Son Zamanlarda Neler İzledim? Dizi ve Film Önerileri – Mart 2021

Son Zamanlarda Neler İzledim? Dizi ve Film Önerileri – Mart 2021

En son Ocak ortasında izlediklerimi toparlayıp listelemiştim. Aradan yaklaşık 1,5 ay geçmişken, neler izlemişim, neleri beğenmiş nelere boşa vakit harcamışım bir bakalım. 

Yine kısa kısa ve kendimce kategorilere ayırarak yazıyorum. Eğer bir platformdan izliyorsam onu da belirtiyorum ama bazıları da malum yerlerden, ask google please! =)

Not: Devam eden ve izlediğim dizileri değil de yeni başlamış olanları bu yazıda paylaştım. BoJack, Ozark, The Crown gibi dizileri zaten izlemişsinizdir, söylemeye gerek yok. =)

Not2: Dizilerden de ilk sezonunun tamamını bitirdiklerimi paylaşıyorum. Zira başı iyi sonu kötü veya tam tersi olabilir.  (Örneğin Exxen’de “Gibi” var. Müthiş gidiyor şimdilik )

İyi seyirler,

Kaçırmayın!

Film – Nomadland – Internet // Milyonlarca kişi tarafından senenin en iyi filmi seçildikten ve onlarca ödül aldıktan sonra ben de nihayet izleyebildim. Herkes beğenmekte çok haklıymış. Filmin ana karakterinin neredeyse bedeninin içine bize sokarak hayatın acısını, sıradanlığını, değişkenliğini, zorluğunu deneyimlemekten insanın içine içine işleyen bir film. İnsan sahip olduklarının ne kadarını kaybetmeye dayanabilir, her şeyinizi kaybetseniz bile elinizde kalana ne kadar tutunabilirsiniz, ne zaman çaresiz hissederiz, ne kadar çaresizliğe dayanabiliriz, hayat her zaman, ne olursa olsun devam eder mi?? Böyle onlarca soru yumruk gibi içimde kaldı izlediğimden beri, düşünüyorum… Tavsiye ederim.

Dizi/Belgesel – Pretend It’s A City – Netflix // Komedyen/Eleştirmen Fran Lebowitz’i tanımıyordum. Dizi ve Martin Scorsese Amca sayesinde tanışmış oldum. Özellikle şehre bakış açımız yönünden ikizimi bulmuş gibiyim. Müthiş bir eleştirmen, bir çoğuna göre aşırı uç, bana göre nokta atışı söylemleri. Ba-yıl-dım!

 

Baya İyi!

Film – 200 Meters – İstanbul Modern Sinema // Mustafa’nın ailesi ile arasında 200 metre var ama istediği her an yanlarına gidemiyor. Çünkü ailesi duvarın arkasında, kendisi ise Filistin’de. Batı Şeria’da böyle bir hayata tanık oluyoruz önce. Sora oğlu kaza geçirince, o kocaman sınır duvarının 200metre ötesine geçmek için 200kmlik bir yolculuğa çıkması gerekiyor. Yani filmin büyük bölümünde bir yol hikayesi izliyoruz fakat yolculuktaki insanların her birinin hayatı bu hikayeye ekleniyor. Çok başarılı bir ilk film. Bir de bana müthiş bir müzisyen kazandırdı. Filmin müziklerinde imzası olan Faraj Suliman!!! Özellikle Arap müziği sentezli caz müzikleri beğeniyorsanız mutlaka dinleyin.

Film – Daha – Netflix // Hayatımın bir bölümünü Hakan Günday’ın işlerini deli gibi takip edip, her kitabını okuyup her oyuna çevrilen işini izleyerek filan geçirdim. Son bir kaç yıldır ise yüreğim kaldırmıyor bazı anlattığı -bir yerlerde gerçek olduğunu bildiğim- acıları. (Yaşlandım mı?) Çünkü okuyanlar bilir, hiç acımaz o gerçekleri suratınıza suratınıza gösterirken. Daha’yı da okumuştum yıllar evvel. Hikayeyi tekrar izlemek yine acıttı. Filmin sorunları var ama hikaye öyle ki..  Gerçek hikayelerle yüzleşebildiğiniz bir zaman izleyin derim.

Dizi – I Know This Much is True – BeinConnect // O kadar zor bitirdim ki diziyi. Sevmediğimden değil, yüreğime öküzü oturttu da kaldıramadım. Mark Ruffalo’nun muazzam ötesi oyunluğu (bir ikizi olduğuna emin gibiyim!), hikayenin derinliği ve karanlığı beni bitirdi. Neresini nasıl yorumlayacağımı bilemiyorum. Her anlamda müthiş, müthiş!

 

Çok Kafamı Açmasın ama Boş da Yapmasın!

Film – Kelebekler – Mubi // Kelebekler’i Mubi’de görünce ikinci kez izleyeyim dedim. İlkinde biraz dikkatsizce izlemiştim, ikinci izleyişimde daha detaylı bakınca daha da çok sevdim. Bitmek bilmeyen “daddy issues” ve aile/toplum ilişkilerini sıkmadan ama dokunacağı yerleri de esgeçmeden anlatıyor Tolga Karaçelik.

Belgesel Film – Made You Look: A True Story About Fake Art – Netflix // New York’ta çok ünlü bir galerinin sahte Pollock ve Rothko eserleri senelerce satmasının mahkemeye taşınmış hikayesini; zamanında bu eserleri onaylayan sanat uzmanlarından, konuya dahil olan avukatlardan, davayı izleyen gazetecilerden ve davalı/davacı taraflardan dinlediğiniz bir belgesel film. Film bittiğinde acaba kaç evde daha tespit edilmemiş ve milyon dolara satılmış sanat eseri vardır, taklit ve aslı ayırt edilemeyecek kadar nasıl benzer olabilir, bir sanatçıyı taklit etmek ne denli kolaydır gibi binlerce soru kafanızda uçuşuyor. (Sanat eserinin pahasının belirlenmesi konusuna hiç değinmiyorum bile!)

Belgesel Film – Ah Gözel İstanbul – İKSV Film + Mubi // Ben bu belgeseli İKSV’de yayına girdiğinde izlemiştim ki şimdi Mubi’de de kataloga girdi. İstanbul’da bir kibrit çöpünün bile izini sürmekten keyif alabileceğim için, bu “sürekli aynı ses tonundan” yorgun düşebileceğiniz ağır aksak gibi görünen belgesel beni mest etti. Keşke bir zaman makinesi olsa… İstanbul’u farklı farklı yıllarda ziyaret edip gezmeyi öyle çok isterdim ki… 

Film – Da 5 Bloods – Netflix // Film biraz enteresan. Vakit Kaybı bölümüne mi koysam yoksa buraya mı diye düşündürdü beni resmen. Çünkü fikir ve anlatılmak istenen hiç bir şey orijinal değil ama bir şekilde sonuna kadar izleten bir hikayeler silsilesi var. Konuların içinde konular, onların içinde başka konular derken çok dallı budaklı dağınık bir senaryo ama oyunculuklar ve 12.oyuncu “doğa” izlemeye değer. Düşündüm düşündüm, o kadar da vakit kaybı değildi sanki galiba sanırım.

Boş Yapsa da Bari Eğlendirsin!

Dizi – The Great – Bein Connect // Hakkında pek bir şey okumadan etmeden, tavsiyeyle daldım diziye ve tahminimden çok daha fazla güldüm. Rusya’nın altın döneminde saraya yapılan, artık gönderme bile diyemeyeceğim çünkü işin ucu kaçmış oldukça, her türlü dalga geçmeyle çok eğlendim. Bir şekilde, bu kadar ucu olmayan bir komedi dizisinde akışta olan bir hikaye, giriş-gelişme ve sonuç var. Şöyle bir göz atın, 1.bölümden tarzı anlarsınız. Severseniz zaten devamı da gelir.

Dizi – 50 m2 – Netflix // Selçuk Aydemir – Burak Aksak işbirliklerini sevenlerdenim. Bu dizi çokça Netflix sosuna bulanmış olsa da özellikle Cengiz Bozkurt ve Tuncay Beyazıtlı’nın her sahnesini gülümseyerek izledim. Biraz sıkışık, akışında problemleri olan bir senaryo ama izlemeye başlayınca gidiyor bir şekilde.

 

İzlemesem de  Olurdu ama Pişman da Değilim!

Dizi – Run – Bein Connect // Acaba yazar bu başlıkta ne demek istemiş. =) Yani, kabaca hikayeyi anlatmalıyım. 15 yıl önce ayrılmış ve hiç görüşmemiş iki sevgili, yıllar evvel kendilerince bir söz veriyorlar. Biri diğerine “run” yazan mesaj atar ve diğeri de “run” yazarak cevap verirse, hayatlarından memnun değiller demektir ve birlikte kaçacaklar. Malumunuz bu olay gerçekleşiyor ve biz o 3-4 günlük kaçış macerasını izliyoruz. Ben 7 bölümü bir günde tamamladım zira insan ne olacağını merak ediyor. (Ya da ben fazla boşum!) Ve yani bir takım şeyler de oluyor tabi, final de merak ettiriyor ama 7 bölüm boyunca eskiler, eski sevgililer, gençlik filan konuşuldukça “fazla hatıra annecim!”. Bana bi bastılar! Sırf merakımdan bitirdim. Başlık da bundan işte. Artık bu bilgiyle ne yaparsınız bilmiyorum, merak eden izlesin =)

Film – Luxor – İKSV Film // Eski sevgililerin bilmem kaç yıl sonra bir araya gelmesi temalı filmleri izlemeyi bırakmam lazım. Belli ki filmler güzel olsa bile bana yaramıyor =) Başrolde Mısır’ı izlemek muazzam fakat hikaye bana zayıf geldi. Bu ikilem yüzünden bu başlık =)

  

Beyaz Perdede Ok Olabilir, Evde I-Ih!

Film – Pinocchio – İKSV Film // Sevimli Pinokyo’nun hikayesini ne ettiniz böyle?! Atmosfer güzel, olaylar biraz karanlık, Roberto Benigni yine duygusal oyunculuğunda tavan ama ben evde konsantre olamadım. Giremedim o dünyaya bir türlü. Belki salonda olsa daha çok severdim ama maalesef. =(

 

Vakit Kaybı!

Dizi – Tiger King – Netflix// Evet ancak izledim. Ve evet beğenmedim. Uzun uzun niye bu psikolojik sorunlu adamların hayatının her türlü detayını izliyoruz anlamadım. 2. bölümde pes ettim.

Film – I Care A Lot – Netflix // Bazı spekülasyonlar boş çıkmaya mahkum, tıpkı bu filme çok şaşırıp, çok beğenenlerinkiler gibi… Yani, neden vakit kaybı olduğunu yazmak bile vakit kaybı. İzlemeyin.

Belgesel – Becoming Duru – Netflix // Nükhet Duru’nun hayatını ŞokoPop’un ve 196Sekiz Youtube kanallarından izleyiniz. Bu albüm tanıtımımsı şey anlamsız.

Pss Pss’a mı yoksa seyirciye mi daha çok şaşırdık?!

Pss Pss’a mı yoksa seyirciye mi daha çok şaşırdık?!

  • Yöneten: Louis Spagna 
  • Sanatsal İşbirliği ve Teknik Yönetim: Valerio Fassari 
  • Işık Tasarımı: Christoph Siegenthaler 
  • Oynayanlar: Camilla Pessi & Simone Fassari 

” Camilla Pessi ve Simone Fassari’nin samimi ve üretken işbirliğinin ürünü olan Compagnia Baccalà, tiyatroyu sirk ve clown ile harmanlayan eğlenceli, ustalıklı ve çok zekice kurgulanmış olan, şimdiye kadar pek şahit olmadığımız türden bir gösteriyle festivale konuk oluyor. Pss Pss, sessiz sinema döneminden izler taşıyan, son derece eğlenceli ve mizahi bir performans. Beş kıtadaki 50 ülkede 700’ü aşkın performans sergileyen topluluğun Pss Pss’ı, bugüne kadar, Cirque du Demain’nin prestijli Cirque du Soleil Ödülü de dahil olmak üzere 15 uluslararası ödülü kucakladı; 2010’dan bu yana dünya çapında her yaştan oldukça geniş bir seyirci kitlesine ulaştı. Naif ve zarif mizah anlayışını zamana meydan okuyan bir performansla ve büyüleyici bir fiziksellikle sunan Pss Pss’a ilham verenler arasında Chaplin ve Keaton gibi sessiz sinema döneminin yıldızları bulunuyor. Oyunda iki karakter, iki çağdaş clown, sahnede soluksuz izleyeceğiniz bir performansa imza atıyor.”

Sayfalarca yazsam yine de geçmeyecek bir sıkıntım var  bu performansı izlediğimden beri. Pazartesi akşamı işten koşturarak büyük bir heyecanla gidip büyük bir sinirle sonlanan o akşam…

Benim yorumlarıma geçmeden önce yukarıda okuduğunuz paragraf Tiyatro Festivali broşüründen… Sayfanın üstünde yer alan “7 yaş üstü” uyarısını maalesef ciddiye almamışız, yazılanları okuyunca bir Chaplin bulacağımızı, sessiz bir hikayeye tanık olacağımızı düşünüp sevinmişiz, heyecanla koltuklarda yerimizi almışız.

Oyun başladı. İnsanlar gülüyor eğleniyor. Dakikalar geçiyor. Ben inatla izlediklerimizin, bizi bir sonraki çok şaşırıp seveceğimiz hamleye götüren bir ön hazırlık kısmı olduğunu düşünüyorum. Fakat böylece bitiyor.

Sahnede izlediğimiz şeyi nasıl tanımlasam bilemiyorum ama tanıtımda yazdığı üzere tiyatro diyemeyeceğim kesin! Bir hikaye yok, bir akıcılık yok, sahne tasarımı yok, fiziksel bir performans var fakat kadın oyuncunun abartılı mimikleri dışında bir oyunculuk da yok. Sadece yazıldığı gibi bir sirk-palyaço gösterisi var.  

Asla küçümsemiyorum, çok kıymetli bir iştir saygı duyuyorum ama festivale gelmiş bir yabancı yapım tiyatro izlemeyi bekleyen, ona göre bilet fiyatı veren, ona göre programını yapan bir izleyici olarak büyük hayalkırıklığı oldu.

Bir kere bunu “büyüleyici performans” gibi abartılı tanımlamanın, Yetenek Sizsiniz Türkiye+Güldür Güldür performansından hallice bir şey izleyen biz “çocuk olmayan” seyircileri kandırmak olduğunu düşünüyorum.  Tamam, iyi bir fiziksel-jimnastik performans vardı. Çok zor hareketleri başardılar ama buna yazıldığı gibi “çok zekice kurgulanmış” hiçbir şey eşlik etmedi. 

Fakat işin enteresan kısmı bizim için şurası oldu. Bu tiyatro bile olmadığını iddia ettiğim küçük sirk gösterisi bitince bütün Caddebostan Kültür Merkezi ayağa kalkıp alkışladı! Yani, baya herkes!

Nasıl bir şaşkınlık yaşadık anlatamam. Nice usta tiyatrocuların nice oyunlarını, ellerinde telefonlar, saygısızca izleyip, daha selamlamayı bekleyemeden paltosuna davranıp alkışı çok göreni o kadar çok gördüm.. Ki insanların hakkıdır beğenmeyen alkışlamaz… Ama o usta oyunculara oturduğu yerden alkışı çok görenlerin bu ikiliyi ayakta çılgınca alkışlamasını anlayamadım, anlayamıyorum.

Oyun bitti çıktık. Eve varana kadar yol boyunca ve sonra bütün gece boyunca bu seyirci davranışını irdeledik. Özet çıkarımlarımız şunlar oldu:

Birincisi maalesef seyircinin tiyatrodan ana beklentisi gülmek. Ve güldükleri şeyin ne olduğunu pek önemsemiyorlar. Yani gaz çıkarana da, düşene de, kötü oyunculuk bile olsa abartılı her şeye gülüyorlar. İkincisi maalesef ve maalesef o kadar az oyun izliyorlar ki iyi bir tiyatro oyunu ile kötüsünün ayrımına varamıyorlar. Yani iyisini görmeden kötünün kötü olduğunu nasıl anlayabilirsiniz ki.. Ve üçüncüsü tiyatro adabını bilmiyorlar. Oyun nasıl izlenir, beğendiğiniz oyun sonunda nasıl takdir edilir haberleri yok. Ki bu konu için ayrıca bakınız şu yazım: Bilmeyenler için Tiyatro Adabı!

Velhasıl, oldukça hayal kırıklığı yaşadığımız bir deneyim oldu bu performans. Hem izlediğimiz performans açısından, hem de seyircinin tavrı açısından… Fakat festivale her zaman izleyici olarak desteğimiz tam, önümüzdeki sene çok çok daha iyi işleri izlemek umuduyla…

Oyunun traileri için tıklayınız. 

 

Salon’da Ane Brun Konseri

Salon’da Ane Brun Konseri

Sanatçımız Norveçli olunca bir ön yargılar,  bir “seviyoruz ama konseri nasıl olur ki acaba”lar oluyor, olmuyor değil. Fakat soğuk memleketten gelmiş olsalar da pek sıcaklardı. Bir de klişe: müzikleri ile kalplerimizi ısıttılar!

Tonbruket resimleriAne Brun‘dan önce İsveçli grup Tonbruket (İsveçce ses fabrikası demekmiş) sahnedeydi. İsveçli bas gitarist ve besteci Dan Berglund‘un  90larda “son 10 yılın triosu” olarak belirtilen Esbjörn Svensson Trio’da uzun yıllar boyunca çaldıktan sonra 2008 yılında Esbjörn Svensson‘un vefaat etmesinden sonra kurduğu bu grup daha önce İstanbul Caz Festivali için de Türkiye’ye gelmişti. Berglund dışında gitarda Johan Lindstroem, davulda Andreas Werliin ve piyanoda Martin Hederos (ki kendisine aşık olmuş olabilirim!)’dan oluşan grup hem ön performansta hem de Ane Brun’a eşliklerinde bir hayli alkış aldı.

httpv://www.youtube.com/watch?v=7Y5ekL3j3sI&feature=youtu.be

http://instagram.com/bengiunsal

http://instagram.com/bengiunsal

Müzisyen bir ailede büyüyen 76 doğumlu İskandinav şarkıcı Ane Brun, bu sene müzik hayatının 10.yılını kutluyordu. Bu senenin iyi performanslarından biri olan konserine ve performansına geçmeden bir iki konudan bahsetmeliyim. Birincisi kadın çok güzel. Her ne kadar ütülenmemiş, sabahlık benzeri bir şeyle sahneye çıkmış olsa da, ve bisten sonra geldiği puantiyeli bluzu ‘keşke daha önce giyseymiş’ desek de, çuval giyse yakışırdı.

Güzelliğine ek olarak, acayip iyi dans ediyor. Gözlerimi alamadan izledim resmen. Çok iyiydi.

Ayrıca ışık düzenine değinmeden geçmem mümkün değil. Zira bu kadar naif, bu kadar sıcak olabilirdi bir sahne aydınlatması. Bizde bu işleri yapanlara selam olsun, olayın teknolojiyle ve pahalı ekipmanlarla alakası yok. Sahneye ayaklı aydınlatmalar koyup, üstten bir mavi ışık verirsiniz ve işte mükemmel ambians! Boşa demiyorlar: Less is more! (Az çoktur)

Bu arada sahnede ambians güzemdi ama Salon biraz küçük olduğundan havasızdı. Bir de çok anladığımdan değil ama bas sesler öyle baskındı ki duvarlar titriyordu. Ses düzeni bizi pek memnun etmedi bu açıdan.

httpv://www.youtube.com/watch?v=KVqu87-amDA

Tekrar şarkılara gelecek olursak; Tonbruket ile Ane Brun uyumu çok iyiydi. 10. yılında sevilen parçalarını bir albüme toplayan ve albümle birlikte bu Avrupa turunu düzenleyen şarkıcının sesi gerçekten etkileyici derecede iyi. Canlı performansı da o yüzden dinletiyor. Üstüne bir de harika sahne performansı. Üstüne de yılların birikimi ile sevilen parçaları olunca, gece gerçekten güzel geçti. Hatta bitince pek kısa geldi, biraz daha sürsün istedik.

Sahneye çıktıktan ancak 3-4 şarkı sonra bizimle konuşan Ane Brun, İstanbul’da tekrar olmaktan mutlu olduğunu, best of albüm için şarkıları seçmenin zor olduğunu söyledi. Daha sonra aralarda yine sıcak konuşmalar yapan, The Light From One, My Lover Will Go, To Let Myself Go, Do You Remember, Big in Japan, These Days gibi sevilen şarkılarını peşi sıra söyleyen ve 3 bis yapan şarkıcıyı tekrar gelirse, ki gelir umarım, kaçırmayın derim.

Fotoğraf: Ali Güler

Fotoğraf: Ali Güler

Fotoğraf: Ali Güler

Fotoğraf: Ali Güler

Fotoğraf: Ali Güler

Fotoğraf: Ali Güler

İKSV Genel Müdürü Görgün Taner Bey’den Açık Mektubuma Yanıt

İKSV Genel Müdürü Görgün Taner Bey’den Açık Mektubuma Yanıt

iksvlogoİKSV’ye Açık Mektup adlı yazımı yayınlamamın üstünden henüz bir gün geçmişti ki, İKSV’nin Genel Müdürü Görgün Taner Bey’den, konuyla ilgili telefonda görüşmek istediğini belirten bir e-mail aldım.

Öncelikle, telefonda da teşekkür ettim ama, koca bir vakfın başında bulunan Görgün Bey’e yazımı okuyup, ciddiye alıp görüşme inceliğini ve büyüklüğünü gösterdiği için tekrar teşekkür ederim. Bütün konuşma boyunca oldukça kibar ve yapıcıydı. Bir miktar heyecanla konuştum, o yüzden konuştuklarımızın bir kısmını unutmuş olabilirim ama özetle şöyleydi:

***

Görgün Bey sözlerine şikayet maillerime yanıt alamama durumumla başladı. Gelen tüm şikayet maillerine, telefonlarına dönüş yapmaya çalıştıklarını, maillerimin belki sisteme ulaşmamış olabileceğini belirtti. “Kusura bakmayın” dedi. Sonra kendi bilet satış sistemlerini kurmanın ciddi bir altyapı maliyeti olduğundan bahsetti. Yazımda bahsettiğim Şehir ve Devlet Tiyatroları gibi milyonlarca bilet satmadıklarını ve onlar gibi kaynaklara sahip olmadıklarını da ekledi. Bu yüzden bilet satış konusunda dünyaca ünlü Ticketmaster* firmasının Türkiye ayağı olan ve Türkiye’nin en büyük bilet satış firması olan Biletix’le çalıştıklarını, fakat biletleri Biletix’ten almanın zorunlu olmadığını, İKSV gişesinden de bilet satışı yaptıklarını belirtti.

Bu esnada kendisinden izin alarak söze girdim ve Anadolu yakasında oturduğumu, bu nedenle tekil İKSV organizasyonları için bilet almak istediğimde İKSV gişesine git gel yapmanın, hele ki İstanbul gibi bir şehirde, zor olduğunu söyledim.

Tekil organizasyonlarda bir şekilde arkadaşlarımla organize olup, o tarafa işi düşen birisinin gidip gişeden bilet alabildiğini, gişeden alamayacaksa da mecburen Biletix gişesinden alım yaptığımızı, tek tek verdiğimiz komisyonlar çok fazla görünmese de sene içinde, sadece İKSV değil diğer Bİletix alımlarımda da ödediğim komisyonları alt alta topladığımda ciddi rakamların ortaya çıktığını söyledim. Bunların hesabını iki senedir blogumda yayımladığımı da ekledim.

Festival günlerinde ise aldığımız bilet sayısının çokluğu nedeniyle Biletix’i tercih edemediğimizi, çünkü Biletix gişelerinden alacak olsak, 300 liralık bilet alımı için 40-60 lira hizmet bedeli vermemiz gerektiğini belirttim. Ayrıca internetten alımlarda yoğunluk olduğu için sitenin zorlandığını da söyledim.

32FilmFestAfis-670x949Görgün Bey, toplu satışların olduğu günlerde aşırı yoğunluk olduğundan sistem ve sitenin kilitlenmesinin normal olduğunu, maç günleri de aynı sıkıntıların yaşandığını belirtti. Ayrıca Biletix’in, bir kültür sanat vakfı olduğu için İKSV’ye ayrıcalık tanıdığını ve diğer etkinliklere göre çok daha az komisyonlarla satış yaptığını söyledi.

Görgün Bey sıkıntımın festivallerin bilet satışlarındaki ilk gün olduğunu anladığından bahsederken söze girip, eğer internetten satış konusunda yapılabilecek bir şey yoksa en azından festivallerin ilk gününde İKSV gişelerinin arttırılmasının yardımcı olabileceğini söyledim. Anadolu yakasının tüm yoğunluğu Rexx’teki gişede toplanmasından, benzer durumun Avrupa yakasında da yaşanıyor olmasından, eğer gişe sayısı arttırılırsa bu yoğunluğun dağılabileceğinden, bizlerin de en azından 5 saat değil de 1-2 saatte bilet alabileceğimizden söz ettim.

Görgün Bey bu önerimi olumlu karşıladı, gündeme alacaklarını, değerlendireceklerini ve benimle yine irtibata geçeceğini belirtti. Ayrıca yazılarımı/eleştirilerimi Biletix’e aktaracağını ve onlardan gelecek cevabı da benimle paylaşacaklarını ekledi.

Biletix’e eleştirilerimin Yekta Kopan Bey vasıtasıyla daha önce de iletildiğini fakat olumlu bir yanıt alamadığımı anlattım ama yine de Güngör Bey’e bu nazik yaklaşımı için teşekkür ettim, İKSV’yle ilgili beğenilerimi aktardım, geçen seneki festivalden sonra yazdığım yazının daha esprili bir dili olduğunu ama bu seneki yazımın, kuyrukta beklerken daha çok üşüdüğümden olsa gerek, daha sert olmuş olabileceğini, bundan dolayı özürlerimi ilettim. Yine aynı kibarlıkla övgüye olduğu kadar yergiye de açık olduklarını söyledi.

Son olarak telefonda konuştuklarımızı yazmak için izin aldım ve kapattık.

***

Kuyrukta soğuğu beraber paylaştığımız sinemasever dostlara sesimizin duyulduğunu söyleyebilmek güzel. Görgün Bey ile konuştuktan sonra İKSV’nin bu konuda iyileştirme yapabileceğine daha çok inandım. Umuyorum seneye festivallerin keyfini daha çok çıkarırız. Yeni bir haber alırsam, yine paylaşırım.

* “Biletix bir Live Nation Entertainment şirketidir. Live Nation Entertainment canlı etkinlik ve e-ticaret konularında dünyanın lider firmalarından biri olup, her biri aynı zamanda kendi pazarında da lider olan dört şirketten oluşmaktadır: Ticketmaster.com, Live Nation Concerts, Front Line Management Group and Live Nation Network.” (biletix.com)
İKSV’ye Açık Mektup

İKSV’ye Açık Mektup

festival kuyruğuSayın İKSV Yetkilileri,

Genellikle şikayet maillerime yanıt alamadığım için yıllardır sıkıntı duyduğum(uz) bir konuyu buradan sizinle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle sözlerime, bütün etkinliklerinizi büyük bir merakla takip ettiğimi,  özellikle film ve tiyatro festivallerindeki gösterimlerin mümkün olan hepsine gelmeye çalıştığımı belirterek başlamak isterim. Tüm bu çalışmalarınız ve İstanbul kültür-sanat hayatına katkılarınız için teşekkürü bir borç bilirim.

Teşekkürümden sonra sebeb-i yazıma gelmek isterim:  İKSV gibi büyük bir oluşum, yıllardır süregelen bilet satış/Biletix sorununa niçin el atmaz!

….

Yakın zamanda yaşadığımız için örneği İstanbul Film Festivali üzerinden vermek istiyorum. Son üç yıldır festivali oldukça yakından takip ediyorum. Daha önce o kuyrukta yaşadıklarımı Film Festivaline Bilet Alma İşkencesi! adlı yazımda yazmıştım. Üzerinden iki sene geçti, manzarada hiçbir değişiklik yok.

Cumartesi sabahı hava 2,5 derece ve saat 8 iken sıraya girdik. Önümüzde 20 kişi vardı. Yaklaşık 10.sırada olan hanımefendi 6:40’ta geldik dedi! Rexx’in içine ikişer ikişer aldıklarından sıramızın geldiği 12:30 saatine kadar dışarıda arada sırada atıştıran yağmurun altında bekledik. Daha sonra arkadaşım ve ben almak istediğimiz 37 biletten 33 ünü alabildik (yer kalmamıştı) ve bizim işlemimiz bittiğinde sıranın devamında 70’den fazla kişi vardı.

Bana kalırsa, bu devirde bu manzara içler açısı ama size göre gurur verici bir şey olmalı ki, kuyrukların fotoğraflarını internet sitenize koyup, üstüne basın bülteninizde bundan övgüyle bahsetmişsiniz!

….

Sözlerimin çarpıtılma ihtimaline karşı, kendimi açıklamak isterim. Amacım bu güzel ilgiye laf etmek değil. Ne güzel bir sürü insan, bu güzel filmleri izlemek istiyor. Ne güzel şehrimizde böyle önemli uluslararası bir festivalin talep görüyor olması. Ne güzel, bu kadar saat kuyrukta bekleyecek olacağını bilemesine rağmen, bunca kalabalığın bilet almak istemesi…

Festival tabii ki çok güzel ama her sene yaşanılan bu bilet alma sıkıntısını gurur verici bir olaymış gibi haber yapmak gerçekten çok üzücü.

….

O kuyrukta saatlerce beklerken, her sene, herkes aynı şeyi konuşuyor. Neden hala Biletix? Neden hala internetten bilet alabilmek için bu kadar yüksek komisyonlar ödemek zorundayız? Neden hala bu kuyrukta saatlerce beklemek zorunda kalıyoruz? Komisyonsuz ya da düşük komisyonlarla bilet satan firmalarla neden çalışılmıyor? İKSV kendi bilet satış sistemini niçin oluşturmuyor????

….

O kuyrukta, o soğukta, bunca sinemasever keyif olsun diye beklemiyor maalesef. Biletix bilet başına 2 TL hizmet bedeli adı altında komisyon alıyor. Eğer Biletix gişesinden alırsanız tabi! Gişeden almaz da internetten sipariş verirseniz, sepet başına 4 TL ‘de internet hizmet bedeli ödemeniz gerekiyor! Bir bilet alacaksanız 6TL komisyon ödemeniz gerekiyor demek oluyor bu!

Bizim gibi festivale büyük ilgi duyan, sayıca fazla bilet alanlar için bu çok büyük bir meblağ. Festivalde 15 film izleyecek olsam, izleyebileceğim 2-3 filmin parasını Biletix’e komisyon olarak vermem gerek yani!

….

Sayın İKSV Yetkilileri,

Biliyorum ki sizde Biletix ile çalışıp bizi mağdur etmekten hoşnut değilsiniz. Biliyorum ki Biletix etkinlikleri duyurmak için çok önemli bir araç ve o yüzden vazgeçemiyorsunuz ama artık İKSV gibi büyük bir vakfın bu konuya bir çözüm bulması gerekmiyor mu?

Bakın İBB Şehir Tiyatroları kendi sisteminden biletleri satıyor. Hem de yerinizi seçerek alabiliyorsunuz biletinizi. Bakın Devlet Tiyatroları bir başka bilet firması üzerinden bize yansıyan bir komisyon olmadan, yer seçtirerek biletlerini satıyor.

Bu sistemi başkaları yapabiliyorsa, siz de yapabilirsiniz diye düşünüyorum.

….

Önümüzdeki sene bu sıkıntıların yaşanmaması umudu ve dileğiyle…

Saygılarımla,