Blue Valentine

Blue Valentine

  • Tür: Dram,Romantik /
  • Yönetmen: Derek Cianfrance /
  • Süre: 120dk /
  • Yapım: 2010, ABD /
  • Oyuncular: Ryan Gosling,  Michelle Williams,  Mike Vogel,  Ben Shenkman,  Reila Aphrodite,  Ashley Gurnari,  Carey Westbrook,  Dan Van Wert,  Eileen Rosen,  Faith Wladyka,  John Doman,  Maryann Plunkett,  Michelle Nagy,  Robert Eckard,  Samii Ryan,  Tamara Torres /

Hayatın içinden.. Hayatın kendisi kadar gerçek bir film. Mükemmel oyunculuk, mükemmel afiş, mükemmel soundrack, mükemmel kurgu…

Revolutionary Road’a selam çakarak, bir adım ileride etkisi olan filmde, hem Ryan Gosling (keşke o da en iyi oyuncu adayı olsaymış) ve Michelle Williams çok başarılı.

Yıkılmakta olan bir evliliği, henüz aşklarının başlangıcındaki hallerine dönüşler yaparak izlemek çok etkileyiciydi.

Herkese izlemesini tavsiye ediyorum.

İyi seyirler,

İki Kadın Bir Erkek – The Kids Are All Right

İki Kadın Bir Erkek – The Kids Are All Right

  • Tür: Komedi /
  • Yönetmen : Lisa Cholodenko /
  • Yapım: 2010, ABD /
  • Süre: 104 dk /
  • Oyuncular: Mia Wasikowska (Joni) , Mark Ruffalo (Paul) , Julianne Moore (Jules) ,Josh Hutcherson (Laser) , Annette Bening (Nic) , Yaya DaCosta (Tanya) ,Amy Grabow (Hamile bayan) , Rebecca Lawrence (Brooke) /

Sundance Film Festivali gösterimlerinde olumlu eleştiriler alan filmde lezbiyen bir çift olan Nic ve Jules, yapay döllenme ile 2 çocuk sahibi olurlar. Çocuklar yaşları erdiğinde gerçek babaları ile tanışmak isterler. Paul adındaki donör onların babalarıdır ve çocuklar Paul’ü anneleri ile tanıştırmak ister. Paul’ün gelmesi aile düzenini değiştirecek ve yepyeni bir aile tanımının yapılmasına yol açacaktır.

Bazen Oscar adaylarının neye göre seçildiğini anlamakta zorlanıyorum. En iyi film, kadın oyuncu, yardımcı erkek oyuncu ve orjinal senaryo dallarında 4 adaylığı olan film, marjinal görünen senaryosuyla çok şey vaadediyormuş gibi duruyor fakat orta kalitede bir Hollywood yapımından öte gidemiyor. Oyuncular çok başarılı olsa da, tekdüze işleyen filmi ileri taşıyamıyor. Niçin en iyi film kategorisinde aday gösterildiğini anlamak mümkün değil.

Benzer şekilde evlilik ve aile konularını işleyen, en iyi kadın oyuncu adayını barındıran Blue Valentine filminin, kat ve kat iyi olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca filmin türü komedi unsuru olarak belirtilse de herhangi bir komedi unsuru içermediğini de söylemeliyim.

Değişik bir aile yapısı gözlemlemek isterseniz izleyebilirsiniz, ama olmassa olmaz bir film değil.

Zeynep

83.Oscar Töreni Adayları ( Tam Liste)

83.Oscar Töreni Adayları ( Tam Liste)

En İyi Film:
The Social Network
Black Swan
The King’s Speech
The Fighter
Inception
The Kids are All Right
127 Hours
Toy Story 3
True Grit
Winter’s Bone

En İyi Yönetmen:
Darren Aronofsky, Black Swan
David O. Russell, The Fighter
Tom Hooper, The King’s Speech
David Fincher, The Social Network
Coen Brothers, True Grit

En İyi Erkek Oyuncu:
Javier Bardem “Biutiful”
Jeff Bridges “True Grit
Colin Firth “The King’s Speech
Jesse Eisenberg “The Social Network
James Franco “127 Hours

En İyi Kadın Oyuncu:
Annette Bening “The Kids are All Right
Nicole Kidman “Rabbit Hole”
Jennifer Lawrence “Winter’s Bone
Natalie Portman “Black Swan
Michelle Williams “Blue Valentine

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Christian Bale “The Fighter
John Hawkes “Winter’s Bone
Jeremy Renner “The Town
Mark Ruffalo “The Kids are All Right
Geoffrey Rush “The King’s Speech

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:
Amy Adams “The Fighter
Helena Bonham Carter “The King’s Speech
Melissa Leo “The Fighter
Hailee Steinfeld “True Grit
Jacki Weaver “Animal Kingdom”

En İyi Animasyon:
How to Train Your Dragon – Chris Sanders ve Dean DeBlois
The Illusionist – Sylvain Chomet
Toy Story 3 – Lee Unkrich

En İyi Görüntü Yönetimi:
Black Swan – Matthew Libatique
Inception – Wally Pfister
The King’s Speech – Danny Cohen
The Social Network – Jeff Cronenweth
True Grit – Roger Deakins

En İyi Orijinal Senaryo:
Another Year: Mike Leigh
The Fighter: Scott Silver, Paul Tamasy, Eric Johnson
Inception: Christopher Nolan
The Kids are All Right: Lisa Cholodenko, Stuart Blumberg
The King’s Speech: David Seidler

En İyi Uyarlama Senaryo:
127 Hours, Danny Boyle, Simon Beaufoy
Toy Story 3, Michael Arndt, John Lasseter, Andrew Stanton, Lee Unkrich
True Grit, Joel Coen, Ethan Coen
Winter’s Bone, Debra Granik, Anne Rosellini
The Social Network, Aaron Sorkin

En İyi Yabancı Film:
Biutiful (Meksika)
Dogtooth (Yunanistan)
In a Better World (Danimarka)
Incendies (Kanada)
Outside the Law (Cezayir)

En İyi Belgesel (Uzun):
Exit through the Gift Shop
Gasland
Inside Job
Restrepo
Waste Land

En İyi Belgesel (Kısa):
Killing in the Name
Poster Girl
Strangers No More
Sun Come Up
The Warriors of Qiugang

En İyi Sanat Yönetimi:
Alice in Wonderland, Robert Stromberg, Karen O’Hara
Harry Potter and the Deathly Hallows Part 1, Stuart Craig, Stephenie McMillan
Inception, Guy Hendrix Dyas, Larry Dias ve Doug Mowat
The King’s Speech, Eve Stewart, Judy Farr
True Grit, Jess Gonchor, Nancy Haigh

En İyi Kostüm:
Alice in Wonderland, Colleen Atwood
I Am Love, Antonella Cannarozzi
The King’s Speech, Jenny Beavan
The Tempest, Sandy Powell
True Grit, Mary Zophres

En İyi Makyaj:
Barney’s Version, Adrien Morot
The Way Back, Edouard F. Henriques, Gregory Funk ve Yolanda Toussieng
The Wolfman, Rick Baker ve Dave Elsey

En İyi Kurgu
Black Swan Andrew Weisblum
The Fighter Pamela Martin
The King’s Speech Tariq Anwar
127 Hours Jon Harris
The Social Network Angus Wall ve Kirk Baxter

En İyi Müzik:
How to Train Your Dragon, John Powell
Inception, Hans Zimmer
The King’s Speech, Alexandre Desplat
127 Hours, A.R. Rahman
The Social Network, Trent Reznor ve Atticus Ross

En İyi Şarkı:
Coming Home – Country Strong
I See the Light – Tangled
If I Rise – 127 Hours
We Belong Together – Toy Story 3

En İyi Görsel Efekt:
Alice in Wonderland, Ken Ralston, David Schaub, Carey Villegas ve Sean Phillips
Harry Potter and the Deathly Hallows Part 1 Tim Burke, John Richardson, Christian Manz ve Nicolas Aithadi
Hereafter, Michael Owens, Bryan Grill, Stephan Trojanski ve Joe Farrell
Inception, Paul Franklin, Chris Corbould, Andrew Lockley ve Peter Bebb
Iron Man 2, Janek Sirrs, Ben Snow, Ged Wright ve Daniel Sudick

En İyi Ses:
Inception, Richard King
Toy Story 3, Tom Myers ve Michael Silvers
Tron: Legacy, Gwendolyn Yates Whittle ve Addison Teague
True Grit, Skip Lievsay ve Craig Berkey
Unstoppable, Mark P. Stoeckinger

En İyi Ses Miksaj:
Inception, Lora Hirschberg, Gary A. Rizzo ve Ed Novick
The King’s Speech, Paul Hamblin, Martin Jensen ve John Midgley
Salt, Jeffrey J. Haboush, Greg P. Russell, Scott Millan ve William Sarokin
The Social Network, Ren Klyce, David Parker, Michael Semanick ve Mark Weingarten
True Grit , Skip Lievsay, Craig Berkey, Greg Orloff ve Peter F. Kurland


En İyi Kısa Animasyon:

Day & Night (2010): Teddy Newton
The Gruffalo (2009) (TV): Jakob Schuh, Max Lang
Let’s Pollute (2009): Geefwee Boedoe
The Lost Thing (2010): Shaun Tan, Andrew Ruhemann
Madagascar, a Journey Diary (2010): Bastien Dubois

En İyi Kısa Film:

The Confession (2010/IV): Tanel Toom
The Crush (2009): Michael Creagh
God of Love (2010): Luke Matheny
Na Wewe (2010): Ivan Goldschmidt
Wish 143 (2009): Ian Barnes, Samantha Waite

127 saat – 127 hours

127 saat – 127 hours

  • Tür : Dram /
  • Yönetmen : Danny Boyle /
  • Yapım : 2010, ABD / İngiltere /
  • Süre: 93 dk. /
  • Oyuncular: James Franco (Aron Ralston) , Kate Mara , Lizzy Caplan (Sonja) , Amber Tamblyn ,Clémence Poésy /

“Genç bir dağcı olan Aron, Utah yakınlarında büyük bir kaya parçasının arasına sıkışır ve 5gün boyunca hayatta kalma mücadelesine giren Aron Ralston’un gerçek hikâyesi… 5 gün boyunca kolu kayaya sıkılmış, susuz ve aç kalan Aaron, arkadaşlarını, sevgilisini (Clémence Poésy), ailesini ve yolda kazadan tam önce karşılaştığı iki dağcı kızı (Amber Tamblyn ve Kate Mara) hatırlamaktadır. 5 gün boyunca yaralı halde sıkışıp kalma hali ve içsel sorunlarıyla karşılaşmak zorunda kalan Aaron aynı zamanda cesareti ve kendisini metrelerce derinlikteki bu beladan kurtarmaya yarayacak tüm yönleriyle de yüzleşir ve sonunda kurtulur. Dinamizmini hiç kaybetmeyen film, izleyiciye daha önce hiç yaşamadıkları bir yolculuk vaat ederken hayattaki seçimlerimizle ilgili sıra dışı bir hikâye sunuyor.”

Aron Ralston’un hikayesini duymayan kalmadı sanıyorum. İnsanın hayatta kalabilmek için yapabileceklerinin neler olabileceğini anlatan filmin tamamını, bu seneki Oscar ödül töreni sunucularından James Franco götürüyor.

James Franco, büyük bir bölümünde sadece yüzünün göründüğü filmde, müthiş bir performans sergiliyor. Gerçek bir hikayeden esinlenen film, bir mekan, bir kaya ve bir adam dışında ögelerin azlığına rağmen Danny Boyle’un kamera açıları ve renkleri sayesinde kendini  izlettiriyor.

Franco ruh halini perdeye öyle güzel taşıyor ki, kolum uyuştu, içim sıkıldı, daraldım, bunaldım… Sıkışma sahnesi uzunca olduğundan bir ara kopar gibi oldum ama filmin süresi zaten kısa olduğundan toparlandı. Duygusu o kadar yüksek bir filmdi ki,  Aron su içtiği matarayı yere düşürür gibi olduğunda çığlık attım resmen.

Ayrıca unutmadan belirtmeliyim, kamerayla konuşup program sunduğu (talkshow yaptığı) sahnede Franco inanılmaz bir iş çıkartıyor. Tek kelimeyle müthiş!

Kalbi kaldırabileceklerin (kanlı sahneler mevcut) muhakkak izlemesini tavsiye ederim. Hayatla ilgili birçok ders çıkartacağınıza eminim.

İyi seyirler,

Dövüşçü – The Fighter

Dövüşçü – The Fighter

  • Tür : Dram / Biyografi / Dövüş /
  • Yönetmen : David O. Russell /
  • Yapım : 2010, ABD /
  • Süre: 115 dk. /
  • Oyuncular: Christian Bale (Dickie Eklund) , Amy Adams (Charlene) ,Mark Wahlberg (Irish Mickey Ward) , Melissa Leo (Alice) , Jack McGee (George Ward) /

Kardeş ilişkileri, suç, uyuşturucu gibi konuların yoğunluğunda bir boksörün sıfırdan zirveye tırmanışını anlatıyor.

Film, eski boksör Dick’in kardeşi Mick’i çalıştırması ve annelerinin menajerliğinde kariyerinin ilerleyişi çerçevesinde yaşanan gerçek bir hikayeyi anlatıyor.  İlk dakikalarından , sokaktaki müthiş sekanstan, itibaren insanı saran bir havası var Fighter’ın.

Daha önce yerine Matt Damon ve Brad Pitt düşünülen Christian Bale, kokain bağımlısı rolü için 20 kilo vermiş. Oscarlık bir performans sergiliyen Bale’in inandırıcılığı o kadar fazlaydı ki  gerçekten kokain kullanıp öyle oynuyor diye düşündüm. Filmin sonunda Mickey Ward ve Dickie’nin gerçek hallerini görünce ise daha da hayran oldum.

Başroldeki Mark Walberg ise 2005 yılından beri bu proje ve rol için çalışıyor. Filmde, kaslı vücudunu bol bol gösteren Walberg, olması gereken performansı sergiliyor. Son olarak Julie&Julia ve Doubt’ta güzel performanslarını izlediğimiz Amy Adams ve Mellissa Leo ise yardımcı rollerde diğer oyuncuları çok iyi destekliyorlar.

Film senaryo ve kurguda sıradan gibi gözüküyor fakat oyunculuklarıyla zirve yapıyor. Belki “Milyon Dolarlık Bebek”  kadar etkilemiyor ama çokta gerilerde kalmıyor.

Filmden sonra, bu adresten Ward’ın gerçek dövüşünü izlediğimde birebir çekilmiş sahnelere çok saygı duydum. Tamamen kopyalamayı başarmışlar.

İzlemenizi tavsiye eder, İyi seyirler dilerim.

Madagascar, Carnet de Voyage – Madagascar, a Journey Diary

Madagascar, Carnet de Voyage – Madagascar, a Journey Diary

  • Orjinal İsim: Madagascar, Carnet de Voyage /
  • Tür: Animasyon (kısa) /
  • Yönetmen: Bastien Dubois /
  • Süre: 11 dk /
  • Yapım: 2010, Fransa /

Gezilere gittiğimde, ufak bir gezi defteri götürürüm yanımda. Notlar alır, gördüğüm bazı şeyleri çiziveririm. Bu kısa animasyon filminde olay bir hayli ileri taşınmış: Gezinin animasyonu yapılmış.

Teknik çok değişik. Sanki her saniye bir eskiz defterine çizilmiş gibi. Kimi zaman karakalem, kimi zaman sulu boya tekniği var. İki boyutlu düzlemde üç boyutun etkisi çok hoş. (mimarca… =)) Bazı açılar handy cam ile çekilmiş hissiyatı veriyor.

Çok sevdim, severek izledim.

Herkese izlemesini tavsiye ederim.

The Lost Thing

The Lost Thing

  • Tür: Animasyon /
  • Yönetmen: Andrew Ruhemann | Shaun Tan /
  • Yapım: 2010, Avustralya, İngiltere/
  • Süre: 15 dakika

Uluslararası birçok film festivalinden ödülle dönmüş film, fantastik bir hikayeyi anlatıyor.Hikaye Shaun Tan’ın aynı isimli kitabından.

Konusuna karar verildikten sonra 74adet farklı karakterin yaratılması ekibin 3 yılını almış.

Internet sitesi de film kadar yaratıcı ve renkli. 83.Oscar ödüllerinde kısa animasyon film adayı olan filmi izlemenizi tavsiye ederim.

Let’s Pollute

Let’s Pollute

  • Orjinal İsmi: Let’s Pollute /
  • Tür: Animasyon /
  • Yönetmen: Geefwee Boedoe /
  • Yapım: ABD, 2010 /
  • Süre: 6 dakika /

1950lerin eğitim videoları tarzında yapılmış animasyon, 83.Oscar ödül töreninde en iyi kısa animasyon film dalında adaylardan. Çevre kirliliğine dikkat çekme amacında olan film, endüstri öncesi Amerika’dan günümüze tüketim toplumunun değişimini gözler önüne seriyor.

İyi seyirler,

Trailer için tıklayınız.

Gece ve Gündüz – Day & Night

Gece ve Gündüz – Day & Night

  • Orjinal Adı:Day & Night /
  • Tür: Animasyon /
  • Yönetmen: Teddy Newton /
  • Yapım: ABD,2010 /
  • Süre:6 dk /

Walt Disney Pixar Stüdyoları harika bir animasyon ile karşımızda. 2boyutlu ve 3 boyutlu ögeleri barındıran kısa animasyon, gece ve gündüzün hikayesini anlatıyor. “Your Friendly Rat” animasyon filminden sonra 2ve 3 boyutu benzer şekilde barındıran ikinci Pixar filmi olan Gece ve Gündüz, Oscar 2011’de en iyi kısa animasyon film adayı. IMDb’den 8.2 almayı başaran filmi,bu adresten izleyebilirsiniz. (tabi ki 2boyutlu)

İyi seyirler.

İz Peşinde – True Grit

İz Peşinde – True Grit

  • Tür : Western / Dram /
  • Gösterim Tarihi : 25 Şubat 2011 /
  • Yönetmen : Ethan Coen  Joel Coen /
  • Yapım : 2010, ABD /
  • Oyuncular : Matt Damon (La Boeuf) , Josh Brolin (Tom Chaney) , Jeff Bridges (Marshal Reuben J. Cogburn) , Barry Pepper (Ned Pepper) , Domhnall Gleeson (Moon) , Hailee Steinfeld (Mattie Ross) /

Film, babasının bir cinayete kurban gitmesinin ardından, işe ?gerçekten yürekli? bir yardımcı olan Tom Chaney?i (Josh Brolin) alan ve babasının katilini bulmayı kafaya koyan 14 yaşındaki çiftçi kızı Mattie Ross?un (Hailee Steinfeld) hikayesini konu alıyor.

61.Uluslararası Berlin Film Festivali’nin açılış filmi olan “True Grit”, henüz izlenmeden kadrosuyla dikkatleri üzerine çeken bir western filmi. Babasının katilini arayan 14yaşında bir kızın, Cogburn ve La Boeuf adlı cesur adamlar ile katili bulmaya çalışma hikayesi, her zamanki Coen tarzında, insanı yormayan hoş bir tempoda anlatılmış. Müthiş diyaloglarla belli sekansları akıllara kazınnan filmde Jeff Bridges muhteşen bir performans sergilemiş. Akademi, ödülü kendisine verir mi bilinmez ama unutulmayacak rolleri arasında baş sıralarda yer alacak bir iş çıkarmış. Aynı şekilde Tom Chaney rolünde Josh Brolin ve La Boeuf rolünde Matt Damon da çok başarılılar.

Film, bir atasözü ile başlıyor:  “The wicked flee when none pursueth.”( Proverbs 28:1) (Kötü adam kovalayan olmasa bile kaçar.) Bu sözden sonra tam bir  kovalama hikayesi başlıyor.

Charles Portis tarafından yazılan kitaptan uyarlanan hikaye 1969da film olarak yayınlanmış. Coenler, kitabı yeni çekim teknikleri ile modern bir western olarak yorumlamışlar. Hafif mizahi ögelerle bezeli  filmde diyaloglar çok akıllıca ve keyifli. Filmin özellikle diyaloglarına çok büyük katkısı bulunan, küçük kız rolündeki Hailee Steinfeld harika. Müzikleri yapan Carter Burwell filmin önüne geçmeyen, fakat mütiş bir uyum ile eşlik eden müzikler yapmış.

Çektikleri filmlerin çoğu Oscar ödüllerine aday gösterilen Coen Kardeşler ödül almasalar da, hoş, sakin ve duru bir film yapmışlar.

İzlemenizi tavsiye ederim.

Not: Matt Damon’ı neredeyse filmin ortasına kadar tanıyamadım. İmaj değişikliği güzel olmuş ama biraz fazla değişmiş galiba. =)

Zoraki Kral – The King’s Speech

Zoraki Kral – The King’s Speech

  • Orjinal Adı: The King’s Speech /
  • Yönetmen: Tom Hooper /
  • Yapım: 2010, ABD /
  • Süre: 118 dk /
  • Oyuncular: Colin Firth , Helena Bonham Carter  , Derek Jacobi ,Robert Portal , Geoffrey Rush , Paul Trussell , Andrew Havill , Charles Armstrong ,  Guy Pearce /

İngiliz kraliyet ailesinin tüm entrikalarını öğrendik bunca filmden sonra. Bir tek kekeme kralı yakından tanıyamamıştık. O da oldu, tam oldu. Şu anda İngiltere kraliçesi olan 2.Elizabeth’in babasının, kekemeliğiyle mücadelesini ve krallığa geliş öyküsünü anlatan “Zoraki Kral” , 12 dalda Oscar adayı.

Kralın insani yanlarını fazlasıyla gözümüze sokan filmde, “Zoraki Kral”ın sürekli sigara içmesinin nedeni gerçek hayatta ölüm nedeninin sigara olması.  Colin Firth kekeme birini canlandırmada çok başarılı, fakat o çekingen duruşunun kendisinin genel duruşu olduğunu düşünüyorum. Zira filmin sonunda dönüşmesi gereken karakteri başaramadı. Kendisine konuşma terapisti rolünde eşlik eden Geoffrey Rush ise yardımcı oyuncu rolünde çok başarılı. Filmin açılışındaki konuşma sahnesinden sonraki 15-20 dakikası çok ağır geçse de sonlarına doğru tempoyu hızlandırıp güzel bir kapanışla bitiyor. Gerçek bir hikayeyi anlatıyor oluşu etkisini oldukça arttırıken, sahne, renk ve atmosfer seçimleri ile başarısını konuşturuyor.

Film, oyunculuklar, sahne ve görsel tasarım dallarında iddialı olabilirler fakat açıkcası  en iyi film ödülüne layık olacak kadar beni heyecanlandırmadı. Diğer adayların tamamını izlemek lazım.

Bu kadar dalda Oscar adayı bir filmi, arşive koymak adına izlemek gerek. İyi seyirler.

Not: Filmin adını neden “Kralın Konuşması” şeklinde direk çeviri yapmayıp “Zoraki Kral”ı seçtiklerini de merak etmekteyim.

İngiliz Kraliyet ailesine konuk olmaya hazır mısınız?

Babası 5.George’un ölümü ardından, ?Bertie? lakaplı Albert Frederick Arthur George, tarihin bildiği adıyla Kral George VI, mecburen Krallık makamını devralır. Zira, ağabeyi Edward, Amerikalı Wallis Simpson ile beraber olmak için tahttan feragat etmiştir. Fakat yeni kralın aşması gereken ciddi bir hitabet problemi vardır: Albert, İngiliz halkına konuşmakyapmak için çocukluğundan beri başına dert olan kekemeliği yenmek zorundadır.

Bu noktada Albert’i halkına ve Kraliyet makamına hazırlamak için Avustralyalı, ‘çılgın’ konuşma terapisti Lionel Logue devreye girer…

Gösterildiği festivallerde beğeni toplayan film, 2010 İngiliz Bağımsız Film Ödülleri’nde En İyiErkek Oyuncu, En İyi Erkek ve Kadın Yardımcı Oyuncu, En İyi Senaryo ve En İyi Film dahil olmak üzere 5 ödülle uzandı. Film Oscar’ında iddialı isimleri arasında...”

Standart Operasyon Prosedürü – Standard Operating Procedure

Standart Operasyon Prosedürü – Standard Operating Procedure

  • Orjinal adı: Standart Operating Procedure /
  • Yönetmen: Errol Morris /

Irak Amerikan askerleriyle donatıldıktan sonra şehrin merkezindeki Ebu Garip ( Abu Gharib) hapishanesinde yaşananları duymayan kalmadı. Sorgu adı altında yapılan işkenceler, taciz , tecavüz gibi iddiaları destekleyen binlerce fotoğrafın , üstelik askerlerin kendilerince çekilmiş, ortaya çıkmasından sonra hiçbir şey olmamış gibi aynı davranışların devam etmesi gündemi bir hayli meşgul etmişti.

Yönetmen Errol Morris Ebu Garip’te yaşananları anlatabilmek için medyadan takip ettiğimiz tüm fotoğrafları bulutlama pikselleme olmadan tüm gerçekliğiyle ortaya serip, üstüne bir de hapishanede görev yapmış askerlerle röportaj yapmış.

Tüm yaptıklarını “prosedürler ve emirler böyleydi” diyerek açıklayan askerler, gözlerini kırpmadan, hatta eğlenerek yaptıkları işkenceleri ve tacizleri anlatıyor. Fakat belgeseldeki tüm bu fotoğraflar yeterince çarpıcıyken askerlerin olayları anlatış şekli, canlandırma çekimleri ve müzikler o kadar gereksizdi ki. Tüm bu yaşananları sade bir biçimde anlatıp geçmek, zaten kara olan bu lekeyi büyütmemek daha uygun olurdu.

Midenizin kaldırabileceği bir zamanda izlemenizi tavsiye ederim.

The Gruffalo

The Gruffalo

  • Orjinal İsim: The Gruffalo /
  • Yönetmen: Max Lang, Jakob Schuh /
  • Yapım: İngiltere, 2009 /
  • Süre: 30dk /

Bafta  en iyi kısa film ödülüyle dönen, aynı kategoride 2011 Oscar’ına aday bu sevimli kısa animasyon, bir farenin bir sürü tehlike ile dolu ormanda hayatta kalmaya çalışırken uydurduğu bir hikayeyi konu alıyor.

İzlemenizi tavsiye ederim.

Oyuncak Hikayesi 3 – Toy Story 3

Oyuncak Hikayesi 3 – Toy Story 3

  • Orjinal İsim: Toy Story 3 /
  • Yönetmen: Lee Unkrich /
  • Yapım: 2010, ABD /

İşte müthiş bir animasyon daha… Pixar inanılmaz işler çıkarmaya devam ediyor. 2011 Oscar ödül töreninde en iyi animasyon dalının en güçlü adayı Toy Story 3’te kahramanlarımız kendilerini sayısız oyuncağın bulunduğu kreşte bulunca ortaya inanılmaz oyuncak hikayeleri çıkıyor.

Kesinlikle yetişkinlere de hitap eden filmdeki kaçış sahneleri, Buzz’un Kowboy kız ile dansları, Ken’in kıyafet denemesi unutulmayacak sekanslar arasında. ,

Herkese mutlaka tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Serinin üçüncü bölümünde Andy, üniversiteye gitmeye hazırlanmaktadır, sadık oyuncakları ise belirsiz gelecekleri yüzünden endişe içinde kalır.”

Siyah Kuğu ? Black Swan

Siyah Kuğu ? Black Swan

  • Tür : Gerilim / Dram /
  • Yönetmen : Darren Aronofsky /
  • Yapım : 2010, ABD /
  • Oyuncular: Natalie Portman (Nina) , Mila Kunis (Lilly) , Winona Ryder (Beth) , Sebastian Stan , Vincent Cassel (Korolyevna) , Janet Montgomery (Madeline) , Barbara Hershey /

Oscar tarihi yaklaştıkça aday filmleri izleme telaşımda artıyor. En iyi film, en iyi aktris , en iyi yönetmen, en iyi görüntü yönetmeni ve en iyi kurgu dallarında aday olan filmin Türkiye?de gösterime giriş tarihi Oscar töreninden sadece iki gün önce olunca, panikle bu büyük övgü alan filmi izledim.

Darren Aronofsky?yi geçen sene The Wrestler ile izlemiştik. Mickey Rourke?un yeniden doğuşu olan filmi inanılmaz beğenmiştim. Hatta 2010 en iyi erkek oyuncu favorim Rourke idi. Black Swan yine bir önceki filmde olduğu gibi başrol oyuncusunun filmin tamamını götürdüğü bir çalışma olmuş. Natalie Portman 108 dakikanın tamamında perdede. Son olarak Boleyn Kızı?ndaki (çokça Gossip Girl?deki Blair Waldorf?u andıran) rolüyle aklımda kalmış olan Portman, Nina rolünün altından başarıyla kalkmış.

Hikaye tanıdık olsa da seyrettiren, gerilim dozajı yerinde, sürükleyici ve etkileyici filmde, anne-kız (hatta ebeveyn-çocuk) ilişkileri, mükemmeliyetçilik sorgulanmış.

Film hikayenin altını çok başarılı bir şekilde doldurduktan sonra bizi finale doğru götürüyor. Ve olabilecek en iyi sonla bitiyor.

Diğer adaylara da bakmak gerekir ama en iyi aktris dalında Natalie Portman?ın Oscar?a çok yakın olduğunu söyleyebiliriz.

Konu:

“Nina (Portman), New York?ta yaşayan çok yetenekli bir balerindir ve hayatında çoğu balerin için de olduğu gibi dansetmekten başka bir şey yoktur. Eski bir balerin olan ve bu konuda çok hırslı olan annesi Erica (Hershey) ile yaşamaktadır. Oyun yönetmeni Thomas Leroy (Cassel) Kuğu Gölü?nün baş balerini Beth MacIntyre (Ryder) yeni sezonda değiştirmeye karar verir ve ilk tercihi de Nina?dır.

Balenin saf ve zarif Beyaz Kuğu ile şehvetin temsilcisi Siyah Kuğuyu aynı anda canlandırabilecek birine ihtiyacı vardır. Fakat Nina?yı bekleyen bir yeni bir rakip vardır, ve o da Leroy?u etkilemeyi başarmıştır. Nina Beyaz Kuğu rolüne her ne kadar uysa da Lily de Siyah Kuğu?nun tam karşılığıdır. İki genç dansçı arasındaki rekabet garip bir arkadaşlığa dönüşürken Nina da kendi karanlık tarafıyla haşır neşir olmaya başlamıştır ? onu mahvedebilecek türden bir kayıtsızlık. “

Türk Sinemasında Mimari

Türk Sinemasında Mimari

Mimari ve Sinema

Mimarlık ve sinema, mekanı kullanarak insanları etkileme, hatta onların yaşamlarını değiştirme gücüne sahip sanat dallarıdır. Bu iki sanat dalından sinema için  yıllar önce bir sinema düşünürü, ana iki ögesinin mekan ve zaman olduğunu söylemiş.

Sinemanın ve televizyonun  insan hayatını büyük oranda etkileme gücü ile mimarinin hayatımızdaki önemi düşünülecek olursa,  bu ögelerin bir arada, duyguyu ve olayları yansıtmada kullanılmasının  doğru bir seçim olduğu yadsınamaz. Zaten 1800 lerin sonlarından beri bir çok örnekte mimari kullanımının en etkili silahlardan biri olduğunu görebiliyoruz.

Sinema ve mimarlık disiplinlerinin ortak paydası fikirleri yoktan var etmeleri ve kurguyla harmanlanmış olmalarıdır. Tiyatroda sahnede ortaya konan kurgu dekorla desteklenirken, sinema da mimari mekanlar kullanılarak desteklenir. Kimi zaman hangi yıllarda yaşadığımızı mimari mekanların stilinden anlarız, kimi zamansa yaratılan mimari mekanların bizde bıraktığı hislerden karakterin analizini yaparız. Böyle birçok amaç için mimariyi oldukça etkili kullanan yönetmenlerden ve filmlerden bazılarını tarihsel süreç içerisinde ele almaya, örneklemeye çalıştım.

Türk Sinemasında Mimari Kullanımı

Türk sinemasında mimari kullanımı ülkemizdeki mimari mirasın çeşitliliği ve  fazlalığı nedeniyle çok etkin olmalı diye düşünüyorum. Çünkü film platosu olacak kasabalar kurmadan mevcutları rahatlıkla kullanma ?lüksü?nün olduğu yegane ülkelerdeniz.

İsteyenler tarihi bir yalıda, ya da konakta  haftanın 3-4 günü çekim yapabiliyorlar? Yıpranma ve tahribatlarla ömrünü oldukça kısalttıkları mimari miraslar bu dizilerin reytinginden daha az önemli çünkü? Çünkü artık önemli olan tüketicilerin neyin daha çok istediği?

1-türk-sinemasında-mimari-gümüş-150x1501-türk-sinemasında-mimari-gümüş2-150x150 En yakınlarda aklıma gelen örnek Gümüş dizisiydi. Özel bir TV kanalında geçen yayın döneminde gösterilen bu dizide Boğaz?daki Abut Efendi Yalısı dizi seti olarak kullanılmıştı. Ailenin tüm yaşamı bu yalıda geçiyordu. Dizi çekilirken yalıda meydana gelen tahribatlar haber konusu olmuştu fakat aynı gazetede o günün en çok izlenen dizisinin de bu dizi olduğu haberi mevcuttu. Yine bir çok TV dizisinin aynı sorumsuz davranışı sergilediğini her yayın dönemi görebiliyoruz.

Kültürel mirası tahrip eden örneklerde mekan sahiplerini ve  dizi ve film yapımcılarını eleştirsem de  ,mekan ve mimari kullanımını tabi ki her zaman böyle kötü olaylarla sonuçlanmıyor.

1-türk-sinemasında-mimari-3

Kent görüntüsünün etkisini, yönetmenlerimizden Nuri Bilge Ceylan ?Uzak? filmindeki İstanbul manzaralarında, helikopter çekimleriyle büyüleyen bir İstanbul izlediğimiz Yılmaz Erdoğan?ın ?Organize İşler? filminde      ( hatta film için ?Başrolünde İstanbul olan film? ifadesi bile kullanılmıştı bu çekimler sayesinde) görmüştük. Yine aynı filmde sadece İstanbul?un güzel manzarası  değil, araba kaçakçılığı yapılan arka sokakları da mekan olarak kullanılır.

4-eşkiya-150x150

Örneklere, Yavuz Turgul?dan ?Eşkıya? (özellikle Şener Şen?in sular altında kalan evleri gördüğü sahnevle, final sahnesi), Serdar Akar?ın ?Gemide? filmi, Atıf Yılmaz?ın ?Ahh Güzel İstanbul? filmi eklenebilir?

6-anayurt-oteli-150x150

Ömer Vardar?ın ?Anayurt Oteli? filmi de Türk sinemasındaki mekan kullanımına iyi bir örnektir diye düşünüyorum. Yusuf Atılgan?ın romanından uyarlanan filmde karanlık, boş ve tavanı yüksek otel odaları gerilime oldukça kasvetli bir hava yaratarak katkıda bulunur.

Kaynakça:

  • http://www.yapi.com.tr/turkce/Haber_Detay.asp?NewsID=49477
  • http://mimarlikdevrimi.blogspot.com/2007/08/sizce-mimarlk-ve-sinemann-ne-tip-ortak.html
  • http://forum.arkitera.com/mimarlik/14105-mimarlik-utopya-ve-sinema.html
  • http://www.bursamimar.org.tr/htm/mimar_babam.htm
  • http://www.ytumimarlik.com/sf-announces-of-YTu_Mimarlik_Fakultesi_Sinema_Mimarlik_Haftasi-anid-11-cp-456.htm
  • http://www.netkitap.com/kitap/65879/sinemada_mimari_acilimlar_halit_refig_filmleri.htm
  • http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=15661
  • http://www.yapikitabevi.com/kitap_detay.asp?kitap=9789758716401
Mimarların Yasamları Sinemada

Mimarların Yasamları Sinemada

mimarların-yaşamları1-235x300Nathaniel Kahn , ?My Architecht? isimli filminde, 11 yaşındayken kaybettiği babasının hikayesini arar ve bu arayış yolculuğunu anlatır. Dolayısıyla da kendi hikayesini?

Filmin açılış sahnesi olan Mimar Luis Kahn?ın ölümüne ilişkin bilgilerin anlatıldığı ve mekanların gösterildiği bölümde, metronun o ince uzun, doğal ışık almayan koridorlarıdır mekan?Ve başrol oyuncusu yoktur, sadece anlatıcı vardır.

Sonraki bir çok sahnede anlatıcı Nathaniel Kahn ya gezdiği mekanların, sokakların şehirlerin ya da eski kayıtların üzerinden konuşur.

mimarların-yaşamları2-150x150

Özellikle benim en çok etkilediğim sahne California?daki ?Salk Institute for Biological Studies? yapısının sert zemin olan avlusundaki çocuk ve binaların müthiş bir perspektif sergilediği sahnelerdir. Paten kayarken, sanki bina babanın modeli olur ve onunla oyun oynar gibidir?.

 

mimarların-yaşamları3-214x300

Yönetmenliğini Sydney Pollack?un yaptığı ?Sketches of Frank Gehry?, Mimar Frank Gehry?nin eskizlerinden yola çıkıp binalarının oluşum aşamaları (bilgisayarda modellenmesi, maketi, inşası) incelenir.

Mimarın oldukça esnek ve dikkat çekici tasarımları yönetmenin mekan problemini ortadan kaldırır. Çünkü filmde kullanılan tüm binalar yönetmenin mekan kullanım başarısından daha çok Frank Gehry?nin kurgu başarısını ve tasarım çılgınlığını ön plana çıkarır. Bu film, mimari kullanarak sinema yapılması değil de, mimarinin kendini göstermek için sinemayı kullanması gibidir.

Sosyal Ağ – The Social Network

Sosyal Ağ – The Social Network

  • Tür : Dram / Tarihi /
  • Yönetmen : David Fincher /
  • Yapım : 2010, ABD /
  • Oyuncular: Jesse Eisenberg, Joseph Mazzello , Justin Timberlake , Andrew Garfield, Rooney Mara, Rashida Jones, Armie Hammer /

Benjamin Button?un tuhaf hikayesinden sonra yine çarpıcı bir film ile karşımızda David Fincher. Facebook?un kuruluş hikayesini anlatan ?The Social Network?, kurucuların birbirlerine açtıkları dava süreçlerini geriye dönüp olanları bizlere özetleyerek sunuyor.

Facebook?un asıl mucidi olan dünyanın en geç milyarderi Marc Zuckerberg?in kız arkadaşıyla ayrılma sahnesiyle açılıyor film. (kendisi bu sahnenin gerçekte olmadığını söylemiş olsa da.. ) Tüm diyalalogların nasıl bir hızda olacağını bu güzel açılış sahnesinden anlayabiliyoruz. Daha sonra Zuckerberg?in ikizlerle tanışıp (neden tek bir oyuncu oynamış ikizleri??) bir sosyal ağ fikrinin kafasında nasıl geliştiğine şahit oluyoruz. Zuckerberg?in asosyal-dahi portresini Oscar?da en iyi aktör adayı olarak gösterilen Jesse Eisenberg hakkıyla oynuyor.

Zaman zaman fazlasıyla karanlık sahneler ve yoğun diyaloglarla seyirciyi yorsa da, günümüzde hemen herkesin alışkanlığı olan sosyal ağların yaratılış süreçlerini izlemek keyif veriyor. En iyi film olmasa bile en iyi aktör ve kurgu dallarında iddialı olan filmi izlemenizi tavsiye ederim.

Konu:

?Tüm dünyada olduğu kadar Türkiye’de de bir fenomene dönüşmüş, milyonların sosyal paylaşım sitesi Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg ve arkadaşlarının öyküsü.?

Sinema ve Mimarlık: Tarihsel Süreçteki Kesişimler

Sinema ve Mimarlık: Tarihsel Süreçteki Kesişimler

Mimarlık ve sinema, mekanı kullanarak insanları etkileme hatta onların yaşamlarını değiştirme gücüne sahip sanat dallarıdır. Bu iki sanat dalından sinema için, yıllar önce bir sinema düşünürü ana iki öğesinin “mekan ve zaman” olduğunu söylemiş.

Sinemanın ve televizyonun  insan hayatını büyük oranda etkileme gücü ile mimarinin hayatımızdaki önemi düşünülecek olursa, bu öğelerin bir arada, duyguyu ve olayları yansıtmada kullanılmasının  doğru bir seçim olduğu yadsınamaz. Zaten 1800lerin sonlarından beri bir çok örnekte mimari kullanımının en etkili silahlardan biri olduğunu görebiliyoruz.

Sinema ve mimarlık disiplinlerinin ortak paydası, fikirleri yoktan var etmeleri ve kurguyla harmanlanmış olmalarıdır. Tiyatro sahnesinde ortaya konan kurgu dekorla desteklenirken, sinemada mekanlar kullanılarak desteklenir. Kimi zaman hangi yıllarda yaşadığımızı mekanların stilinden anlarız, kimi zamansa yaratılan mekanların bizde bıraktığı hislerden karakterin analizini yaparız. Böyle birçok amaç için mimariyi oldukça etkili kullanan yönetmenlerden ve filmlerden bazılarını tarihsel süreç içerisinde ele almaya, örneklemeye çalıştım.

1920ler

Dziga Vertov?un ?Film Kameralı Adam?(1929) filmi için ?geçen yüzyılın modern kentleri için sözsüz bir güzelleme” tanımlaması yapılır.

?Sinema-göz? kuramının yaratıcısı olan Dziga Vertov, diyalog ve açıklama imgelerinin olmadığı bu sessiz filminde sosyalist kentin yaşamını, o yılların kentsel mekanlarını kullanarak anlatır. Filmde anlatıcı çoğu zaman içindeki insanlara kurduğu yaşamlarla kentin ta kendisidir…

Fritz Lang?in 1927 yapımı Alman dışavurumcu, bilimkurgu filmi ?Metropolis? ise gelecekte ikiye ayrılan insan türünü, mükemmel şehir tasviriyle seyirciye aktarır. Makinelerin dünyası, başlangıç sahnelerinde müthiş ışıkları ve ezici büyüklükleriyle görünen binalar, çok yükseklerden giden yollar ve benzeri birçok tasvir filme olağanüstü bir mekan anlayışı getirir.

Robert Wiene’ın Alman dışavurumcu, 1920 yapımı filmi ?The Cabinet of Dr. Caligari? korku filmlerinin ilk örneği olarak gösterilir. Bir uyurgezere Dr.Caligari tarafından işletilen cinayetleri konu alan filmde açılı duran duvarlar, açılı vuran gölgeler tasvir edilen mekan dönemin içinde bulunduğu durumu ve filmdeki kasveti yansıtır. Özellikle devlet yapılarındaki (hemen hemen filmdeki tüm yapılardaki) çarpıklıklar birer göndermedir.

1940lar

1941 yapımı ?Citizen Kane? filminin yönetmeni Orson Welles, açılışı can sıkıcı bir mekan olan (ki Kane?in dudaklarından Rosebud kelimesi dökülerek öldüğü sahneye hazırlıktır) şatoyu, uzak bir çekimle güç simgesi halinde göstermeye çalışarak yansıtır. Welles tüm film boyunca, hava çekimleri ve alttan çekimlerle o iktidarı vurgular, mekan ve açıları oldukça başarılı kullanır.

1949 yapımı olan, yönetmenliğini King Vidar?ın yaptığı ?The Fountainhead? adlı film Ayn Rand?in aynı isimli romanından yola çıkarak çekilmiştir. Düzenin aksine kendi doğrularından yola çıkarak binalar tasarlayan, bu nedenle de mimarlık bölümünden kovulan Howard Roark?ın ve onun tam tersi düşüncelere sahip başka mimarların, hem mesleki yaşamlarını hem de aşkları konu alan film, baştan sona mimari anlatılara ve görselliklere dayandırılmıştır.

1948 yapımı ?Germany Year Zero? filminin yönetmeni Roberto Rossellini ilk sahnelerde bize savaştan sonra Almanya?nın içinde bulunduğu durumu şehrin yıkık dökük görüntüleriyle verir, oldukça etkileyici olan bu sahneler savaşın sonuçlarını, yaşamların nasıl etkilendiğini binaların tasvirleriyle gösterir. İnsanlarda binalar gibi yıkık döküktür. Kent gibi aileler de paramparçadır..

1960lar

1965 yapımı Jean-Luc Godard?ın yönetmenliğini yaptığı Fransız yeni dalgasının önemli filmlerinden olan ?Alphaville? bir bilimkurgu filmidir.

Uzaydaki bir gezegende bulunan Alphaville şehri, tüm tasvirlerde Paris?i oldukça andırır. Kim bilir belki yönetmen çok uzak gelebilecek olan başka bir gezegeni, aslında tanıdık olana benzetmeye çalışıp mekana alışmamızı sağlamaya çalışmıştır?.

1980ler

1987 yapımı ?Der Himmel über Berlin? filmi yönetmen Wim Wenders?in bölünmüş Berlin?den insan ve yapı manzaralarını bolca kullandığı bir çok ödüle layık görülen yapıtıdır. Filmde, Berlin?in, meleklerin izledikleri hayatlara arka plan oluşturduğunu görürüz.

Ridley Scott?ın yönetmenliğini üstlendiği ?Blade Runner? filminin konusu ise 2019 yılında geçer. Yine konusu gelecekte geçen birçok bilimkurgu filminde olduğu gibi, gelecekte olduğumuzu uçan arabalar, devasa binalar ve güneş gözlüğü takmış robot adamlardan anlarız.

1990lar

Andrew Niccol?ün 1997 yapımı bilim kurgu filmi  ?Gattaca? insanoğlunun milenyum hakkındaki düşüncelerinden yola çıkar ve ileriki yüzyılda daha çok önem kazanılacağı düşünülen ?gen? ve kusursuz insan kavramlarını irdeler.

Filmin büyük çoğunluğu, ünlü mimar Frank LLoyd Wright? ın tasarladığı en büyük binalardan olan Marin County Civic Center?da geçer. Mimarın ustalıkla tasarladığı birçok detay filmdeki birçok sahnede oldukça etkileyici bir biçimde kullanılmıştır.

2000ler

Steven Spielberg?ün 2045 yılında geçen bilimkurgu filmi ?Minority Report?(2002) bize geleceğin Washington?unun mekanlarını animasyon kullanarak yansıtır. Dikine yol alan arabalar, inanılmaz hızla giden taşıtlar, büyük oranını yolların kapladığı metropol zihnimizde geleceğin mega kentleri hakkında bir hayal dünyası çizer. Filmin gelecekte geçtiğiyle ilgili ipuçlarının neredeyse tümünü bu mekan kurgusundan alırız.

Kátia Lund ve Fernando Meirelles imzalı, 2002 yapımı ?Cidade de Deus (Tanrı kent)? filminde ise başrol oyuncusu olarak Brezilya?daki Tanrı kent isimli sosyal konutlar öne çıkar. Yaşanmış olaylardan yola çıkarak çocukların bile ellerine silah alıp insan öldürdüğü yaşamları anlatan filmde, oyuncular da mekanlar da gerçektir ve oldukça fakir ve korkunç bir yaşantının sürdüğü bu konutlar filmin içine girebilmemizde önemli rol oynar.

Yönetmenliğini Wolfgang Becker?in yaptığı ?Good bye Lenin? filminde, 1990ların Almanya?sında,  Berlin duvarının yıkılmasıyla Doğu Almanya?nın geçirdiği değişimi ve bu değişimi sosyalist annesinden saklamaya çalışan bir çocuğu izliyoruz. Başrolde tüm bu yaşananları anlatan Berlin kenti ve sokaklarının olduğu film 2003 yapımıdır.

Kaynakça:

  • http://www.yapi.com.tr/turkce/Haber_Detay.asp?NewsID=49477
  • http://mimarlikdevrimi.blogspot.com/2007/08/sizce-mimarlk-ve-sinemann-ne-tip-ortak.html
  • http://forum.arkitera.com/mimarlik/14105-mimarlik-utopya-ve-sinema.html
  • http://www.bursamimar.org.tr/htm/mimar_babam.htm
  • http://www.ytumimarlik.com/sf-announces-of-YTu_Mimarlik_Fakultesi_Sinema_Mimarlik_Haftasi-anid-11-cp-456.htm
  • http://www.netkitap.com/kitap/65879/sinemada_mimari_acilimlar_halit_refig_filmleri.htm
  • http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=15661
  • http://www.yapikitabevi.com/kitap_detay.asp?kitap=9789758716401
The Other Boleyn Girl ? Boleyn Kızı

The Other Boleyn Girl ? Boleyn Kızı

  • Tür : Romantik / Dram / Tarihi
  • Yönetmen : Justin Chadwick
  • Yapım : 2007, ABD / İngiltere
  • Oyuncular: Natalie Portman, Scarlett Johansson, Eric Bana, Jim Sturgess, Mark Rylance , Kristin Scott Thomas , David Morrissey , Benedict Cumberbatch, Oliver Coleman , Ana Torrent, Eddie Redmayne

Kitabını aldığım ve filminin vizyona girdiği tarihi yıllar öncesini gösteren Boleyn Ailesi ile ancak tanışabildim. Kostümler ve yaratılan gri hava ile İngiltere Krallığının geçirdiği dönemleri aktarma konusunda oldukça başarılı olan film, bir tarih filmi olmaktansa aşk üçgenine odaklanıyor. 15yıl süren olayları 2 saat içerisinde anlatmaya çalışan Chadwick, gelişmeleri oldukça hızla aktarıyor ve daha olanları hazmedemeden seyirciyi final ile karşı karşıya bırakıyor.

Beklentileri yüksek tutmadan yüksek kaliteli bir ekranda izlemenizi tavsiye ederim.

Konu:

Bu iki kız kardeşin arasına giren tek birşey var: Bir Kraliyet!

Bir krala duyulan aşk, iki kardeşi ancak bu kadar birbirinden ayırabilirdi.

Kadınların kaderini babalarının belirlediği bir dönemde iki kız kardeşten biri kurallara uyarken bir diğeri boyun eğmedi.

İstediğiniz herşeye sahip olmak için tek yapmanız gereken en çok sevdiğiniz kardeşinize ihanet etmek olsa ne yapardınız?