Ruth Bader Ginsburg ismini maalesef ölümüyle vesilesiyle duydum. (Benim cahilliğim! ) Tüm dünyanın, özellikle Amerika’daki kadınların büyük bir üzüntüyle paylaştığı ölüm haberlerinden kim olduğuyla ilgili bilgileri öğrendikçe hayatı ve yaptıkları oldukça ilgimi çekti.
Bu harika kadınla ilgili 2 film olduğunu öğrenince, sırayla izlemek istedim. Ve sadece kadın hakları konusunda başardıkları değil, bir dönemi değiştiren tüm büyük insanlar gibi nasıl çalışkan olunuru da gördüm ve çok etkilendim.
Önce özellikle yaşını ve yaşadıklarını kısa kısa notlarla anlattığım hayatının kısa bir özetini, sonra ise filmleri anlatacağım.
Keyifli okumalar.
Müthiş Bir Hayatın Kısa Bir Özeti
1933’te Brooklyn, New York’ta doğan Joan Ruth Bader, ailenin 2.çocuğu. Henüz 14 aylıkken ablasını kaybeden Ruth, kanserle mücadele eden ve ona güçlü ve bağımsız olmasını öğreten annesini ise liseden mezun olmadan kısa bir süre önce kaybediyor.
15 yaşına kadar eğitim alan annesi aslında üniversiteye gitmek isteyen, okumaya meraklı biriymiş fakat ailesi onun yerine erkek kardeşini üniversiteye göndermeyi seçmiş. Bu nedenle Ruth annesi tarafından hep eğitime yönlendirilmiş.
17 yaşında Lisans eğitimi için gittiği Cornell Üniversitesi’nde ömrünün tamamını geçireceği Martin D.Ginsburg ile tanışıyor, ve çok iyi derecelerle üniversiteden mezun olduğu yıl evleniyorlar. Yaşı 21 iken eşi askere gidiyor ve yaşı 22 iken Ruth o yıl ilk çocuklarını dünyaya getiriyor.
23 yaşında, 500 öğrencinin sadece 9unun kadın olduğu Hardward Üniversitesi Hukuk Bölümü‘ne başlıyor.. Hukuk bölümü dekanının “Neden erkeklerin yerini işgal ediyorsunuz?” diye sorduğu 9 öğrenciden biri olan Ruth, aslında bu ayrımcılığı itici gücü haline getirip eğitim hayatına dört elle asılıyor.
O yıl kendisi 1.sınıfta, eşi ise aynı bölümde 2.sınıftayken, eşine testis kanseri teşhisi konuyor. Uzunca bir süre hem eşinin hem kendisinin derslerine girip notlar alıp, eve gelip hem çocuğu hem eşi ile ilgilenip gece olduğunda ise eşinin ödevlerine yardımcı olup kendi ödevlerini tamamladığı uzunca bir zaman geçiriyor. O yıllarda günde 2 saat uyuduğundan bahsediyor.
25 yaşındayken eşi üniversiteden mezun olup NewYork’ta iş bulunca, hastalığı sebebiyle onu yalnız bırakamıyor ve Hardward’dan Colombia Üniversitesine geçip eğitimine orada devam ediyor.
26 yaşında mezun olduğunda, New York’taki bir tane avukatlık bürosu bile, üstün başarılarla mezun Ruth’u “kadın” olması sebebiyle işe almıyor. Araya giren hocalarının baskısıyla yargıç Palmieri için memurluk yapmaya başlıyor ve 2 yıl bu görevine devam ediyor.
60lı yılların başında, 28-30 yaşları arasında İsveç’teki bir araştırmada görev alıp İsveççe öğreniyor. İsviçre’deki kadın hareketleri, hukuk fakültesinde %20-25 oranında kadın bulunması 8 aylık hamile olduğu halde yoğun çalışmalarına devam eden Ruth’u çok etkiliyor.
30-39 yaşları arasında görev alacağı Rutgers Hukuk Okulunda işe başladığında, Amerika’daki sayısı 20yi bulmayan “kadın” profesörlerden biri oluyor ve işe başlarken, kocasının iyi bir işi olması sebebiyle erkek profesörlere göre daha az maaş alacağı belirtiliyor. 39-47 yaşları arasında ise Columbia Hukuk Okulu’nda kadrolu ilk kadın öğretmen olarak görev yapıyor.
1972 yılında 39 yaşındayken, Kadın Hakları Projesi’ne başlıyor ve yüzlerce davayı takip ediyor. Amerikan yasalarında toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın haklarını ihlal eden 180eden fazla madde olduğunu bilen Ruth Ginsburg, her bir davada bir yanlışı düzelterek, yeni emsaller oluşturarak hukuk sistemini baştan yaratmaya kendini adıyor.
47 – 60 yaşları arasında ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından Columbia Bölgesi Bölgesi için Amerika Birleşik Devletleri Temyiz Mahkemesi’ndeki bir koltuğa aday gösteriliyor ve seçilip görev yapıyor. Temyiz mahkemesinde ılımlı ve işbirlikçi olarak bilinen Ginsburg aslında bu tutumunu bilinçli olarak, işleri istediği şekilde sonlandırmaya yardımcı olmak için sürdürüyor.
Bu tutumu sayesinde 1993 yılında, 60 yaşındayken, ABD Başkanı Bill Clinton tarafından Yüksek Mahkeme Ortak Yargıcı olarak aday gösteriliyor ve 96ya karşı 3 oyla seçiliyor.
66 yaşında kolon kanserine yakalanıyor, yeniyor, 76 yaşında ise pankreas kanserine yakalanıyor, yeniyor, 81 yaşında kalbine stent takılıyor, 85 yaşında akciğer kanserine yakalanıyor, yeniyor, 86 yaşında pankreas kanserine tekrar yakalanıyor, yeniyor. 87 yaşında tekrar kansere yakalandığında artık mücadelesi bitiyor ve 18 Eylül 2020’de hayata gözlerini yumuyor.
Tüm bu hastalık süreleri boyunca ve 2010 yılında kocasını kaybettiği zaman dahil, Ginsburg asla işlerini aksatmıyor ve emekliliği her sorulduğunda yetebildiğini düşündüğü sürece işine devam edeceğini kararlılıkla belirtiyor.
Özellikle 2006 yılında Yüksek Mahkeme’deki tek kadın yargıç olmasından sonra muhalif çıkışları ve feminist söylemleri ile adeta bir “pop kültür ikonu” haline geliyor. Gençler dövmelerini yaptırıyor, t-shirtlerini giyiyor, sokaklara grafitileri yapılıyor.
On The Basis Of Sex – 2018
Felicity Jones’un Ginsburg’u canladırdığı film, hukuk fakültesine girdiği ilk yıl olan 1956’dan başlayarak yaşadıklarını anlatıyor ve sonrasında 1970 yılında, erkek olması nedeniyle annesinin bakımını üstlendiğinden vergi indiriminden yararlanamayan Charles Moritz’in davasına odaklanıyor. Kanuna göre evde bakımdan sadece kadını sorumlu gören bakış açısına odaklanarak cinsiyet eşitsizliğini ve haksızlığı çözmeye çalışırken yaşadıkları, azmi ve çalışkanlığı gerçekten ilham verici.
RGB – 2018
Aynı yıl, Sundance Film Festivali’nde premier yapan RGB adlı belgesel ise Ginsburg’u hem kendi ağzından hem iş arkadaşları ve ailelerinin ağzından dinleme imkanını sunuyor. 2019 yılı Oscarlarında en iyi belgesel dalında aday olan ve başka yarışmalarda bir çok ödül sahibi belgeselde her özelliğiyle gerçekten müthiş bir RGB portresi sunuluyor.
— — —
Hem eşiyle olan ilişkisi, hem Amerika’da cinsiyet eşitliğinin hukuken sağlanması için verdiği çaba,, hem çalışkanlığı ile bir çok açıdan müthiş bir örnek ve ilham olan Ruth Bader Ginsburg’u geç de olsa tanıdığım için çok mutluyum. İyi ki yolu bu dünyadan geçmiş.
Tanışmamış olanlara ise iki filmi de öneririm.
İlham olması dileğiyle,
Trackbacks/Pingbacks