İki Kişilik Yaz

İki Kişilik Yaz

  • iki kişilik yazDot Tiyatro
  • Yazan: David Greig & Gordon McIntyre
  • Yöneten: Serkan Salihoğlu
  • Oyuncular: Gizem Erdem, Tuğrul Tülek, Özgehan Özturan

35 yaşın keskin virajını dönerken, hayatın denk getirdiği bir adam ve bir kadın. Edinburgh’da bir barda kesişiyor yolları.

Yağmur yağıyor.
Yağmur hiç durmayacakmış gibi yağıyor.
Yağmur hafta sonu boyunca bir kere bile durmayacak.

Helena, boşanma avukatı, şarap dolabının gümüş rengi kapağında yansımasına bakıyor.
İç ses: “Evet, her şeye rağmen hâlâ bu kadına evet derdim.”
Bu gece yalnız olmak istemiyor.

Bob, boşanmış, yasadışı işler peşinde, bedeni düğüm düğüm, her yerinden negatif enerji fışkırıyor, neşelenmek için Dostoyevski’nin Yeraltından Notları’ını okuyor.

Bob ve Helena şu konuda hemfikir: 35, bok gibi bir yaş!
Çünkü insan artık olayın bundan ibaret olduğunu anlıyor.

Desteden sana dağıtılan el bundan başkası değil.
Hayat bize kağıtları dağıtıyor ve görünen o ki oyunu oynamıyoruz bile, sadece kağıtları çevirip elimize bakıyoruz.

Artık sıkıcı olmaya başladı biliyorum ama Dot’un oyunlarına bayılıyorum!  Tuğrul Tülek’in direkt hastasıyım!

Yok sayılabilecek bir dekorda, evden kiliseye, ordan bara, ordan oraya giden bu ikilinin hastası olmamak mümkün değil. Zira iyi oyunlara ve iyi oyunculara büyük saygı ve sevgi besliyorum. Ve Tuğrul Tülek ve Gizem Erdem bütün bu mekanlara bizi götürüp, müthiş bir hikayeyi yaşayarak/yaşatarak anlatıyorlar.

Oyun bitiminde yüzümde hem keyiften bir gülümseme, hem de 35ime az kalmışken aklıma doluşan deli sorulardan dolayı bir endişe hali vardı. Konu itibariyle günümüz kadın-erkek ilişkilerini ve ilişki klişelerinden ayrılıp değişime açık olma durumunu sorgulayan oyun hem pembe bir romantizm, hem en umutsuz yaşlarda bile umut edebileceğiniz yeni şeyler olabileceğini, olabilecek en tatlı hikayeyle ve en tatlı şekilde anlatıyor.

Yazarın Sarı Ay oyununu da daha önce sahneleyen Dot’un, oyuncuların fiziksel performansına dayalı bu iki oyunu da mükemmele yakın çıkardığını düşünüyorum. Resmen İki Kişilik Yaz ile ilgili eleştirebileceğim tek bir nokta bile yok. Bir adam, bir kadın, aşk, müzikler, danslar… 35 yaşına umutla girmek isteyenler başta olmak üzere herkes, bu senenin en iyi oyununu kaçırmasın!

İkiKişilikYazDüğüm

Kısa Kısa #1 – Dot’tan Makas Oyunları 1, Altın Ejderha ve Yüksek

Kısa Kısa #1 – Dot’tan Makas Oyunları 1, Altın Ejderha ve Yüksek

MimarcaSanat’ta artık yeni bir yazı dizisi var. Her gittiğim etkinlikle ilgili minik de olsa notlar alıyorum, fakat hepsini ayrı birer yazıya dönüştürmeye zamanım olmuyor. Ayrıca bazı etkinliklerle ilgili söyleyecek sözüm kısa oluyor. Hal böyle olunca bu tip konularda “Kısa Kısa” başlığı altında yazılar yazmaya karar verdim. Söz konusu yazılar birden fazla eseri, etkinliği ve/ya sanatçıyı içeriyor olabilir, dikkat!

Uyarımı yaptıktan sonra ilk yazının ilk konusuna geleyim: Dot Tiyatro’nun izlediğim son üç oyunu. Artık bildiğiniz üzere Karatavuk ile başlayan Dot maceram hız kesmeden devam ediyor. O oyundan bu yana hemen her oyunlarını izledim. Aşağıda bahsedeceğim üç oyunu da muhtelif zamanlarda izledim ve sonrasında yazılarımı yazmıştım fakat derleyip yayınlamak bugüne kısmetmiş.

Makas Oyunları

makas oyunları

  • Şişman Adam / The Fat Man – Yazan: Anders Lustgarten  – Yöneten: Serkan Salihoğlu – Oyuncu: İbrahim Selim
  • Bazı Şeyler Çok Saçma / Things That Make No Sense – Yazan: Dennis Kelly – Yöneten: Tuğrul Tülek – Oyuncular: Deniz Türkali, Pınar Töre, Enis Arıkan
  • Pankart / A Bigger Banner – Yazan: Mark Ravenhill – Yöneten: Serkan Salihoğlu – Oyuncular: Elvin Aydoğdu / Ezgi Bakışkan, Su Olgaç, Tuğçe Altuğ, Can Şıkyıldız
  • Hassas / Fragile – Yazan: David Greig – Yönetmen: Murat Daltaban – Oyuncular: Tuğrul Tülek

Dot’un bu sezon başladığı kısa oyunları içeren bir seri oyunun adı. 2011’de Britanya’da başlayan “Theatre Uncut” adlı kısa oyun yazma ve okuma projesinde yer alan güncel ve politik oyunları alıp, bütün sezon boyunca sıra sıra sergileyecekler. Seçkin oyun yazarları tarafından yazılan bu kısa oyunlardan Şişman Adam, Bazı Şeyler Çok Saçma, Pankar ve Hassas adlı dört tanesini içeren Makas Oyunları 1’in sanat yönetimi, Dot’un kurucularından Murat Daltaban’a ait.

15’er dakikadan oluşan oyunlardan ilki Şişman Adam (The Fat Man), pek sevdiğim Oyuncu İbrahim Selim tarafından sahnelendi. Kapitalizmi simgeleyen şişman adamın ne olduğunu, nasıl yaşadığını ve ona karşı neler yapmamız gerektiğini anlatan oyun, açılışı yaptı. Peşinden Deniz Türkali, Pınar Töre ve Enis Arıkan’ın yer aldığı, suç işlediğine dair bir kanıt olmadığı halde suçlanan bir kadını anlatan Bazı Şeyler Çok Saçma (Things That Make No Sense) geldi. Üçüncü oyun, Pankart ( A Bigger Banner), Serkan Salihoğlu yönetimindeki genç oyuncularla, 50lerdeki bir öğrenci hareketi ile günümüzü bağdaştırarak “devrim hayali” üzerine yoğunlaştı.

Bu üç oyunda da metinlerin yetersiz olduğunu düşünüyorum zira başlık olarak kapitalizm, suçsuz suçlular ve devrim hayali konuları verilse, herkesin benzer tekstleri yazabileceğini düşünüyorum. Hep konuşulan klişe cümleler ve derinliği olmayan kara mizah Dot’un bu zamana kadar sahneledikleri ile uzaktan yakından alakalı değildi. Dot oyunlarının sonunda, kafamda deli sorularla salondan ayrılmaya alışık olduğumdan, bu oyunlar bana pek yavan geldi. Ve metinlerde duyduğum bu sıkıntı, daha önce bayıla bayıla izlediğim oyuncuları da tutuklaştırmış gibi hissettim.

makas oyunları2Dördüncü oyun ise, diğerlerine göre daha üstündü. Tuğrul Tülek’in hayat verdiği bir karakterle, genellemeden nispeten daha uzak durarak, özel bir durumu ve karakteri anlatıp empati kurmamızı sağlayan Hassas (Fragile) çok daha ilgi çekiciydi. Bütçe kesintileri nedeniyle kapanan bir kliniğin hastası olan Jack’in terapistinin evine gitmesini ve dünya düzeninde insana verilen değeri sorgulamasını anlatan oyunu baştan sona mükemmel götüren Tülek, bir bölümü seyircilere oynatarak, katılımımızı da sağladı. Doktor karakterinin konuşmalarına, hep bir ağızdan biz seyirciler can verdik. Değişik bir deneyimdi, yalnız replikleri takip edeceğim diye oyuna konsantrasyonum bozuldu ne yalan söyleyeyim.

Son oyun dışındaki oyunları pek beğenmediğim Makas Oyunları 1’in sahne tasarımı ise hoştu. Farklı yüksekliklerde ve renklerdeki platformların hem görseli güzeldi, hem de oyuncular çok verimli bir şekilde kullandıklarından işlevseldi. Ayrıca yine müzik kullanımı ve ışık düzeni başarılıydı. Artık Dot’tan beklentilerim, özellikle geçen seneki Sarı Ay (Yellow Moon)‘dan sonra, çok çok yükseldi. O nedenle başarılardan kısa, beklentilerimi karşılamayan şeylerden ise uzun bahseder oldum sanırım. Fakat görüldüğü üzere her zaman oyunlarından çok etkilendiğim Dot’ta bu sefer Hassas oyunu dışında herhangi bir etki alamadım. Bu yüzden de ikincisine gidip gitmemekte kararsızım.

Altın Ejderha / Der Goldene Drache 

altınejderha

  • Yazan: Roland Schimmelpfenning
  • Yöneten: Serkan Salihoğlu
  • Oyuncular: Deniz Türkali, Köksal Engür, Ece Dizdar, Enis Arıkan, Saim Karakale

“Oyun bir apartmanın en alt katındaki Altın Ejderha, Çin-Thai-Vietnam lokantasında geçer? Mutfakta Uzak Doğulu aşçılar durmadan yemek pişirirler. Aralarındaki en genç çocuk orada kaçak olarak çalışmaktadır? Çocuğun diş ağrısıyla başlayan oyunda apartmanın farklı katlarında yaşayan ve tamamen farklı hayatlara sahip olan tüm komşuları tanırız? Balkondaki yaşlı adam ve torunu, Çatı katında oturan genç çift, Bir kat aşağıda; bir kadın ve erkek arkadaşı Altın Ejderha?nın yanındaki bakkal? Herkes hayatından farklı bir şey bekler, herkes başka biri olmak ister, herkes Altın Ejderha?da yemek yemeye devam eder?”

Dot Tiyatro’nun ülkemiz tiyatro tarihinde nasıl bir yere sahip olduğunun şu anda farkında mıyız? Tam emin değilim. Zira Türkiye’de yapılmayanı yapma, henüz görmediğimiz, bilmediğimiz metinleri ve tarzları bulup, kötü bir kopya değil daha da iyi ve modern bir şekle sokma konusunda her geçen zaman kendini daha da geliştiriyor.

Roland Schimmelpfenning’in yazdığı, Serkan Salihoğlu’nun yönettiği Altın Ejderha, bir apartmanın en alt katındaki Çin-Thai-Vietnam lokantasının adı. Ve oyun, o lokantada kesişen hayatları kapitalist düzen ve  kaçak işçi konularının eleştirileriyle birlikte seyirciye anlatıyor.

Oynayan beş oyuncunun maksimum performans gösterdiği tek perdelik oyun, takip edilmesi zor bir hızla aktı. Fakat sürekli karakter değiştiren oyuncular, öyle güzel altından kalktılar ki bu işin, bazen hızdan yorucu olsa da derin konuları keyifli bir seyirlik haline getirdiler.

Bu sezon tekrar oynarlar mı bilmiyorum ama şansınız olursa kaçırmayın derim.

Yüksek / Overspill 

  • yüksek2Yazan:Ali Taylor
  • Yöneten: Tuğrul Tülek
  • Oyuncular: Mehmetcan Mincinozlu, Onur Öztay, Aykut Akdere

 “Baron, Pıt, Çakı. Üç çocukluk arkadaşı. Aynı okula gitmiş, aynı mahallede büyümüşler,  aynı takımı tutuyor,  aynı müzikleri dinliyor, adeta tek vücut olmuş gibi yaşıyorlar. Her Cuma gecesi birlikte dışarı çıkıp, o mekandan bu mekana geçer, kalabalığa karışır, içer, eğlenir, sarhoş olurlar?

O gece, ?hikayeleri? yine her zamanki gibi devam ederken, şehirde patlamalar başlar. Üç ?Panpa??nın gittikleri ve hatta içinde bulundukları mekanlar teker teker  yok olur.  Şehirde paranoya artmaktadır? Baron, Pıt ve Çakı suçlunun peşine düşer, istedikleri tek şey onu yakalamak ve hikayelerini eski haline döndürmektir. Kahramanlarımız ?hikayeyi? değiştirmeye çalıştıkça geri dönüşü olmayan bir yola girer? ?Hikaye? gittikçe büyür, ağırlaşır ve derin bir karanlığa doğru gider.”

Tuğrul Tülek elini attığı her işte bir farklılık yaratıyor ve başarısını hep bir üst kademeye taşımayı başarıyor. Yüksek’de bu başarılarından biri.

Yine bildiğimiz anlamda, tefrişli-dekorlu sahne düzenlemesi yok. Çok başarılı ışıklar ve müzikler dışında koca bir alan ve 3 oyuncu. Fakat metin o kadar iyi yazılmış ve düzenlenmiş ki, oyuncuların anlatımıyla tüm seyirciler Taksim’de hissettik kendimizi. Tülek’in cümleleriyle; “Oyun, her birimizin kendi hikayesi olduğunu fakat bizim dışımızda akan hayat içinde ne yazık ki kendimizi istediğimiz gibi yaşayamadığımızı ve anlatamadığımızı irdeliyor. “du ve bunu hepimizin bildiği sokaklar ve mekanları kullanarak yaparak, hikayenin “gerçek” hissiyatını içimize işliyordu.

İzleyeli bir hayli zaman geçti ama düşünüyorum da oyunda olmamış diyebileceğim hiçbir şey yoktu. Oyunculuklar, metin, koreografi, ışık, reji…

Tuğrul Tülek’in yeni işlerini merakla bekliyor ve takip ediyorum.

Dot’un Fiziksel Tiyatro Oyunu: Supernova – Beautiful Burnout

Dot’un Fiziksel Tiyatro Oyunu: Supernova – Beautiful Burnout

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Bryony Lavery
  • Yöneten: Murat Daltaban
  • Oyuncular: Cemil Büyükdöğerli, Hakan Kurtaş, Berrak Kuş, Ünal Silver, Pınar Töre, Tuğrul Tülek, Emre Yeti

Dot tiyatroyu 3-4 senedir büyük bir ilgiyle takip ediyorum. In yer face (yüzüne tiyatro) akımını ilk olarak Dot’ta izleyip benimsemiştim. Mısır Apartmanındaki o siyah kutu sahnede izlediğim 2 oyun da, beklediğimin çok üstünde performanslara ev sahipliği yapıyordu.

Sonraları oynamaya başladıkları Maçka G-Mall ise benim için tarifsiz bir mekan haline geldi. Her Dot oyunundan önce mümkün olduğunca erken gidip, önce bir D&R turu, sonra Numnum’da ya da Dot’un kafesinde bir yemek ve sonra tiyatro ziyafeti. Otoparkı da var. Daha ne olsun!

Bu seferki ritüel, Bryony Lavery’nin orjinal gösteriminden sonra dünyada ilk kez oynanan ikinci versiyonu Beautiful Burnout’u izlemek içindi. Her zamanki siyah kutu salonun ortasında koca bir boks ringi duruyordu. Açıkçası Barış Dincel’in sahnenin tasarımını yaptığını öğrendiğimden beri bir hayli korkuya kapılmıştım fakat her zamanki gibi yaratıcılıktan uzak olmasına karşın, sade bir sahne tasarlamıştı. Işıktan (görünmez) iplerle çevrili sahnenin ortasında kocaman bir ışık panosu vardı, ve oyunda bu panonunun etrafından yazılar aktı. Bir hayli yüksek panodaki yazıları okumak dikkatimi dağıtsa da, oyunun güzel birçok özelliğinin yanında ufak bir kötü detaydı.

Bir grup gencin, boks tutkularıyla birlikte kurdukları hayalleri anlatan oyun Uygur Yiğit’in muazzam müzik seçimleri, Tan Temel ve Sernaz Demirel’in kareografileri ve oyuncuların müthiş boks performansları ile oldukça zirvedeydi. Tüm oyuncuların 1,5 yıl boyunca boks dersleri alarak oluşturdukları fiziksel disiplin daha önceki Dot oyunlarından aşina olduğum bu oyunculardaki değişimi fark edilir kılmıştı.

Cemil Büyükdöğerli ve Tuğrul Tülek yine üstlerine düşeni fazlasıyla yapmışlardı. Pınar Töre geçirdiği fiziksel değişim bir yana, oynadığı karaktere tamamen dönüşmüş olmasıyla ve Hakan Kurtaş salt final sahnesindeki mükemmel performansıyla alkışı hakediyordu. Ünal Silver, diğer oyuncuların hareket ve enerjisine karşın elinde taburesiyle kurduğu oyun dengesiyle ve sesiyle muhteşemdi. Berrak Kuş, bence genç anne rolüne göre fazla minyon ve cılız kalmıştı. Daha önce izlediğim performanslarında kendisini çok beğenmiş olsam da, bu oyundaki rolünün, kendisinin fiziksel durumuna yakışmadığını düşündüm. Emre Yeti ise, artık başka bir rolü oynayamacağına emin olmakla birlikte, her zamanki ezik, sesi çıkmayan ve anlaşılmayan kişi rolünde vasattı.

“In-yer face” akımından sonra “Fiziksel tiyatro” akımını da bizlere sunan Dot’un, oyunun geneline ve oyuncuların duygusal rolle birlikte verdikleri fiziksel çabaya bakarak oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Benim gözüme takılan olumsuzluklar ise Dot’un hep çıtayı daha yükseğe taşımasından kaynaklı…

Sahnede terlerinin son damlasına kadar oynayan oyuncuları mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Mehmet Turgut imzalı tanıtım fotoğrafı

Bir Aile Trajedisi: Öksüzler

Bir Aile Trajedisi: Öksüzler

öksüzler

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Dennis Kelly
  • Yöneten: Tuğrul Tülek
  • Oyuncular: Gizem Erdem, İbrahim Selim, Yusuf Akgün

Evliliklerinde hiçbir sorun yokmuş gibi görünen genç bir çift, evlerinde bir kutlama yemeği yemektedir. Kadının erkek kardeşi üstü başı kan içinde eve gelir, sokakta başına gelenleri anlatmaya başlar. Genç adam sokakta olanları anlattıkça hikayesi karmaşıklaşır, boşluklar şüpheleri arttırır ve bütün aile büyük bir trajediye doğru sürüklenir.

Dennis Kelly’nin yazdığı Öksüzler bu sene izlediğim ilk Dot oyunu. Diğer Dot oyunlarına göre görünürde en az şiddet içeren oyun olan Öküzler, anlattıklarıyla aslında şiddetin en uç noktalarından birine, oyunun başından sonuna doğru tırmanıyor.

Son dönemlerde izlediğim en başarı sahne ışığı çalışmalarının bulunduğu oyun, gölgeleri de oyunun bir parçası haline getiriyor. Hele final sahnesindek o ışık kullanımı… Afiş tasarımı da bu ışık çalışmalarıyla bağdaşacak şekilde yapılmış. Oldukça başarılı.

Oyunculuklara gelince, son olarak yine bir Dot oyunu olan Malafa’da izlediğim İbrahim Selim çok çok başarılıydı. Yine daha önce bir Dot oyununda izlediğim Gizem Erdem ise mükemmelin üzerinde bir başarı sergiledi. Fakat ismini Adını Feriha Koydum dizisi ile duyuran Yusuf Akgün, diğer iki oyuncuya göre çok formsuzdu. Karakterin derinliğini bizlere anlatamadı. Oynadığı karakterin zekasında problemler mi var, yoksa normal birimi anlayamadım.

Fakat her zamanki gibi beni etkilemeyi başaran Dot’un oyunlarını büyük bir merakla takip etmeye devam edeceğim. Zira özel tiyatroların çıtasını yükselttiği ve genç oyunculara bu kadar önemli görevler verdiği için, tüm oyunlarını çok önemsiyorum.

Not: Oyunda telefonu 5 dakika boyunca çalan, elindeki pet şişeyi büzüştürüp garip garip sesler çıkararak içen ve saçma sapan kahkahalarıyla bütün konsantrasyonumuzu bozan kişiler, lütfen ya tiyatroya gelmeyi kesin, ya da oyunları adabıyla izleyin.

Malafa

Malafa

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Hakan Günday
  • Yöneten: Murat Daltaban
  • Oyuncular: BERRAK KUŞ , CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, EMEL ÇÖLGEÇEN, ELVİN AYDOĞDU, İBRAHİM SELİM, MERT CAN SEVİMLİ, ONUR ÖZTAY, PINAR TÖRE, RIZA KOCAOĞLU, TUĞRUL TÜLEK

Malafa, Dot’un 17.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için hazırlanmış ve 28 Mayıs 2010’da festival kapsamında prömiyer yapmış oyunu.

Yazar Hakan Günday’ın kendisi tarafından oyunlaştırılan ‘Malafa’, “Kara Tavuk” ve “Pornografi” oyunlarında tarafımdan tam puan almış Dot Tiyatrosu’nun Mısır Apartmanındaki o müthiş ‘karakutu’ sahnesinde oynanıyor.

Gittiğim diğer iki oyunundan fevkalade zevk aldığım grup, yüzüne tiyatro anlayışını meşhur İngiliz oyunları ile yapmaktaydı. Sezon açılışında Türk bir yazarın oyunu olduğunu duyduğumda hem şaşırmış hem de büyük bir önyargı ile beklentilerimi aşağı çekmiştim. Fakat izlediğim oyun milliyetçi duygularımın kabarmasına neden oldu.

İnsanı içine çeken bu oyun başlangıcında yeni sahne düzeni ile şaşırttı. Kara kutumuzda bu sefer sahne ortadaydı ve seyircileri karşılıklı oturtacak şekilde bir düzen vardı. Ve tam bir buçuk saat boyunca kan ter içinde kalarak müthiş performans gösteren oyuncular iki seyirci grubuna birden hakim olmayı başardılar.

Murat Daltaban, Engin Alkan ile beraber benim gönlümdeki yönetmenler bölümüne bu oyunun sonunda tamamen yerleşti. Daltaban, seyirciyi nasıl oyunun içine dahil edeceğini ve nasıl büyüleyeceğini çok iyi biliyor. Dot’un izlemediğim iki oyunu “Punk Rock” ve “Alışveriş ve Sikiş”i en kısa zamanda izleyeceğim.

Oyuncular her zamanki Dot oyunlarında olduğu gibi müthiştiler. Enerjileri müthişti. Yakınlarda izlediğim ‘Başka Dilde Aşk’ filmindeki dramatik adamı ve ‘Mükemmel Çift’ dizisindeki gay rolünü oldukça başarılı bir şekilde canladıran Tuğrul Türek, Malafa’da Topaz Jewellery’nin tezgahtarlarından biri. Oyunun en enerjik oyuncusu ve bir nevi anlatıcısıydı kendisi. Ter içinde kaldı sahnede, emeğine sağlık, çok başarılıydı.

‘Pornografi’ oyununda hayran kaldığım, ‘Kavak Yelleri’ dizisi ile haklı bir üne kavuşan Cemil Büyükdöğerli, yine gözleriyle oynadı. Yine hüzünlere götürdü, yine süperdi.

Son olarak ‘Ezel’ dizisinde çizdiği psikopat portresiyle herkesi etkileyen Rıza Kocaoğlu, fiziğini rolün içine sokabilmesi ile beni benden aldı. Elleri, gözleri, hareketleri karakterine inanılmaz bir derinlik kattı.

Ve müthiş sesli adam İbrahim Selim… Oyunu yukarılardan aldı, ayaklarını yere bastırdı. Anlatılan kara komedinin gerçek olduğunu hissettirdi. Tüm ekip ve oyuncular inanılmaz başarılılardı.

‘Malafa’ beni daha önce okumadığım için su anda çok pişman olduğum yazar Hakan Günday ile tanıştırdı. Hemen kitapları alına ve okunula.

Yeni bir Dot oyununa kadar bu oyunun verdiği haz bana yeter. Herkese kesinlikle tavsiye olunur.

Konusu:

Topaz Jewellery Center, Türkiye?nin en büyük kuyumcusudur.

Her biri yedi yüz metrekare olan dört katta, tonla mücevher alıcılarını bekler. Alıcılar, turistlerdir.

Satıcılara ise tezgâhtar denir.

Malafa, turistlerle tezgâhtarların çarpışmasını anlatır.

Bu çarpışmada havaya saçılan altın tozlarının ışığında atılan bin bir tezgâhı anlatır.

Topaz?da tezgâh, hayattır. Satmak için her şey yapılır. Şiddetten şehvete kadar, bütün yollardan gidilir.

Yol kalmayınca yenisi açılır…

Malafa, satmanın ve satın almanın öyküsüdür.

Satmak için kendilerinden vazgeçenlerin, satın almak için kendilerini kaybedenlerin öyküsü.

İnsanların değil, ancak paranın yolculuğu olan turizmin öyküsü.

Tezgâhtarların sattıkça, sattıkları mallara dönüşmeleriyle ilgili.

Turistlerin satın aldıkça, nefret ettikleri iş hayatlarından intikam almalarıyla ilgili.

Malafa, her şeye inanmak için valizini toplamış olanla, her şeye inandırmak için yatağından kalkanın karşılaşması.

Topaz adındaki dev kuyumcuda mücevherler küçük bir ayrıntı.

Önemli olan, içine her şeyin dahil olduğu ?tatil? adındaki zaman diliminde, turisti, şehvet, şiddet ve eğlenceye boğmak.

Önemli olan, gerçek hayatla turistin arasına, altından bir duvar örmek.

Önemli olan ne varsa unutmak isteyen turiste, bir tezgâhın ardından, hayatının gösterisini sunmak.

Sonra da bütün bunların bedelini ödemek için yanında para yoksa taksit yapmak.

Satmak, daima satmak.

Sattıkça delirmek.

Delirdikçe de satın almak.