4 f 2015 | Sinema
Karşınızda senenin iyileri arasından seçtiğim 4 gerilim filmi:
Gone Girl / Kayıp Kız
- Yönetmen: David Fincher
- Tür: Gerilim
- Yapım: 2014, ABD
- Oyuncular: Ben Affleck, Rosamund Pike, Neil Patrick Harris
- Süre: 149 dk
?Amerika’nın Missouri eyaletlerinden birinde sıcak bir yaz sabahı, Nick ve Amy evliliklerinin beşinci yıl dönümünü kutlamaya hazırlanmaktadırlar. Fakat o gün Amy aniden ortadan kaybolur. Geri dönmeyince, polisin gözünde kocası Nick tüm şüpheleri üzerine çeker. Nick’in ise kafası karışmıştır zira Amy’ye ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktur ama bir anda kendisini Amy’nin ailesinin haızlradığı bir yardım operasyonu içerisind epiyon olarak bulur! Nick masum olduğu konusunda ısrar etse de üstündeki şüpheleri tamamen yok edemez. Amy’nin hayatta olup olmadığı ise büyük bir muammadır…”
Açıkçası başrolde Ben Affleck olunca minimum beklentiyle izlemeye başladım fakat bence Gone Girl senenin iyilerinden biri olmuş. Yorumların çoğu Fincher gibi bir yönetmen için ortalama ve hatta vasat bir film olduğundan bahsetse de, bence hem komedi hem de gerilim dozuyla gayet ortalamanın üstünde, keyifli bir seyirlik olmuş.
İzlemenizi tavsiye ederim.
The Double / Öteki
- Yönetmen: Richard Ayoade
- Tür: Dram, Gerilim
- Yapım: 2013, İngiltere
- Oyuncular: Jesse Eisenberg, Mia Wasikowska , Wallace Shawn
- Süre: 93 dk
?Simon’ın işyeri ve evi arasındaki mesafeden ibaret olan hayatı, hayallerini kurduğu kadına ulaşamayarak, annesine tahammül etmeye çalışarak ve en önemlisi çevresi tarafından görmezden gelinerek geçip gitmektedir. Çekingenliği ve içine kapanıklığı kendini daha fazla güçsüz hissetmesinden başka bir sonuca hizmet etmez, yalnızlığı günden güne derinleşir. Bir gün işyerine James adında, tıpatıp kendisine benzeyen bir çalışanın gelmesiyle bu rutinleri yok olmaya başlar. James dış görünüş olarak kusursuz bir şekilde Simon’a benzer, karakter anlamındaysa tam tersidir. James’in karizması, neşeli kişiliği ve centilmen halleri birkaç gün içerisinde çevresindeki herkes tarafından sevilmesini sağlasa da esasında Simon’ın hayatını ele geçirmeye başlamıştır…
Dostoyevski’nin yazdığı dönemde sert eleştirilere maruz kalan eseri Öteki’nin beyazperde uyarlaması olan film, bir adamın yaşarken kendi “öteki”siyle tanıştıktan sonra hayatında erimeye başlayan akli sınırları ve deliliğin kontrolü ele alışını anlatıyor.”
Aylar evvel festivalde izlediğim film, ciddi Wes Anderson izleri taşıyan bir distopya. Retro fütüristik mekanları ile bilinmez bir dünyada Simon ve James ile bizi tanıştıran ve sonra bildiğimiz dünyanın iş hayatına ve sosyal hayatına dair eleştirileri üzerine yoğunlaşan film, Dostoyevski’nin aynı adlı zamansız eserinden uyarlama.
Son dönemin parlayan genç aktörlerinden Jesse Eisenberg’in yine mükemmel iş çıkardığı filmi izlemenizi tavsiye ederim.
Nightcrawler / Gece Vurgunu
- Yönetmen: Dan Gilroy
- Tür: Dram, Gerilim
- Yapım: 2014, ABD
- Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Rene Russo, Riz Ahmed
- Süre: 117 dk
?Lou Bloom kariyer peşinde, genç ve hırslı bir adamdır. Hayatta “amaca giden her yol mübahtır” düsturunu benimseyen bu hırslı adam, geceleri şehirde yaşanan suç olaylarını tüm açıklığı ile kamerasına kaydetmeye başlar. Şehrin önde gelen televizyon kanallarından birinde gece muhabiri olarak işe girmesi de uzun sürmez. Fakat ne var ki, kariyerinde benimsediği yolun da bir faturası elbet olacaktır… “
Bu sene tüm yapımlar benim önyargılarımı yıkmak için yapılmış sanki. Sıfır beklenti, hatta Jake Gyllenhaal’ın yine bayık bayık bakacağı sıkıcı film negatif beklentisiyle izlediğim film, senenin en iyi işlerinden biriymiş meğerse. Konusu, medya eleştirisi, düşmeyen temposu ve Gyllenhaal’ın yarattığı muazzam karakter ile senenin mutlaka izlenmesi gerekenlerinden.
İyi seyirler,
De Behandeling / The Treatment
- Yönetmen: Hans Herbots
- Tür: Dram, Gerilim
- Yapım: 2014, Belçika
- Oyuncular: Geert Van Rampelberg, Ina Geerts, Johan van Assche
- Süre: 125 dk
?Dedektif Nick Cafmeyer mükemmel kariyere sahip, başarılı bir müfettiştir. Ancak dokuz yaşındayken kardeşi Bjorn belirsiz bir şekilde ortadan kaybolunca, karanlık bir bulut çökmüştür yaşamına. Plettinckx ise herkes tarafından tanınan şeytani zevkleri olan bir seksomanyaktır. Dedektif Nick, Plettinckx’i sorgulamaya alır ama delil yetersizliğinden bırakmak zorunda kalır. Nick, kardeşinin bu seksomanyak adamla bir bağlantısı olduğunu düşünür ve amansız bir takip başlar..”
Belçikalı sinemacıların karanlık filmler çekmek konusunda tıpkı İslandinav ülkeleri gibi bir yeteneği var sanıyorum. Film bitsin de bu işkenceden kurtulayım diye dua ettim. Gerilmekten mideme ağrılar filan girdi. Kaldırabilecekseniz izleyin derim…
26 f 2014 | Sinema
Yine geçen seneden filmler var Kısa Kısa bölümünde:
Snowpiercer
- Yönetmen: Joon-ho Bong
- Tür: Dram, Bilimkurgu
- Yapım: 2013, Güney Kore , Fransa , ABD , Çek Cumhuriyeti
- Oyuncular: Chris Evans, Jamie Bell, Tilda Swinton
- Süre: 126 dk
“Gelecekte başarısızlığa uğrayan bir deney büyük bir felaketle sonuçlanır ve yeryüzündeki yaşamı büyük ölçüde bitiren bir küresel ısınma olur. Dünyanın çevresinde kesintisiz bir güçle dönen bir tren hayatta kalan insanların son sığınağı olacaktır. Fakat güç bela yaşamın sürdüğü bu yeni dünyada sınıfsal farklılıklar halen en büyük silahtır…”
Snowpiercer’ın adını sene içinde bir-iki defa duymuştum fakat ne yalan söyleyeyim, pek de ilgilenmemiştim. Fakat daha sonra “distopik” ve “Uzakdoğu” anahtar kelimeleri aklımı çeldi.
Fransız bir grafik-romandan sinemaya aktarılan filmin yönetmen koltuğunda Mother ve The Host filmleriyle hatırlatıdığımız Joon-ho Bong var. Hikayesi ve yarattığı atmosferi nedeniyle ilk yarım saat kitlenip kalmanıza neden oluyor film. Neler olup bittiğini anlatmaya, karakterleri çözümlemeye çalışıyorsunuz. Sonraki bir saat de su gibi akıp geçiyor zira aksiyon dozu yüksek, enerjik sahnelerle dolu fakat son bir saatte tüm bu olup bitenin finali biraz sıkıntılı oluyor. Hem sonucun pek mutluluk verici olmaması, hem uzun diyaloglar, hem de soru işaretleri beklentinin altında bir final izlemenize neden oluyor.
Küresel ısınma, sınıf ayrımı, gıda ayrımı, devrim ve isyan gibi konuları gözümüze soka soka işleyen filmde, oyuncuların tamamını başarılı buldum. Bazı noktalarda fazla karikatürize olan karakterler olsa da, genel itibariyle çok rahatsız etmiyordu performanslar.
Filmin hikayesi, yaratılan atmosfer ve müzikleri bile izlemek için önemli nedenler bana kalırsa. O nedenle sizin de izlemenizi tavsiye ediyorum.
Enemy/Düşman
- Yönetmen: Denis Villeneuve
- Tür: Gerilim
- Yapım: 2013, Kanada, İspanya
- Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Mélanie Laurent, Sarah Gadon
- Süre: 90 dk
“José Saramago?nun bizde de yayımlanan Kopyalanmış Adam isimli romanının bir uyarlaması. Üstelik Gyllenhaal bu kez bir değil, iki karakter canlandırmakta. Tarih öğretmeni Adam, bir gün izlediği filmde kendisine tıpatıp benzeyen bir adam görür. Bu oyuncunun izini sürmeye başladıkça da gizemli ve ürkütücü bir dünyanın içine çekilir. İlk gösterimi Toronto Film Festivali?nde gerçekleşen ve özellikle atmosferiyle beğeni toplayan Düşman’ı Cronenberg, Lynch, Nolan, De Palma gibi yönetmenlerin filmleriyle karşılaştıran eleştirmenler olmuştu.”
Aynı sene içinde Prisoners filmini de izlediğimiz Denis Villeneuve, o filmde yarattığı atmosferle bir film için daha kredi yaratmıştı. Fakat aynı senaryo ve kurgu hatalarını bu filmde de görmek mümkün. Yine mükemmel bir atmosfer var, renkler, mekanlar, bayık bakışlı Jake filan harikulade bir gerilim ortamı. O kadar ki, filmin hemen başında ne olup bittiğini anlasa da insan konduramıyor bu kadar basit bir hikaye olabileceğine. Sonuna kadar inatla şaşırtacak bir şeyler olsun diye bekledik koca salon ama nafile…
Bir film yapmak için Denis Villeneuve’nin elinde oyuncular, sahneler, ışık, o bu var ama maalesef bir senaryo yok. José Saramag?un filme konu kitabı da böyle miydi bilemiyorum ama yönetmenin bendeki kredisi bitti. (eminim kahrolmuştur!). Parça parça metaforları birleştirmeye çalışıp kendi kendinize hikaye yazmak istemiyorsanız, izleyip vakit kaybetmeye gerek yok diye düşünüyorum.
The Grandmaster / Büyük Usta
- Yönetmen: Kar Wai Wong
- Tür: Dövüş, aksiyon
- Yapım: 2013, Hong Kong , Çin , Fransa
- Oyuncular: Tony Leung Chiu Wai, Zhang Ziyi, Chang Chen
- Süre: 123 dk
“1930’larda Güney Çin’i tek ilgi odağı merkezi haline getiren şey dünyaya dalga dalga yayılmakta olan dövüş sanatları geleneği olur. Dövüş sanatlarına ilgi duyan insanlar, eğitim almak için bu bölgede yer alan ve profesyonel dövüşçüleriyle ünlü olan Foshan’a gelmektedir. Ünlü dövüş ustaları ve karşılaştıkları bu kişiler arasında yaşanan çeşitli çatışmalar ise tam konsantrasyon gerektirmektedir. Dövüşler sona erene kadar içeride bulunan kişilerin dışarıyla olan tüm bağı kopar ve zorlu bir süreç başlar. Son derece alçak gönüllü bir dövüş sanatçısı olan IP Man de bunlardan biridir…
Ip Man, Çin’in güneyinde Foshan’da zengin bir alenin çocuğu olarak doğup büyümüştür. Karısı Zhang Yongcheng de bir Manchu soylusudur. Wing-Chun dövüş sanatına olan tutkusuyla Ip Man, Forshan’ın Kung Fu ustalarının görüldüğü, kadınlarının da dövüş sanatlarına dair sırlarını paylaştığı elit bir genelev olarak işletilen Gold Pavillion’a sıklıkla gider.
1936 yılında Çin’de siyasi karışıklıklar şiddetlenmiştir ve imparatorluk dağılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Japonlar, Mançurya olarak bilinen ve Çin’in kuzeydoğusunda bulunan eyaletleri işgal altına almışlardır. Evi işgal altındaki Mançurya’da bulunan Büyük Usta Gong Baosen Foshan’a gelir. Daha önceki gelişinde kuzey ve güneyin dövüş sanatlarının birbiriyle kaynaşmasında rol oynayan Gong, bu kez emekliliğini kutlamak üzere gelmiştir. Gold Pavillion’da bir tören düzenlenecektir.
Törenin tamamlayıcı bir parçası olarak gerçekleşen kısmında, ustanın daha genç olan birisiyle mücadele etmesi ve bu yolla bildiği dövüş sanatlarını göstermesi beklenir. Bu kez Gong’un öğrencisi, Xingyi’de ustalaşmış olan Ma San bu performansı üstlenir. Gong’un kızı olan ve aynı zamanda babasının ölümcül Bagua tarzı “64 El” tekniğinin de tek mirasçısı Gong Er de babasının emeklilik dönemine geçişini izlemeye gelmiştir. Ip Man’in de orada olduğunu fark eder. Meydan okumalar ardarda gelir.
Büyük Usta Gong’un ve dolayısıyla Gong Er’in hayatları, Japon işgaliyle birlikte sarsıntıya uğrar. Yaşadıkları sonucunda Gong Er, yaşamının merkezini tamamen değiştirecek kararlar almak zorunda kalacaktır. Öte yandan Ip Man de değişen koşullarda yaşamakta ve yaşadıklarıyla başa çıkmaya çalışmaktadır. İkili yıllar sonra bambaşka bir şekilde karşı karşıya gelecektir.”
Festivalde izlediğimiz filmin büyük kısmını uyuyarak geçirdim. Görüntü yönetimi çok çok güzeldi katılıyorum ama konuyu anlamakta zorlandım baya, ondan sonra içim geçmiş zaten.
Kung Fu’dan anlamam, aslında filmi izlemeye hiç çalışmasam daha iyiydi galiba. Meraklısı olmayanlara tavsiye etmiyorum.
26 f 2014 | Sinema
Henüz adaylar açıklanmamışken tahminler üzerinden izlediğim bazı filmler vardı. İzledikten sonra önemli dallarda aday olamayacaklarını anlamıştım ve düşündüğüm gibi bazı yan dallarda aday oldular. Bu yazıda sıra onlarda:
All Is Lost / Sona Doğru
- Yönetmen: J. C. Chandor,
- Tür: Gerilim, Dram, Macera,
- Yapım: 2013, ABD
- Oyuncular. Robert Redford
- Süre: 136 dk
“Hint Okyanusu’nda tek başına gezinti yapan bir adam, yatının bir gemi konteynırına çarpması üzerine bilincini kaybeder. Uyandığında bilinci yerinde değildir ve kazayı yavaş yavaş hatırlamaya başlar. Telsiz, radyo ve navigasyon ekipmanını kaybetmiştir ve vahşi bir fırtınanın tam ortasında kalmıştır. Teknik donanımları olmadan bir hiç olan adam direnişi ve tecrübeli denizcilik geçmişi sayesinde hayatta kalacağına inanmaktadır. Okyanusun ve dalgalarının sesine kulak verir ve planlarını bu dalgalara göre yaparak yakınlarından bir geminin geçmesini dilemeye başlar. Ancak bu direniş hali zannettiği kadar kolay olmayacaktır. Zira okyanus son derece tehlikeli köpekbalıklarıyla doluyken doğal kaynakları da tükenmek üzeredir.”
77 yaşındaki aktör Robert Redford’un başrolünde ve hatta tek rolünde yer aldığı film, tek başına gezinti yapan bir adamın yaşadığı kaza sonrası okyanusta geçirdiği 7 günlük hayat mücadelesini gösteriyor. Tek oyunculu bir film için süresi biraz uzun gelse de ben sonuna kadar ilgiyle izledim. İsmine, geçmişine, hayatına dair herhangi bir şeyi bilmediğimiz bu adamın ağzından tüm film boyunca sadece bir iki kelime duyuyoruz fakat senaryo gücünü diyaloglardan değil görüntülerden alıyor. Ayrıca eleştirmenler pek beğenmemiş olsa da, ben Redford’un performansını da beğendim. İzlemeye değer,
The Great Gatsby / Muhteşem Gatsby
- Yönetmen: Baz Luhrmann,
- Tür: Dram, Romantik,
- Yapım: 2013, ABD, Avustralya,
- Oyuncular. Leonardo DiCaprio, Tobey Maguire, Carey Mulligan
- Süre: 142 dk
“Yazar olma basamaklarını tırmanan Nick Carraway 1920’lerde eğlence hayatının gözdesi konumuna yükselen New York’a gelir. Kendi Amerikan rüyasının peşindeyken tesadüfen milyoner Jay Gatsby ve onun çevresiyle yolları kesişir. Carraway’nin alkolün su gibi aktığı, göz kamaştırıcı partilerle tanışması fazla zaman almaz. Öte yandan bu büyülü Amerikan rüyasının çöküşü de yaklaşmaktadır. Dışarıdan görkemli görünen bu hayatın örtbas etmeye çalıştığı gerçekler su yüzüne çıkacaktır…”
5-6 yılda bir film yöneten Baz Luhrmann’ın oldukça ses getiren çalışması The Great Gatsby gerçekten büyük bir görsel şölen vadediyor. O şaşalı dönemi tüm rengi, coşkusu, şatafatı ile sonuna kadar seyirciye hissettirmek konusunda Luhrmann kesinlikle çok başarılı. Müzikleriyle ve karnaval havasıyla büyüleyen film, aslında dramatik bir aşk hikayesini anlatıyor ve başroldeki Leonardo Di Caprio, son senelerde hep olduğu üzere, çok başarılı bir performans sergiliyor. Fakat filmi izlerken, ki süresi biraz uzun geldi, sürekli bir tat eksik geldi bana. O denli şatafatlı görüntüleri izlerken anlamamıştım ama sonradan düşününce o eksikliğin senaryodan kaynaklandığını anladım. Hikaye biraz sıradandı.
Yine de izlemesi keyifli bir seyirlik,
Star Trek Into The Darkness / Bilinmeze Doğru Star Trek
- Yönetmen: J.J. Abrams,
- Tür: Bilimkurgu, aksiyon, macera
- Yapım: 2013, ABD,
- Oyuncular. Chris Pine, Zachary Quinto, Benedict Cumberbatch
- Süre: 130 dk
“Atılgan gemisi mürettebatıyla dünyaya geri çağrılır. Ama karşılaştıkları manzara, çok güçlü bir terör örgütünün donanmalarını ve ona bağlı olan her şeyi yerle bir ettiği bir faciadır. Kaptan Kirk’ün bitirmesi gereken şahsi bir kavgası vardır ve bu tek kişilik kitle imha silahını bulmak için aramaya koyulur. Hayatta kalmak ile ölüme teslim olmak arasında mekik dokuyan kahramanlar, bu macerada aşk, dostluk ve fedakarlıklar sınavlarından geçeceklerdir. Kirk tek ailesi olarak nitelendirdiği müretebatı için fedakarlığın anlamını yeniden sorgulayacaktır.”
Filmi aslında TV’de görünce tesadüf eseri izledim. Bilimkurguyla aram pek iyi değil ve ilkini de izlememiştim ama bir kere başlayınca sardı ve sonuna kadar seyrettirdi. Gişede büyük başarı elde eden, listelerde “top” sıralarda yer alan film teknik açılardan başarılıydı ama senaryo tartışılır. Pek bilgi sahibi olmadığımdan üzerinde çok konuşamayacağım ama bana herhangi bir şey katan filmlerden olmadı diyebilirim.
Prisoners
- Yönetmen: Denis Villeneuve,
- Tür: Gerilim,
- Yapım: 2013, ABD,
- Oyuncular. Hugh Jackman, Jake Gyllenhaal, Viola Davis
- Süre: 153 dk
“Maccachusetts eyaletinin Brockton bölgesinde, Şükran Günü’nü kutlamak için bir araya gelen Dovers ve Birches aileleri her şeyin yolunda gittiği bu yemek esnasında korkunç bir haberle altüst olurlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde ailelerin iki küçük kızlarının kaybolması sonrasında panik dolu anlar yaşanır. Saatler ilerler, ancak kızlar halen daha ortada yoktur ve durum kaçırılmış oldukları gerçeğini kuvvetlendirir. Polise başvursalar da hızlı ve nitelikli bir sonuç alamazlar. Keller Dover ise bir hayli panik içerisindedir ve polisin çabalarını yetersiz bulup adaleti kendi elleriyle aramaya karar verir. Genç ve başarılı dedektif Loki’den de yardım isteyen genç adam, kendini suçlu ve masumun birbirine karıştığı oldukça şaibeli bir davanın içerisinde bulur.”
Bu yazıyı hemen film biter bitmez yazsaydım, içimin karartısından başka bir şey anlatamazdım. Yine karartıdan başlayayım: Filmin karanlık atmosfer mükemmel. Görüntüler, renkler, mekanlar harikulade seçilmiş. Aynı şekilde cast çok başarılı oluşturulmuş. Jackman azıcık abartılı oynamış gibi gelse de, tüm oyuncular gerçekten gergin bir iki buçuk saat geçirtmeyi başardılar fakat film benim için senenin iyileri arasına giremedi. Nedenlerden birincisi kurgusal hataların çok fazla oluşu, ikincisi ise senaryonun zayıflığıydı. Her ne kadar yarattığı gerilim dolu atmosfer başarılı olsa da hikaye bir yerden sonra tıkandı ve sona kadar yarattığı gerilimin rüzgarıyla gidebildi.