13. İstanbul Bienali’nden Kalan Notlar
Aylar geçti, ben ancak yazabiliyorum. Bütün şehrin bienale dönüştüğü zamanlardan geçtik, geçiyoruz ve maalesef bu yazıyı bienalin hemen sonrası yazmaya fırsat bulamadım. Ama yazmasam da olmazdı. Sizlerin okuması için geç olmuş olsa bile, kendime Antrepo’dakini 3 kere gezdiğim bienalle ilgili notlarımı kaydetmeliyim.
Bu yıl 13.sü düzenlenen bienal “Anne, ben barbar mıyım?” başlığında kamusal alan fikrine odaklandı. 88 sanatçının katıldığı ve ücretsiz olan bienal sergileri Antrepo No3, Galata Rum Okulu, Arter , Salt ve 5533’de idi.
Salt ve 5533’ü gezemedim, fakat diğer sergileri görebilme şansım oldu. Öncelikle böyle büyük bir organizasyonu ücretsiz yapabilme ve koca bienal kitapçığını sadece 5 TL ye satabilme başarısından ötürü İKSV’ye bir teşekkür borcum var. Bu sebeple Antrepo’yu farklı zamanlarda 3 kere gezebilme lüksüm oldu. (Ücretsiz olmasının faydası olarak, 5 hafta açık kalan bienal mekanlarını yaklaşık 337bin kişi ziyaret etmiş. )
Bienal konu itibariyle, özellikle şehir plancıları ve mimarları yakından ilgilendiriyordu. Bu nedenledir ki, bazı eserler diğerlerinden daha çok ilgimi çekti fakat sergileri gezmek biraz emekliydi. Zira eserlerin yanında ismi ve sanatçı adı dışında pek bilgi olmadığından, tüm eserleri de sadece bakıp yorumlayacak bilgi birikimine sahip olmadığımdan, ya rehberli tura katılmalı ya da bienal kitapçığından tek tek eser açıklamalarına bakmam gerekliydi. Bu anlamda bienali gezmek emek ve zaman gerektirdi. Kısa bir zaman zarfında gezmeye çalıştığımız Arter’deki çalışmaların bir çoğundan bu nedenle verim alamadım.
Beğendiğim eserleri paylaşmadan yukarıdaki paragrafımdan devam ederek bir noktayı yazmalıyım. Mümkün mertebe anlamaya ve anlamlandırmaya çalışarak, zaman ayırarak ve okuyarak gezmeye çalışsam da içerikle bağdaştıramadığım, yorucu bir çok eser vardı. Kamusal alan gibi yeni yeni öğrenmeye başladığımız bir kavramı, farkındalık yaratarak anlatmak amacıyla yola çıkarken, bu kadar anlaması güç eserler mi sunmalıydı bienal? Özellikle Gezi sonrası yapılan en büyük etkinlik olan bienalin kamusal alan kavramını gözümüze sokarak anlatması daha iyi olmaz mıydı? Ziyaretçilerden sanat bölümü öğrencileri, sanatçılar, eleştirmenler… gibi konuya hakim olanlar dışında kalanları, bu kadar anlamadan gezince, hem sanata, hem bienale, hem de kamusal alana bakış açılarında ne derece etki yaratılabildi?
Bienali olumsuz eleştiren bir çok kişinin dile getirdiği üzere, benim blogumun alt kısmında da yazan Nietzschze sözüne göz kırparak, eserlerin sanat çevreleri dışındaki kişilere ne kadar ulaşabildiğini bilemiyorum. Ama asıl cevabı, koskoca Antrepo’da önünde uzun kuyruklar olan tek işin Halil Altındere’nin videosu olması gerçeğinin verdiğini düşünüyorum.
Ve işte en beğendiğim 4 eser:
- Harikalar Diyarı – Halil Altındere
En son bu işten bahsetmişken, girişi de bu videoyla yapayım istedim. Mardin doğumlu, mizah ve ironi kullanarak oluşturduğu eserleriyle çağdaş sanat ortamında hayli tanınmış bir sanatçı olan Halil Altındere, Harikalar Diyarı isimli videosunda, 600 yıldır Roman nüfusuna ve kültürüne ev sahipliği yapan Sulukule’nin 2006 yılında “kentsel dönüşüm” adı altında yıkılmasından sonra o semtin çocuklarınca dillendirilen öfke, direniş ve umudunu anlatıyor. Klip ile video sanatı arasında bir film dili ile Roman kültürü içine hip-hop kültürünü de barındıran şarkı Tahribad-ı İsyan grubu tarafından yorumlanıyor ve yıkılan mahallelerinde TOKİ evlerinin vaad ettiği refahı, ardında yatan toplumsal eşitsizlik ve yoksulluk meseleleri ile anlatıyor.
- Şato – Jorge Mendez Blake
Antrepo No3’deki bienal alanının hemen girişinde ziyaretçileri karşılayan bu uzunca tuğla duvar, merkezinin en altına yerleştirilmiş Kafka’nın 1922 tarihli Şato isimli kitabıyla dengeyi bozuyor. Meksikalı sanatçının herhangi bir birleştirici (sıva..vb.) kullanmadan yaptığı bu tuğla duvar, görünürde kalıcı olanın geçiciliğine dair bir ipucu verirken, tek bir kitabın yıkılmaz sanılan bu duvarda yarattığı etki düşündürücü.
- Yollar Açmak – Maider Lopez
İspanyol sanatçının yayaların davranışları üzerine yaptığı bu çalışması gerçekten acı ama ilham vericiydi. Karaköy’deki trafiği kaydeden ve yayaların davranışlarını inceleyen Lopez, yayalar için bir klavuz üretmiş. Her gün binlerce kişinin geçtiği yolda, yayaların kendi kendilerine örgütlenmesini ve mekansal çelişkilerle başa çıkmak için geliştirdikleri yöntemi anlamaya çalışan sanatçının video çalışması ve klavuzu dikkat çekiciydi.
- Mülksüzleştirme Ağları
Kentsel dönüşümün sermaye-iktidar ilişkileri üzerine kolektif olarak veri derleme, haritalama ve yayınlama projesi olan Mülksüzleştirme Ağları, aslında internet üzerinden işlenmekte ve katılımcıların veri yüklemesine ve ürettiklerini paylaşmasına imkan veren bir proje.
Detaylı olarak bu adresten incelenebilir.
Not: Eserlere ait bilgiler bienal kitapçığından alınmıştır.