Kısa Kısa #24: Dramlar: The Judge, Deux Jours, Une Nuit ve A Day Late and A Dollar Short

Kısa Kısa #24: Dramlar: The Judge, Deux Jours, Une Nuit ve A Day Late and A Dollar Short

Yine bir dram serisi ile karşınızdayım ama bu sefer daha hafif olanları ile. Duyguların hepsi insana ait, kaçış yok, buyurun:

The Judge / Yargıçthejudge

  • Yönetmen: David Dobkin
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Robert Downey Jr., Robert Duvall, Billy Bob Thornton
  • Süre: 141 dk

?Hank Palmer parlak bir kariyeri olan, Chicago’da yaşayan bir avukattır. Önemli bir davasının arifesinde, annesinin kaybettiğinin haberini alır. Babasıyla çok uzun zamandır görüşmeyen Hank, aileden iletişimde olduğu tek insanı da kaybetmiştir. Üstelik doğup, büyüdüğü Carlinville kasabasından başka kimseyle de görüşmemiştir. Annesinin cenazesi için geri dönen Hank’ı, burada cenaze töreninden daha fazlası beklemektedir. Pek de sıcak karşılanmadığı kasabadan bir an önce uzaklaşmaya çalışırken kendisini, 42 yıllık yargıç olan babasını savunmak üzere mahkemede bulur… “

İçinde Robert Downey Jr.’ın olduğu herhangi bir şeyi sevmemem mümkün değil. Her ne kadar filmin enteresan bir hikayesi olmasa da, çoook uzun olsa da, yer yer sıksa da, Robert’ı gördüm bana iyi geldi.

Baba-oğul ilişkisi hikayesi, iyi oyunculuklar ve RD Jr sevenlere tavsiye edebilirim.

Deux jours, Une nuit / İki Gün, Bir Geceikigünbirgece

  • Yönetmen: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, Fransa, Belçika, İtalya
  • Oyuncular: Marion Cotillard, Fabrizio Rongione, Catherine Salée
  • Süre: 95 dk

?Küçük bir şirkette çalışan ve maddi anlamda pek de parlak bir dönemden geçmeyen Sandra’nın işi tehlikededir. İşini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır ve ailesini zor günler beklemektedir. Şirket patronunun çözüm planına göre ya Sandra işten çıkarılacak ya da şirket çalışanları ekstra maaş bonuslarından vazgeçeceklerdir. İlk oylama yapılır ve çalışanlar oylarını maaş bonuslarından yana kullanırlar. Sandra resmi olarak işini kaybetmiş sayılır. Ancak hemen sonrasında tekrar oylama yapılmasına ikna eder. Sandra’nın elinde sadece bir hafta sonu vardır; bu iki günlük süreçte çalışma arkadaşlarını maaş bonuslarından vazgeçip çalışmaya devam etmesinden yana oy kullanmaları için tek tek ikna etmek durumunda kalacaktır.”

Aslında bu filme “Kısa Kısa” bölümünde değil de ayrı bir yazı da değinmeliydim ama böyle oldu. Dardenne kardeşlerin bir başyapıt olarak değerlendirilen filmleri, senenin en öne çıkan yapımlarından ve haklı bir üne sahip.

Son dönemde izlediğim en başarılı kapitalist eleştirisini, izlerken gırtlağınızın sıkıştığını hissedecek kadar gerçekçi bir hikayeyle seyirciye aktarırken, insana dair çok şey anlatmışlar.

Marion Cottilard’ın her zamanki başarılı performanslarının bile kat kat üstünde olan oyunculuğu, zaten çok iyi olan senaryoyu daha da yukarılara çıkarırken, belgesel havası veren kameraları ve sinematografisiyle de temiz bir işe imza atmışlar.

Senenin mutlaka izlenmesi gereken işlerinden…

A Day Late A Dollar Shortadaylateadollarshort

  • Yönetmen: Stephen Tolkin
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular:  Whoopi Goldberg, Ving Rhames, Kimberly Elise
  • Süre: 85 dk

?Sağlığı giderek kötüleşen Viola, son bir görev olarak dağılmanın eşiğindeki ailesini yeniden bir araya getirmeye çalışacaktır.”

Bu filmi nereden kimden duydum da izledim hatırlamıyorum. Tv için yapılmış bir aile filmi. Sıradan.

Kısa Kısa #22 – Dram: Still Alice, The Fault In Our Stars, The Immigrant ve The Disappearance of Eleanor Rigby :Them

Kısa Kısa #22 – Dram: Still Alice, The Fault In Our Stars, The Immigrant ve The Disappearance of Eleanor Rigby :Them

Gerilimdir, senenin öne çıkanlarıdır derken bir kadın olarak kare asım ağlatmalı romantikleri unutmamam lazım. İşte sırada bu senenin romantik dramları.

Still Alice / Unutma Benistillalice

  • Yönetmen: Richard Glatzer, Wash Westmoreland
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Julianne Moore, Alec Baldwin, Kristen Stewart
  • Süre: 101 dk

?Alice Howland, Columbia Üniversitesi’nde ünlü bir dilbilim profesörüdür. Bir gün doktor muayenesinde kendisine Alzheimer’ın başlangıç evresinde olduğu teşhisi konur. Alice’in hayatı artık eskisi gibi olmayacaktır. Geçirdiği hastalık, eşi ve üç çocuğuyla birlikte sürdüğü hayata yeni bir gözle bakmasını sağlayacaktır. İnsan ilişkilerini sorgularken öte yandan da en genç kızıyla olan ilişkisiyle de onu yeniden kazanmak için mücadele verir. Alice, uzmanlaştığı bölüm gereği hayatı boyunca yeni şeyler öğrenmektedir ve bu yüzden hastalığını başta kabullenmek istemez. Manhattan sokaklarında kayboluşuyla durumu kavramaya başlayan Alice, zamanla Alzheimer’la mücadele etmenin yollarını arayacaktır.”

Hani cenazelerde derler ya, herkes kendi başına gelme ihtimalini düşünüp kendine ağlar diye. Bu film de benim empatimin tavan yapmasına neden oldu gerçekten.

Gerçek bir hikayeden yola çıkan film Julianne Moore’un müthiş oyunculuğuyla seyirciye inanılmaz geçen bir yapım olmuş. Normalde oyunculuğunu pek donuk bulduğum Kristen Stewart’ın bile enteresan bir biçimde sırıtmadığı oyunculuklar dışında, hikayenin akışı da kurgu da dinginlikleriyle bu denli etkili olmalarından dolayı gayet başarılıydı.

İzlemenizi tavsiye ederim,

The Fault In Our Stars / Aynı Yıldızın Altındathefaultinourstars

  • Yönetmen: Josh Boone
  • Tür: Dram, Romantik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Shailene Woodley, Ansel Elgort, Nat Wolff
  • Süre: 125 dk

?16 yaşındaki Hazel üç yıldır tiroid kanseriyle boğuşmaktadır ve kanser akciğerlerine de sıçradığı için yanında bir oksijen tüpüyle gezmektedir. Kanserli hastalar için oluşturulan destek grubunun bir terapi seansı esnasında Augustus isimli bir gençle tanışır. Augustus da beyin tümörüyle savaşmış ve bu yolda bir bacağını kaybetmiştir. İkili birlikte zaman geçirdikçe birbirlerine aşık olurlar. Akciğer tedavisi için hastaneye yatırılan Hazel’ın yanından bir an dahi ayrılmayan Augustus, sevgilisinin çok istediği bir hayali gerçekleştirmek için onunla birlikte yola çıkar. Planlarına göre Amsterdam’a gidecek ve Hazel’ın en sevdiği yazar olan Peter Van Houten’i bulmaya çalışacaklardır…”

Kesin bayık bir ergen filmidir, kitabı bestseller bari filmini izleyeyim gibi düşüncelerle izledim fakat ağlamaktan içim dışıma çıktı. Zaten çok zor ağlayan biri olduğum söylenemez ama hikaye gerçekten dokunaklıydı. Üzerine son dönemin en parlak oyuncularından Shailene Woodley’in pek başarılı oyunculuğu eklenince, süresine rağmen amacına hizmet eden bir dram ortaya çıkmış.

İyi seyirler,

The Immigranttheimmigrant

  • Yönetmen: James Gray
  • Tür: Dram, Romantik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Marion Cotillard, Joaquin Phoenix, Jeremy Renner
  • Süre: 113 dk

?1920’lerdeyiz Ewa Cybulski ve kardeşi Magda doğdukları ülke olan Polonya’yı terk ederek New York’un yolunu tutarlar. Ellis Ada’sına geldiklerinde Magda verem hastalığına yakalanır ve karantinaya alınır. Ewa yalnız ve kaybolmuş bir şekilde Bruno’nun ağına düşer , Bruno kadın ticareti yapmaktadır, ve başarılı olmayı da kafasına koymuştur. Kız kardeşini kurtarmak için Ewa bütün fedakarlıklara hazırdır ve fahişelik yapmaya başlar. Bruno’nun kuzeni Orlando’nun gelişiyle birlikte , Ewa kendine güvenini geri kazanır fakat Bruno’nun kıskançlığı onları ölümcül bir deliliğe sürükler…”

Bazı filmlere konsantre olamıyorum. Başrolünde en beğendiğim Phoenix ve Cotillard olsa bile…

Zaten dönem filmlerinde sıkılıyorum, bir de üstüne karanlık atmosfer, sürekli “eeee yani?” diye sorup durduğum sahneler, uzayıp duran bir hikaye… Ben sıkıldım, sizi bilmem…

The Disappearance Of Eleanor Rigby: Them / Aşkın Hallerithedissappearanceof

  • Yönetmen: Ned Benson
  • Tür: Dram, Romantik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Jessica Chastain, James McAvoy, William Hurt
  • Süre: 123 dk

?Conor ve Eleanor aşkla evlenmiş ve beraberliklerini mutlu bir biçimde sürdüren bir çifttir. Ta ki bir gün yine birbirlerine ne kadar yabancılaştıklarını fark edene kadar? Daha önce karşımıza The Disappearance Of Eleanor Rigby: Him ve Her başlıklarında iki ayrı bakış açısına sahip iki farklı film olarak çıkan yapıt, bu sefer çiftin hayatı yeniden keşfedişini subjektif bir bakış açısıyla yeniden beyazperdeye taşıyor.”

Yönetmenin 2013 yılında Him ve Her olarak çektiği iki filmin birleştirilmiş hali olan Them, bu versiyonundaki kurguyla yoruyor olsa da ortalamanın üstü bir senaryoya sahip. İzlenmesi çok gerekli filmlerden değil ama iyi bir ayrılık filmi izleyenlere tavsiye edebilirim…

Bir Woody Allen Filmi: Paris’te Gece Yarısı – Midnight in Paris

Bir Woody Allen Filmi: Paris’te Gece Yarısı – Midnight in Paris

pariste gece yarısı

  • Tür: Romantik, Komedi,
  • Yönetmen: Woody Allen
  • Yapım: 2011
  • Süre:  100 dk
  • Oyuncular: Owen Wilson, Rachel McAdams, Michael Sheen, Marion Cotillard, Kathy Bates, Carla Bruni, Nina Arianda, Tom Hiddleston, Alison Pill, Lea Seydoux, Adrien Brody, 

“Sonbaharda evlenecek olan Amerikalı nişanlı çift Gil ve Inez, Inez’in babasının iş gereği Paris’e gelmesini fırsat bilip, küçük bir tatil için bu gözde Avrupa şehrinin yolunu tutarlar. Başta her şey eğlence dolu bir Avrupa kentini gezmekten ibaretken, özellikle damat adayın Gil’in Paris caddelerinde gece yarısı yaşadığı gerçek üstü maceralar sadece onun değil tüm ailenin hayatını değiştirecektir… 
Zira bu genç adam, Paris?e büyük bir aşk beslemeye başlar ve edebiyatçı kimliği ve tutkusu pekişir…

64. Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan Woody Allen yönetmenliğindeki Paris’te Gece Yarısı’nın başrollerini Owen Wilson ve Rachel McAdams paylaşırken Gil’in edebiyat dünyasında karşılaştığı yıldızları Marion Cotillard, Kathy Bates, Carla Bruni, Adrien Brody gibi zengin bir oyuncu kadrosu canlandırıyor. 

Eğer siz de edebiyat ve sanatseverseniz, Woody Allen tarzı komik dokunuşlarla bezenmiş bu filmde Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway, Salvador Dali gibi büyük isimlere de rastlamaktan büyük keyif alacaksınız…”

Film başlıyor, müzik eşliğinde 4 dakika boyunca Paris’in en bilindik yerlerini izliyoruz…

Sonrasında Amerikalı bir çift ile karşılaşıyoruz. Nişanlılar. Adam bir yazar ve Pariste yaşamak istediğinden bahsediyor. Kadın ise Paris’i turistik bir yer olarak görüyor. Karşılaştıkları arkadaşları ve nişanlısının ailesinden umduğu Paris heyecanını bulamayan adam bir gece yarısı yürüyüşe çıkıyor ve olanlar oluyor: Kendisini 1920lerin Paris’in de, o dönemin ünlü sanatçıları ile buluyor…

Bir şizofreniğe dönüşsem, sanıyorum Paris’teki bu gece yarıları gibi günler geçiririm. Bir yanımda Dali, diğer yanımda Picasso, diğerinde Matisse, Degas, Gaugin… Hatta Gil ne içtiyse ondan şu anda istiyorum!

Woody Allen çok naif, eğlenceli, eleştirel ve Avrupai bir film yapmış. 100 dakika içine maksimum şeyi sığdırarak oldukça hızlı ve akıcı bir kurgu ile hazırlamış ve masalsı anlatımı ile tadından yenmez bir seyirlik olmuş.

3-4 hafta sonra hakikaten Paris sokaklarında olacağımdan mıdır bilemiyorum ama film beni büyüledi. Sizlere de tavsiyem şu soğuk günlerde, elinize bir bardak kahvenizi alıp sinema salonuna gitmeniz.

İyi seyirler,

Küçük Beyaz Yalanlar – Les Petits Mouchoirs

Küçük Beyaz Yalanlar – Les Petits Mouchoirs

  • Tür: Dram,Komedi /
  • Yönetmen: Guillaume Canet /
  • Yapım: 2010, Fransa /
  • Süre: 154 dk. /
  • Oyuncular: François Cluzet, Marion Cotillard, Benoît Magimel /

Ünlü Fransız aktör Guillaume Canet üçüncü yönetmenlik denemesinde Fransız sinemasının büyük yıldızlarını bir araya getiriyor. Gözlemlere dayanan mizahi yaklaşımıyla duygusal bir dram yapısını izleyen film, talihsiz bir kazaya rağmen yıllık tatillerini deniz kıyısında geçirmeye karar veren Parisli burjuva bir arkadaş grubunun etrafında geçiyor. Bu insanların hepsi sırlarla ve güvensizliklerle örselenmiştir: Mutlu bir evliliği olan Vincent, Max?e âşık olur; Marie, Ludo?nun eski sevgilisidir; Eric, Lea?yı aldatmaktadır; Antoine eski kız arkadaşına kafayı takmış durumdadır? Günler geçtikçe ilişkileri, sadakatleri ve dostluk bağları sınanacaktır.

Ya hakikaten normalde sinirli bir insan değilim. Yazılırımı okuyup bana “sakin ol” maili atan sanatseverler umarım bu filmi benim izlediğim seansta izlemiştir de, birazdan çemkireceğim konularda bana hak verirler.

Şikayetlerime kız arkadaşları yada eşleri ( ya da her neyse) tarafından filmlere, oyunlara  zorla getirilen sevgili erkekler ile başlamak istiyorum. Baylar! Siz sıkıntınızı belli etmek için her bacağınızı salladığınızda tüm sıra sallanıyor, siz her telefonunuzu çıkarıp karanlıkta o süpersonik ışıkları saçtığınızda hepimizin dikkati dağılıyor, her konuşma girişiminizde ben elimi kolumu zor tutuyorum!!!! Yahu film festivali bu! Tıka basa dolu salonda yer değiştirip kaçamıyorum diye  zorla ve dip dibe 154 dakika geçirmek istemiyorum sizinle! Gelmeyin efendim gelmeyin Allah rızası için! Sevgili kadınlar, siz de zorlamayın şu erkekleri lütfen! (Nedir bu odun sevgilileri zorla sanatsever yapma telaşı onu da anlamıyorum!)

Hadi yanımdakilerin bu tavırlarından geçtim. Yerli yersiz her şeye gülen seyircilere ne demeli??!?

Filmin başlarında olan bir olayı anlatmak istiyorum (spoiler sayılmaz). Arkadaş grubundan iki erkek yemek yiyorlar. İkisi de evli ve bilmem kaç senelik dostlar. Biri diğerine onu artık arkadaşı gibi görmediğini ve ona aşık olduğunu anlatıyor. Trajik ve sarsıcı bir sahne. Adamın kendisini anlatırkenki hali, arkadaşının tepki verememesi…vs.

Ama salonu görseniz… Yerle bir oldu herkes gülmekten!

Filmin ikinci yarısından sonra iki arkadaşın bazı sahneleri, oyuncuların özellikle abarttığı bölümlerde, güldürecek kıvamdaydı ama ön sırada bir kız bu iki arkadaşın her sahnesinde resmen tepine tepine güldü! Yahu adamların ikisi de üzgün, dostlukları ve duyguları sınanıyor. Delireceğim!  Yani elimde olsa filmi dururup “Çok pardon ama neye güldüğünüzü bana da anlatır mısınız?” diye soracaktım!

Of neyse sakinleşip filme geçeyim. (Ohmmmm)

Film, gerek senaryosu, gerek mekan seçimleri, gerek müzikleri, gerek oyunculuklarıyla bir Ferzan Özpetek filmi olan  Bir Ömür Geçmez-Saturno Contro’yu çokça hatırlattı bana. Senaryosu arkadaşlık ilişkileri temelinde dostluk, güven ve sadakat başlıklarına dokunan film, uzun ve müthiş açılış sekansıyla oldukça sarsıcıydı.

Mekanlar tıpkı Ferzan Özpetek filmlerindeki gibi yemek masaları ve yazlık yerlerdi.

Oyunculuklardan ise; güzelliğiyle ve gözleriyle Marion Cottilard ve takıntılı arkadaş rolüyle François Cluzet (Dustin Hoffmanımsı?) akılda kalıcı rollerdelerdi ve çok başarılılardı.

Uzun olmasına ve yer yer sıkıyor gibi görünmesine olmasına rağmen duygusundan bir şey kaybetmeden akıp giden filmde, beni konunun gerçekçiliğinden uzaklaştıran tek konu, arkadaşları yoğun bakımdayken tatile gitme kararı alan arkadaşların, bu kararı alma sahneleriydi. Yani ben onların yerinde olsam, “Yakın arkadaşım kaza geçirmiş ve yoğun bakımdayken tatile gider miydim?” sorusunun muhakemesini bu kadar çabuk yapıp, bu kadar hızlı karar veremezdim. O nedenle benim açımdan o sahne, çok ayaküstü ve çok hızlı geldi.

Tüm bunların yanında müzikleri ve şaraplarıyla aklımda kalacak filmin geneline bakınca kalabalık arkadaş gruplarıyla izlenmesini özellikle tavsiye ediyorum.

İyi seyirler,

 

Başlangıç – Inception

Başlangıç – Inception

  • Orjinal İsim: Inception
  • Tür: Bilim Kurgu / Gerilim / Dram / Gizem
  • Yönetmen: Christopher Nolan
  • Yapım: 2010 , ABD, İngiltere
  • Süre: 148 dk
  • Oyuncular: Leonardo Di Caprio, Ken Watanabe, Joseph Gordon-Levitt, Marion Cotillard, Ellen Page

Renk körü yönetmen Christopher Nolan, senaryosunu yazması 10 senesini alan baş döndürücü, kıştırcı, şaşırtıcı finalli bir filmle karşımızda.

District 9 kadar olmasa da etkiyeci bir “gerçeğe yakın hissettiren bilimkurgu” idi Başlangıç. Bu sefer olay yeri zihnimiz, kahramanımız ise insanların zihinlerinden bilgi çalan bir hırsız… Hikaye, son işinde zihinden bir bilgiyi çalması değil yerleştirmesi gereken Cobb’un işi başarıp başaramayacağını anlatıyor bize. Fakat bu durum bir cümle ile özetlenecek kadar basit değil. Filmin ilk yarısında Cobb’u ve ekibindekileri yakından tanıyor, bilgi yerleştirme işleminin nasıl yapılacağını çözerlerken kahramanlarımızı izliyor, bilgileniyoruz.

Nolan, bize hikayeyi anlatabilmek için ekibe, işi bilmeyen çaylak olarak yeni mezun bir kadın mimarı sokuyor. Cobb ona detayları anlatır ve hayallerdeki dünyayla tanıştırırken, bizler de olayları öğrenmiş oluyoruz. İtiraf etmeliyim ki yoğun diyologlarla bezeli ilk yarıyı izlemek gerçekten zorlayıcı.

İkinci yarı ise nefes almadan izlenecek 45 dakikalık operasyon-görsel şölen ile başbaşa kalıyoruz. Rüya içinde rüyalar, mimarın yarattığı mekanlar… Hepsi iç içe geçiyor ve aynı anda 4 farklı mekanda birden sürüklenen hikaye başımızı döndürüyor. Müthiş efektler, her bir dünyanın yıkılışı gerçekten çok etkileyici.

Filmi izlemeden önce okuduğum yorumlarda anlaşılması zor bir senaryosu olduğundan bahsedilmişti. Açıkçası “Anlayamayacak mıyım acaba?” korkusuyla gittim filme. Ama Nolan’ın senelerce çalışmasının hakkı olarak, ilk yarı allak bullak olan her şey filmin sonuna doğru tamamen netleşip yalınlaşıyor. Ta ki son sahneye kadar. =)

Oyunculara gelirsek, filmin tamamında en çok sahnesi bulunan Leonardo Di Caprio, Cobb’un yaşadığı sıkıntıları ve değişimi çok başarılı bir şekilde göz önüne seriyor. Araştırmacı rolündeki Joseph Gordon-Levitt hem çok iyi bir yardımcı oyunculuk sergiliyor, hem de yerçekimsiz ortamdaki dövüş sahneleri ile büyülüyor. Fransız aktris Marion Cotillard ise Cobb’un ölen eşi rolünde oldukça başarılı.

Film de eleştirebileceğim konulardan birincisi Cobb ve eşinin yarattığı rüyadaki dünyalarının ideallikten çok uzak, ızgara plan yapılı, yüksek yapılarla bezeli bir bina yığını olması. Bir şeylerin yanlış gittiğinin bir yansıması mıydı, açıkçası ben de soru işareti olarak kaldı.

Diğer bir konu ise ilk yarıda deha olarak tanıtılan genç mimarın yarattığı mekanlarda herhangi bir yaratıcılık yada zekice unsurlar bulamamış olmamız. Cobb mimarla ilk tanışmasında çizmesi 2 dakika sürecek çözmesi ise 2 dakikadan uzun sürecek bir labirent yaratmasını istemişti. Bu isteği iç içe geçen rüya dünyalarının mimarilerinde de benzer labirentler, zorlukla çıkılabilecek mekanlar yaratılması sonucuna götürür diye umuyordum. Fakat beklediğim gibi olmadı. Ve hatta neden karlar içinde bir mekan yarattığı merak konusuydu. Filmin içinde de esprili bir şekilde bu konuyu eleştirdiler.

Bu arada unutmadan filmin müziklerini yapan Hans Zimmer’in de başarısını kutlamak gerekir. Bir de Edith Piaf’ı duymak çok güzeldi.

Tavsiyem Vanilla Sky’ı sevdiyseniz ve aksiyon sahnelerinden hoşlanıyorsanız filme mutlaka gidiniz.

30/07/2010

Filmi bugün bir kez daha izledim. Görsellik ilki kadar etkilemese de diyalogları daha derinlemesine dinleyip, müziklere iyice konsantre oldum. Filmde müzik olmayan sahne neredeyse yok, ve inanılmaz bir iş çıkarmışlar. Hans Zimmer’i tekrar tekrar alkışlıyorum.

“Dom Cobb (Leonardo DiCaprio) çok yetenekli bir hırsızdır. Uzmanlık alanı, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmak ve onları çalmaktır. Cobb?un bu ender mahareti, onu kurumsal casusluğun tehlikeli yeni dünyasında aranan bir oyuncu yapmıştır. Ancak, aynı zamanda bu durum onu uluslararası bir kaçak yapmış ve sevdiği herşeye malolmuştur.

Cobb?a içinde bulunduğu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur. Ona hayatını geri verebilecek son bir iş; tabi eğer imkansız ?başlangıç?ı tamamlayabilirse.Mükemmel soygun yerine, Cobb ve takımındaki profesyoneller bu sefer tam tersini yapmak zorundadır; görevleri bir fikri çalmak değil onu yerleştirmektir. Eğer başarırlarsa,mükemmel suç bu olacaktır.”