rıza Kocaoğlu. Kendisini ‘Malafa’da oyuncu olarak ne kadar beğendiğimi daha önce yazmıştım. Yönetmen olarak ise çok şey vaadettiğini söyleyebilirim.

“Yaşamlarının başında ve hayatlarının en zor aşamasında olan yedi karakter var. Bunlar dünyaya ilk adımlarını atacaklar ve çok zor bir dönemdeler. Hepsinin farklı çığlıkları ve renkleri var. Öyle bir durum ki çaresizlikten birbirlerine çarpmaya ve patlamaya başlıyorlar” diye anlatmış Kocaoğlu oyunu. Oyun giriş gelişme ve özellikle sonuç bölümüyle hayli etkileyiciydi. Benim tek rahatsız olduğum konu,sahne geçişlerinde dinlediğimiz müziklerin fazlalığıydı. İlk 3-4 şarkı güzeldi ama sonrası sıkıcı oldu. Sanıyorum bunda sözleri anlamamış olmamın etkisi olabilir. Zira bildiğim kadarıyla  şarkıların sözleri oyunla direk alakalı, hatta sonraki sahnelere referans ediyordu fakat yüksek sesten dolayı tek tük kelimeler dışında pek bir şey anlayamadım maalesef.

Murat Daltaban’ın tasarımı kafes telleri ise siyah kutuya çok yakışmıştı. Karakterlerin şiddete hapsoluşlarını bu kafeslerle desteklemeleri çok hoştu. Ayrıca kendisini oyun başlamadan girişte görmekte hoş bir sürprizdi.

Oyuna bilet almak için incelerken, ister istemez amatör bir iş diye düşünmüştüm. Oyuncuların hepsi oldukça gençti zira. Ama oyunu izledikten sonra Türk Tiyatrosu için umutla dolu olarak çıktım salondan.

  • Hakan Kurtaş: Oyunun özellikle sonlarına doğru performansıyla büyük alkış hakeden, şarkılardaki solistliğinde siddeti içimize işleten, meşhur vampir Edward (Robert Pattinson)’a benzerliğiyle dikkat çeken genç oyuncuyu birçok oyunda daha seyredeceğimize eminim. Çok çok başarılıydı.
  • Tuğçe Altuğ: Oyunun başlarında söylediği şarkılardaki performansı süperdi. Oyunculuğunu da kesinlikle başarılı buldum. (Sanıyorum halen konservatuvar öğrencisi.)
  • Gonca Vuslateri: Şu sıralar hayli popüler bir gençlik dizisi olan ‘Küçük Sırlar’da yan karakterlerden birini canlandıran, daha önce Bornova Bornova filminde de oynayan oyuncu tam bir Dot oyuncusu. Oynamıyor, yaşıyor. Vücudunu çok iyi kullanıyor. Kendisini başka Dot oyunlarında da izleyebilmeyi umut ediyorum.
  • Kaan Turgut: İşte oyunun yıldızı. Bu zamana kadar neredeydi bilmiyorum ama tam bir star. Şeytan tüyü var gerçekten. Çok çok çok başarılı. Eminim çok daha başarılı işler yapacaktır.
  • Emre Yetim: Pornografi’de de izlemiş ve beğenmiştim kendisini. Yalnız bazen o kadar hızlı konuşuyor ki ne dediğini anlayamıyorum. Sanıyorum yeri sağlam bir Dot oyuncusu olacak.
  • Mehmetcan Mincinoğlu: Oyunun en deneyimli oyuncusuydu. Hem bateri çaldı, hem oyunculuğunu döktürdü. Şiddetin içindeki ‘sorgulayan,düşünen, sakin görünen’ kişiydi. Çok iyiydi.

Oyuncuları bu kadar detaylı yazmamın nedeni ileride birçok oyunda bu genç oyuncuları gördüğümüzde bu satırlara bakmak istemem. Yeni tiyatrocular gümbür gümbür geliyorlar. Umut doldum gerçekten. Fakat aynı umudu tiyatro seyircisi için söylemem pek mümkün değil. Her sene müthiş oyunlar çıkarıyor tiyarolar ve ne mutlu ki salonların çoğu tam dolu oluyor. Seyircilerimiz ise nedense aynı oranda gelişemiyor. Tiyatroyu sadece gülmek ve eğlenmek için seçenleri zaten es geçiyorum ama, ‘Punk Rock’ gibi bir oyuna gelip yerli yersiz sahnelerde gülenleri anlayabilmem mümkün değil. Aynı sıkıntıyı her oyunda yaşıyoruz. Maalesef hala küfürlere gülünüyor. Hala! Ya da tekme-tokat gibi şeylere gülüyoruz. O kadar sinirlendim ki, oyuncuların konsantrasyonlarını bozmadan devam edebilmelerini tebrik etmek lazım. En can alıcı,en acıtıcı sahnelerde, sinirle söylenen küfüre gülenler oldu! Şaka gibiydi. Diliyorum oyunlar ve oyuncular böyle başarılı işler çıkarırken, seyirciler de gelişme gösterir.

Tüm bunlardan sonra Dot’un bu sezon izlemediğim tek oyunu olan ‘Alışveriş ve Sikiş’i en kısa zamanda izleyebilmek dileğiyle.

İyi seyirler

Punk Rock, Stockport İngiltere?de bölgenin zengin ailelerinin çocuklarının gittiği bir özel okulda geçer.

Sahnede 7 genç öğrenci vardır.
Hep başarılı olan ve yüksek notlar alan bu öğrencilerin en büyük kaygıları, kendi aralarındaki hiyerarşik düzende yerlerini bulmaktır.
Aşk, sıkıntı, sınav stresi ve kimlik arayışı konularında sürekli birbirleriyle çekişirler ve tansiyon yükselir.
Punk Rock, şiddetin sınıf ayrımı olmadan her yerde görülen bir olgu olduğunu, gençlerin hayatlarındaki boşluğu, aile ve kariyer kavramlarıyla yaşadıkları sıkıntıyı anlatır.
Yaşamın zorlukları karşısında gençlerin ellerinden geleni yapıp başarılı olmalarına rağmen, bunun onlara yetmediğine ve yetmediği noktada şiddetin farklı yoğunluklarda onları ele geçirebildiğine dikkat çeker.

Arzunun Onda Dokuzu (Dokuz Kadın)

Arzunun Onda Dokuzu (Dokuz Kadın)

  • Şehir Tiyatroları
  • Yazan: Heather Raffo
  • Yöneten: Arif Akkaya
  • Oyuncular: Hikmet Körmükçü, Hasibe Eren, Bensu Orhunöz, Cihan Kurtaran

Oyunun yazarı babası Iraklı, annesi Amerikalı bir kadın, Heather Raffo. Yıllar sonra ailesiyle gittiği Irak’ta gördüklerinden sonra, Amerikalıların, 30 yıl boyunca Amerika’nın desteğiyle Saddam yönetiminde yaşayan Iraklı kadınların durumunu ve çektiklerini görmesini istemiş. Zaten oyun da “kör göze parmak sokarak” tam da bunu anlatıyor.

Oyun; dokuz farklı kadını, dokuz farklı hayatı, savaşın götürdüklerini, kafa yorulduğu çok belli olan bir dramaturg, sahne,ışık ve efekt tasarımı ile ortaya koyuyor.

Üç müthiş kadın oyuncu; 1972 yılından beri Şehir Tiyatroları sanatçısı olarak sahnelerde bulunan Hikmet Körmükçü, en son ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’daki performansıyla yine şehir tiyatrolarında izlediğim Hasibe Eren ve Bizimkiler adlı televizyon dizisinden aşina olduğum Bensu Orhanöz inanılmaz bir iş çıkardılar. İkinci yarı boyunca kulaklarımızı sağır eden bombalama sesleri kimi zaman yorsa da (amaç bu zaten), bazı sahneler oldukça uzamış olsa da izlemeye değerdi.

Herkese iyi seyirler.

İşgal edilen topraklarda kültürün, hayatın, bedenin, ruhun zorla ele geçirilmesi karşısında kadınların yaşadığı çıkmazları ve ölüm kalım savaşındaki dokuz kadını anlatıyor.

Alemdar ( Tohum ve Toprak )

Alemdar ( Tohum ve Toprak )

  • Şehir Tiyatroları
  • Yazan: Orhan Asena
  • Yöneten: Engin Alkan
  • Oyuncular: Aslı Nimet Altaylar, Berna Adıgüzel, Can Başak, Çiğdem Gürel, Emrah Özertem, Erhan Abir, Esra Karabaş, Hakan Arlı, Hüseyin Tuncel, Murat Üzen, Oya Palay, Serdar Orçın, Tolga Coşkun, Ümit Taşdöğen, Yeliz Gerçek, Zafer Kırşan

Bir oyuna gitmem için Engin Alkan ismini görmem yeterlidir. Kendisini “Tarla Kuşuydu Juliet“, “İstanbul Efendisi”,” Ben Anadolu” ,”Kral Ölüşüyor” oyunlarında izledim ve televizyondaki “Yedi Numara” dizisi bizim yaş grubumuz için bir efsaneydi.

“Alemdar” oyunu, daha önce birçok tiyatro grubu tarafından sahneye konmuş olsa da, Engin Alkan’ın eli değince bu tarihi oyun, birden bire estetik kaygıları olan bir sahnede ele alınmış, modern bir oyuna dönüşmüş.

Fakat sahne tasarımı ve kurguya ayrılan mesai konuya aynı özenle ayrılmamış (Yazarı eleştirmek daha doğru olabilir.). Zira en çok üzerine düşülüp, detaylı incelenmesi gereken dört karaktere, iki saati aşkın oyun süresine rağmen, derinlemesine dalamadık. (Alemdar Paşa, II.Mahmut, Ayşe Sultan ve Kamertap)

Sahneler arası hiç boş geçiş olmamasına, sahne her yönünden (sağdan, soldan, yukarıdan , aşağıdan!) kullanılmasına ve efektlere rağmen oyun seyircinin sıkılmasına engel olamadı. Zira tüm bu saatler boyunca anlatılan konu aşağıdaki bir paragrafta özetlendiği kadardı ve çok yavaş ilerledi.

Engin Alkan’ın gönlümdeki yeri bakidir fakat Alemdar oyunu maalesef standardın üzerine çıkamadı.

Oyunun konusu:

Yeniçeriler ayaklanmıştır. Üçüncü Selim’i katlederek, kendi istedikleri adamı devletin başına getirmeyi hedeflemektedirler. Rusçuk vilayetinin âyanı Alemdar Mustafa Paşa ise bu isyanı bastırmıştır fakat Selim’in, yeniçeriler tarafından katledilmesini engelleyememiştir. Bu yüzden onun yerine II. Mahmut’u padişahlığa getirmiştir. Yeni padişahın, Alemdar Paşaya hem can borcu hem de vefa borcu vardır. Ve bir yandan padişahlığın kudreti diğer yandan da bu vefa borcu arasında sıkışmıştır. Ayrıca Mahmut, devletin en üstündeki makamda oturmasına rağmen, Alemdar Paşa ondan daha kudretli durumdadır. Bu yüzden devlet yönetiminde üstü kapalı olarak Alemdar’ın sözü geçmektedir. Alemdar, devletini seven, devleti için canını vermekten korkmayan, ve bu devleti pislikten kurtarmaya kararlı olan idealist bir insandır. Bu arada saraydaki bazı kişiler, Alemdar’ı yok etme hülyasındadırlar. Bunun için çeşitli planlar yaparlar. Alemdar ise kaya gibi dik durmaktadır. Onun bu duruşu, kendisini öldürmeye gönderilen genç cariyeyi bile etkilemiştir. Ama bu cariyeyi etkileyen daha önemli şey ise, bu sert ve kudretli Paşa’nın, aslında bir çocuk kadar saf yüreği ve temiz kalbidir. Ve işin ilginç tarafı, bu cariye de Alemdar Paşa’nın gönlünde önemli bir yer edinmiştir. Bir gün yeniçeriler, çok daha güçlü bir şekilde ayaklanacaklar ve başta kendi kudretini düşünen Sultan Mahmut olmak üzere, Alemdar Mustafa Paşa’nın etrafındaki kişiler onu yalnız bırakacaktır. Sadece biri hariç.”

Baştan Çıkarma

Baştan Çıkarma

  • Devlet Tiyatroları
  • Yazan: Carles Battle
  • Yöneten: Mehmet Birkiye
  • Oyuncular: Kubilay Karslıoğlu , Saydam Yeniay, Hare Sürel

Oyunu, daha önce defalarca övgüyle bahsettiğim Devlet Tiyatroları Üsküdar Tekel Stüdyo Sahne’sinde izledim. Premiyer imiş, oyunun sonunda öğrendim. Elektrikler kesildi, diller sürçtü, faranjit bir amca oyunun başından sonuna kadar öksürdü… ama ben hiçbir şeye takılmadım.. Oyundan çıktıktan saatler sonra bile “Of Allahım neden böyle olmak zorunda!” diye kadere dert yanmaya devam edecek kadar etkilendim çünkü.

Kesişen hayatlar bazen çok zorlama gelir hikayelerde. “Nerden çıktı şimdi bu?” diye sinirlenip, “Yazacak başka birşey bulamadınız mı yahu!” diye deliririm çoğunluk. Ama bu hikaye çok trajik olmuş çok. Öyle bir kaderin oyunu var ki, insan duygularına hakim olamıyor.

Kubilay Karslıoğlu ve Saydam Yeniay gibi Devlet Tiyatrosunun müthiş değerlerinden iki oyuncu oyunun direği. Fakat 1983 doğumlu tiyatro bölümü mezunu Hare Sürel var ki, kendini aşıyor. Hep söylüyorum, yine söylüyorum. Yeni oyuncular gümbür gümbür geliyor.

Oyunu mutlaka izleyiniz.

“Katalanların yeni yazar kuşağının en önemli temsilcilerinden Carles Batlle?nin oyunu tam bir modern zaman tragedyası. Hassan Fas?tan kaçak yollarla Barselona?ya gelmiş kızını aramaktadır. Tanıdığı tek kişi yıllar önce köyünde çekilen filmin senaristinin oğlu Guillem?dir. Üçünün kaderi Guillem?in evinde kesişir. Oyun, insanca yaşamak için ödenen insanlık dışı bedelin, Avrupalı olmak için tüm Avrupalı değerlerden vazgeçmenin, kültürlerarası farklılıkların, sade, iç buran insan ölçeğinde bir hikâyesi.”

Carles Batlle Hakkında
Yeni Dalga Katalan tiyatrosunun en yenilikçi ve deneysel yazarından biri olan Carles Batlle, Barselona Autònoma Üniversitesi?nin oyun yazarlığı bölümünde profesör olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda tiyatro eleştirmenliği ve dramaturgluk yapan Batlle?nin doktora çalışması ?Adrià Gual? başlığı altında monografi olarak yayınlanmış ve 2002?de yılın en iyi eleştiri çalışması ?Serra d’Or Prize Ödülü?nü almıştır. Dramaturg olarak; aralarında Adrià Gual, Pedro Almodóvar, Harri Virtanen, Àngel Guimerà, Ignasi Iglésias, Jean-Yves Picq, Joaquim Ruyra gibi yazarların metinlerinin denetiminin yanı sıra çeşitli uyarlama ve çeviri çalışmalarında bulunmuştur.
Carles Batlle; Sergi Belbel, Lluïsa Cunillé, Pau Miró ve Josep Pere Peyró ile birlikte Barselona?nın en prestijli alternatif tiyatrolarından olan Sala Beckett?in yazarlarındandır.
Tiyatro Enstitüsü?nün ve Autònoma Üniversitesi?nin yanı sıra Sala Beckett?te tiyatroda dramaturgi ve oyun yazımı üzerine seminerler vermektedir. Oyunları arasında; 2004 yılında Teatre National de Catalunya ve Vienna Burgtheater?da prömiyeri yapılmış olan ?Temptacio?, Avrupa ve Amerika?da çeşitli ülkelerde prömiyeri yapılan ?Combat? (1995?98); 1999 yıllı Societat General d’Autors d’Espanya Ödülü?nü kazanan ?Suite? ve 2004 Bremen Stadt Theater Festivali?nde En İyi Almanca Çeviri Ödülü?nü kazanan ?Oasis? sayılabilir. ?Transits? adlı oyunu, Barselona Sala Beckett Tiyatrosu?nda ve 2007 yılında Temporada Alta Festivali?nde sahnelenmiştir. Son oyunu ?Oblidar? Barcelona 2009 Premi Born Tiyatro Ödülü?nü kazanmıştır.
Carles Batlle?nin oyunlarında, çağdaş dil ve biçim arayışı vardır . Hafıza, belleksizlik, göç, kültür çatışmaları, kuşaklar arası ilişki ve savaş gibi farklı temalar üzerine eğilmektedir.

Malafa

Malafa

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Hakan Günday
  • Yöneten: Murat Daltaban
  • Oyuncular: BERRAK KUŞ , CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, EMEL ÇÖLGEÇEN, ELVİN AYDOĞDU, İBRAHİM SELİM, MERT CAN SEVİMLİ, ONUR ÖZTAY, PINAR TÖRE, RIZA KOCAOĞLU, TUĞRUL TÜLEK

Malafa, Dot’un 17.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için hazırlanmış ve 28 Mayıs 2010’da festival kapsamında prömiyer yapmış oyunu.

Yazar Hakan Günday’ın kendisi tarafından oyunlaştırılan ‘Malafa’, “Kara Tavuk” ve “Pornografi” oyunlarında tarafımdan tam puan almış Dot Tiyatrosu’nun Mısır Apartmanındaki o müthiş ‘karakutu’ sahnesinde oynanıyor.

Gittiğim diğer iki oyunundan fevkalade zevk aldığım grup, yüzüne tiyatro anlayışını meşhur İngiliz oyunları ile yapmaktaydı. Sezon açılışında Türk bir yazarın oyunu olduğunu duyduğumda hem şaşırmış hem de büyük bir önyargı ile beklentilerimi aşağı çekmiştim. Fakat izlediğim oyun milliyetçi duygularımın kabarmasına neden oldu.

İnsanı içine çeken bu oyun başlangıcında yeni sahne düzeni ile şaşırttı. Kara kutumuzda bu sefer sahne ortadaydı ve seyircileri karşılıklı oturtacak şekilde bir düzen vardı. Ve tam bir buçuk saat boyunca kan ter içinde kalarak müthiş performans gösteren oyuncular iki seyirci grubuna birden hakim olmayı başardılar.

Murat Daltaban, Engin Alkan ile beraber benim gönlümdeki yönetmenler bölümüne bu oyunun sonunda tamamen yerleşti. Daltaban, seyirciyi nasıl oyunun içine dahil edeceğini ve nasıl büyüleyeceğini çok iyi biliyor. Dot’un izlemediğim iki oyunu “Punk Rock” ve “Alışveriş ve Sikiş”i en kısa zamanda izleyeceğim.

Oyuncular her zamanki Dot oyunlarında olduğu gibi müthiştiler. Enerjileri müthişti. Yakınlarda izlediğim ‘Başka Dilde Aşk’ filmindeki dramatik adamı ve ‘Mükemmel Çift’ dizisindeki gay rolünü oldukça başarılı bir şekilde canladıran Tuğrul Türek, Malafa’da Topaz Jewellery’nin tezgahtarlarından biri. Oyunun en enerjik oyuncusu ve bir nevi anlatıcısıydı kendisi. Ter içinde kaldı sahnede, emeğine sağlık, çok başarılıydı.

‘Pornografi’ oyununda hayran kaldığım, ‘Kavak Yelleri’ dizisi ile haklı bir üne kavuşan Cemil Büyükdöğerli, yine gözleriyle oynadı. Yine hüzünlere götürdü, yine süperdi.

Son olarak ‘Ezel’ dizisinde çizdiği psikopat portresiyle herkesi etkileyen Rıza Kocaoğlu, fiziğini rolün içine sokabilmesi ile beni benden aldı. Elleri, gözleri, hareketleri karakterine inanılmaz bir derinlik kattı.

Ve müthiş sesli adam İbrahim Selim… Oyunu yukarılardan aldı, ayaklarını yere bastırdı. Anlatılan kara komedinin gerçek olduğunu hissettirdi. Tüm ekip ve oyuncular inanılmaz başarılılardı.

‘Malafa’ beni daha önce okumadığım için su anda çok pişman olduğum yazar Hakan Günday ile tanıştırdı. Hemen kitapları alına ve okunula.

Yeni bir Dot oyununa kadar bu oyunun verdiği haz bana yeter. Herkese kesinlikle tavsiye olunur.

Konusu:

Topaz Jewellery Center, Türkiye?nin en büyük kuyumcusudur.

Her biri yedi yüz metrekare olan dört katta, tonla mücevher alıcılarını bekler. Alıcılar, turistlerdir.

Satıcılara ise tezgâhtar denir.

Malafa, turistlerle tezgâhtarların çarpışmasını anlatır.

Bu çarpışmada havaya saçılan altın tozlarının ışığında atılan bin bir tezgâhı anlatır.

Topaz?da tezgâh, hayattır. Satmak için her şey yapılır. Şiddetten şehvete kadar, bütün yollardan gidilir.

Yol kalmayınca yenisi açılır…

Malafa, satmanın ve satın almanın öyküsüdür.

Satmak için kendilerinden vazgeçenlerin, satın almak için kendilerini kaybedenlerin öyküsü.

İnsanların değil, ancak paranın yolculuğu olan turizmin öyküsü.

Tezgâhtarların sattıkça, sattıkları mallara dönüşmeleriyle ilgili.

Turistlerin satın aldıkça, nefret ettikleri iş hayatlarından intikam almalarıyla ilgili.

Malafa, her şeye inanmak için valizini toplamış olanla, her şeye inandırmak için yatağından kalkanın karşılaşması.

Topaz adındaki dev kuyumcuda mücevherler küçük bir ayrıntı.

Önemli olan, içine her şeyin dahil olduğu ?tatil? adındaki zaman diliminde, turisti, şehvet, şiddet ve eğlenceye boğmak.

Önemli olan, gerçek hayatla turistin arasına, altından bir duvar örmek.

Önemli olan ne varsa unutmak isteyen turiste, bir tezgâhın ardından, hayatının gösterisini sunmak.

Sonra da bütün bunların bedelini ödemek için yanında para yoksa taksit yapmak.

Satmak, daima satmak.

Sattıkça delirmek.

Delirdikçe de satın almak.

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz

  • Şehir Tiyatroları
  • Yazan: Aziz Nesin
  • Yöneten: Y.Kenan Işık
  • Oyuncular: Bahar Özge Göze, Berk Samur, Berna Adıgüzel, Can Doğan, Derya Kurtuluş, Doğan Şirin, Ergün Işıldar, Ezgim Kılınç, Göksel Arslan, Hamit Erentürk, Hasibe Eren, Kahraman Acehan, Mehmet Bulduk, Mert Turak, Mevlüt Demiray, Murat Güreç, Murat Üzen, Nur Saçbüker, Nurdan Kalınağa, Okan Patırer, Osman Gidişoğlu, Özge O’Neill, Özgür Efe Özyeşilpınar, Reyhan Karasu, Savaş Barutçu, Selin Türkmen, Senem Oluz, Şevket Avşar, Tankut Yıldız, Tolga Coşkun, Tuğrul Arsever, Volkan Ayhan, Yalçın Avşar, Yasemin Güvenç, Yılmaz Arda Alpkıray

Şehir tiyatrolarının yaz oyunları kapsamında Harbiye Açık Hava’da oynanan büyük usta Aziz Nesin’in devlet-vatandaş ilişkilerini müthiş bir şekilde gözler önüne seren, güleriz ağlanacak halimize oyunu Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ı müthiş bir akşamda izleme fırsatı buldum.

Daha önce filmini (1974, Halit Akçatepe’li versiyonunu) ve hangi grubun oynadığını hatırlamadığım bir tiyatro versiyonunu televizyondan izlemiştim.

Başına gelecekleri bilmeme rağmen Yaşar’a üzüldüm, güldüm… Genelde oyunlarda olur olmaz alkışlarden pek hoşlanmamama rağmen, referandum sonrasının büründürdüğü hava nedeniyle bazı göndermelerde kendimi tutamadım, ellerim havada alkışı patlattım. Öyle bir zamandayız ki, ve Aziz Nesin öyle büyük ve öngörüşlü bir adammış ki… Maalesef 1977 yılında yazılan bu romandaki devlet anlayışı halen aynı… Çok üzücü çok…

Oyun yaklaşık 3 saat sürdü. Ve hemen hemen tüm sahneleri Yaşar’ı oynayan Mert Turak tek başına aldı götürdü. Kendisini daha önce Romeo ve Juliet‘te de izlemiş ve performansına şapka çıkarmıştım. Yine oldukça iyiydi ama çok gerilerden izlediğimden oyuncuların mimikleri hakkında maalesef pek bir fikrim olamadı. Fakat oyun metninin ve başrol oyuncularının tüm başarısına rağmen bazı sahneler fazlaca uzadı, tekrarlar zaman zaman sıkıcı oldu.

Herkese bu müthiş trajikomik hikayeyi izlemesini (ya da kitabı okumasını, yada filmi izlemesini… ) tavsiye ediyorum.

Kenan Işık?ın yazdığı gibi ?Belki de ?Asıl Yaşamayan? ve toplumun huzuru ve mutluluğu adına yaşaması elzem olan ?Bürokrasi?dir?

Konusu:

Yaşar, okula başlarken nüfus kaydına göre ölmüş olduğunu öğrenir. Bundan sonra hiçbir olayda da yaşadığını anlatamaz. Ama iş babasının vergi borcunu ödemeye gelince “resmen ölü” olduğunu söyleyip kurtulamaz da… Sevdiği kızla evlenemez, çünkü nüfusta kaydı yoktur. Babasından kalan mirası alamadığı gibi, yaşadığını ispat için başvurduğu bürokrasi girdabında kaybolur. Baba olur, oğlunu nüfusa kaydettiremez ve memura hakaretten düştüğü cezaevinde hayatı öğrenir. Büyük mizah ustamız Aziz Nesin’in devlet-birey ilişkisini sorguladığı bu oyunda, “vatandaş” Yaşar’ın bürokrasi karşısındaki ezikliği anlatılıyor. Sonunun” neden, nasıl, ne zaman” yaşanacağını merak ediyorsanız beklemeye gerek yok.

Zincire Vurulmuş Prometheus

Zincire Vurulmuş Prometheus

  • Attis Tiyatroları
  • Yazan: Aiskhilos
  • Yöneten: Theodoros Terzopoulos
  • Oyuncular: Yetkin Dikinciler, Sophia Michopoulou, Goetz Argus, Kerem Karaboga, Stathis Grapsas, Devrim Nas, Savvas Stroumpos, Antonis Myriagkos, Ismail Deniz, Thanasis Alevras, Maximilian Löwenstein, Umut Kircali, Nazmi Sinan Mihci, Andree- Osten Solvik, Alexandros Tountas

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Ruhr 2010, Stiftung Zollverein ve Atina Festivali?nin ortaklığında gerçekleşen PROMETHIADE projesi kapsamında, İstanbul 2010 Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliğinin yapımcılığında Uluslararası alanda üne sahip yönetmen Theodoros Terzopoulos?un Zincire Vurulmuş Prometheus adlı oyunu Atina Festivali’nin ardından sadece 3 gösterim için İstanbuldaydı.

Biletimiz ilk oyunaydı ve saat 19.30 gibi Rumeli Hisarı’ndaydık. Fakat amfiye geçebilmemiz için  20.45 e kadar beklememiz gerektiğini belirttiler. Çünkü müze tüm gün açıktı, ve ışıkları kontrol etmek zorundalardı. Tabii bunun içinde havanın kararması gerekiyordu. Oturacak yer de olmayınca ayakta beklemek zorunda kaldık. Saat yaklaşırken kara bulutlarda hava toplandı ve hafif bir yağmur başladı. Saat 20.45te ikinci bir açıklama geldi ve 10dakikaya daha ihtiyaçları olduğunu söylediler. Daha sonra girişleri açtıklarında öfkeli ve beklemekten yorulmuş kalabalık izdiham halinde amfiye daldık ve numarasız biletlerimiz nedeniyle koşarak yer aradık.

Tam oturmuşken ciddi bir sağanak başladı. Görevliler yönetmenin oyunu oynamak istediğini belirttiler. Sanatsever topluluk olarak sırılsıklam olmamıza rağmen oyunu bekliyorduk. Fakat yağmur dayanılmayacak derecede arttı ve elektrik kesildi. Böylece oyun iptal oldu ve ıslak-hüzünlü halimizle evlerimize döndük.

Ertesi gün azimle ikinci oyuna gittim. Bu sefer kapıda arabamı bıraktığım kimselerle tartışma yaşadım. Zira İspark’a ait olan park yerinde değnekçiler ( 4 kişi birden) arabamı kuşatıp, “Siz inin, arabanızın anahtarını bırakın dönünce hallederiz,” diye laf kalabalığına başladı. İspark görevlisi olup olmadıklarını sorunca, beraber çalışıyoruz yanıtını aldım ve anahtarı bıraktım. Fakat içim rahat etmeyince yolun ilerisindeki bir İspark görevlisine gidip, kendisine durumu anlattığımda Emniyet’e defalarca söylediklerini ama bu adamları engelleyemediklerini öğrendim. Derhal aracımı geri alıp İspark görevlisine teslim ettim, değnekçileri ise Emniyet’i arayıp eşgal vererek şikayet ettim.

Nihayet içeri girdiğimde birinci gün beraber beklediğimiz seyircilerle muhabbetimizi ilerlettik, çünkü yine 20.45e kadar bekledik.! Oyun 10-15 dakika rötarlı da olsa başladı. Ama bu sefer de ilk 15 dakika denizden geçen tur gemilerinin yüksek sesli müziği oyuncuları zorladı. Allahtan daha fazla sürmeden gemiler uzaklaştı.

Oyuna gelecek olursak (bunca olaydan sonra!), ilk defa üç dili birden barındıran bir oyun izledim. Oyunda Yunan, Türk ve Alman oyuncular vardı.

Yönetmen bize oldukça değişik tarzda bir oyun hazırlamıştı. Prometheus’u canlandıran Yetkin Dikiciler bir röportajında şöyle ifade etmiş: “İnsanın nefes alışverişini, bedeninin titreşiminin nefesten sese dönüşmesini, sesin yeniden söze dönüşmesini ve sözün yeniden anlam kazanmasını arıyor.” Gerçekten de oyuncular nefesi, sesi ve titreşimleri oldukça fazla kullandılar.

Sahnenin zemini Prometheus’un bilgeliğini simgeleyen 50bin gözlük ile donatılmıştı. Oyuncular oyunu bu gözlüklerin üzerinde sergilediler. Zaman zaman bir yerlerine birşey olacak diye oldukça tedirgin oldum ama görünürde kimseye birşey olmadan oyun tamamlandı.

Prometheus rolünde Yetkin Dikiciler, çileyi ve özgürlük umudunu, deliliğin sınırlarını çok güzel ifade etti. Prometheus’un çilesinde hergün kartallar tarafından yenilen ciğerinin acısını çok güzel aktardı, ve balçıktan insanı yaratan bu tanrıya bizi yakın hissetirmeyi başardı.

Oyunu anlatabilmek oldukça güç, izlemek gerekiyor fakat unutamayacağım iki not daha vardı. Birincisi Yunanlı bayan oyuncunun yaklaşık 10 dakika süren titreme ve sarsılma bölümü. Gerçekten inanılmaz bir fiziksel performanstı. Ağzım açık izledim. İkincisi ise Prometheus delilik sınırlarındayken şarkıya sığınması, Yetkin Dikicilerin “Yiğidim Aslanım” türküsünü seslendirmesiydi.

Son olarak oyunun çıkış sözü olan “Bir gün gelecek!” cümlesini selamlamadan sonra Yetkin Dikiciler seyirciye sordu. “Bir gün gelecek mi?”

Dilerim izlemeye fırsat bulursunuz.

Prometheus hakkında:

Prometheus, öteki kardeşleri gibi, tanrısal düzene kafa tutmuş, karşı çıkmış ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanlar yaratmak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vermekle bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır.

Olympos tanrılarının kuvvet ve kudretine karşılık, Prometheus’da kurnazlık ve zeka vardır. Titanların isyanları sırasında tarafsızlığını korumuş ve başkaldırmamış bir Titan oğlu olarak Zeus’un gözüne girmeyi başarmıştı. Zeus onu Olympos’daki ölümsüzlerin arasına aldı. Oysa o Zeus ve arkadaşlarına karşı kin besliyordu. Dedelerinin öcünü almak için, kendi gözyaşıyla yoğurduğu balçıktan ilk insanı yarattı. Sonra onun acizliğine acıyarak, Hephahistos (Ateş Tanrısı) alevler saçan ocağından bir kıvılcım çaldı ve insanlara armağan etti. Bunun için Tanrı Zeus  tarafından Kafkas Dağında zincire vurulmuş ve Prometheus Desmotes (zincire vurulmuş Prometheus) adıyla anılmıştır. Tanrılarca görevlendirilen bir kartal(bazen akbabayla karıştırılır) sürekli olarak, her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirmektedir. Onu Kafkas dağının tepesindeki bu işkenceden Zeus’un oğlu yarı tanrı, ölümlü Herakles kurtarır. Prometheus; “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yoktur” der, böylelikle insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur.

Bu arada Zeus, kendisini hiçe sayan insanlara da bir ders vermek için, Hephaistos’a su ve balçıktan ilk bakirenin heykelini yaptırdı ve kalbine ruh yerine Prometheus’un ateşi çaldığı yerden aldığı bir kıvılcımı koydu ona Pandora ismini verdi. Onu insanlara yollarken eline verdiği kutuda ise tüm kötülük ve ızdıraplar vardı. Zeus böylece insanlardan da intikamını aldı.

Zincire vurulmasındaki asıl neden Zeus’un ondan korkuyor olmasıdır. Geleceği görme yetisi olan bir titan’dır ve bu yetisini kullanarak Zeus’un Kronos’u tahttan indirmesine yardımcı olmuştur. Gelecekte de Prometheus’un bu özelliğini kendisinin tahttan düşürülmesi için de kullanacağından korkan Zeus, Prometheus’un ateşi (bilgiyi) çalarak insanlara vermesi ile ondan kurtulmak için gerekli fırsatı elde etmiştir. Bu işkence 30000 yıl sürmek üzere planlanmıştı, fakat Herkül’ün onu serbest bırakmasıyla Prometheus kendisinin karaciğerini her gün yiyen kartalı buldu ve öç olarak Zeus’un Prometheus’u cezalandırmakla görevlendirdiği kartalın karaciğerini yedi. Zeus bu şekilde cezasını sonlandıran Prometheus’u affetti ve tekrar ölümsüzler arasına aldı.

Oyun hakkında:

Terzopoulos oyunu Prometheus’un Zeus’un işkencesine karşı söylediği “Bir Gün Gelecek” sözü üzerine kuruyor. İnsanları tüm medeniyeti getiren Prometheus, insanlığın elindeki medeniyeti felaketler, katliamlar, kültürel yozlaşmışlık ve ekonomik krizler içinde tüketip harcadığı günümüz koşullarında, Prometheus’un insanlık için işkence çekmesi tüm trajikliği içerisinde biraz da ironik görünüyor.

Zincire vurulmuş Prometheus, oyuncuların etkileyici beden ve ses performanslarını kullanarak, metnin ontolojik ve politik özünü vurguluyor. Arte Povera hareketinin temsilcisi efsanevi sanatçı Jannis Kounellis ise, oyunun sahne tasarımını üstleniyor.

Terzopoulos, otoriteyi en saf haliyle sergileyen Zincire Vurulmuş Prometheus’a geri dönüyor. Tarihin, tragedyaya yeni bir öz kazandırmayı isteyen kurbanlarının cesetleri, büyük medeniyetlerin sınırlarında yüzüyor. İnsanın cennetten atılışının ana dekoru oluşturduğu bir çözülme sürecinde, insanlığının sınırında bir koro, başrolde. Io’nun önceden haber verilmiş ölümünden sonra Prometheus, romantik devrimlere son noktayı koyar. Terzopoulos’un Aiskhilos?un tragedyasına yaklaşımı ulusu ve ulusçuluğu aşan bir sahne dili kullanarak, Prometheus metni aracılığıyla bugün için bir şeyler söyleyebilmek ve bunu da sadece metinsel düzeyde değil, sahne estetiğini ve seyirciyle etkileşimi de yenileyerek yapabilmek.
Prometheus rolünü Yetkin Dikinciler?in oynadığı performansın korosunda ise Devrim Nasve Kerem Karaboğa gibi deneyimli oyuncular yanı sıra Alman ve Yunan oyuncular sahne alıyor.
Attis Tiyatrosu, tıpkı genel kabul gören doktrinlere karşı çıkmış olan Prometheus gibi, büyük bir enerjisi olan, canlı bir tiyatro grubu. Oyun İstanbul gösteriminin ardından 2010 yılında İstanbul?la Avrupa Kültür Başkenti ünvanını paylaşan Essen’de Stiftung Zollverein’da sahnelenecek.

Büyük Sultan Katalina

Büyük Sultan Katalina

  • Devlet Tiyatroları
  • Yazan: Miguel de Cervantes
  • Yöneten:  Jose Maria Pou
  • Oyuncular: HAKAN MERİÇLİLER, TURGAY KILIÇ, OLCAY KAVUZLU, ÜNSAL COŞAR, NİMET İYİGÜN, DURUKAN ORDU, EMRAH KESKİN, CÜNEYT METE, MURAT ÇİDAMLI, EMRE ÖN, CAN ÖZTOPÇU, TOLGA ÇİFTÇİ, ÖTÜKEN HÜRMÜZLÜ/GÜVEN BESİMOĞLU, ERTUNÇ UYGUN, GONCA ERÇİL, ERDAL KÜÇÜKKÖMÜRCÜ

Catalina, Kuzey ispanya da Asturias eyaletinde bir şehir olan Oviedo dandır.Kendisi 10 yaşında köle olarak İstanbul a götürülmüş ve Sultan Murat daha ilk bakışta Catalina ya aşık olmuştur.Sultan Murat Catalina ile evlenmeyi arzu etmektedir fakat Catalina Müslüman olmak istemediği için reddetmektedir.Fakat bununla birlikte Sultan Catalina yı o kadar tutkuyla sevmektedir ki sonunda Catalina onun isteğine boyun eğer ve onun ilk eşi olur.Bu arada kendiside esir düşen babasına tekrardan kavuşmuştur.Oyunda ikinci hikaye Lamberto ve Clara hakkındadır.

Oyundan bahsetmeden önce sahneden bahsetmem lazım. Yerlerimizi almak için salona girdiğimizde bir Osmanlı dönemi oyunu izliyeceğimizi göz önüne alarak bu kadar modern bir sahne beklemiyorduk. Fakat gördüğümüz; kocaman bir havuz (evet gerçekten suyla dolu) , üzerinde yürüyebilmek için camdan hareket edebilen mekanizmalı plakalar ve arkada 3 adet camdan duvar.!

Devlet tiyatrolarının Tekel sahnesine gitmeyenler için tekrar anlatmak isterim. Sahne, Tekel Müzesi içerisinde yer alıyor. Müzenin doğal yapısına zarar vermeden, aynı doku içerisinde bütünlüğü sağlanarak oluşturulan salon; her türden tiyatro eseri ve özellikle deneysel tiyatro çalışmaları için kullanılabilecek şekilde tasarlanmış. Taş duvarlar aynen korunmuş, tiyatronun salonunda da aynı duvarlar devam ediyor. Önceki yorumlarımda belirttiğim gibi Üsküdar sahil yolu üzerinde bulunan bu binayı yolunuz düştüğümde mutlaka görün.

Cervantes’in Osmanlı konulu tek eseri olan oyun Türkiye’de daha önce sergilenmemiş.Cervantes hiç görmediği İstanbul’da geçen bu komedyayı tutsaklık yıllarında kaleme almış.Oyun ise İspanya ve Türkiye arasındaki kültürlerarası işbirliği ve diyalog perspektifi altında ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün işbirliğiyle Türkiye’deki İspanya Büyükelçiliği  ve İstanbul Cervantes Enstitüsü, bir İspanya-Türkiye ortak sanat projesiyle eseri sahneye taşımaya karar vermiş.

Oyunun hikayesi yukarıda. Oyuncular oldukça başarılıydı. Kadı: Can Öztopçu, Padişah: Durukan Ordu, Madrigal: Cüneyt Mete alkışı 2 kere hakettiler. Çünkü geçişlerdeki dekor oyunlarına rağmen bazen oyun durdu, ve bu anlarda imdada onlar yetişti.

Oyunun ilk kez sahnelenmesinden midir nedir bir çok entresan olay oldu. Hoş tiyatronunda güzelliği bu değil midir? Hiç bir oyun bir diğeriyle aynı olmaz.

Arkadaşım oyuna 3 gün kala yer bulmuştu.2 kişilik. Ve salon hemen hemen dolmuştu. Aynı akşam bir bilet daha almak istedik. Yer yoktu. Oyunun başlamasına 5 dakika kala hemen herkes yerine oturmuştu. Sonra yavaş yavaş ışıklar kapandı ve biletsiz gelen seyirciler tek tük boş yerlere oturmaya başladı. Ama sonra elinde biletleriyle bir çift geldi, fakat yerleri dolmuştu ve ışıklar tamamen kapandı. Orta merdivende kalakaldılar ve oyunun başlamasını beklerken merdivene oturuverdiler.

Bu arada karanlıkta oyun başlasın diye bekliyorduk fakat 5 adet eli meşaleli Osmanlıyı canladıran oyunculardan ateşini yakması gereken birincisi, bir tülü elindeki çakmağı çalıştramadı. Neyse sonra, yaklaşık onuncu denemeden sonra ,meşale çalıştı. Sonra diğer dördü meşalelerini yakmak istediler, bu defa dördüncününki yanmadı fakat sahne kaçmasın diye sönük olarak devam etti.

Meşaleliler sahnede bağırırıp koştururken, görevlilerden biri koşarak merdivende oturan ikilinin yanına geldi, kalkmanız lazım diye uyarmaya çalışırken, ellerinde meşaleli beş kişi koşarak merdivenleri çıkmaya başladı. İkili az kalsın eziliyordu. Allahtan bir kaza olmadan atlatıldı. Sonra iki kişiyi sofitanın devam eden kısmına aldılar. Oyun boyunca üst katta seyrettiler.

Sonraki sahnede Hakan Meriçliler (Roberto) ve Turgay Kılıç (Salih)’ın ikili diyalogları vardı. Konuşmaları bitip sahneyi terk ederlerken Hakan Meriçliler havuz üzerindeki cam tablayı atlayıp havuza bastı. Allahtan havuzun derinliği çok azdı da düşmeden toparladı. ( Gerçi benim tespitim, havuzun dalgalanması için bilerek bastığı yönündeydi. =))

Biz mimarlara tüm okul hayatımız boyunca “fonksiyonellik” olmassa olmaz diye öğrettiklerinden, mesleki deformasyon olarak hiçbirşeye sadece görsellik olarak bakamıyoruz. Koskoca havuzu yapmışlar, işe yaradı mı derseniz. Yaradı. Padişah arka panellerden akan suyla duş aldı, sonra suyu ayna gibi kullanıp konuştular, arkada fon sesi olarak su güzel bir ambians yarattı, oyunun sonlarına doğru “oyun gereği” suya düşen bir karakter de oldu. Peki bu havuz olmasa ve bu kadar masraf yapılmasa da olur muydu? Olurdu. Tabi bu proje bir ortak çalışma olduğundan tüm imkanların seferber edilmesi gayet anlaşılır. Hem kadro çok genişti, hem sahneye çok masraf edilmişti hem de kocaman renki bir kitapçık basılmıştı. Biz şehir ve devlet tiyatrosu izleyicileri için oldukça lükstü.

Oyunun ikinci yarısında Katalina’nın babasını oynayan Erdal Küçükkömürcü sahneyi koşarak terkederken düştü. Tüm seyircilerin yüreği ağzına geldi ama bir sonraki sahnede kendisini sağ salim oyunda görünce içimiz rahatladı.

Ve oyun bitiminde tüm oyuncular sahneye geldiğinde Clara rolünde izlediğimiz Gonca Erçil de havuzun üzerindeki ıslak camlar nedeniyle kaydı, ama o da düşmeden toparlamayı başardı. Bir kaç ay önce merdivenden düşerek ayağını burkan bendenizde oluşan fobiden midir nedir, oyun boyunca havuz etrafında hangi oyuncu koşsa içim bir fena oldu.

Sonuç itibariyle oyun ve oyuncular bize hoş ve değişik bir deneyim yaşattılar. Ama oyun bitiminde arkamda oturan yaşlı teyzenin yorumu benim için de geçerliydi. ” Eee ama ben hiç Osmanlı sarayı gibi hissedemedim bu dekoru. İçine giremedim oyunun.”

İyi seyirler.

İnek

İnek

  • Şehir Tiyatroları
  • Yazan: Nazım Hikmet Ran
  • Yönetmen:   Mehmet Avdan
  • Oyuncular: Berna OĞUZUTKU DEMİRER, Işıl Zeynep TANGÖR, Can ERTUĞRUL, Zafer KIRŞAN, Ozan GÖZEL, Cem URAS, Haldun ERGÜVENÇ

Oyunda, hayallerinin peşinde koşan bir ailenin, içinde bulundukları maddi sıkıntılarından, satın aldıkları bir inekle kurtulma çabaları absürt bir dille anlatılıyor. Başta İneğin kendilerine çok para kazandıracağını düşünen aile fertleri, inekten nasıl yararlanacaklarını bilemediklerinden, durumları zamanla “İnekten Kurtulma Çabası”na dönüşüyor. Nâzım Hikmet’in bu oyunu aynı zamanda sıkı bir bürokrasi eleştirisi.

Oyun konusu okuduğumda bende çok eğlenceli bir kara mizah izleyeceğim duygusu uyandırmıştı. Fakat izlediğim oyun, çocuk oyunundan fırlamış karakterlerle gerçekçilikten oldukça uzaklaşmıştı ve maalesef beni bir kere bile gülümsetemedi.

Karakterlerin tamamı abartılıydı. Olay gerçekten acı ama gerçekti. Bunu gerçek karakterle destekleselerdi nasıl bir şey ortaya çıkardı diye merak ettim.

Tek izlemekten keyif aldığım sahne, oyunun sonlarına doğru 5 oyuncunun da masa etrafında oturup ineğe olanları birbirlerine anlatmaya çalıştıkları anlardı. Büyük bir harmoni ve eğlence ortamı yarattılar, ama oyunun geneline baktığım beklentilerimin hayal kırıklığına dönüştüğü, vasat bir oyundu.

Sondan Sonra

Sondan Sonra

  • Duru Tiyatro
  • Yazan: Dennis KELLY
  • Yöneten: Emre KINAY
  • Oynayanlar: EMRE KINAY, AHU TÜRKPENÇE

Sığınakta iki insan: Mark (Emre KINAY) ile Louise (Ahu TÜRKPENÇE). Korkunç nükleer saldırıda , binalar çökmüş, herkes ölmüş, her yanı radyoaktif toz bulutu kaplamıştır. Mark bu saldırıdan Louise’i binbir güçlükle sığınağa taşır. Mark’ın sığınağında yiyecek, ranza, radyo gibi kısıtlı imkanları vardır. Mark’ın konuşmalarından Louise’e aşık olduğu ve onu delice kıskandığı da anlaşılır. Ayrıca genç adam Louise’i irkilten şeyler söyler: “Bu saldırıyı yapanlar mutlaka sakallıdırlar… Güçlü ve iyi toplumlar dünyadaki zayıf toplumları onların iyiliği için kontrol etmelidir… Biz gücümüzü yeterince iyi kullanmadık. Teröristlere daha katı davranmak şart.

Mark’tan korkan ama onunla birlikte bu sığınakta hayatta kalma mücadelesi veren Louise zor günler yaşar. Acaba dışarısı ne durumdadır? Gerçekten herşey Mark’ın anlattığı gibi midir dışarıda? Oradan kurtulabilecek midir? Dennis Kelly’nin bu çarpıcı oyununda iki temel konu işleniyor: Dünyada özellikle ABD’de 11 Eylül saldırısı ile gelişen terörizm paronoyası ve bu olayla birlikte artan faşizan eğilimler; Güç kullanarak demokrasiye kavuşturma çabası ; ya da bir erkeğin gücünü kullanıp bir kadını elde etme mücadelesi…

Güzel bir cumartesi akşamı asap bozucu oyunu izlemekten sadistçe bir zevk aldığımı belirtmem gerek. Oyunculuklara bayıldım, beğenmemek gerçekten emeğe saygısızlık olur. Zira oyun bittiğinde iki oyuncuda kan ter içinde kalmıştı… Fakat Emre Kınay’ın canlandırdığı karaktere karşı çok az acıma duygusuyla beraber oyunun sonlarına doğru daha çok nefret duydum.

Emre Kınay her zaman temposu yüksek bir oyuncu. Enerjisi hiç bitmiyor. Tiyatrosunu ayakta tutmaya çalıştığını her röportajında her fırsatta belirtiyor, fakat gittiğimiz oyunda salonun yarıdan fazlası boştu maalesef.

Sondan sonra paranız ve zamanınız olduğunda izlemenizi kesinlikle tavsiye edebileceğim bir oyun.