Kısa Kısa #22 – Dram: Still Alice, The Fault In Our Stars, The Immigrant ve The Disappearance of Eleanor Rigby :Them

Kısa Kısa #22 – Dram: Still Alice, The Fault In Our Stars, The Immigrant ve The Disappearance of Eleanor Rigby :Them

Gerilimdir, senenin öne çıkanlarıdır derken bir kadın olarak kare asım ağlatmalı romantikleri unutmamam lazım. İşte sırada bu senenin romantik dramları.

Still Alice / Unutma Benistillalice

  • Yönetmen: Richard Glatzer, Wash Westmoreland
  • Tür: Dram
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Julianne Moore, Alec Baldwin, Kristen Stewart
  • Süre: 101 dk

?Alice Howland, Columbia Üniversitesi’nde ünlü bir dilbilim profesörüdür. Bir gün doktor muayenesinde kendisine Alzheimer’ın başlangıç evresinde olduğu teşhisi konur. Alice’in hayatı artık eskisi gibi olmayacaktır. Geçirdiği hastalık, eşi ve üç çocuğuyla birlikte sürdüğü hayata yeni bir gözle bakmasını sağlayacaktır. İnsan ilişkilerini sorgularken öte yandan da en genç kızıyla olan ilişkisiyle de onu yeniden kazanmak için mücadele verir. Alice, uzmanlaştığı bölüm gereği hayatı boyunca yeni şeyler öğrenmektedir ve bu yüzden hastalığını başta kabullenmek istemez. Manhattan sokaklarında kayboluşuyla durumu kavramaya başlayan Alice, zamanla Alzheimer’la mücadele etmenin yollarını arayacaktır.”

Hani cenazelerde derler ya, herkes kendi başına gelme ihtimalini düşünüp kendine ağlar diye. Bu film de benim empatimin tavan yapmasına neden oldu gerçekten.

Gerçek bir hikayeden yola çıkan film Julianne Moore’un müthiş oyunculuğuyla seyirciye inanılmaz geçen bir yapım olmuş. Normalde oyunculuğunu pek donuk bulduğum Kristen Stewart’ın bile enteresan bir biçimde sırıtmadığı oyunculuklar dışında, hikayenin akışı da kurgu da dinginlikleriyle bu denli etkili olmalarından dolayı gayet başarılıydı.

İzlemenizi tavsiye ederim,

The Fault In Our Stars / Aynı Yıldızın Altındathefaultinourstars

  • Yönetmen: Josh Boone
  • Tür: Dram, Romantik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Shailene Woodley, Ansel Elgort, Nat Wolff
  • Süre: 125 dk

?16 yaşındaki Hazel üç yıldır tiroid kanseriyle boğuşmaktadır ve kanser akciğerlerine de sıçradığı için yanında bir oksijen tüpüyle gezmektedir. Kanserli hastalar için oluşturulan destek grubunun bir terapi seansı esnasında Augustus isimli bir gençle tanışır. Augustus da beyin tümörüyle savaşmış ve bu yolda bir bacağını kaybetmiştir. İkili birlikte zaman geçirdikçe birbirlerine aşık olurlar. Akciğer tedavisi için hastaneye yatırılan Hazel’ın yanından bir an dahi ayrılmayan Augustus, sevgilisinin çok istediği bir hayali gerçekleştirmek için onunla birlikte yola çıkar. Planlarına göre Amsterdam’a gidecek ve Hazel’ın en sevdiği yazar olan Peter Van Houten’i bulmaya çalışacaklardır…”

Kesin bayık bir ergen filmidir, kitabı bestseller bari filmini izleyeyim gibi düşüncelerle izledim fakat ağlamaktan içim dışıma çıktı. Zaten çok zor ağlayan biri olduğum söylenemez ama hikaye gerçekten dokunaklıydı. Üzerine son dönemin en parlak oyuncularından Shailene Woodley’in pek başarılı oyunculuğu eklenince, süresine rağmen amacına hizmet eden bir dram ortaya çıkmış.

İyi seyirler,

The Immigranttheimmigrant

  • Yönetmen: James Gray
  • Tür: Dram, Romantik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Marion Cotillard, Joaquin Phoenix, Jeremy Renner
  • Süre: 113 dk

?1920’lerdeyiz Ewa Cybulski ve kardeşi Magda doğdukları ülke olan Polonya’yı terk ederek New York’un yolunu tutarlar. Ellis Ada’sına geldiklerinde Magda verem hastalığına yakalanır ve karantinaya alınır. Ewa yalnız ve kaybolmuş bir şekilde Bruno’nun ağına düşer , Bruno kadın ticareti yapmaktadır, ve başarılı olmayı da kafasına koymuştur. Kız kardeşini kurtarmak için Ewa bütün fedakarlıklara hazırdır ve fahişelik yapmaya başlar. Bruno’nun kuzeni Orlando’nun gelişiyle birlikte , Ewa kendine güvenini geri kazanır fakat Bruno’nun kıskançlığı onları ölümcül bir deliliğe sürükler…”

Bazı filmlere konsantre olamıyorum. Başrolünde en beğendiğim Phoenix ve Cotillard olsa bile…

Zaten dönem filmlerinde sıkılıyorum, bir de üstüne karanlık atmosfer, sürekli “eeee yani?” diye sorup durduğum sahneler, uzayıp duran bir hikaye… Ben sıkıldım, sizi bilmem…

The Disappearance Of Eleanor Rigby: Them / Aşkın Hallerithedissappearanceof

  • Yönetmen: Ned Benson
  • Tür: Dram, Romantik
  • Yapım: 2014, ABD
  • Oyuncular: Jessica Chastain, James McAvoy, William Hurt
  • Süre: 123 dk

?Conor ve Eleanor aşkla evlenmiş ve beraberliklerini mutlu bir biçimde sürdüren bir çifttir. Ta ki bir gün yine birbirlerine ne kadar yabancılaştıklarını fark edene kadar? Daha önce karşımıza The Disappearance Of Eleanor Rigby: Him ve Her başlıklarında iki ayrı bakış açısına sahip iki farklı film olarak çıkan yapıt, bu sefer çiftin hayatı yeniden keşfedişini subjektif bir bakış açısıyla yeniden beyazperdeye taşıyor.”

Yönetmenin 2013 yılında Him ve Her olarak çektiği iki filmin birleştirilmiş hali olan Them, bu versiyonundaki kurguyla yoruyor olsa da ortalamanın üstü bir senaryoya sahip. İzlenmesi çok gerekli filmlerden değil ama iyi bir ayrılık filmi izleyenlere tavsiye edebilirim…

Yılın En İyi Filmlerinden: Aşk / Her

Yılın En İyi Filmlerinden: Aşk / Her

  • herYönetmen: Spike Jonze
  • Yapım: 2013, ABD
  • Tür: Dram, Romantik
  • Oyuncular: Joaquin Phoenix, Scarlett Johansson, Amy Adams
  • Süre: 120 dk

“Theodore Twombly hayatını, yakın gelecekte nadir bulunan bir şeye dönüşecek olan el yazımı mektupları yazarak kazanmaktadır. Ve bugünlerde artık insanların işlerini bilgisayar programları yerine getirmektedir. Theodore, karısından boşandıktan sonra bir apartman dairesinde tek başına yaşamaya başlar ve bir gün karşılaştığı bir teknoloji reklamıyla birlikte hayatı değişir. Kusursuz bir yapay zeka sistemi sunan yeni bir telefon modeli, onu son derece çekici bir kadın olan Samantha ile tanıştırır. Sanal bir varlık olan Samantha, Theodore’u dünya ve hayat üzerine sorduğu sorularla bambaşka bir gerçeklikle tanıştırır. Ağır bir depresyonun içerisinde olan Theodore, yavaş yavaş hayatın keyifli yanlarını fark etmeye başlarken yapay zeka programıyla arasındaki ilişki de gitgide tuhaflaşır.
1999’da Being John Malkovich filmiyle Oscar adaylığı kazanan çok yönlü sinemacı Spike Jonze’un son uzun metrajlı filmi, yalnızlık ve yaratıcılık sıkıntısı çeken bir yazarın dram ve komediyle yoğrulan öyküsünü beyazperdeye taşıyor. Filmin başrolünde Joaquin Phoenix yer alırken, Scarlett Johansson da gizemli bilgisayar uygulamasına sesiyle hayat veriyor.”

Çok beğendiğim filmlerin yorumunu yazarken zorlanıyorum, zira ne kadar iyi olduğunu izlemeden anlamanız zor gibi geliyor.

Spike Jonze senenin en beğendiğim, en çarpıcı ve en melankolik filmlerinden birine imza atmış. Senaryo bence kusursuz. Derdini, anlatmak istediklerini öyle temiz ve nokta atışlarıyla anlatıyor ki, ne bir eksik, ne bir fazla.

Bilmediğimiz bir yakın gelecekte geçen film, Los Angeles’ın silüetiyle tamamlanmış ama bilim kurgu gelecekleri gibi abartılar yerine daha sade bir gelecek tasarlanmış. Hem mekan seçimleri, hem kıyafetler (yüksek beller ve ana renkler geri dönmüş, malum moda tekrar eder), hem teknolojik gelişmelerle yaratılan bu geleceği hemen içselleştirmemiz için harika görüntü yönetimi yapmış Hoyte Van Hoytema. Hem iç mekan çekimlerinde, hem dış mekanlarda ışık kullanımı çok başarılıydı. Hele finalde gün ışığında uçuşan o toz zerrecikleri…

İnsanın boğazına koskoca bir yumruk tıkayan filmde halihazırda çok beğendiğim Joaquin Phoenix inanılmaz bir iş çıkarıyor. Film boyunca beni defalarca ağlatan Phoenix, karşısında bir oyuncu olmadan aşkı maksimum bu kadar iyi anlatabilirdi diye düşünüyorum ve Oscar adaylığı almamasına inanamıyorum! The Master’daki performansını da çok çok başarılı bulmuştum ve henüz kısa bir zaman geçmişken, Thedore rolüyle kendi başarısının üstüne çıktığını düşünüyorum.

Filmin naif, romantik, melankolik ve sade haline hizmet eden Arcade Fire grubunun imzası bulunan müziklerini filmden bağımsız olarak mutlaka dinlemelisiniz. Ayrıca Scarlett Johansson ve Phoenix’in beraber söylediği The Moon Song, gerçekten hem filmi, hem filmin vurguladığı yalnızlık duygusunu öyle bir anlattı ki… Aşağıya ekledim.

Her şeyini beğendiğim filmde Scarlett Johansson’a ayrı bir parantez açmalıyım. Zira hiç görünmeyip, sadece sesiyle var ettiği Samantha’ya öyle bir ruh veriyor ki film boyunca hiç sorgulamadan inanıp izliyorsunuz (dinliyorsunuz). Amy Adams ise duru oyunculuğu ile bekleneni veriyor.

İzledikten günler sonra bile kafamı meşgul etmeye devam eden, büyük bir boşluğa düşüren bu filmi mutlaka izleyin. Senenin ve belki uzun yılların başyapıtlarından olduğunu düşünüyorum.

İyi seyirler,

httpv://www.youtube.com/watch?v=Ml00a-o6VDI

Joaquin Phoenix’ten Oyunculuk Dersi : The Master

Joaquin Phoenix’ten Oyunculuk Dersi : The Master

  • Yönetmen: Paul Thomas Anderson
  • Oyuncular: Joaquin Phoenix, Philip Seymour Hoffman, Amy Adams
  • Tür : Dram
  • Yapım. ABD, 2012
  • Süre: 144 dk

Eski donanma subayı Freddie Sutton, tüm dünyayı alt üst eden II. Dünya Savaşı’nda cephede görev aldıktan sonra ülkesine döner. Fakat bundan sonra ne yapacağı, hayatını nasıl şekillendireceği konusunda kararsızdır. Tam bir boşluğa düşmek üzereyken The Cause tarikatının karizmatik lideri Lancaster Dodd ile tesadüfen tanışır ve ona tutunur. Sutton kısa bir sürede vaazlarıyla meşhur olan Dodd’un sağ kolu olur; başta neyin içine sürüklendiğini tam olarak bilmese de ilerleyen dönemlerde Master’ın önüne dahi geçecektir…
1950’li yıllara odaklanan yapım The Cause tarikatının din temelli faaliyetlerinin Amerika çapında yayılmaya ve gitgide popüler olmaya başlamasını merkezine alıyor. Senaryosu ve yönetmenliği, Kan Dökülecek filmi ile Oscar adaylığı da olan Paul Thomas Anderson’a ait olan filmin başrollerini Philip Seymour Hoffman ve Joaquin Phoenix paylaşıyor…

Yine yazmakta geç kaldığım bir film The Master…İzleyeli çok oldu.  Artık yazamasam da olur derken film ödülleri bir bir silip süpürmeye başladı.  E artık yazmasam olmaz…

Filmde eleştirilebilecek bir sürü şey var aslında ama su götürmez  başarısıyla tek gerçek oyunculuklar. Phoenix ve Hoffman karşılıklı öyle bir döktürüyorlar ki, oynamaktan çok yaşıyorlar rollerini.  Hatta Phoenix’in bu filmdeki performası okullarda ders olarak bile okutulabilir, o derece.  Oscar’a aday olacağını, hatta ödüle en yakın isimlerden biri olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Dışarıdan bakıldığında basit bir hikaye gibi görünen fakat derininde  savaş sonrası psikolojisinden başlayıp inanç ve egoya kadar insan psikolojisinin ögelerini irdeleyen The Master, Anderson’un kendine has/özgün anlatımıyla insanı içine çeken bir yapım olmuş. Özellikle uzun sekanslı sahnelerinde, neredeyse o odanın, yatın, evin içinde gibi hissettiriyor izleyenleri.

Müzik kullanımını biraz abartılı, akışını biraz yavaş, kurgusunu da biraz dengesiz bulmuş olsam da 2012’nin en derin filmlerinden biri olduğunu söyleyebilirim.  Ayrıca filmin sonunun çok manidar ve düşündürücü olduğunu da belirteyim.

İyi seyirler,