Büyük Sultan Katalina

Büyük Sultan Katalina

  • Devlet Tiyatroları
  • Yazan: Miguel de Cervantes
  • Yöneten:  Jose Maria Pou
  • Oyuncular: HAKAN MERİÇLİLER, TURGAY KILIÇ, OLCAY KAVUZLU, ÜNSAL COŞAR, NİMET İYİGÜN, DURUKAN ORDU, EMRAH KESKİN, CÜNEYT METE, MURAT ÇİDAMLI, EMRE ÖN, CAN ÖZTOPÇU, TOLGA ÇİFTÇİ, ÖTÜKEN HÜRMÜZLÜ/GÜVEN BESİMOĞLU, ERTUNÇ UYGUN, GONCA ERÇİL, ERDAL KÜÇÜKKÖMÜRCÜ

Catalina, Kuzey ispanya da Asturias eyaletinde bir şehir olan Oviedo dandır.Kendisi 10 yaşında köle olarak İstanbul a götürülmüş ve Sultan Murat daha ilk bakışta Catalina ya aşık olmuştur.Sultan Murat Catalina ile evlenmeyi arzu etmektedir fakat Catalina Müslüman olmak istemediği için reddetmektedir.Fakat bununla birlikte Sultan Catalina yı o kadar tutkuyla sevmektedir ki sonunda Catalina onun isteğine boyun eğer ve onun ilk eşi olur.Bu arada kendiside esir düşen babasına tekrardan kavuşmuştur.Oyunda ikinci hikaye Lamberto ve Clara hakkındadır.

Oyundan bahsetmeden önce sahneden bahsetmem lazım. Yerlerimizi almak için salona girdiğimizde bir Osmanlı dönemi oyunu izliyeceğimizi göz önüne alarak bu kadar modern bir sahne beklemiyorduk. Fakat gördüğümüz; kocaman bir havuz (evet gerçekten suyla dolu) , üzerinde yürüyebilmek için camdan hareket edebilen mekanizmalı plakalar ve arkada 3 adet camdan duvar.!

Devlet tiyatrolarının Tekel sahnesine gitmeyenler için tekrar anlatmak isterim. Sahne, Tekel Müzesi içerisinde yer alıyor. Müzenin doğal yapısına zarar vermeden, aynı doku içerisinde bütünlüğü sağlanarak oluşturulan salon; her türden tiyatro eseri ve özellikle deneysel tiyatro çalışmaları için kullanılabilecek şekilde tasarlanmış. Taş duvarlar aynen korunmuş, tiyatronun salonunda da aynı duvarlar devam ediyor. Önceki yorumlarımda belirttiğim gibi Üsküdar sahil yolu üzerinde bulunan bu binayı yolunuz düştüğümde mutlaka görün.

Cervantes’in Osmanlı konulu tek eseri olan oyun Türkiye’de daha önce sergilenmemiş.Cervantes hiç görmediği İstanbul’da geçen bu komedyayı tutsaklık yıllarında kaleme almış.Oyun ise İspanya ve Türkiye arasındaki kültürlerarası işbirliği ve diyalog perspektifi altında ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün işbirliğiyle Türkiye’deki İspanya Büyükelçiliği  ve İstanbul Cervantes Enstitüsü, bir İspanya-Türkiye ortak sanat projesiyle eseri sahneye taşımaya karar vermiş.

Oyunun hikayesi yukarıda. Oyuncular oldukça başarılıydı. Kadı: Can Öztopçu, Padişah: Durukan Ordu, Madrigal: Cüneyt Mete alkışı 2 kere hakettiler. Çünkü geçişlerdeki dekor oyunlarına rağmen bazen oyun durdu, ve bu anlarda imdada onlar yetişti.

Oyunun ilk kez sahnelenmesinden midir nedir bir çok entresan olay oldu. Hoş tiyatronunda güzelliği bu değil midir? Hiç bir oyun bir diğeriyle aynı olmaz.

Arkadaşım oyuna 3 gün kala yer bulmuştu.2 kişilik. Ve salon hemen hemen dolmuştu. Aynı akşam bir bilet daha almak istedik. Yer yoktu. Oyunun başlamasına 5 dakika kala hemen herkes yerine oturmuştu. Sonra yavaş yavaş ışıklar kapandı ve biletsiz gelen seyirciler tek tük boş yerlere oturmaya başladı. Ama sonra elinde biletleriyle bir çift geldi, fakat yerleri dolmuştu ve ışıklar tamamen kapandı. Orta merdivende kalakaldılar ve oyunun başlamasını beklerken merdivene oturuverdiler.

Bu arada karanlıkta oyun başlasın diye bekliyorduk fakat 5 adet eli meşaleli Osmanlıyı canladıran oyunculardan ateşini yakması gereken birincisi, bir tülü elindeki çakmağı çalıştramadı. Neyse sonra, yaklaşık onuncu denemeden sonra ,meşale çalıştı. Sonra diğer dördü meşalelerini yakmak istediler, bu defa dördüncününki yanmadı fakat sahne kaçmasın diye sönük olarak devam etti.

Meşaleliler sahnede bağırırıp koştururken, görevlilerden biri koşarak merdivende oturan ikilinin yanına geldi, kalkmanız lazım diye uyarmaya çalışırken, ellerinde meşaleli beş kişi koşarak merdivenleri çıkmaya başladı. İkili az kalsın eziliyordu. Allahtan bir kaza olmadan atlatıldı. Sonra iki kişiyi sofitanın devam eden kısmına aldılar. Oyun boyunca üst katta seyrettiler.

Sonraki sahnede Hakan Meriçliler (Roberto) ve Turgay Kılıç (Salih)’ın ikili diyalogları vardı. Konuşmaları bitip sahneyi terk ederlerken Hakan Meriçliler havuz üzerindeki cam tablayı atlayıp havuza bastı. Allahtan havuzun derinliği çok azdı da düşmeden toparladı. ( Gerçi benim tespitim, havuzun dalgalanması için bilerek bastığı yönündeydi. =))

Biz mimarlara tüm okul hayatımız boyunca “fonksiyonellik” olmassa olmaz diye öğrettiklerinden, mesleki deformasyon olarak hiçbirşeye sadece görsellik olarak bakamıyoruz. Koskoca havuzu yapmışlar, işe yaradı mı derseniz. Yaradı. Padişah arka panellerden akan suyla duş aldı, sonra suyu ayna gibi kullanıp konuştular, arkada fon sesi olarak su güzel bir ambians yarattı, oyunun sonlarına doğru “oyun gereği” suya düşen bir karakter de oldu. Peki bu havuz olmasa ve bu kadar masraf yapılmasa da olur muydu? Olurdu. Tabi bu proje bir ortak çalışma olduğundan tüm imkanların seferber edilmesi gayet anlaşılır. Hem kadro çok genişti, hem sahneye çok masraf edilmişti hem de kocaman renki bir kitapçık basılmıştı. Biz şehir ve devlet tiyatrosu izleyicileri için oldukça lükstü.

Oyunun ikinci yarısında Katalina’nın babasını oynayan Erdal Küçükkömürcü sahneyi koşarak terkederken düştü. Tüm seyircilerin yüreği ağzına geldi ama bir sonraki sahnede kendisini sağ salim oyunda görünce içimiz rahatladı.

Ve oyun bitiminde tüm oyuncular sahneye geldiğinde Clara rolünde izlediğimiz Gonca Erçil de havuzun üzerindeki ıslak camlar nedeniyle kaydı, ama o da düşmeden toparlamayı başardı. Bir kaç ay önce merdivenden düşerek ayağını burkan bendenizde oluşan fobiden midir nedir, oyun boyunca havuz etrafında hangi oyuncu koşsa içim bir fena oldu.

Sonuç itibariyle oyun ve oyuncular bize hoş ve değişik bir deneyim yaşattılar. Ama oyun bitiminde arkamda oturan yaşlı teyzenin yorumu benim için de geçerliydi. ” Eee ama ben hiç Osmanlı sarayı gibi hissedemedim bu dekoru. İçine giremedim oyunun.”

İyi seyirler.