Uyuduğum Tiyatro Oyunları: Kısasa Kısas ve Sersem Kocanın Kurnaz Karısı

Uyuduğum Tiyatro Oyunları: Kısasa Kısas ve Sersem Kocanın Kurnaz Karısı

Tiyatro emekçilerine çok saygı duyuyorum ve iyi bir tiyatro izleyicisi olduğumu düşünüyorum. Fakat tiyatroya emek verenler kadar ben de seyirci olarak zamanımı ve paramı harcayıp, üstüne beklentilerle oyun izlemeye gidiyorum. E oyunları da beğenmeyince bir çift kelam etmeye hakkım olsun artık.

Kısasa KısasKısasa Kısas 

  • Yazan: William Shakespeare
  • Yöneten: Zişan Uğurlu
  • Oyuncular: Caner Bilginer, Cengiz Tangör, Enes Mazak, Erkan Akkoyunlu, Ertuğrul Postoğlu, Gün Koper, Hüseyin Köroğlu, İrem Arslan, Okan Karaca, Zeki Yıldırım
  • Süre: 105 dk / 2 perde

“Shakespeare tarafindan yazılan KISASA KISAS adalet, merhamet, ahlaki yetkinlik, evlilik öncesi ilişki, aşk kavramlarını sorgularken tebdil-i kıyafet sürprizleriyle dolu bir olaylar örgüsüyle, yapılan pazarlıkları, anlaşmaları ve otoriteyi dokunabileceğimiz bir yakınlığa getirip cağdaş dünya sorunlarına yeni bir gözle bakmamızı sağlar.”

Sahneyi görünce çok heyecanlandım. Üstüne broşürde Zişan Uğurlu’nun kariyerini okuyunca iyice beklentim arttı fakat ne söylediğini anlamakta zorlandığım, anaokulu temsiline çıkarcasına oyunculuklar… kimi rolünü aşırı büyüten, kimi sözleri içine yutan oyuncular…

Gözlerimi açık tutabilmek için çok zorlandım, çoğu zaman da başaramadım. Annemle gitmiştik, kadıncağız uyuyamadı da benim gibi, aşırı mutsuzdu oyun bitimi. Fakat insanlar ayakta alkışladılar. Baya şok geçirdik ve bizde mi bir problem var diye düşündük…

sersemkocaSersem Kocanın Kurnaz Karısı

  • Yazan: Haldun Taner
  • Yöneten: Nur Şubaşı
  • Oyuncular: Murat Karasu, Mehlika Balkan, Saydam Yeniay, Rüyam Dirin, Ali Fuat Çimen, Filiz Kılıç, Şamil Kafkas, Nurettin Özşuca, Ediz Akşehir, Orkun Gülşen, Ergun Akvuran, Necmettin Amaç, Ferdi Atuner,
  • Süre: 105 dk / 2 perde
 “”Öyle bir tiyatro ki buram buram biz koksun, hem de çağa uygun olsun…”
Bu sözlerle başlar serüven… Moliere’nin oyununu çalışan Tomas Fasülyeciyan ve tüluat oyunlarıyla üstadı Küçük İsmail Efendi arasında anlaşmazlıklarla sürüp gider…
Haldun Taner’in yazdığı bu oyun Türk Tiyatrosu’nun kimlik arayışını anlatan gerçek ve komedinin iç içe geçtiği “oyun içinde oyun” kurgusuyla tiyatromuzun en iyi örneklerinden biridir. “
Sevgili tiyatro oyuncusu abilerim ablalarım. Ermeni aksanı yapmaya çalışmışsınız ama dedikleriniz anlaşılmıyor. Profesyonel oyunculukla müsamere öğrencisi oyunculuğu arasında dağlar kadar fark var, sizin oyununuzda o fark hiç anlaşılmıyor. İlk yarı zor dayandık ve arada çıktık.  Güzelim oyunu harcamışsınız mı sanki?
Geçmiş Zaman Olur Ki: Huysuz ve Dövüş Gecesi

Geçmiş Zaman Olur Ki: Huysuz ve Dövüş Gecesi

dövüşgecesiDövüş Gecesi / Fight Night

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Alexander Devriendt & Lexander Devriendt & Fight Night Orjinal Prodüksiyon
  • Yöneten: Murat Daltaban
  • Oynayan: 1.Ekip: Ece Dizdar, Gizem Erdem, İbrahim Selim, Mert Öner, Pınar Töre, Serkan Altunorak, Tuğrul Tülek / 2.Ekip: Ezgi Bakışkan, Gizem Güçlü, Mert Öner, Mehmetcan Mincinozlu, Saim Karakale, Uğur Baran

Dövüş Gecesi, seyircinin oylarıyla yol alan ve yön değiştiren bir “demokratik sistem simülasyonu”.

Modern seçim sisteminin çetrefilli yapısını ve tuzaklarını keşfetmeye çalışan oyun, “Neye göre oy veririz?”, “bizi belli bir adaya oy vermeye iten şey nedir?”, “seçmen ve adaylar arasındaki ilişkinin derininde ne yatar?” gibi seçim sürecine dair kritik sorulara cevap arıyor.

Oyun, seçmenin “çoğunluk” ve “azınlık” fikirleriyle olan ilişkisini kurcalarken, çoğunluğun kurmaya meyilli olduğu tahakküme dair de söz söylüyor.

Hanımefendiler ve beyefendiler, Dövüş Gecesi başlıyor !

Tiyatro oyunu diye gidiyorsunuz, elinize bir oylama cihazı veriliyor. İçeri bir giriyorsunuz, karşınızda adaylar. Önce görünüşlerine göre, sonra söylemlerine göre adayları oylayıp bir başkan seçmeye çalışıyorsunuz.

Oyunu iki kere izledim. İkisinde de bambaşka şeyler yaşadı, çünkü gerçekten bulunan topluluğun seçimlerine göre oyun şekillendi. Örneğin ilk oyunda başkan seçilen Tuğrul Tülek, ikinci oyunda ilk elenen aday oldu. Ve bilin bakalım oyunun 10. dakikasından itibaren elenen adaylara ne oluyor? Salonu terk ettiler. Baya…

Seçim süreci ve seçimin demokrasisi üzerine uzun uzun düşündüren oyunun çıkışında gerçekten tokat yemiş gibi hissediyorsunuz. Dot oyunları her zaman insana hayatı sorgulatan oyunlar olmuştur ama Dövüş Kulübü bence içinde bulunduğumuz düzen de düşünülünce hem sorgulatan hem de acıtan oldu. Biz her oyun çıkışında en az 1 saat mekandan ayrılamayıp sohbete daldık.

huysuzHuysuz

  • Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu
  • Yazan-Yöneten: Engin Alkan
  • Oyuncular: Engin Alkan, Büşra Pekin, Deniz Uğur, Haki Biçici, Gülhan Tekin, Umut Temizaş, Esra Akbaş

“Molière’in Huysuzu” lakaplı eski tiyatro oyuncusu Armağan Özcan’ın hafızasında kalan pek çok Molière oyunundan izler taşıyan eğlenceli, aşklı, entrikalı, danslı, müzikli rengarenk bir komedi olan Huysuz’da; Özcan’ın kendisi hastalık hastası, cimri, huysuz bir ihtiyarken, huzurevinin sakinleri, başhekimi, hemşiresi, hastabakıcısı da oyunun diğer karakterlerine dönüşür.

Tedavi masraflarına para dökmekten kurtulmak için kızını ille de bir doktorla evlendirmek isteyen Harpagan, evin hastabakıcısı, hizmetçisi ve belki de her şeyi olan Anjelik’in tüm uyarılarına rağmen kararından dönmez. Oysa kızı Sümbül, kalbini çoktan yakışıklı Klean’a kaptırmıştır. Ama Klean evlenme teklif etmek için cesaretini toplayamadan, budala doktor adayı Arif ve kibirli annesi Mürşide Huzurlu, Sümbül’ü istemeye gelmişlerdir bile. Anjelik, Harpagan’ın genç ve seksi karısı Madam Biju’ya mektup taşıyan Memo’dan, Madam Biju’nun çevirdiği dolapları öğrendiğinde; Sümbül’ü bu zoraki evlilikten kurtarabileceğini düşünse de, Klean ve Sümbül arasındaki yanlış anlaşılmalar işleri iyice karıştıracaktır.”

Artık senelerdir blogumu takip edenler Engin Alkan sevgimi de biliyorlar. Kimi oyunlarını birden çok kez izlemişliğim var ve son 10 yıldır yönettiği ve oynadığı bir çok oyunu izledim.

Üzülerek belirtmeliyim ki en ortalama bulduğum Huysuz oldu. Ortalama diyorum, zira kötü bir oyun çıkardığını görmedim Alkan’ın. Fakat Huysuz’da yolunda gitmeyen, akışını engelleyen bir şeyler vardı. Öncelikle şu arada rolden çıkıp bilerek unutma, laf atma, gülmesini tutamama olayı, ki Cem Davran’da sağolsun yapar, Engin Alkan oyunlarını takip eden bizler için bi tık sıkmaya başladı. (Son olarak izlediğim Şekerpare oyununda dozunu azaltmıştı). Sonrasında, diyalogların uzunluğu oyunun da uzunluğuyla birleşince izlemek oldukça zorladı.

Fakat bu olumsuzluklara rağmen dozunda komedi, iyi oyunculuklar ve keyifli bir hikaye olduğundan izlenesi bir oyundu.

Birer Cümlede 2015 Film Tavsiyeleri

Birer Cümlede 2015 Film Tavsiyeleri

Çok film izliyorum son iki yıldır ve hepsini yazmam mümkün olmuyor. Hal böyle olunca aşağıdaki gibi bir formül buldum, filmlere notlar verdim sıraladım ve tek cümlede yorumumu yaptım. Üzerine uzun uzun konuşmak istediğimi ise afişine tıklayarak yine yazılarımda bulabileceksiniz.

İyi seyirler,

Not: Bu listede yapım yılı 2015 olan filmleri bulacaksınız. 2016 da izlediğimiz fakat yapım yılı 2015 olan filmlerde buna dahil. Sevgiler,

0001-mutlaka izleyin

dheepan

Dheepan // İnsan olmak, vatan/sızlık, güven, sevgi ihtiyacı, yaşama bağlılık, hayaller… İzlerken sağlı sollu bin tane yumruk attı film bana…

İnsan, Human // 190 dakikada Dünya'nın binbir yerinden hikayeler ve görüntülerle "insan olmak" nediri sorgulatan müthiş bir belgesel.

İnsan, Human // 190 dakikada Dünya’nın binbir yerinden hikayeler ve görüntülerle “insan olmak” nediri sorgulatan müthiş bir belgesel.

dirilis

The Revenant, Diriliş // Inarritu’nun önünde saygıyla eğiliyorum. Böyle bir atmosfer, böyle bir gerçekçilik, böyle bir her şey! DiCaprio’nun içi rahat olsun, heykelcik bu sene onun elinde olacak…

anomalisa

Anomalisa // Başyapıt. Bu senenin Her’ü. Aşkı anlatış şekli “sinema bu” dedirtiyor. Kalabalıklardaki yalnızlık, hayatın tekdüzeliği, aile kurma ve başarının mutlu olmaya yetmemesi… Bu kadar çok şeyi kuklalarla bu kadar gerçek ve damardan anlatmak… İzleyin! (bitince kafamda “sen de artık herkes gibisin” çaldı…)

0002-bence izleyin

citizenfour

Citizenfour // Dijital çağda hayatlarımız ne kadar gizli? Hayata bakışınızı değiştirecek bir belgesel…

ex_machina

Ex-Machina // Yapay zeka konusuna ilgisi olanlar, izleyin derim!

inatçılar2

Rams, İnatçılar // Kardeşlik ve adı üstünde inat üzerine… İrlanda’nın müthiş coğrafyasında…

Beasts of No Nation // küçük bir çocukken intikamla dolu bir askere dönüştürülmek... izlerken içiniz acıyacak...

Beasts of No Nation // küçük bir çocukken intikamla dolu bir askere dönüştürülmek… izlerken içiniz acıyacak…

the_martian

The Martian, Marslı // Gravity’den sonra yine bir “survival & space” hikayesi… Matt Damon aşmış iyi oynamış… İzleyin efenim…

the_lobster

The Lobster // Ooo distopik dünya, alırım bi dal! Colin Farrell’lı, Rachel Weisz’lı bir garip film… Alt metni bol, absürdü bol, sevmeyeni bol, seveni bol, sonu olmamış ama izlenesi…

Room

Room, Gizli Dünya // Çok etkilendim bu anne-oğulun hikayesinden… İlk yarısı biraz gerilimli ama sonrasında da bolca sorgulama var. Aldığımız kararların ne kadarı bencilce?

Amy // Ah Amy... Filmi izlerken her olayda yanında olmak istedim. Seni bir türlü toparlayamayan o annenden babandan nefret ettim. Daha çok şarkı söylemeliydin be kızım!

Amy // Ah Amy… Filmi izlerken her olayda yanında olmak istedim. Seni bir türlü toparlayamayan o annenden babandan nefret ettim. Daha çok şarkı söyleyecektin be kızım!

listen_to_me_marlon

Listen To Me Marlon // Marlon Brandon’un oyunculuk serüvenini kendi ağzından dinlemek… Oyunculuk tutkusu, yöntemleri, ünlülükle başa çıkması/çıkamaması, çapkınlıkları… (ikinci kez izledim, bi üst kategoriye aldım.!)

The Hateful Eight

The Hateful Eight // Rahat ve uzunca bir vaktinizde sinema budur, hikaye anlatımı budur diyeceğiniz bir şölen izleyemeye hazır olun! Aslında sadece “bir Tarantino filmi” demek bile yeterli…

He Named Me Malala // Aslında sinematografik özellikleri bakımından sıkıntısı bol bir film ama

He Named Me Malala // Aslında sinematografik özellikleri bakımından sıkıntısı bol bir belgesel ama bazen hikaye her şeyin önüne geçiyor. Malala’nın cesareti ve gözündeki o ateş mutlaka görülmeli.

Yüce Sezar!, Hail Ceaeser! //

Yüce Sezar!, Hail, Ceaser! // Coen Kardeşlerin son filmi her zamanki gibi müthiş bir kara komedi. Clooney hayatının en komik karakterini mükemmel başarmış. Alden Ehrenreich ise müthiş keşif! İzlenmeli!

El Clan, Çete //

El Clan, Çete // Böyle bir final yok! Bütün salon çığlıklarımızı yuttuk, şok şok! Şahsen senenin en beğendiğim filmlerinden biri oldu Çete. Gerçek bir hikaye olması da cabası… Olaylardaki bazı açıklar bende de soru işareti oldu ama çok takılmayın. Dram,gerilim dolu etkileyici bir hikayeye tanık olun.

Where to Invade Next?, Şimdi Nereyi İşgal Edelim? //

Where to Invade Next?, Şimdi Nereyi İşgal Edelim? // Michael Moore’un önceki belgesel/filmlerini izlediyseniz, tarzını bilirsiniz. Amerikayı gömerken bu sefer aşırı güldürüyor. Üstüne işçi çalışma saatlerinden, eğitim yöntemlerine bir sürü ülkenin, bir sürü güzel uygulamasını keşfetmenizi sağlıyor.

Behemoth //

Behemoth // İzlerken kendi türüm adına utandığım film. “Moğolistan´ın göz alıcı doğasını yok eden, kül ve kömürden oluşan siyah dağlar; madencilerin ifadesiz yüzleri ve ömürlerini tüketen akciğer hastalıkları… Bu üretimin sonucu ise kimsenin yaşamadığı, 1 milyon kişi kapasiteli bir hayalet şehir.

 Le Tout Nouveau Testament, Yeni Ahit //

Le Tout Nouveau Testament, Yeni Ahit // “Tanrı, karısı ve kızıyla normal bir hayat süren sıradan bir Belçika vatandaşıdır ve bir apartman dairesinde yaşamaktadırlar.” Şu cümle bile film hakkında çok önemli bilgi veriyor ve mükemmel bir absürd komedi. Din, tanrı, tanrının adaleti gibi çok derin konuları mizahi bakış açısıyla sorgulatan filmi izlemenizi tavsiye ederim.

April and the Extraordinary World //

April and the Extraordinary World // Son dönemde gözümü kırpmadan izlediğim en sürükleyici, duygusal ve macera dolu animasyonlardan biriydi. Hikayeye de April a da bayıldım.

0003-yaaani

american sniper , keskin nişancı

American Sniper , Keskin Nişancı // Clint Eastwood yönetmenliğinde bir keskin nişancının iç dünyası. Bradley Cooper bi 10 başrol daha oynarsa, oyuncu olacak kısmetse… Adamda gelişme var beyler!”

far_from_the_madding

Far from the Madding Crowd , Çılgın Kalabalıktan Uzak // 19.yy görselliği çok iyi de, aşk beşgeni biraz yorucu oluyor bi noktadan sonra.

kingsman

Kingsman: The Secret Service, Kingsman: Gizli Servis // Çizgi romandan uyarlanan bir gizli servis filmi! Colin Firth candır…

littleprince

The Little Prince , Küçük Prens // Söz konusu Küçük Prens olunca bi duygusal oluyo tabi… Kitabını okumaya üşenenlere Kung Fu Panda’nın yönetmeninden…

meearl

Me and Earl and The Dying Girl, Ben, Earl ve Ölen Kız // Genç oyuncular Thomas Mann ile Olivia Cooke gerçekten çok umut verici performans sergiliyor.

Ixcanul // Guetamala'daki volkanın eteğinde çekilen, Maya kültürü ve kadınlar üzerine bir film...

Ixcanul // Guetamala’daki volkanın eteğinde çekilen, Maya kültürü ve kadınlar üzerine bir film…

sessizçığlık

Louder Than Bombs , Sessiz Çığlık // Bir ailenin hayalleri, düş kırıklıkları ve sırları…

Insurgent, Kuralsız // Birincisi fütüristik, ikincisi distopya, üçüncüsü Shailene Woodley! Bu üçlüyü severim, yalan yok!

Insurgent, Kuralsız // Birincisi fütüristik, ikincisi distopya, üçüncüsü Shailene Woodley! Bu üçlüyü severim, yalan yok!

arjantin

Zonda: Folclore Argentino, Arjantin // Arjantin geleneksel müziği, ülkenin farklı bölgelerinden çekilmiş görüntüler, Arjantin’in en iyi müzisyenlerinin seslendirdiği unutulmaz şarkılar…. Müzikli belgesel

Cobain: Montage of Heck // Nirvana, Cobain ve Courtney Love'ın arşivinden görüntülerle Kurt Cobain... Aşırı ağladım ='(

Cobain: Montage of Heck // Nirvana, Cobain ve Courtney Love’ın arşivinden görüntülerle Kurt Cobain… Aşırı ağladım ='(

Ters Yüz, Inside Out /

Ters Yüz, Inside Out / Yaniii filmin konusu ve hikayesi güzel ama renklerini beğenmedim desem :S Valla yalan yok, beğenmedim. Bütün film gözüme gözüme battı o renkler…

Taksi Tahran, Taxi Tahran //

Taksi Tahran, Taxi Tahran // Jafar Panahi’nin yasaklı olduğu, hapis yattığı İran’da inatla yapmaya çalıştığı sanatını senelerdir severek takip ediyorum. Bu da bu seneki… İran’ı merak edenlere tavsiye ederim.

Joy

Joy // O.Russell’ın her zamanki bir tutam De Niro, bir tutam Cooper, büyük bir kaşık da Lawrence formülü, yine ortalamanın bi tık üstü bir iş yaratmaktan öte gidememiş. Fakat “kadın” hikayesi olması sebebiyle, izlenesi…

Mistress America

Mistress America // Greta Gerwig (ki bence Meryem Uzerli!) ve Mozart ITJ’dan tanıdığımız Lola Kirke’ün döktürdüğü, yine bir 20-30 yaş arası kadınlar hikayesi…

Spotlifh

Spotlight // Filmin eli yüzü düzgün, konusu çok dikkat çekici (ve can sıkıcı), oyunculuklar Ruffalo’nun garip hallenmeleri dışında iyi ama azcık tekdüze gibi sanki…

Brooklyn //

Brooklyn // Bir kadının değişimi, göçmenlik, aşkları derken… Klişe sanırsınız ama izletiyor ve şaşırtıcı bir biçimde sonunu merak ettiriyor. (not: emory coheni kerem bürsin oynamış!)

Steve j

Steve Jobs // Valla aslında bir alt kategoriye koyacaktım zira senaryoyu ve Fassbender’ın oyunculuğunu çok beğendim fakat Steve Jobs’tan baydım azıcık biraz. Saygı duyuyoruz kendisine ok de, bu kadar detaylı tanımadığım akrabam var artık dinlemekten yoruldum bu hikayeyi.

Star Wars: Episode VII - The Force Awakens, Star Wars: Güç Uyanıyor //

Star Wars: Episode VII – The Force Awakens, Star Wars: Güç Uyanıyor // Bilimkurguyu pek sevmeyen, StarWars serisini hiç izlememiş ve merak etmemiş bir kimseyim. Kardeşim bir özet geçti, gittim onunla izledim. Güzeldi. Bana kalırsa bu film de bir alt kategoride olmalı ama emeğe saygıdan üste aldım zira görsellik rocks!

Bir Liderin Çocukluğu, The Story Of A

Bir Liderin Çocukluğu, The Childhood Of A Leader // Film son 5-10 dakikası haricinde gerçekten müthiş bir ilk film. Sinematografi, oyunculuklar ve müzikler çok etkileyici. Tek sorunu izlediğimiz onca şey ve öğrendiğimiz onca doneden sonra finalle bağlantının kopuk olması. Fakat Brady Corbet adını daha çok duyacağımız garanti.

Sicario //

Sicario // Emily Blunt’un oyunculuğunu konuşturduğu filmin hikayesi bildik başlasa da, su yüzüne çıkan gerçeklerle etkileyici bir hal alıyor. Başarılı sinematografi ve üstün gerçekçiliği ile senenin güzel gerilimlerinden…

Dressmaker

Dressmaker, Düşlerin Terzisi // Çoğunlukla eleştirmenler tarafından beğenilmeyen filme ben bayıldım ve sonuna kadar büyük bir keyifle izledim. Ayrıca Kate’in performansı çok iyiydi. Her filminde bir kademe daha yukarı taşıyor oyunculuğunu kadın.

The Lady In The Van //

The Lady In The Van // Bu filmde beni çok çeken bir şeyler oldu. Film bittikten sonra uzunca bir süre düşündüm. Sanıyorum Maggie Smith’in inanılmaz performansıydı… Yani böyle bir kadının varlığına, hatta o olduğuna öyle bir inandırdı ki… Değişik hayat hikayelerini sevenler, izleyin.

Heidi //

Heidi // Hepimizin bildiği hikaye müthiş çocuk oyuncu ve alpler manzarasıyla büyüklere tekrar Heidi’yi anlatma çalışması olmuş. Pek beğendim, pek severek izledim. Toplaşın izleyin, tam bir aile filmi…

A Bigger Splash, Sen Benimsin /// Tilda Swinton insan değil. Bu filmle kanıtlandı. Yani başka biri oynasa şu film asla böyle bişi olmazdı. “İyi oyunculuk nedir”i izlemek isteyenler kaçırmasın.

 0004-yaaani

the_avengers

The Avengers: Age of Ultron , Yenilmezler: Ultron Çağı // Ne kadar kötü olabilir ki, sonuçta Robert Downey Jr. var!

spy-ajan

Spy , Ajan // Hepimiz Melissa McCarthy’nin hastasıyız! Eğlenceli bir film, keyif için izleyin…

while_we_are_young

While We Are Young // Ben Stiller ve Naomi Watts’ı birlikte romantik komedide izlemek… Neden olmasın?

ayıteddy2

Ted 2, Ayı Teddy 2 // Edepsiz Amerikan komedisi sevenler için Ted müthiş =) Mark Wahlberg de ayrı can!

Trainwreck // Bir filme beklentim artınca karşılaştığım şey de pek bişeye benzemiyor oluyor sonuçta. Yaani Amy iyi oyuncuda, ikinci Silver Linings Playbook vakası benim için. Eh işte...

Trainwreck // Bir filmden beklentim artınca, karşılaştığım şey de pek bir şeye benzemiyor oluyor sonuçta. Yaani Amy iyi oyuncuda, ikinci Silver Linings Playbook vakası benim için. Eh işte…

Ali Baba ve Yedi Cüceler // Fısıltı gazetisinde yayılan o "komik değil" etiketine rağmen, zaten sizi gülmekten öldürmek değil bir macera anlatıp gülümsetmek hedefli filmin kalitesini çok beğendim.

Ali Baba ve Yedi Cüceler // Fısıltı gazetisinde yayılan o “komik değil” etiketine rağmen, zaten sizi gülmekten öldürmek değil bir macera anlatıp gülümsetmek hedefli filmin kalitesini çok beğendim. Gayet de güldüm yani… Gülemeyenler utansın!

Shaun The Sheep Movie, Kuzular Firarda // Stop-motion canımız fakat azıcık da bir senaryo olaydı... Annemle izledik, bayıldı filme. Ben daha ziyade uyukladım.

Shaun The Sheep Movie, Kuzular Firarda // Stop-motion canımız fakat azıcık da bir senaryo olaydı… Annemle izledik, bayıldı filme. Ben daha ziyade uyukladım.

Carol //

Carol // Bi sıkıldım, bi içine giremedim, Carol’ı değil de Cate Blanchett’ı izliyor olma durumundan çıkamadım, bi eee hadi oldum, bi bişi… Oscar adaylıklarına bakmayın, beklentiyi azaltın derim…

Bridge Of Spies, Casuslar Köprüsü //

Bridge Of Spies, Casuslar Köprüsü // Yine mi kahraman Amerikalı, yine mi Tom Hanks… Elinde bu kadar imkan varken, bu kadar mıdır çekilecek film? Çok ortalama ve klişe maalesef… Fakat prodüksiyon 10 üzerinden 10!

İçinde Biraz

İçinde Biraz Kırmızı Olan Mavi Renkte Yağmur, Akounak Tedalat Taha Tazoughai // Nijer yapımı filmde geleneksel Tuareg müziğine elektro gitarla farklı bir yorum katan Mdou Moctar’ın yarı gerçek bir film… Filmde çok bir şey yok da, müzikler etkileyici…

Nadide

Nadide Hayat // Maalesef afişinden de anlaşıldığı üzere oldukça kötü bir sinematografi ile sinemasal olarak keyif vermeyen fakat hikaye olarak çok kurcalamayınca keyif veren (feel good movie) bir iş ortaya çıkarmış Irmak. Ülkenin adı en çok duyulan yönetmenlerinden biri olarak keşke kaliteye ve oyuncu seçimlerine biraz daha önem verseymiş. (Akbağ tamam ama Dikinciler olamamış)

The Good Dinasor, İyi Bir Dinazor //

The Good Dinasor, İyi Bir Dinazor // Ya göktaşı çarpmasaydı, ne olurdu? Film güzel ve orjinal başlıyor. İlk yarısını çok sevdim ama sonunu biraz klasik bağladıklarından böyle yandaki filmle aynı kefeye koydum. Sorry Arlo!

Hello, My Name is Dorris // Sally Field

Hello, My Name is Dorris // Sally Field müthiş tatlı bir kadın. Bu filmde tam bir sarılıp yanakları sıkılası… Bence yaşı ilerlemiş yalnız bir kadının hayattan ve aşktan beklentilerini güzel bir damardan anlatıyor film. Sevdim şahsen. Sıcak, kafayı çok yormayan, adrese teslim… Ara ara lazım!

Merdiven

Merdiven Baba // Şaşılacak şey ama Birol Güven izlenesi bir senaryoya imza atmış! Diyaloglar, sinematografi filan tabi bunları konuşmuyorum bile… Maalesef ülkemiz sinemasına bu tür kavramlar bir iki isimin yapımları dışında uğramıyor ama konusunu sevdim valla. Şaşkınım.

The Intern, Stajyer // Yaş aldıkça böyle tatlış filmleri daha bir sever oldum. Aslında çok klasik ve light bir hikaye ama bir severek izledim valla. Sinematografik şeyler filan beklemeyin tabi, keyifli zaman için tercih edilebilir.

0005-vasat

minions

The Minions, Minyonlar // Hepimiz minyonlara bayılıyoruz, film de komik ama yani beklentinin çok altında….

tomorrowland

Tomorrowland, Yarının Dünyası // Yönetmeni Brad Pitt sanıp gittim, Brad Bird çıktı =) Görsel güzel de manasız bir film…

thesecond

The Second Best Exotic Marigold Hotel , Marigold Otelinde Hayatımın Tatili // İlki daha güzeldi yaa, bu bi olmamış!

maymunprens

Pourquoi J’ai Pas Mangé Mon Père , Maymun Prens // Güzel dersler veren bir çocuk filmi senaryosu ama vasat…

knight_of_cups

Knight of Cups // Terrence Malick desem filmin nasıl olduğu az çok anlaşılır ama bu seferki bir tık daha zorlayıcı…

Pixels, Pixels // eskilerin ataricilerindenseniz, hoş bir nostalji olabilir.

Pixels, Pixels // eskilerin ataricilerindenseniz, hoş bir nostalji olabilir.

evim

Evim, Home // Yaaaaanniii… Belki çocuklar izleyebilir, öyle laf olsun diye….

Jurassic World // Ahh Ahh nerede o eski Jurassic Park! Sinemada izlediğim gün dün gibi aklımda... Ama bu yeni olan her şey gibi hissiz, sahte efekt kokulu...

Jurassic World // Ahh Ahh nerede o eski Jurassic Park! Sinemada izlediğim gün dün gibi aklımda… Ama bu yeni olan her şey gibi hissiz, sahte efekt kokulu…

 

 

sleepingwith

Sleeping With Other People // Yaaani… Boş vaktiniz çoksa, keyifli bir ilişki hikayesi.

The Big Short , Büyük Açık //

The Big Short , Büyük Açık // Ekonomiyi sevmem ama konuyu öyle bir basit anlatmışlar ki, ben bile anlayıp üstüne sıkıldım. Arka Sokaklar kameramanı çekimleri, Bale’in kötü ötesi oyunculuğu… Yani çok merak ediyorsanız izleyin yine de… Ne diyim…

The Danish Girl, Danimarkalı Kız // Çok bayat, çok sığ, sıfır duygu, bolca sömürü... Mükemmel anlatılabilecek bir hikaye bu kadar anlatılamaz! Tebriks cnm

The Danish Girl, Danimarkalı Kız // Çok bayat, çok sığ, sıfır duygu, bolca sömürü… Mükemmel anlatılabilecek bir hikaye bu kadar anlatılamaz! Tebriks cnm!

MAd MAc

Mad Max: Fury Road // Şu gençlerin çok sevdiği oyunlar gibi biraz… Çok hareketli, çok aksiyonlu, belli ki bol prodüksiyonlu… Fakat duygudur, konudur, bunlar nerede sayın seyirci? Sevemedim yani yalan yok!

İftarlık Gazoz

İftarlık Gazoz // Nerede Dondurmam Gaymak, nerede gereksiz uzatılmış duygu vermeye çalışırken duygudan soğutan bu film! Olmadı Yüksel Aksu… Normalde gözümde bir alt sırada ama sırf 70li yılları mükemmel canlandırdığın için bir üste koydum. Cık cık cık!

Cindirella, Sindirella //

Cindirella, Sindirella // Kostümler, o masalsı mekanlar filan mükemmel ama işte klasik Sindirella…

The Diary Of A Teenage Girl, Bir Gen

The Diary Of A Teenage Girl, Bir Genç Kızın Gizli Defteri // Yaaani. Biraz dağınık buldum şahsen filmi. Bir de konunun ele alış biçimini sevemedim sanırım.

7 Days in Hell //

7 Days in Hell // Andy Samberg’in hastasıyım. Adam çok net son yılların en iyi komedi oyuncularından. Fakat koskoca Jon’u şu hallerde görmek bi ince üzücü ve film komple belaltıydı. Ama güldüm mü, güldüm. =)

Ant-Man // Öncelikle 150.kez şunu belirteyim: Bilim-kurgu sevmiyorum =) Gidip gidip izleyip, sora da beğenmiyorum. Yani hobi gibi bir şey bu da herhalde. =) Bu diğer kahramanlara göre biraz daha saçma gibi ama, ya da bana öyle geldi. Neyse işte. =)

Yok Artık // Sinemamızda deneysel senaryolar o kadar az ki (yok denecek kadar!) daha yukarılarda yer alsın isterdim bu film. Ama popüler olma kaygısıyla bazı senaryo, hikaye, kurgu, oyunculuk gibi konuları geri plana atmışlar diye düşünüyorum. Yine de bu kafayı kaybetmeden kaliteli bir sinema yapabilceklerine dair umudum var.

 

 

 

0006-kaçııın

burgonyadükü

The Duke of Burgundy, Burgonya Dükü // Sonuna kadar izlemeyi başardığım için kendimi tebrik ediyorum. İç şişirici…

Grinin Elli Tonu, Fifty Shades of Grey // Kitabı beğenmemiştim. Filmi de beğenmedim.

Grinin Elli Tonu, Fifty Shades of Grey // Kitabı beğenmemiştim. Filmi de beğenmedim. Sırf çıkardığı gürültüden ikisine de para harcadım. Pişmanım.

Düğün Dernek 2: Sünnet // Selçuk Aydemir kafasına bayılıyorum. Fakat bu film olmamış. Aceleye gelmiş, genel izleyiciye hitap etmek için kalite yerlere düşmüş... (Tanrı hepimizi Rasim Öztekin'in oyunculuğundan korusun. Amin)

Düğün Dernek 2: Sünnet // Selçuk Aydemir kafasına bayılıyorum. Fakat bu film olmamış. Aceleye gelmiş, genel izleyiciye hitap etmek için kalite yerlere düşmüş… (Tanrı hepimizi Rasim Öztekin’in oyunculuğundan korusun. Amin)

 

 

Laço Tayfa’yı Bilenler Var Mı?

Laço Tayfa’yı Bilenler Var Mı?

LACO-TAYFA_mimarcasanatAslında bir dolu başka yazı sıradaydı ama bugün durup dururken Laço Tayfa geldi aklıma. Şahsen önceki hayatımda çingene olduğuma çok emin olduğumdan klarnettir, perküsyondur bende acayip etki yapıyor. Sene 2002 iken ve henüz lisedeyken, İETT otobüslerinde walkman ile Laço Tayfa dinlememi bir tek böyle açıklayabilirim. Bu müziği damarlarımda hissediyorum!

Nereden duydum, nereden öğrendim de “Hicaz Dolap” albümlerini aldım bilmiyorum ama grup dağılınca ve Hüsnü Şenlendirici meşhur  olunca, ortamlarda havam oldu: “Yaaa o çok eskiden Laço Tayfa diye bi gruptaydı, siz bilmezsiniz….”

Bu sığ ve nostaljik bilgilerimi bırakalım da özellikle benim yaşımda olup bilmeyenlere bu harika müzisyenleri ve sağlam müziklerini anlatayım.

  • (Not: Yazıyı rakı-meze eşliğinde okumak/dinlemek isteyebilirsiniz. Benden söylemesi…)
  • (Not2 : “Laço” Romanca’da “güzel” demekmiş. )

Aslında Laço Tayfa‘nın kuruluşu; 5 yaşından beri klarnet çalan, tüm ailesi müzisyen olduğundan müziğin içinde büyüyen, magazin basınında bir çok sansasyonel olayla adını duyurmuş olsa da eğitimli ve usta müzisyen Hüsnü Şenlendirici sayesinde olur. 1976 doğumlu müzisyen önce Oktay Temiz‘in “Magnetic Band” adlı grubu, sonrasındaysa trompet çalan babası Ergun Şenlendirici‘nin “Laço” grubuyla yurt içinde ve dışında bir çok festivallere katılır ve  müzik kariyerine bir çok ünlü ismin albümünde klarneti ile yer alarak devam eder.

1996 yılında ise Brooklyn Funk Essential adlı, dünyadaki çeşitli etniklerin müzikleri ve şiirleriyle funk, jazz, reggae ve hiphop türü müzikleri birleştiren Newyorklu grubun albüm teklifi ile Hüsnü Şenlendirici; Türk müzisyenleri bir araya getirip Laço Tayfa adlı grubu kurar. İki grup 1998 yılında “In the Buzzbag” adlı albümde Brooklyn Funk Essential’ın müziğine Türk müziğinin geleneksel formlarını ekler ve Türkiye ve Amerika’da satışa çıkan albüm, grubun yurt içinde ve dışında tanınmasını sağlar. O yıllarda iki grup İstanbul Caz Festivali ve Yapı Kredi Sanat Festivali’nde birlikte sahne alır.

Bu başarıdan sonra Laço Tayfa 2000 yılında “Bergama Gaydası? adlı albümünü çıkarır. Türkiye ve dünyada satışa çıkan albümde klarnette Hüsnü Şenlendirici, klavyede Burç Şensesli , davulda Volkan Öktem, ritm perküsyonda Mehmet Akatay, kanunda Nuri Lekesizgöz, kemanda Ergun Hepbildik, bağlamada Özkan Alıcı ve tuşlu çalgılarda Burç Şensesli vardır. Geleneksel türküleri topladıkları bu ilk albümle Karadeniz, Ege, Trakya, İç Anadolu ve Azeri parçalarının alt yapılarını zenginleştirip, ünlü caz müzisyeni ve araştırmacısı Butch Morris‘in fikirleri ile birlikte kendi sihirlerini de eklerler. Genç, yenilikçi ve cesur yaklaşımları sayesinde büyük beğeni toplar ve bir çok turne/konser verirler.

Mayıs 2002’de New York Central Park‘ta festival konuğu olarak konser veren grup NBC televizyonuna ve New York TimeOut dergisine haber olur. O seneki İstanbul Caz Festivali de dahil olmak üzere önemli festivallerde konserler verirler. Ekim 2002’de (benim açılışta bahsettiğim, kaç defa dinlediğimi bilmediğim) Hicaz Dolap adlı albümleri yine Türkiye ve dünyada satışa çıkar. Albümde Hüsnü Şenlendirici’nin kendine ait iki bestesi yer alırken, “Zülüf” adlı parçada Kibariye, “Erkilet Güzeli” adlı parçada ise Athena‘dan Gökhan ve Hakan vokal yapar. Ayrıca Mercan Dede iki şarkıya remiks yapar.  Yeni albüm ile Türkiye turnesine çıkan grup, 2003 yılında ünlü Yunan müzisyen Vassilis Saleas ile birlikte konser verir.

2006 yılına kadar sahne performanslarına devam eden Laço Tayfa, grubun kanun virtiyözü Nuri Lekesizgöz’ün hayatını kaybetmesiyle ve müzisyenlerin bireysel kariyerlerine odaklanmasıyla dağılır. 2007 yılında bağlama ve vokallerde İsmail Tunçbilek, kanunda ise Aytaç Doğan ile birlikte Taksim Trio grubunu kuran Hüsnü Şenlendirici, güzel müzikler yapsalar da Laço Tayfa tadını yakalayamaz. 2012 yılında  Ankara Caz Festivali kapsamında Volkan Öktem önderliğinde bir araya gelen grup, 1 konserlik performanslarıyla eski izleyicilerinin ağzına bir parmak bal çalar.

Abartmış olmayayım ama ülkemizin en iyi gruplarından biri olan ve geleneksel müziğimizi çağdaş bir hale getirip tüm dünyaya sunan Laço Tayfa, tekrar bir araya gelmeli. Hatta ekşi sözlükte şöyle bir çağrı yapan bile var:

“aynı isimlerle ve aynı ruhla 3. albümlerini yapsalar ve ömrümden 10 yıl alacak olsalar, seve seve kabul edeceğim grup.”

Umutla bekliyoruz,

Diğer grup üyeleri hakkında kısa bilgiler:

  • Volkan Öktem: 1970 te İzmir de doğan baterist, bugüne kadar 100 ün üstünde albüm kaydında çaldı. Aralarında Fahir Atakoğlu, Aydın Esen, John Scofield ve Bendik Hofseth in de bulunduğu birçok değerli müzisyenle konserler verdi.1998 yılında grup Trio Mrio ile, Trio Mrio 2001 yılında Caz grubu Habbecik ile An Meselesi’ni,Laço Tayfa ile, 2000’de Bergama Gaydası ve 2002’de Hicaz Dolap, 2004’te Aşkın Arsunan ile One A Day ve Quartet Muartet ile Dokuz Parça, 2009 yılında Volkan Hürsever ve Burçin Büke ile Hediye albümlerini yaptı. Volkan Öktem, Tarkan ile sahne çalışmaları haricinde çeşitli projeler ve stüdyo kayıtlarıyla yurtiçi ve yurtdışında müzik çalışmalarına devam etmektedir.
  • Özkan Alıcı: TRT İstanbul radyolarında çalışan bağlama sanatçısı müzisyen, İTÜ mezunu.
  • Nuri Lekesizgöz: Sırtında kanun çalmasıyla nam salmış müzisyen, 34 yaşına vefat etmiştir.
  • Ergun Hepbildik: İTÜ mezunu keman virtiyözü, TRT sanatçısıdır, ayrıca çeşitli orkestralarda görev almaktadır.
  • Mehmet Akatay: Perküsyon sanatçısı kardeşi Hamdi Akatay ile birlikte birçok önemli müzisyen ve yorumcunun stüdyo albümlerine katkıda bulundu.  Akatay Kardeşler’in ilk solo albümleri 2003 yılında “Dest-Be Dest” ismiyle piyasaya çıktı.
  • Nurhat Şensesli: 1963 doğumlu müzisyen, önemli bas gitaristlerdendir. Tarkan’ın seslendirdiği Kış Güneşi şarkısı başta olmak üzere bir çok parçanın bestecisidir.
  • Burç Şensesli: Bas gitarist Nurhat Şensesli’nin kardeşi usta klavyeci.

kaynakça: wikipedia, doublemoon, volkanoktem.com,

Soytarılar Lear’ın Hikayesini Anlatırsa

Soytarılar Lear’ın Hikayesini Anlatırsa

  • Yazan: W. Shakespearesoytarımlear
  • Uyarlayan – Yöneten: Yiğit Sertdemir
  • Sahne, Kostüm, Maske, Kukla, Makyaj Tasarımı: Candan Seda Balaban
  • Müzik: Tuluğ Tırpan
  • Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz
  • Ses Tasarımı: Meriç Şeker, Aras Tüysüz, Okan Yalabık
  • Oyuncular: Tomris İncer, Berkay Ateş, Demet Evgar, Okan Yalabık, Sezin Akbaşoğulları, Umut Kurt, Yiğit Sertdemir
  • Akordeon: Hakan Ali Toker
  • Kontrbas: Aydın Balpınar, Çiğdem Tachouli

” Bu güçlü ve şimdiye dek belki de binlerce kez sahnelenmiş oyun, bir tragedya. Ancak biz yolculuğumuza, Lear’ın ve çevresindekilerin hikâyesini; Lear’a en yakın kişi olan, bütün gerçekleri ve fikrini hiç çekinmeden dillendirebilen, fakat her nasılsa oyunun bir yerinde kaybolan ve bir daha adı bile geçmeyen, Soytarı’nın gözünden başladık. Oyunun o bilinmedik anında kaybolan Soytarı, yanına aldığı bu hikâyeyi, başka soytarılarla yeniden anlatmayı seçse; Lear’ın yaşadıklarını, hem de kendi gözünden paylaşmayı tercih etse, ortaya ne çıkardı. Bu nedenle oyunu grotesk dille yeniden yaratmak ve seyirciyle ‘soytarıca’ bir Lear hikayesini paylaşmak istedik. Groteskin o acıtıcı gerçekliğiyle baş başa kalmak! Jan Kott, Çağdaşımız Shakespeare adlı kitabında şöyle der: ‘Tragedya rahiplerin, grotesk soytarıların tiyatrosudur.’ Belki de yapmaya çalıştığımızı en iyi özetleyen sözleri de buradan yola çıkarak dillendirebiliriz: ‘Biz, Kral Lear’ı rahiplerden çalıp, soytarılara teslim ettik! “

Yiğit Sertdemir ile tanışmam pek keyifli değildi. Benim yalnızca ilk yarısına dayanabildiğim fakat o senenin önemli ödüllerine aday gösterilen “Leonce ile Lena” oyununda yönetmen ve oyuncuydu. Sonrasında hiç bir oyununu izlemedim.

soytarımlear2İKSV geçtiğimiz seneki 19.Uluslararası Tiyatro Festivali’nde 450. doğum yılı sebebiyle Shakespeare oyunlarına yer vermişti. Festival için Sertdemir’den de oyun istenmiş ve ortaya Altıdan Sonra Tiyatro ve Pangar Tiyatro ortak yapımı “Soytarım Lear” çıkmış. Meşhur “Kral Lear” tragedyasını soytarılara anlattırıp çok daha grotesk ve karanlık bir hale getirirken, aynı zamanda soytarıların hareketli ve çılgın enerjisini sahneye taşımak istemiş. Yiğit Sertdemir ile ikinci karşılaşmam işte bu oyun ile oldu.

Hiç kimsenin gerçekçi davranmadığı sarayda tüm doğruları dile getiren, tiyatro literatürünün en ünlü soytarısından yola çıkarak hikayeyi soytarılara anlattırmak oldukça zekice bir fikir. Şenlikli soytarıların giriş sahnesinde postere yaptıkları sprey çizimin sonrasında kızlar tarafından posterin (ülkenin) aç kurtlar gibi bölüşülmesi son dönemde izlediğim en etkileyici açılışlardan. Fakat böylesine iyi bir açılışa rağmen bu mükemmel fikrin ve castın çok daha iyi yorumlanabileceğini düşünüp durdum oyunun devamında.

soytarımlear3

Çoğu kişinin pek beğendiği sahne tasarımını yetersiz, kostümleri ise gereksiz bulduğumu öncelikle belirtmek isterim. Çok beğendiğim maskeler haricinde kostümlerin göz yormaktan başka bir amaca hizmet etmediğini düşünüyorum. Keşke bu denli alternatif bir yoruma yakışacak, daha sade ama etkili kostümler olsaydı ve maskeler çok daha ön planda kalsaydı. Zira yenilikçi fikirlere bu denli uyum sağlayan bir ekibin çok daha sade kıyafetler ile çok daha yoğun ve yüksek performanslar sergileyebileceğini düşünüyorum. Her ne kadar grotesk ve şatafatlı bir iş yaratılmaya çalışsa da bazen “less is more (az çoktur) ” istenileni daha iyi verebilir ve soytarılık kıyafetlerle değil oyunculuklarla canlandırılabilirdi.

soytarımlear4Ayrıca kısa ve vurucu bir anlatım yerine uzun tutulan metini çok yorucu buldum. Yaklaşık 3 saat süren oyun keşke daha kısa tutulan iki perde olarak tasarlansaydı da, bu denli anlamsız ve zorlama görünen soytarı hallerine ve kostümlerine gerek kalmasaydı. Oldukça dokunaklı olması planlanan finalin duygusunu bir miktar kaybetmesi ve soytarılıkların zaman zaman sıkıcı hale gelmesi bu uzun tutulan süreyle doğru orantılıydı.

Son olarak soytarının krala dönüştüğü değil de kralın soytarıya dönüştüğü bir versiyonun çok daha etkileyici olduğunu düşündüğümü ekleyerek;  oyuncuların tercih edilen bu versiyonda ellerinden gelenin en iyisini yaptığını, müziklerin sanki bir diğer oyuncuymuşcasına uyumlu eşlik ettiğini ve  ışık düzeninin de oldukça başarılı olduğunu hakkıya hakkını teslim etmek adına belirtmeliyim. Tüm eleştirilerime rağmen yine de izlemesi keyifli bir iş çıkardıklarını belirtip, tiyatroda parlak fikirleri merak edenlerin umut vaad eden bu oyunu izlemesini tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Televizyonda Ne İzlesek? #5

Televizyonda Ne İzlesek? #5

tvYine bir TV rehberi ile karşınızdayım ve yine memleket televizyonlarıyla başlıyorum. Herkesin konuştuğu üzere televizyon sektörü garip günlerden geçiyor. Sürekli kalkan diziler, saçma bir reyting sistemine kurban giden ve/ya hak etmediği şekilde yüceltilen işler doluştu. Kendi işimi yaptığımdan günün her saati televizyona göz gezdirmişliğim var. Bir türlü çözemediğimiz gündüz kuşağı sorunu anladığım kadarıyla devam ediyor. Herhangi birisine 2 dakikadan fazla dayanamadığım programlar ve diziler mevcut. Prime timea gelinceyse iş pek de farklılaşmıyor. Severek izlediğim Aramızda Kalsın reyting kurbanı olup veda etti. Yalan Dünya ve Ulan İstanbul gibi eğlenceli işler de yine seyirciyle vedalaştılar. Takip ettiğim tek dizi Kardeş Payı olarak kaldı. Severek izlemeye devam ediyorum ve yükselttikleri çıta nedeniyle kendilerini kutluyorum.

kardespayi

Programlara gelirsek, yine Acun etkisi mevcut. O Ses Türkiye ve Survivor ile bütün bir seneyi ve haftanın 3 gününü kapatarak bence bu dizisiz yılların ekmeğini en iyi şekilde yiyiyor. Ölümüne izlemiyor olsam da iki programı takip ederken buluyorum kendimi. Ayrıca zamanında deli bir BBG izleyicisi olduğumdan yine TV8’de yayınlanan Ütopya adlı reality/yarışma programını da zaman zaman takip ediyorum.

Yurtdışındaki işlere gelirsek komedilerde 8.sezonunda The Big Bang Theory, 2.sezonundaki Brooklyn Nine-Nine, 6.sezonundaki Modern Family ve 4.sezonu ile 2 Broke Girls‘ü büyük bir keyifle takip etmeye devam ediyorum. Özellikle Modern Family her bölümünde kendini aşıyor. Sosyal medyada da yazdım 6.sezonun Connection Lost adlı 16.bölümünü diziyi takip eden, etmeyen herkes izlemeli.

Dramlarda ise gençlik dizilerinden 4.sezonundaki Swithced at Birth ve 5.sezonundaki Pretty Little Liars‘ı takip ediyorum. İki diziye de acayip tutkun olmasam da senelerin verdiği alışkanlıkla izliyorum. Yapıcılığını Steven Spielberg, baş rolünü ise Hale Berry’nin üstlendiği Extant adlı dizinin 1.sezonunu da izledim, 2.sezon sanıyorum yaz aylarında başlayacak, bekliyorum. Ayrıca 4.sezonundaki Girls ‘ün her bölümünü bağımsız film tadında izlemeye devam ediyorum. Son yılların en iyi işlerinden biri olarak anılmayı sonuna kadar hak ediyor.

Son olarak ilk sezonuyla büyük ses getiren ve benim de ilgiyle takip ettiğim Masters of Sex‘i 2.sezonun başında bıraktım, biraz fazla konudan sapıp aşk dizisine dönüştürdüler gibi geldi. Sürekli merak edip bir türlü izleyemediğim Breaking Bad’i ise baştan sona hatmettim. Gerçekten inanılmazdı. Her bölümü, her saniyesi unutulmazdı. Ve yine çok konuşulan işlerden True Detective’i 4-5 bölüm izledim ama çok sıkıldım. Matthew McConaughey’in bence çok yapmacık oyunculuğunun bunda etkili olduğunu, topa tutulma ihtimalini göze alarak, söyleyebilirim.

Bu sene başlayan işlerden bazılarını da izlemeye başlamayı planlıyorum. İlki BB’de ortaya çıkan karakter Better Call Saul adlı dizi. Sonrasında ise The Leftlovers ve mini dizi Olicer Kitteridge

Her zamanki gibi tavsiyelerinizi beklerim. İyi seyirler,

12 Senede Çekilen Film: Boyhood / Çocukluk

12 Senede Çekilen Film: Boyhood / Çocukluk

  • Yönetmen: Richard Linklaterboyhood
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Ellar Coltrane, Patricia Arquette, Ethan Hawke
  • Süre: 165 dk

?En son Before Midnight filmiyle izleyici karşısına çıkan Richard Linklater’ın senaryosunu yazıp yönettiği film, çıkış noktası olarak yakın zamanda boşanmış bir çiftin, Mason ve Olivia’nın hikayesine odaklanıyor. Sahip oldukları tek çocukları ise artık anne ve babasının bir arada yaşamadığı gerçeğine alışmak ve bu yabancı düzen içerisinde yaşamayı öğrenmek zorunda. Çocuğun 6 yaşında başlayan bu yeni tecrübesini 12 yıl boyunca sürecek olan bir büyüme evresine yayan yönetmen, bu süreç boyunca yaşananları beyaz perdeye aktarıyor.”

Richard Linklater benim için her şeyden önce Before Sunset, Before Sunrise ve Before Midnight demek… Aynı hikayeyi zamana yayarak çekmeyi seven deneyimli yönetmen, bu defa daha önce denenmemiş bir çalışma ile karşımızda.

12 yıl boyunca aynı oyuncular ve aynı ekiple çekilen hikaye, bir çocuğun 12 yıllık hayatını ve büyürken yaşadıklarını seyirci ile belgesel tadında paylaşıyor. Her geçen sahnede gözümüzün önünde büyüyen Ellar Coltrane, kariyerine çok derin bir giriş yaparken, pek sevdiğim oyuncular Patricia Arquette ve tabi ki Ethan Hawke’ın yaş almalarını seyretmek enteresan bir deneyim oluyor.

Fikir itibariyle oldukça parlak görünen film, iş kurguya gelince sınıfta kalıyor. Birbirinden kopuk geçişler ve uzun süresi filme konsantre olmayı zorlaştırıyor. Keşke bunca sene çaba harcarken, zamanlar arasındaki geçişler için de daha zekice bir formül bulunsaydı. Nedenini anlamadığım bir şekilde kurgu ve senaryo dalları dahil 6 dalda Oscar adayı olan film malesef 12 yıllık emek ve iyi bir fikir sahibi olmaktan öteye gidemiyor.

Yine de bu deneyimi yaşamak için izlemenizi tavsiye edeceğim film için, beklentilerinizi düşürmenizi de hatırlatmalıyım.

İyi seyirler,

Kısa Kısa #24: Dramlar: The Judge, Deux Jours, Une Nuit ve A Day Late and A Dollar Short

Kısa Kısa #24: Dramlar: The Judge, Deux Jours, Une Nuit ve A Day Late and A Dollar Short

Yine bir dram serisi ile karşınızdayım ama bu sefer daha hafif olanları ile. Duyguların hepsi insana ait, kaçış yok, buyurun:

The Judge / Yargıçthejudge

  • Yönetmen: David Dobkin
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Robert Downey Jr., Robert Duvall, Billy Bob Thornton
  • Süre: 141 dk

?Hank Palmer parlak bir kariyeri olan, Chicago’da yaşayan bir avukattır. Önemli bir davasının arifesinde, annesinin kaybettiğinin haberini alır. Babasıyla çok uzun zamandır görüşmeyen Hank, aileden iletişimde olduğu tek insanı da kaybetmiştir. Üstelik doğup, büyüdüğü Carlinville kasabasından başka kimseyle de görüşmemiştir. Annesinin cenazesi için geri dönen Hank’ı, burada cenaze töreninden daha fazlası beklemektedir. Pek de sıcak karşılanmadığı kasabadan bir an önce uzaklaşmaya çalışırken kendisini, 42 yıllık yargıç olan babasını savunmak üzere mahkemede bulur… “

İçinde Robert Downey Jr.’ın olduğu herhangi bir şeyi sevmemem mümkün değil. Her ne kadar filmin enteresan bir hikayesi olmasa da, çoook uzun olsa da, yer yer sıksa da, Robert’ı gördüm bana iyi geldi.

Baba-oğul ilişkisi hikayesi, iyi oyunculuklar ve RD Jr sevenlere tavsiye edebilirim.

Deux jours, Une nuit / İki Gün, Bir Geceikigünbirgece

  • Yönetmen: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, Fransa, Belçika, İtalya
  • Oyuncular: Marion Cotillard, Fabrizio Rongione, Catherine Salée
  • Süre: 95 dk

?Küçük bir şirkette çalışan ve maddi anlamda pek de parlak bir dönemden geçmeyen Sandra’nın işi tehlikededir. İşini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır ve ailesini zor günler beklemektedir. Şirket patronunun çözüm planına göre ya Sandra işten çıkarılacak ya da şirket çalışanları ekstra maaş bonuslarından vazgeçeceklerdir. İlk oylama yapılır ve çalışanlar oylarını maaş bonuslarından yana kullanırlar. Sandra resmi olarak işini kaybetmiş sayılır. Ancak hemen sonrasında tekrar oylama yapılmasına ikna eder. Sandra’nın elinde sadece bir hafta sonu vardır; bu iki günlük süreçte çalışma arkadaşlarını maaş bonuslarından vazgeçip çalışmaya devam etmesinden yana oy kullanmaları için tek tek ikna etmek durumunda kalacaktır.”

Aslında bu filme “Kısa Kısa” bölümünde değil de ayrı bir yazı da değinmeliydim ama böyle oldu. Dardenne kardeşlerin bir başyapıt olarak değerlendirilen filmleri, senenin en öne çıkan yapımlarından ve haklı bir üne sahip.

Son dönemde izlediğim en başarılı kapitalist eleştirisini, izlerken gırtlağınızın sıkıştığını hissedecek kadar gerçekçi bir hikayeyle seyirciye aktarırken, insana dair çok şey anlatmışlar.

Marion Cottilard’ın her zamanki başarılı performanslarının bile kat kat üstünde olan oyunculuğu, zaten çok iyi olan senaryoyu daha da yukarılara çıkarırken, belgesel havası veren kameraları ve sinematografisiyle de temiz bir işe imza atmışlar.

Senenin mutlaka izlenmesi gereken işlerinden…

A Day Late A Dollar Shortadaylateadollarshort

  • Yönetmen: Stephen Tolkin
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular:  Whoopi Goldberg, Ving Rhames, Kimberly Elise
  • Süre: 85 dk

?Sağlığı giderek kötüleşen Viola, son bir görev olarak dağılmanın eşiğindeki ailesini yeniden bir araya getirmeye çalışacaktır.”

Bu filmi nereden kimden duydum da izledim hatırlamıyorum. Tv için yapılmış bir aile filmi. Sıradan.

Kısa Kısa #23 – Müzikaller: Jersey Boys, Into The Woods ve Walking on Sunshine

Kısa Kısa #23 – Müzikaller: Jersey Boys, Into The Woods ve Walking on Sunshine

Müzikal filmleri genel olarak sevmiyorum. O hep aradığım gerçeklik duygusu yok oluyor, konsantre olamıyorum. Yine de sonuna kadar izlemeyi başardığım, senenin öne çıkan üç müzikali:

Jersey Boysjerseyboys

  • Yönetmen: Clint Eastwood
  • Tür: Müzik, Biyografik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular:Christopher Walken, John Lloyd Young, Vincent Piazza
  • Süre: 134 dk

“Jersey Boys, müzikal bir biyografi, zor zamanlar ve kişisel çarpışmalar, bir jenerasyonun sembolü haline gelen müziklerle anlatılan bir grup arkadaşın hikayesi olan film bu arkadaş gurubunun kalbine ulaşıyor ve oradaki derin ilişkileri anlatıyor. New Jersey’nin sokaklarında öğrenilenlere de odaklanan filmde bir çok zorluk da gözler önüne seriliyor : kumar borcu, mafya tehditleri , aile dramları …”

Filmin sonu gelsin diye dua ettim. Clint Eastwood’a ve başroldeki Atilla Taşın ikizi John Lloyd Young’a saygım sonsuz bir güzelim hikaye bu kadar mı sıkıcı anlatılır….Çok sıkıldım. Çok.

Into The Woods / Sihirli Ormanintothewoods

  • Yönetmen: Rob Marshall
  • Tür: Müzik, Fantastik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Meryl Streep, James Corden, Emily Blunt
  • Süre: 134 dk

Kırmızı Başlıklı Kız, Sindrella, Rapunzel gibi klasikleşmiş pek çok çocuk masalının farklı kahramanları aynı filmde buluşsa ve bir cadı onları eğitse! Klasik Grimm karakterlerini farklı bir tarzda ve üstelik müzikal türünde beyazperdeye taşıyan film, bir cadı tarafından lanetlenen bir fırıncı ve eşinin hikayesini klasik masallarla bağlıyor.”

Bu filmin sonu gelsin diye de çok dua ettim. Filmi Oscar adayları açıklandıktan sonra izlediğim için sürekli Merly teyzeden bu adaylığa yaraşır bir hamle bekleyip durdum ama yine durduk yere aday olduğunu öğrenmiş bulundum.

Tiyatro sahnesinde çok iyi bir müzikal olabilir ama sinema için çok sıkıcı buldum. Çok!

Walking On Sunshine / İtalya Tatiliwalkingonsunshine

  • Yönetmen: Max Giwa, Dania Pasquini
  • Tür: Müzik, Romantik
  • Yapım: 2014, İngiltere
  • Oyuncular: Annabel Scholey, Hannah Arterton, Giulio Berruti
  • Süre: 97 dk

“1980’li yılların en popüler müziklerini kendisine fon olarak seçen film, günümüz İtalyasında şirin bir sahil kasabasında geçiyor. Maddie yakışıklı sevgilisi Raf ile evlilik hazırlıkları yapmaktadır. Düğüne kız kardeşi Taylor’ı çağıran Maddie’nin büyük bir sırdan ise haberi yoktur. Maddie, Raf ile ateşli bir yaz aşkı yaşamış ve onun hayatında duygusal olarak derin iz bırakmıştır. Puglia’da yapılacak düğüne geldiğinde öğrendiği bu gerçekle epey sarsılır. Üstelik Maddie, çalkantılarla dolu aşk hayatına Raf ile evlenerek nihayet noktayı koyacağına inanıyordur…”

Bu filmi sırf yaza olan özlemimden izlemiş olabilirim. Sıfır beklenti ile açtım, beklentimi karşıladı.

Kısa Kısa #22 – Dram: Still Alice, The Fault In Our Stars, The Immigrant ve The Disappearance of Eleanor Rigby :Them

Kısa Kısa #22 – Dram: Still Alice, The Fault In Our Stars, The Immigrant ve The Disappearance of Eleanor Rigby :Them

Gerilimdir, senenin öne çıkanlarıdır derken bir kadın olarak kare asım ağlatmalı romantikleri unutmamam lazım. İşte sırada bu senenin romantik dramları.

Still Alice / Unutma Benistillalice

  • Yönetmen: Richard Glatzer, Wash Westmoreland
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Julianne Moore, Alec Baldwin, Kristen Stewart
  • Süre: 101 dk

?Alice Howland, Columbia Üniversitesi’nde ünlü bir dilbilim profesörüdür. Bir gün doktor muayenesinde kendisine Alzheimer’ın başlangıç evresinde olduğu teşhisi konur. Alice’in hayatı artık eskisi gibi olmayacaktır. Geçirdiği hastalık, eşi ve üç çocuğuyla birlikte sürdüğü hayata yeni bir gözle bakmasını sağlayacaktır. İnsan ilişkilerini sorgularken öte yandan da en genç kızıyla olan ilişkisiyle de onu yeniden kazanmak için mücadele verir. Alice, uzmanlaştığı bölüm gereği hayatı boyunca yeni şeyler öğrenmektedir ve bu yüzden hastalığını başta kabullenmek istemez. Manhattan sokaklarında kayboluşuyla durumu kavramaya başlayan Alice, zamanla Alzheimer’la mücadele etmenin yollarını arayacaktır.”

Hani cenazelerde derler ya, herkes kendi başına gelme ihtimalini düşünüp kendine ağlar diye. Bu film de benim empatimin tavan yapmasına neden oldu gerçekten.

Gerçek bir hikayeden yola çıkan film Julianne Moore’un müthiş oyunculuğuyla seyirciye inanılmaz geçen bir yapım olmuş. Normalde oyunculuğunu pek donuk bulduğum Kristen Stewart’ın bile enteresan bir biçimde sırıtmadığı oyunculuklar dışında, hikayenin akışı da kurgu da dinginlikleriyle bu denli etkili olmalarından dolayı gayet başarılıydı.

İzlemenizi tavsiye ederim,

The Fault In Our Stars / Aynı Yıldızın Altındathefaultinourstars

  • Yönetmen: Josh Boone
  • Tür: Dram, Romantik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Shailene Woodley, Ansel Elgort, Nat Wolff
  • Süre: 125 dk

?16 yaşındaki Hazel üç yıldır tiroid kanseriyle boğuşmaktadır ve kanser akciğerlerine de sıçradığı için yanında bir oksijen tüpüyle gezmektedir. Kanserli hastalar için oluşturulan destek grubunun bir terapi seansı esnasında Augustus isimli bir gençle tanışır. Augustus da beyin tümörüyle savaşmış ve bu yolda bir bacağını kaybetmiştir. İkili birlikte zaman geçirdikçe birbirlerine aşık olurlar. Akciğer tedavisi için hastaneye yatırılan Hazel’ın yanından bir an dahi ayrılmayan Augustus, sevgilisinin çok istediği bir hayali gerçekleştirmek için onunla birlikte yola çıkar. Planlarına göre Amsterdam’a gidecek ve Hazel’ın en sevdiği yazar olan Peter Van Houten’i bulmaya çalışacaklardır…”

Kesin bayık bir ergen filmidir, kitabı bestseller bari filmini izleyeyim gibi düşüncelerle izledim fakat ağlamaktan içim dışıma çıktı. Zaten çok zor ağlayan biri olduğum söylenemez ama hikaye gerçekten dokunaklıydı. Üzerine son dönemin en parlak oyuncularından Shailene Woodley’in pek başarılı oyunculuğu eklenince, süresine rağmen amacına hizmet eden bir dram ortaya çıkmış.

İyi seyirler,

The Immigranttheimmigrant

  • Yönetmen: James Gray
  • Tür: Dram, Romantik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Marion Cotillard, Joaquin Phoenix, Jeremy Renner
  • Süre: 113 dk

?1920’lerdeyiz Ewa Cybulski ve kardeşi Magda doğdukları ülke olan Polonya’yı terk ederek New York’un yolunu tutarlar. Ellis Ada’sına geldiklerinde Magda verem hastalığına yakalanır ve karantinaya alınır. Ewa yalnız ve kaybolmuş bir şekilde Bruno’nun ağına düşer , Bruno kadın ticareti yapmaktadır, ve başarılı olmayı da kafasına koymuştur. Kız kardeşini kurtarmak için Ewa bütün fedakarlıklara hazırdır ve fahişelik yapmaya başlar. Bruno’nun kuzeni Orlando’nun gelişiyle birlikte , Ewa kendine güvenini geri kazanır fakat Bruno’nun kıskançlığı onları ölümcül bir deliliğe sürükler…”

Bazı filmlere konsantre olamıyorum. Başrolünde en beğendiğim Phoenix ve Cotillard olsa bile…

Zaten dönem filmlerinde sıkılıyorum, bir de üstüne karanlık atmosfer, sürekli “eeee yani?” diye sorup durduğum sahneler, uzayıp duran bir hikaye… Ben sıkıldım, sizi bilmem…

The Disappearance Of Eleanor Rigby: Them / Aşkın Hallerithedissappearanceof

  • Yönetmen: Ned Benson
  • Tür: Dram, Romantik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Jessica Chastain, James McAvoy, William Hurt
  • Süre: 123 dk

?Conor ve Eleanor aşkla evlenmiş ve beraberliklerini mutlu bir biçimde sürdüren bir çifttir. Ta ki bir gün yine birbirlerine ne kadar yabancılaştıklarını fark edene kadar? Daha önce karşımıza The Disappearance Of Eleanor Rigby: Him ve Her başlıklarında iki ayrı bakış açısına sahip iki farklı film olarak çıkan yapıt, bu sefer çiftin hayatı yeniden keşfedişini subjektif bir bakış açısıyla yeniden beyazperdeye taşıyor.”

Yönetmenin 2013 yılında Him ve Her olarak çektiği iki filmin birleştirilmiş hali olan Them, bu versiyonundaki kurguyla yoruyor olsa da ortalamanın üstü bir senaryoya sahip. İzlenmesi çok gerekli filmlerden değil ama iyi bir ayrılık filmi izleyenlere tavsiye edebilirim…