15 f 2015 | Müzikal, Tiyatro
Dövüş Gecesi / Fight Night
- Dot Tiyatro
- Yazan: Alexander Devriendt & Lexander Devriendt & Fight Night Orjinal Prodüksiyon
- Yöneten: Murat Daltaban
- Oynayan: 1.Ekip: Ece Dizdar, Gizem Erdem, İbrahim Selim, Mert Öner, Pınar Töre, Serkan Altunorak, Tuğrul Tülek / 2.Ekip: Ezgi Bakışkan, Gizem Güçlü, Mert Öner, Mehmetcan Mincinozlu, Saim Karakale, Uğur Baran
“Dövüş Gecesi, seyircinin oylarıyla yol alan ve yön değiştiren bir “demokratik sistem simülasyonu”.
Modern seçim sisteminin çetrefilli yapısını ve tuzaklarını keşfetmeye çalışan oyun, “Neye göre oy veririz?”, “bizi belli bir adaya oy vermeye iten şey nedir?”, “seçmen ve adaylar arasındaki ilişkinin derininde ne yatar?” gibi seçim sürecine dair kritik sorulara cevap arıyor.
Oyun, seçmenin “çoğunluk” ve “azınlık” fikirleriyle olan ilişkisini kurcalarken, çoğunluğun kurmaya meyilli olduğu tahakküme dair de söz söylüyor.
Hanımefendiler ve beyefendiler, Dövüş Gecesi başlıyor !“
Tiyatro oyunu diye gidiyorsunuz, elinize bir oylama cihazı veriliyor. İçeri bir giriyorsunuz, karşınızda adaylar. Önce görünüşlerine göre, sonra söylemlerine göre adayları oylayıp bir başkan seçmeye çalışıyorsunuz.
Oyunu iki kere izledim. İkisinde de bambaşka şeyler yaşadı, çünkü gerçekten bulunan topluluğun seçimlerine göre oyun şekillendi. Örneğin ilk oyunda başkan seçilen Tuğrul Tülek, ikinci oyunda ilk elenen aday oldu. Ve bilin bakalım oyunun 10. dakikasından itibaren elenen adaylara ne oluyor? Salonu terk ettiler. Baya…
Seçim süreci ve seçimin demokrasisi üzerine uzun uzun düşündüren oyunun çıkışında gerçekten tokat yemiş gibi hissediyorsunuz. Dot oyunları her zaman insana hayatı sorgulatan oyunlar olmuştur ama Dövüş Kulübü bence içinde bulunduğumuz düzen de düşünülünce hem sorgulatan hem de acıtan oldu. Biz her oyun çıkışında en az 1 saat mekandan ayrılamayıp sohbete daldık.
Huysuz
- Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu
- Yazan-Yöneten: Engin Alkan
- Oyuncular: Engin Alkan, Büşra Pekin, Deniz Uğur, Haki Biçici, Gülhan Tekin, Umut Temizaş, Esra Akbaş
“Molière’in Huysuzu” lakaplı eski tiyatro oyuncusu Armağan Özcan’ın hafızasında kalan pek çok Molière oyunundan izler taşıyan eğlenceli, aşklı, entrikalı, danslı, müzikli rengarenk bir komedi olan Huysuz’da; Özcan’ın kendisi hastalık hastası, cimri, huysuz bir ihtiyarken, huzurevinin sakinleri, başhekimi, hemşiresi, hastabakıcısı da oyunun diğer karakterlerine dönüşür.
Tedavi masraflarına para dökmekten kurtulmak için kızını ille de bir doktorla evlendirmek isteyen Harpagan, evin hastabakıcısı, hizmetçisi ve belki de her şeyi olan Anjelik’in tüm uyarılarına rağmen kararından dönmez. Oysa kızı Sümbül, kalbini çoktan yakışıklı Klean’a kaptırmıştır. Ama Klean evlenme teklif etmek için cesaretini toplayamadan, budala doktor adayı Arif ve kibirli annesi Mürşide Huzurlu, Sümbül’ü istemeye gelmişlerdir bile. Anjelik, Harpagan’ın genç ve seksi karısı Madam Biju’ya mektup taşıyan Memo’dan, Madam Biju’nun çevirdiği dolapları öğrendiğinde; Sümbül’ü bu zoraki evlilikten kurtarabileceğini düşünse de, Klean ve Sümbül arasındaki yanlış anlaşılmalar işleri iyice karıştıracaktır.”
Artık senelerdir blogumu takip edenler Engin Alkan sevgimi de biliyorlar. Kimi oyunlarını birden çok kez izlemişliğim var ve son 10 yıldır yönettiği ve oynadığı bir çok oyunu izledim.
Üzülerek belirtmeliyim ki en ortalama bulduğum Huysuz oldu. Ortalama diyorum, zira kötü bir oyun çıkardığını görmedim Alkan’ın. Fakat Huysuz’da yolunda gitmeyen, akışını engelleyen bir şeyler vardı. Öncelikle şu arada rolden çıkıp bilerek unutma, laf atma, gülmesini tutamama olayı, ki Cem Davran’da sağolsun yapar, Engin Alkan oyunlarını takip eden bizler için bi tık sıkmaya başladı. (Son olarak izlediğim Şekerpare oyununda dozunu azaltmıştı). Sonrasında, diyalogların uzunluğu oyunun da uzunluğuyla birleşince izlemek oldukça zorladı.
Fakat bu olumsuzluklara rağmen dozunda komedi, iyi oyunculuklar ve keyifli bir hikaye olduğundan izlenesi bir oyundu.
22 f 2013 | Müzikal, Tiyatro
- İBB Şehir Tiyatroları
- Yazan: Anton Çehov
- Yönetmen: Engin Alkan
- Süre: 2 sa 15 dk
- Oyuncular: Aslı Nimet Altaylar, Başak Erzi, Berna Adıgüzel, Cemal Ahhan Şener, Çağlar Polat, Destan Batmaz, Emre Şen, Engin Alkan,Erhan Abir, H.Samet Hafızoğlu, Hümay Güldağ, Hüseyın Tuncel, Işıl Zeynep Tangör, Murat Üzen, Selin Türkmen, Zafer Kırşan, Zeynep Ceren Gedikali
“Aristokrat bir ailenin son fertleri tüm servetlerini tüketmişlerdir. Ellerinde kalan son şey olan vişne bahçesiyle çevrili çiftlikleri ise borçlarından ötürü satılmak üzeredir. Üretmeye ve çalışmaya alışık olmayan bu insanlar; kapılarını sıkıca kapadıkları evlerinde, servetlerinin son kırıntılarını tüketirken, dışarıda yaşanan büyük değişim, sadece o ünlü vişne bahçelerini değil, eskiden olduğu gibi sürdürebileceklerini sandıkları yaşamlarını da tehdit etmektedir. Çehov, “değişim” denilen süreci sorgularken, 19. yüzyıl sonu Rus aristokrasisinin çözülüşüne ve çöküşüne tanıklığa çağırıyor.”
Şimdiye kadar 10’a yakın oyununu izleme şansı bulduğum ve yeni oyunlarını heyecanla bekleyip, koşa koşa gidip izlediğim Engin Alkan, bana göre Türk Tiyatrosu’nun en önemli yönetmenlerinden. Vişne Bahçesi bu sezon boyunca izlemek istedim, biraz geç oldu ama sonunda bu nefis oyunla buluştum.
Oyuna geçmeden büyük alkış hakeden Cem Yılmazer ve Duygu Türkekol’u yazmalıyım önce. Dekor ve ışık gerçekten çok çok güzeldi. Oyuna bu kadar iyi katkı yapan dekoru uzun zamandır görmemiştim. Renkler, sahne giriş çıkışları, o mükemmel dal parçalarından heykel ve onunla yakalanan gölgeler ile sahnenin gerçekten bir vişne bahçesine dönüşmesi… Sonra ailenin o bahçeye hapsolduğunu anlatan o koca ahşap duvarlar, hep yenilen içilen harcanan tüketileni anlatan o koca masa… Hepsi çok çok iyiydi. Dekorla ilgili tek yapabileceğim eleştiri masanın yerini biraz uzak bulmuş olmam olabilir. Masanın önünü de kullandılar oyuncular ama biraz daha yakın olabilirdi sanki. (bir de hem miyopum hem astigmatım var, ondan uzak gelmiş olabilir :))
Ayrıca dekorla birlikte kostümler de çok başarılıydı. Oyunun içine girmemize çok büyük etkenlerdi. Değişimin olduğu Rusya’ya ayak uyduramamış aristokratlar pudralı yüzleri ve dönem kostümleri ile sahneye çıkarken, mücadeleci çağdaşlar günümüz kıyaferleriyle sahnedelerdi. (Hatta oyun içinde taraf değiştirenler bile oldu…)
akbahaber.com
oznurdogan.com
Oyuna gelecek olursak, Çehov’un eserini çok uzun yıllar evvel okumuştum. Hatırımda kalan, oldukça ağır bir hikayeye sahip oluşuydu. Engin Alkan’ın rejisi bu ağırlığı olabildiğince yumuşatıp, bazı uzatılan sahneler akışı yavaşlatsa da, metnin mesajlarını yok etmeden daha rahat seyredebilecek bir hale getirmişler.
Oyunculukları da beğendim. Karikatürize karakterler gayet kararında tutularak, oyunun dengesini çok iyi sağlamıştı. Bunu özellikle tebrik etmek isterim çünkü bu tip oyunlara katılmaya çalışan komedi unsuru çoğunlukla oyundan kopmamıza neden olacak kadar abartılıyor. Bu oyunda denge çok iyiydi. Oyunculuklar deyince Engin Alkan özellikle oyunun sonlarına doğru yükselen performansıyla müthişti. O mükemmel tiradı gerçekten tüylerimi diken diken etti.
Oyunun keyfi damağımda, verdiği mesajları ve alt metni uzun uzun yazamayacağım. Özetle, biraz uzun olması ve zaman zaman akışındaki sıkıntılar haricinde çok keyifliydi. Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
İyi seyirler,
“Bahçe
Sınıfların yeniden belirlendiği, sermayenin, elitlerden yeni zenginlere el değiştirdiği, para kazanma hırsının alevlendiği, değer yargılarının değiştiği, eski ile yeninin, geçmiş ile şimdinin yaman çelişkisiyle bezeli bir Bahçe’ yi hikaye edeceğiz birazdan.
Bu bahçede geleneğin ve statükonun var ettiği seçkin insanlar yoksullaşmayı ve belki de yok oluşa katlanmayı göze alsalar bile kemikleşmiş ezberlerinden ödün vermeye yanaşmazlar. Zamanın dayattığı yenilenmeye ayak uydurmayı reddederler. Varlıklarını sürdürebilmenin çözümü kendilerinde olmasına karşın, hiç bir eylemde bulunmazlar. Durmaksızın konuşurlar ama kimsenin birbirini dinlemediği gülünç bir o kadar da acıklı cümleler sarf ederler. Bu bahçede adeta hiç bir cümle tamamlanamaz.
Seçkinlerimiz, eski güçlerini ve görkemlerini arzularlar fakat varlıklarını borçlu oldukları değerlerin giderek anlamsızlaşmasını görmezden gelme refleksiyle bir çeşit körlüğe sığınırlar. Bu körlük sürekli bir nostalji hissiyle şimdinin boşluğundan beslenir.
Peki, eski olanın çöküşünden bir ” yeni” var edilebilecek midir? Her dönüşüm ilerleme ile eş anlam içerir mi? Yozlaşma ile ilerleme arasındaki sınır nedir? Bahçedeki dönüşümün öncülleri ilerlemeyi ve çağdaşlığı kültüre dönüştürebilecek bir sistemi var edebilecekler midir? Sözü edilen toplumsal dönüşüm bir yenilenme midir, yoksa topyekûn bir tepetaklak oluş mu?
Değişim arzusu taşımayan bir toplum yoktur. Statükoya karşı çıkarak çağdaşlaşmayı hedefleyen bir çaba, var olan sistemin yok saydıklarından ihtiyaç duyduğu desteği bulabilir. Ne var ki taşları yerinden oynatacak denli güçlenen tabanın sesi, kendine bir yer edindikten sonra, yeni bir felsefe yaratmayı seçecek midir? Yoksa gücünü şeklen değişmiş statükonun restorasyonu için mi harcayacaktır?
Biz bu sorularımızın yanıtlarını kendi bahçemizde aramaya devam edeceğiz.”
?Engin Alkan
6 f 2013 | Müzikal, Tiyatro
- İstanbul BB Şehir Tiyatroları
- Yazan: Musahipzade Celal
- Yöneten: Engin Alkan
- Süre: 164 dk , 2 perde
- Oyuncular: Berna Adıgüzel, Cihan Kurtaran, Çağlar Çorumlu, Çığdem Gürel, Derya Çetinel, Emrah Özertem, Engin Alkan, Hamit Erentürk, Hüseyın Tuncel, Murat Üzen, Reyhan Karasu, Selin Türkmen, Senem Oluz, Serkan Bacak, Sevil Akı, Sevinç Erbulak, Tankut Yıldız, Tuğrul Arsever, Ümit Daşdöğen, Volkan Ayhan, Zafer Kırşan
Kendine damat beğenen bir baba kızının başka birini sevdiğini öğrenirse ne yapar? Savletî Efendi, kızının gönlüne yön vermek için cinlere perilere bel bağlamıştır… Musahipzade Celâl, İstanbul Efendisi ile Osmanlı’nın Lale Devri’nden sonraki gündelik yaşantısını ve sosyal ilişkilerini hicvediyor.
Yazıyı okuyanları uyarmam lazım. Zira yine Engin Alkan’a hayranlığımdan, yine Çağlar Çorumlu’ya sevgimden bahsedeceğim!
Şark Dişçisi‘nin yorumunu yazarken, “her zaman takipçisiyim bu ekibin” demişim. Öyleyim! Hatta şöyle bir ritüele doğru adım adım ilerliyorum. Her Engin Alkan oyununu bir sefer seyrediyorum, sonra sevdiklerimi de götürdüğüm ikinci, üçüncü seferler oluyor.
İstanbul Efendisi’ni de bu ikinci seyredişim. Musahipzade Celal’in eserini ilk sergilendiği yıllarda izlemiştim. Üzerinden bir hayli zaman geçmiş. Tekrar büyük bir zevkle izledim.
İlk defa gittiğim Ümraniye’deki Şehir Tiyatroları sahnesinin girişinde biraz şaşırdım. Zira otoparktan giriş ve fuayesi biraz bakımsızdı. (Ama olsundu!) Nescafe otomatından sıcak içeceklerimizi alıp pufların üzerine oturduk sohbet ettik. Bir hayli erken gittiğimizden, oyuncuların bazılarının provaya girişine de şahit olduk. Sevgili Çağlar Çorumlu provaya girerken, ev sahibi edasıyla selamlaştı bizle.
Ümraniye’deki tiyatronun sahnesi büyüktü fakat akustikte bir problem vardı. Oyuncuların sesleri çok dağıldı. Özellikle hızlı konuşulan sahnelerde hiçbir şey anlaşılmadı. Hatta bir ara, hafta içi olmasına rağmen tamamı dolu olan salonda, homurdanmalar başladı. Fakat müzikler çoğalıp oyunun temposu artınca herkes anladığı kadarıyla yetinip oyunun içine girdi.
Evde geçen bir oyuna oturma odası, boks konulu bir oyuna ring tasarlamasını işin kolayına kaçmak olarak gördüğümden genelde tasarımlarını beğenmediği Barış Dinçel’e ait sahne tasarımı, bu defa şaşırtıcı bir biçimde deneysel ve özgündü. Dönemin İstanbul’unda bozulan idari yapıdan dini anlayışa bir çok konuda göndermeleriyle tozlu ve koyu geçmişimizi hicveden eseri, kalabalık oyuncu grubunun önüne çıkmadan ama olumlu anlamda destekleyen, yer yer postmodern etkiler taşıyan sahne, Dinçel’in şimdiye kadar ki en iyi sahnelerinden biriydi. Ayrıca kostümler ve makyajda yaratılan atmosfere büyük katkı sağlıyordu.
Çağlar Çorumlu ölene kadar benim için Tarla Kuşuydu Juliet‘teki “Wili” olarak kalacak olsa da her oyununda öyle çok parlıyor, öyle çok parlıyor ki, beğenmemek mümkün değil. Sevinç Erbulak enerjisiyle, keyfiyle, her şeyiyle oyunun içinde. Engin Alkan her zamanki gibi oyunu alıp götürüyor, seyirciyle bağını hiç koparmıyor. Tuğrul Arsever oyunu yükseltiyor…
Ve müzikler… Hepimizin aşina olduğu müzikler, biraz dağınık bir kurguda olsa da, seyircilere çok hoş anlar yaşatıyor. Başlarda sadece “seyirciyken”, sonlara doğru el çırpıp eşlik etmeye başlıyorsunuz.
Sözün özü gidin. Eşi dostu da götürün.
İyi seyirler,
26 f 2012 | Müzikal, Tiyatro
- Sehir Tiyatroları
- Yazan: Hagop Baronyan
- Yöneten: Engin Alkan
- Koreografi: Selçuk Borak
- Müzik: Selim Atakan
- Sahne Tasarımı: Cem Yılmazer
- Kostüm Tasarımı: Tomris Kuzu
- Oyuncular: Çağlar Çorumlu, Tuğrul Arsever, Sevinç Erbulak, Çiğdem Gürel, Emrah Özertem, Hüseyin Tuncel, Murat Üzen, Okan Patirer, Özge O’Neill Sarımola, Reyhan Karasu, Salih Bademci, Selçuk Borak, Selin Türkmen, Senem Oluz, Serkan Bacak, Sevil Akı, Ümit Daşdögen, Yasemin Güvenç, Yılmaz Arda Alpkıray
“Tarihin belirsiz bir zamanından çıkıp gelen gezici bir tiyatro kumpanyası,19. yüzyıl Osmanlı mizah yazınının en önemli kalemlerinden olan Hagop Baronyan’ın eğlenceli komedisini; müzikli, danslı, şenlikli bir gösteriyle bugünün seyircisiyle buluşturuyor ve zamanın İstanbul Ermenileri arasında geçen; birbirini aldatan eşlerin, kavuşamayan aşıkların hikayesini konu alan oyunla, izleyenleri bir arada güldüğümüz zamanları hatırlamaya davet ediyor.”
Engin Alkan’ı ne kadar çok sevdiğimi daha önce yazmış mıydım? Sanırım yazmıştım. Peki Çağlar Çorumlu’nun oyunculuğuna bayıldığımı? Evet bunu da yazmıştım.
Bu yazıda tekrar tekrar söylememek için baştan söylüyorum. Engin Alkan, Türk tiyatrosu adına inanılmaz işler yapan çok güzel bir beyin. 3 saatten fazla süren 2 perdelik bu oyunda belki çok bilindik hikayeleri barındıran bir metin var ama öyle güzel detaylar bir araya getirilmiş ki, hiç sıkılmadan izleniyor.
Çağlar Çorumlu… Ömür boyunca unutamayacağım Shakespeare… Hala hatırladıkça gülümsüyorum. Bu oyunda ise Şark Dişçisi kendisi… Ama nasıl kurnaz, nasıl muzip, nasıl komik…
Sırasıyla anlatmam gerekirse;
- Dekor çok iyiydi. O kumpanya aracının 4 bir yanını evire çevire kullandılar. Kah üstüne tırmandılar, kah yatak odası oldu, kah antre oldu, kah kumpanya yapıldı… Çok iyiydi. Sade ama fonksiyoneldi.
- Kostümler inanılmaz bir renk şöleni sunuyordu. Fotoğraflardan da gördüğünüz üzere bir renk cümbüşü vardı.
- Müzikler çok sevimliydi. Ses düzeni ise ufak tefek aksaklıklara rağmen iyiydi.
- Engin Alkan oyunlarının en sevdiğim yanı olan doğaçlamalardan bolca vardı. Hele sevişme sahnesi yapmaya çalışan iki oyuncunun peruklarının çıktığı sahnede çok çok komik diyaloglar yaşandı.
- Sevinç Erbulak’ın, her ne kadar Tarla Kuşuydu Juliet‘teki performansını kendi skalasına göre biraz düşük bulsam da, bu oyundaki performansı müthişti. Kelimenin tam anlamıyla sahneye sığamadı. Enerjisini tüm seyircilere hissettirdi.
- Beğendiğim milyonlarca şeye rağmen iki şeye çok takıldım. İlki Tarla Kuşuydu Juliet gibi müthiş bir senaryoda neler yapabileceğini ispatlamış olan Engin Alkan’ın, oldukça sempatik olmasına karşın bu sıradan metni seçmesiydi.
- İkincisi ise oyuncuların konuşmasıydı. Yazarı Ermeni olan bir oyun için hemen hemen tüm oyuncular dile dikkat etmişti fakat yer yer Roman şivesine geçen konuşmalar oldu. Açıkçası kulağımı tırmaladı.
Fakat tüm bu detayları toparlayınca, ortaya çıkan şeyin çok başarılı ve Türk tiyatrosu adına ümit vaad edici olduğunu söyleyebilirim.
Yani Hollywood’un Tim Burton’ı varsa bizim de sinemada Ezel Akay’ımız, tiyatroda da Engin Alkan’ımız var! İstanbul Efendisi ve Tarla Kuşuydu Juliet (ki 3 sefer seyrettim) başarılarından sonra kemikleşmiş seyircilerine süpriz olmayan bu başarı ve görsel şölen, ilerleyen zamanlardaki oyunların da habercisi. Her zaman takipçisiyim bu ekibin…
İyi seyirler,
20 f 2011 | Müzikal, Tiyatro
- Şehir Tiyatroları /
- Yazan: Ephraim Kishon /
- Yöneten: Engin Alkan /
- Oyuncular: Engin ALKAN, Özlem TÜRKAD, Çağlar ÇORUMLU, Murat BAVLİ /
“Tarla Kuşuydu Juliet’te, Shakespeare’in yüzyıllardır insanları gözyaşına boğan karakterleri Romeo ve Juliet, Ephraim Kishon’un yeni kurgusunda günlük yaşantı ve çığrından çıkmış bir evlilik içinde ele alınıyor. İntiharın eşiğinden döndükten sonra evlenip bir de çocuk sahibi olan “kıdemli aşıklar” kimsenin öngöremediği bir hayatı sürdürürler. Bu dünyanın yaratıcısı Shakespeare mezarında ters döner ve olaylara müdahale etmek üzere eve gelir.”
Engin Alkan’ın yönettiği, oynadığı tüm oyunlara bayılıyorum!. Tarzı, oyunculuğu, performansı, esprileri beni gerçekten çok etkiliyor ve güldürüyor. “Tarla Kuşuydu Juliet”, bu sezon izlediğim Şehir Tiyatroları oyunlarının en iyisi.
Oyunun değişik ve eğlenceli olacağı, henüz başlamadan kendini belli ediyor. Neden mi? Seyirciler koltuklarını bulup yerlerini almaya çalışırken, sahnede Engin Alkan(Romeo) ve Özlem Türkad(Juliet) (yeni sezonda oyuncu değişimi olmuş, Sevinç Erbulak oyunuyor) makarna hamuru açıp spagetti yapıyorlar. Sonra herkes durumu farkedip sessizleşince oyun başlıyor.
Aşıklar ölmemiş, evlenip çocuk sahibi olmuşlar. Gündelip hayat içinde monotonlaşan evliliklerini sorguluyorlar. Ve aşkları bitmiş.
Eleştiriler, espriler çok yerinde.
Derken Shakespeare geliyor. İnanılmaz bir portre… Müthiş bir oyunculuk… İnanılmazdı!!! Alkışlamaktan ellerimiz patladı ama tekrar tekrar alkışlıyorum.
Tek kelimeyle bayıldım… Tekrar izlemek istiyorum, dilerim uzun zaman oynarlar. Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
zynp (şubat/10)
——
Bu yazımdan 1 sene sonra oyunu izlemeye tekrar gittim. Bir üçüncüye, dördüncüye…. daha gidebilirim sanırım.
Engin Alkan’a ba-yı-lı-yo-rum! Birincisi gerçekten gülmekten bayılıyorum. Ama komik olması ve müthiş başarılı bir oyuncu olması ve oyunun içindeki doğaçlamalarla ortalığı kırıp geçirmesi ve sesinin süper olması ve ve ve diğer her şey bir kenara, şehir tiyatrolarının çeperlerini zorlamasına inanılmaz saygı duyuyorum. Deniyor, denemekten yılmıyor.
Kendisinin de oyunda ifade ettiği üzere bu oyunda yönetiyor, oynuyor, çalıyor, söylüyor bir de şarkıları kendi yazıp besteliyor. Bir slow parça vardı gözlerimi dolduran: “Aşk Sonsuzluktur.”. Müthiş bir performans gösterdi Engin Alkan şarkıda. E tabi bir de oyunun sonunda söyledikleri “Aşık Ol” var. Dilime takıldı ,hala söylüyorum.
Özlem Türkad şehir tiyatrolarından ayrıldığından (neden oyun devam ederken? ) rolü Sevinç Erbulak devam ettiriyor. Yıllar geçtikçe Füsun Erbulak’ın kopyası haline gelen Sevinç Erbulak oyunda başarılı bir oyunculuk sergiliyor fakat Özlem Türkad’ı aynı rolde izlediğimden ister istemez kıyaslama yapıyorum. Bence Özlem Türkad hem Juliet olarak, hem de dadı rolünde, hem de şarkılarda daha iyiydi.
Çağlar Çorumlu, nasıl bir “Wili” dir o. Müthiş müthiş müthiş….
Engin Alkan rahip rolünde devleşiyor. Gerçekten müthiş müthiş müthiş..
Ne diyeyim gidin. Toplayın etrafınızdaki herkesi götürün. Müthiş zaman geçirin. Oyunun çıkışında Gamze Kuş’un illüstrasyonları ile “Hafıza’dan Romeo Juliet” sergisini gezmeyi de unutmayın.