- İstanbul BB Şehir Tiyatroları
- Yazan: Musahipzade Celal
- Yöneten: Engin Alkan
- Süre: 164 dk , 2 perde
- Oyuncular: Berna Adıgüzel, Cihan Kurtaran, Çağlar Çorumlu, Çığdem Gürel, Derya Çetinel, Emrah Özertem, Engin Alkan, Hamit Erentürk, Hüseyın Tuncel, Murat Üzen, Reyhan Karasu, Selin Türkmen, Senem Oluz, Serkan Bacak, Sevil Akı, Sevinç Erbulak, Tankut Yıldız, Tuğrul Arsever, Ümit Daşdöğen, Volkan Ayhan, Zafer Kırşan
Kendine damat beğenen bir baba kızının başka birini sevdiğini öğrenirse ne yapar? Savletî Efendi, kızının gönlüne yön vermek için cinlere perilere bel bağlamıştır… Musahipzade Celâl, İstanbul Efendisi ile Osmanlı’nın Lale Devri’nden sonraki gündelik yaşantısını ve sosyal ilişkilerini hicvediyor.
Yazıyı okuyanları uyarmam lazım. Zira yine Engin Alkan’a hayranlığımdan, yine Çağlar Çorumlu’ya sevgimden bahsedeceğim!
Şark Dişçisi‘nin yorumunu yazarken, “her zaman takipçisiyim bu ekibin” demişim. Öyleyim! Hatta şöyle bir ritüele doğru adım adım ilerliyorum. Her Engin Alkan oyununu bir sefer seyrediyorum, sonra sevdiklerimi de götürdüğüm ikinci, üçüncü seferler oluyor.
İstanbul Efendisi’ni de bu ikinci seyredişim. Musahipzade Celal’in eserini ilk sergilendiği yıllarda izlemiştim. Üzerinden bir hayli zaman geçmiş. Tekrar büyük bir zevkle izledim.
İlk defa gittiğim Ümraniye’deki Şehir Tiyatroları sahnesinin girişinde biraz şaşırdım. Zira otoparktan giriş ve fuayesi biraz bakımsızdı. (Ama olsundu!) Nescafe otomatından sıcak içeceklerimizi alıp pufların üzerine oturduk sohbet ettik. Bir hayli erken gittiğimizden, oyuncuların bazılarının provaya girişine de şahit olduk. Sevgili Çağlar Çorumlu provaya girerken, ev sahibi edasıyla selamlaştı bizle.
Ümraniye’deki tiyatronun sahnesi büyüktü fakat akustikte bir problem vardı. Oyuncuların sesleri çok dağıldı. Özellikle hızlı konuşulan sahnelerde hiçbir şey anlaşılmadı. Hatta bir ara, hafta içi olmasına rağmen tamamı dolu olan salonda, homurdanmalar başladı. Fakat müzikler çoğalıp oyunun temposu artınca herkes anladığı kadarıyla yetinip oyunun içine girdi.
Evde geçen bir oyuna oturma odası, boks konulu bir oyuna ring tasarlamasını işin kolayına kaçmak olarak gördüğümden genelde tasarımlarını beğenmediği Barış Dinçel’e ait sahne tasarımı, bu defa şaşırtıcı bir biçimde deneysel ve özgündü. Dönemin İstanbul’unda bozulan idari yapıdan dini anlayışa bir çok konuda göndermeleriyle tozlu ve koyu geçmişimizi hicveden eseri, kalabalık oyuncu grubunun önüne çıkmadan ama olumlu anlamda destekleyen, yer yer postmodern etkiler taşıyan sahne, Dinçel’in şimdiye kadar ki en iyi sahnelerinden biriydi. Ayrıca kostümler ve makyajda yaratılan atmosfere büyük katkı sağlıyordu.
Çağlar Çorumlu ölene kadar benim için Tarla Kuşuydu Juliet‘teki “Wili” olarak kalacak olsa da her oyununda öyle çok parlıyor, öyle çok parlıyor ki, beğenmemek mümkün değil. Sevinç Erbulak enerjisiyle, keyfiyle, her şeyiyle oyunun içinde. Engin Alkan her zamanki gibi oyunu alıp götürüyor, seyirciyle bağını hiç koparmıyor. Tuğrul Arsever oyunu yükseltiyor…
Ve müzikler… Hepimizin aşina olduğu müzikler, biraz dağınık bir kurguda olsa da, seyircilere çok hoş anlar yaşatıyor. Başlarda sadece “seyirciyken”, sonlara doğru el çırpıp eşlik etmeye başlıyorsunuz.
Sözün özü gidin. Eşi dostu da götürün.
İyi seyirler,