İstanbul Modern’e Kavuştuk!

İstanbul Modern’e Kavuştuk!

Nihayet, “Türkiye’nin ilk modern ve çağdaş sanat müzesi” İstanbul Modern’imiz -kent suçu Galataport’un içinde olsa da- kapılarını açtı. 

Her zaman seçkisini sevdiğim ve mutlaka her gittiğimde bir yeni sanatçıyla beni tanıştıran müzemize maalesef artık bir değil iki güvenlikten geçerek, herhalde dünyada bir ilk olarak ‘duvarlarla çevirili bir meydan’dan giriyoruz.

Artık üzerine çok konuşulduğu için aynı şeyleri uzun uzun söylemeyeceğim ama; müzenin yine boğaz kenarında olması, eski antrepo günlerine referanslı seçimlerin (malzeme, form… vb.) olması, içinde ücretsiz ve müzenin açık olduğu her gün kullanılabilen küçük de olsa bir kütüphanesinin olması, sergi alanlarının sadeliği, mekansal boyutlar ve yansıma havuzlarıyla terası olumlu bulduğum şeyler.

Emre Erbirer’in tanımıyla ‘lüks ve vasatın Orta Doğu estetiğinde bir araya geldiği karma bir kompleks’ olan Galataport’un içinde olması, kamusal bir mekana iki güvenlikten geçerek giriyor olmamız, girişte kilitli dolaplı (locker) bir sistemin olmaması ve onun yerine alt kattaki vestiyere gitmek durumunda olunması, alt katın (sanıyorum konferans salonu nedeniyle) asma kat anlamına gelen mezzanine kat olarak anılması, müze mağazasının ultra aşırı çok pahalı olması (bir bez çanta 1.ooo TL – 37 USD! civarında), restoranın müzenin göbeğinde kalması (eski müzede yeri çok daha uygundu) ve tanımsız (ama bizi ihtimallere açan bir tanımsızlık değil!) alanların çokluğu ise ilk bakışta gözüme çarpan olumsuzluklar.

Mimariyi bir yana bırakıp serginin içeriğine gelecek olursak, kalıcı sergide bildiğimiz eserler vardı. Eski dostları yeniden görmek gibi oldu bazı buluşmalar. Bir de belki yeni olmasa da bu sefer çok ilgimi çekenler oldu. Bu yazıda biraz onlardan bahsetmek isterim.

Nezahat Ekici‘yi ben bu zamana kadar nasıl hiç keşfetmedim bilmiyorum! Blind adlı 2007’den bu yana sergilediği performansının bir videosu vardı sergide. Pek değerli performans sanatçısı Marina Abromoviç‘in öğrencisi olduğu her halinden belli olan, izleyenleri rahatsız eden ama bir yandan da bir kurtuluş hikayesine dahil eden bu performans etkileyiciydi. Sanatçının başka işleri de sergi kapsamında görülebiliyor.

Taner Ceylan‘ın ve Sarkis’in eserlerini görmek her zamanki gibi güzel bir deneyimdi. (Sarkis’in Arter koleksiyonundaki işleri Şubat 2024’e kadar Arter’de yeni bir sergi ile sergileniyor!)

Alidja Kwade‘nin Hypothetical Figure III isimli yapıtı, uzay-zamanda iki farklı noktayı birbirine bağlayan yollar olabileceğini öne süren Solucan Deliği teorsini çıkış noktası olarak alıyor ve borular içinde zamanda yolculuk yapan sert granit un ufak oluyor. Zamanın geçiciliği ve her şeyin birbiriyle görünmez bağları olduğunu vurgulamayı amaçlayan yapıt boyutu ve konumuyla müzede oldukça dikkat çekiyor.

Son olarak 2002 yılında Abdülmecit Efendi Köşkü’nde düzenlenen “İsmi Lazım Değil” sergisinde Pneuma isimli çalışmasını gördüğüm sanatçı Hera Büyüktaşçıyan‘ın, İstanbul  Modern’de 4 farklı platform üzerinde sergilenen Sonsuz Takımadalar Üzerine Bir Çalışma isimli çalışması yer alıyor. Birbirinden uzak mekan ve zamanlara ait yapı parçalarını, altlarına eklediği insan ayaklarıyla ait oldukları zamandan bağlamsızlaştırıp yeni bir yolculuğa çıkarmayı hedefleyen sanatçı, istediği o “canlanmış” etkiyi fazlasıyla sağlıyor. Bir araya gelip buluşmadalar gibi duran bu ‘canlı’ ve ‘ayaklanmış’ nesneler, her an yeni hayatları için başkaldıracak gibiler.

Fotoğraf: Mimarca Sanat | 21/09/2023

Fotoğraf: Mimarca Sanat | 21/09/2023

Dipnot: Cidden Galataport’un planlaması ve proje kararlarını konuşmaya başlasak sabaha kadar sürer ama bunu söylemeden geçemeyeceğim. Müzeyi bir şehir plancı ile birlikte gezip, bir noktada da meydana bakan bir cephede oturunca, meydanın tasarımı üzerine biraz konuştuk. Ana yaya akslarını yakalayamayışı, araç ve yaya yoluyla ilişkisinin olmayışı, hemen yanı başındaki Tophane Kasrı ve Nusretiye Cami ile bir duvarla ilişkisinin koparılışı, o duvarın meydanı kamusal alandan ayırması ve güvenlikle içeri giriliyor olunması gibi bir takım eleştirilerimizi sıraladık. Merak ettim, eve gelince Salt’ın arşivinden Pervititch haritalarına baktım.

İnsan üzülmeden edemiyor, bu kocaman alanı baştan yaratırken şu meydanı açamayacak kadar mı parasızdık veya paraya düşkündük! 1927’deki planda görüldüğü üzere bu alan şimdiki Meclis’i Mebusan Caddesi’nden denize kadar açık. Yani caddeden itibaren denizle ilişki kurabiliyorsunuz. Kasrın bahçesi, yanındaki denize kadar uzanan aks, iki yanındaki camiler, sancak kulesi, çeşme ile tüm alan ilişki halinde.

Bu ülkenin bu meydan beceriksizliğinin yıllar geçtikçe kötüye gidiyor olması gerçek bir inceleme konusu. Politikasıyla, değişen kültürüyle, mülkiyet konusuyla, güvenlik sorunlarıyla (korkutmasıyla!) ve ekonomisiyle çok derin bir analiz gerektiği kesin!

 

ArtInternational’da Beğendiklerim ve Keşfettiklerim

ArtInternational’da Beğendiklerim ve Keşfettiklerim

Çağdaş sanat başlı başına ilgimi çeken bir konu olduğundan fuar haberini alır almaz gitmeyi düşünmüştüm. Taner Ceylan, Anish Kapoor, Maria Abromoviç isimlerini duyuncaysa gitmek görmek farz oldu.

Daha önce Haliç Kongre Merkezi’nde konserler izlemiştim fakat ilk defa bir fuar-sergi için mekana gittim. Öncelikle Haliç Kongre Merkezi’nin İstanbul’un benim için ulaşımı en keyifli mekanlarından biri olduğunu belirtmek isterim. Üsküdar’dan Haliç hattına binip Sütlüce İskelesinde indikten sonra 5 dakikalık yürüme mesafesinde ulaşılabiliyor. Üstelik Haliç kıyısında olduğundan fuar aralarında dinlenmek ve manzaraya karşı oturmak çok keyifli.

Fuarın ulaşım ve mekan seçimini övdükten sonra, ücretini de övmek isterim. Zira bu denli çok, kapsamlı ve güzel eseri bir arada görmek için makul bir fiyatı konulmuştu. Tek beğenmediğim yanı ise ışıklandırma oldu. Cepheye yakın galerilerde gün ışığının patlamaları rahatsız ediciydi. Diğer galerilerde ise bazı spotlar eserleri düzgün görmeyi engelliyordu.

Neyse bu detaylar mühim değil. Önemli olan konuya gelelim: Galeriler, sanatçılar ve eserler!

Uzun yıllardır gittiğim fuarlar arasında en çok eser beğendiğim fuar olarak aklıma kazıldı ArtInternational 2014. Gerçekten her galeri çok özenli parçalar getirmişti ve fuarı gezen kitlenin tüm bu özene ilgisi büyüktü. Ben de her seferinde olduğu gibi beğendiklerimi, araştırmak istediklerimi, gördüğüm detayları fotoğrafladım ve not aldım. İşte fuarda en beğendiklerim:

  • Taner Ceylan‘ın ne büyük bir hayranı olduğumu artık blogumu takip edenler biliyorlardır. Fuarın iç mekan girişindeki ilk galeri, Taner Ceylan’ın 4 eserinin sergilendiği Paul Kasmin Gallery (Newyork) idi. Ceylan’ın ilk heykeli olan MoonTale küçük boyutları ve detaylarıyla çok ilgi çekiciydi fakat Ceylan’ın o müthiş yeteneği olan iç içe geçmiş geyik ve adamların olduğu Cyparissus adlı karakalem çalışmaya bakmaya doyamadım.

  • Singapurlu sanatçı Donna Ong‘un kağıtlarla bir ışık kutusunun içine yaptığı Gift adlı eseri Galeri Krinzinger (Vienna) tarafından sergilenmekteydi. Japon sanatçı William Farquar tarafından 1800lü yıllarda yapılmış bir resimden yola çıkarak hazırlanan bu çok katmanlı ormanı oldukça sevdim.

Donna Ong ,Gift, 2014 -  çin mücevher kutusu, kağıt, akrilik ve ışık kutusu - 30 × 20 × 20 cm

Donna Ong ,Gift, 2014 –
çin mücevher kutusu, kağıt, akrilik ve ışık kutusu – 30 × 20 × 20 cm

  • Bu sene fuara gelen işlerde ayna ve parlak malzemelerin kullanımı çok yaygındı. Ayna kullanımları içinde ise Barbarian Art Gallery (Zürich)’de sergilenen Irina Polin‘e ait eser çok ilgimi çekti. Sanatçının Manfredi serisinden olan bu fotoğraf baskının arkasına ayna konulmuştu ve açılan delikler esere çok değişik bir boyut katmıştı. (Ayrıca açılan deliklerden çıkan parçalar çerçevenin altında bırakılmıştı.)

Irina Polin, Miss Comfort Miss, 2013-4 - perfore edilmiş baskı, ayna ve çerçeve - 117x90cm

Irina Polin, Miss Comfort Miss, 2013-4 – perfore edilmiş baskı, ayna ve çerçeve – 117x90cm

  • Hangi galeri kapsamında olduğunu bilmediğim fakat teknoloji-sanat kesişiminde beni çok etkileyen işlerden biri Pascal Haudressy‘e aitti. Sanatçının Narcissus adlı eserinde dijital ortamda yaptığı insan figürleri ekranda hareket ederken, çizgilerin değişimini izlemek keyifliydi.

Pascal Haudressy, Narcissus, 2010 - dijital

Pascal Haudressy, Narcissus, 2010 – dijital

  • Yine dijital işlerden dikkatimi çeken bir diğeri Lisson Gallery (London, Milan, Newyork) ‘de bulunan Julian Opie‘ye ait çalışmaydı. Devam eden bir animasyon olan 55inç LCD ekranda gördüğümüz Imogen adlı çalışmadaki kızın yüz ifadeleri değişiyordu.

Julian Opie, Imogen, 2013 - animasyon, bilgisayar ve 55' LCD ekran - 121.9x69,2x10,8 cm

Julian Opie, Imogen, 2013 – animasyon, bilgisayar ve 55′ LCD ekran – 121.9×69,2×10,8 cm

  • Hosfelt Gallery (San Francisco) ‘de bulunan Emil Lukas‘a ait Moderate Cling isimli çalışmada, boyalı ahşap pano üzerinde iplerle oluşturulmuş bir doku çalışması vardı. Oldukça ince ve emekli bu eser boyamadan ötürü derinlikli, iplerden dolayı ise dokulu gözüküyordu. Bu çelişki oldukça hoş bir tezat oluşturmuştu.

Emil Lukas , Moderate Cling, 2014 - ahşap ve ip - 91.4 × 71.1 × 8.9 cm

Emil Lukas , Moderate Cling, 2014 – ahşap ve ip – 91.4 × 71.1 × 8.9 cm

Emil Lukas , Moderate Cling, 2014 - ahşap ve ip - 91.4 × 71.1 × 8.9 cm

Emil Lukas , Moderate Cling, 2014 – ahşap ve ip – 91.4 × 71.1 × 8.9 cm

  • Yine Hosfelt Gallery (San Francisco) ‘nin bölümünde bulunan hiperrealist sanatçı Patricia Piccinini‘nin görünce dehşete düşüren, dokunmak-dokunmamak arasında gidip geldiğim eseri Atlas! Sinir bozucu derecede gerçek deriye benziyor ve canlı gibi geliyor.

Patricia Piccinini , Atlas , 2012 - silikon, fiberglas, insan saçı ve boya - 84x54x50 cm

Patricia Piccinini , Atlas , 2012 – silikon, fiberglas, insan saçı ve boya – 84x54x50 cm

  • Artık herkesin tanıdığı, son dönemin en popüler sanatçılarından Liu Bolin‘in fon içinde kaybettiği adamları fotoğrafladığı serisi Hiding In The City ‘den bir eserinin de bulunduğu  Galerie Paris-Beijing (Paris, Brussels & Beijing)’in bölümünde ayrıca Hwan-Kwon Yi’nin Ali & Zehra adlı çalışması da vardı. Bir açıdan bakıldığında 3 boyutlu gibi gözüken fakat aslında 2 boyutlu olan heykelleri gerçekten görülmeye değerdi.

 

Yi Hwan-Kwon, Ali & Zahra , 2010 - 115,9x86,06x35,89 cm

Yi Hwan-Kwon, Ali & Zahra , 2010 – 115,9×86,06×35,89 cm

  •  Edouard Malingue Gallery (HongKong)’de sergilenen ve fuarın dikkat çekici heykellerden biri olan Stone of Madness, sanatçı Fabien Merelle‘nin eseri.

Fabien Me?relle, Stone of Madness, 2014 - 70 x 20 cm

Fabien Me?relle, Stone of Madness, 2014 – 70 x 20 cm

  • İsveçli sanatçı Assa Kauppi‘nin 7 çocuğu yüzme yarışına başlamadan önce heykelleştirdiği The Race is Over isimli çalışmasındaki gerçeklik ve enerji görülmeye değerdi.

Assa Kauppi, The Race is Over , 2011 - bronze ve granit kaide - 60 cm yüksekliğinde

Assa Kauppi, The Race is Over , 2011 – bronze ve granit kaide – 60 cm yüksekliğinde

  • Deweer Galery (Otegem) ‘nin sergilediği eserlerden olan ve Stephan Balkenhol‘a ait ahşap-rölyef çalışmaların derinliği, işçiliği ve sadeliği oldukça hoşuma gitti.

Stephan Balkenhol, Relief Frau, 2014 - boya ve ahşap - 80x60 cm

Stephan Balkenhol, Relief Frau, 2014 – boya ve ahşap – 80×60 cm

  • Tornabuoni Art Gallery (Florence, Milan & Paris)’de sanatçı Francesca Pasquali pipetler ve grapon kağıtları ile yaptığı tasarımları vardı. Bulunabilecek en basit malzemelerden oluşturduğu çalışmalar çok hoş görünüyordu.

  • Son olarak Mario Mauroner Contemporary Art Gallery (Salzburg & Vienna)’de bulunan Jan Fabre‘nin kafataslarının dikkat çekici olduğunu belirtmeliyim. Bok böceğinin kanatları, polimer ve gerçek dondurulmuş hayvanlarla oluşan koleksiyon değişikti.

Jan Fabre, Skull, 2010 - bok böceği kanatları, polimer, dondurulmuş hayvan - 28x23x19 cm

Jan Fabre, Skull, 2010 – bok böceği kanatları, polimer, dondurulmuş hayvan – 28x23x19 cm

Bu senekine gidemediyseniz bile seneye mutlaka kaçırmayın derim.

Sanat dolu günler dilerim…

Dünyaca Ünlü Ressamımız: Taner Ceylan

Dünyaca Ünlü Ressamımız: Taner Ceylan

Yurt dışında müthiş sergiler açan, ismi ve tabloları ülke sınırları dışında çok popüler olan fakat ülkemizde yeterince tanınmayan, yaşayan en pahalı Türk ressamı Taner Ceylan…

Almanya’da doğan ressam, 1991 yılında  Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun. İstanbul’da yaşıyor, üçü Almanya biri Newyork’ta olmak üzere 10 kişisel sergi gerçekleştirmiş.  Homoerotizmi resimlerine taşıyan ressam, kariyerinin ilk yıllarında  çok sıkıntı çekmiş. Galerilere kabul edilmemiş, kimseyle çalışamamış. Kendi çektiği fotoğrafları kendi gerçekleriyle birleştirip fotoğrafa yakın görsellikte yağlı boya tablolar yapan Ceylan, şu sıralar 2011-Londra ve 2012-NewYork sergilerine hazırlanıyor.

Ceylan’ın tabloları sevilmeyebilir, pornografik ve rahatsız edici bulunabilir, fotoğrafı tuvale kopyalamak sanat değildir denebilir… Ama kabuğunu yırtmakta çok zorlanan ülkemizde, bu işleri yapma ve sergileme cesareti gösterebilmesi benim gönlümde Taner Ceylan’ın yerini yüceltmiştir. Tabii ki bu konuda kendisi ilk değildir ama genç, özgür ruhlu, özgür düşünceli sanatçılar için kalıpların dışına çıkabilme gücünü verdiği için tebrik ediyor, yeni çalışmalarını merakla bekliyorum.

Sanatçıyle ilgili bazı kısa bilgiler ve bazı tabloları:

  • Taner Ceylan yaklaşık 3yıl Time Out dergisi sanat bölümü editörlüğü yapmış.
  • Yeditepe Üniversitesinde öğretim üyesi iken, sergilediği bir resim dolayısıyla üniversiten ayrılmaya zorlanmış.
  • Genç yaşına rağmen oldukça başarılı işler çıkaran Ceylan’ın tekniği oldukça beğeni topluyor.
  • Kişisel sergilerin dışında birçok karma sergiye katılan ressamın tekniği hiperrealisttir.
  • Ezberbozan işler yapan, tablolarıyla sınırları zorlamaya çalışan ressam Sibel Can, Ebru Gündeş ve Gülşen şarkıları dinliyor!
  • Sakin bir hayat yaşıyor.

“Haluk”, 2005 yağlı boya

“The reading lady”, 2007 yağlı boya

“Together”,2007 yağlı boya

“1881”,2010yağlı boya

  • Yukarıdaki “1881” isimli tablosu 120bin sterline ünlü heykeltraş Mark Quinn tarafından satın alındı.
  • Sanatçının diğer çalışmaları için websitesi: www.tanerceylan.com


kaynak: tempo, tanerceylan.com