Dot’un Fiziksel Tiyatro Oyunu: Supernova – Beautiful Burnout

Dot’un Fiziksel Tiyatro Oyunu: Supernova – Beautiful Burnout

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Bryony Lavery
  • Yöneten: Murat Daltaban
  • Oyuncular: Cemil Büyükdöğerli, Hakan Kurtaş, Berrak Kuş, Ünal Silver, Pınar Töre, Tuğrul Tülek, Emre Yeti

Dot tiyatroyu 3-4 senedir büyük bir ilgiyle takip ediyorum. In yer face (yüzüne tiyatro) akımını ilk olarak Dot’ta izleyip benimsemiştim. Mısır Apartmanındaki o siyah kutu sahnede izlediğim 2 oyun da, beklediğimin çok üstünde performanslara ev sahipliği yapıyordu.

Sonraları oynamaya başladıkları Maçka G-Mall ise benim için tarifsiz bir mekan haline geldi. Her Dot oyunundan önce mümkün olduğunca erken gidip, önce bir D&R turu, sonra Numnum’da ya da Dot’un kafesinde bir yemek ve sonra tiyatro ziyafeti. Otoparkı da var. Daha ne olsun!

Bu seferki ritüel, Bryony Lavery’nin orjinal gösteriminden sonra dünyada ilk kez oynanan ikinci versiyonu Beautiful Burnout’u izlemek içindi. Her zamanki siyah kutu salonun ortasında koca bir boks ringi duruyordu. Açıkçası Barış Dincel’in sahnenin tasarımını yaptığını öğrendiğimden beri bir hayli korkuya kapılmıştım fakat her zamanki gibi yaratıcılıktan uzak olmasına karşın, sade bir sahne tasarlamıştı. Işıktan (görünmez) iplerle çevrili sahnenin ortasında kocaman bir ışık panosu vardı, ve oyunda bu panonunun etrafından yazılar aktı. Bir hayli yüksek panodaki yazıları okumak dikkatimi dağıtsa da, oyunun güzel birçok özelliğinin yanında ufak bir kötü detaydı.

Bir grup gencin, boks tutkularıyla birlikte kurdukları hayalleri anlatan oyun Uygur Yiğit’in muazzam müzik seçimleri, Tan Temel ve Sernaz Demirel’in kareografileri ve oyuncuların müthiş boks performansları ile oldukça zirvedeydi. Tüm oyuncuların 1,5 yıl boyunca boks dersleri alarak oluşturdukları fiziksel disiplin daha önceki Dot oyunlarından aşina olduğum bu oyunculardaki değişimi fark edilir kılmıştı.

Cemil Büyükdöğerli ve Tuğrul Tülek yine üstlerine düşeni fazlasıyla yapmışlardı. Pınar Töre geçirdiği fiziksel değişim bir yana, oynadığı karaktere tamamen dönüşmüş olmasıyla ve Hakan Kurtaş salt final sahnesindeki mükemmel performansıyla alkışı hakediyordu. Ünal Silver, diğer oyuncuların hareket ve enerjisine karşın elinde taburesiyle kurduğu oyun dengesiyle ve sesiyle muhteşemdi. Berrak Kuş, bence genç anne rolüne göre fazla minyon ve cılız kalmıştı. Daha önce izlediğim performanslarında kendisini çok beğenmiş olsam da, bu oyundaki rolünün, kendisinin fiziksel durumuna yakışmadığını düşündüm. Emre Yeti ise, artık başka bir rolü oynayamacağına emin olmakla birlikte, her zamanki ezik, sesi çıkmayan ve anlaşılmayan kişi rolünde vasattı.

“In-yer face” akımından sonra “Fiziksel tiyatro” akımını da bizlere sunan Dot’un, oyunun geneline ve oyuncuların duygusal rolle birlikte verdikleri fiziksel çabaya bakarak oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Benim gözüme takılan olumsuzluklar ise Dot’un hep çıtayı daha yükseğe taşımasından kaynaklı…

Sahnede terlerinin son damlasına kadar oynayan oyuncuları mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Mehmet Turgut imzalı tanıtım fotoğrafı

Punk Rock

Punk Rock

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Simon Stephens
  • Yöneten: Rıza Kocaoğlu
  • Oyuncular: HAKAN KURTAŞ, TUĞÇE ALTUĞ, GONCA VUSLATERİ, KAAN TURGUT, EMRE YETİM, GÖZDE KOCAOĞLU, MEHMETCAN MİNCİNOZLU

Geçen sezon Dot-Taksim’de izlediğim ‘Pornografi’ oyununun yazarı Simon Stephens Dot-Maçka’da ‘Punk Rock’ oyunuyla tekrar karşımızdaydı. Yazarın tarzına ilk oyunuyla alışkın olmakla beraber, yine karakterler üzerinden ‘bir derdi’, bize olanca çıplaklığıyla anlatışına şahit olduk. Oyun, dünyanın geldiği noktada şiddetin boyutunu gençler üzerinden göz önüne koydu.

İzlediğimiz diğer Dot oyunlarına göre daha sade bir “In-Your-Face” oyunu olan ‘Punk Rock’ın yönetmeni ise ilk yönetmenlik deneyimiyle Rıza Kocaoğlu. Kendisini ‘Malafa’da oyuncu olarak ne kadar beğendiğimi daha önce yazmıştım. Yönetmen olarak ise çok şey vaadettiğini söyleyebilirim.

“Yaşamlarının başında ve hayatlarının en zor aşamasında olan yedi karakter var. Bunlar dünyaya ilk adımlarını atacaklar ve çok zor bir dönemdeler. Hepsinin farklı çığlıkları ve renkleri var. Öyle bir durum ki çaresizlikten birbirlerine çarpmaya ve patlamaya başlıyorlar” diye anlatmış Kocaoğlu oyunu. Oyun giriş gelişme ve özellikle sonuç bölümüyle hayli etkileyiciydi. Benim tek rahatsız olduğum konu,sahne geçişlerinde dinlediğimiz müziklerin fazlalığıydı. İlk 3-4 şarkı güzeldi ama sonrası sıkıcı oldu. Sanıyorum bunda sözleri anlamamış olmamın etkisi olabilir. Zira bildiğim kadarıyla  şarkıların sözleri oyunla direk alakalı, hatta sonraki sahnelere referans ediyordu fakat yüksek sesten dolayı tek tük kelimeler dışında pek bir şey anlayamadım maalesef.

Murat Daltaban’ın tasarımı kafes telleri ise siyah kutuya çok yakışmıştı. Karakterlerin şiddete hapsoluşlarını bu kafeslerle desteklemeleri çok hoştu. Ayrıca kendisini oyun başlamadan girişte görmekte hoş bir sürprizdi.

Oyuna bilet almak için incelerken, ister istemez amatör bir iş diye düşünmüştüm. Oyuncuların hepsi oldukça gençti zira. Ama oyunu izledikten sonra Türk Tiyatrosu için umutla dolu olarak çıktım salondan.

  • Hakan Kurtaş: Oyunun özellikle sonlarına doğru performansıyla büyük alkış hakeden, şarkılardaki solistliğinde siddeti içimize işleten, meşhur vampir Edward (Robert Pattinson)’a benzerliğiyle dikkat çeken genç oyuncuyu birçok oyunda daha seyredeceğimize eminim. Çok çok başarılıydı.
  • Tuğçe Altuğ: Oyunun başlarında söylediği şarkılardaki performansı süperdi. Oyunculuğunu da kesinlikle başarılı buldum. (Sanıyorum halen konservatuvar öğrencisi.)
  • Gonca Vuslateri: Şu sıralar hayli popüler bir gençlik dizisi olan ‘Küçük Sırlar’da yan karakterlerden birini canlandıran, daha önce Bornova Bornova filminde de oynayan oyuncu tam bir Dot oyuncusu. Oynamıyor, yaşıyor. Vücudunu çok iyi kullanıyor. Kendisini başka Dot oyunlarında da izleyebilmeyi umut ediyorum.
  • Kaan Turgut: İşte oyunun yıldızı. Bu zamana kadar neredeydi bilmiyorum ama tam bir star. Şeytan tüyü var gerçekten. Çok çok çok başarılı. Eminim çok daha başarılı işler yapacaktır.
  • Emre Yetim: Pornografi’de de izlemiş ve beğenmiştim kendisini. Yalnız bazen o kadar hızlı konuşuyor ki ne dediğini anlayamıyorum. Sanıyorum yeri sağlam bir Dot oyuncusu olacak.
  • Mehmetcan Mincinoğlu: Oyunun en deneyimli oyuncusuydu. Hem bateri çaldı, hem oyunculuğunu döktürdü. Şiddetin içindeki ‘sorgulayan,düşünen, sakin görünen’ kişiydi. Çok iyiydi.

Oyuncuları bu kadar detaylı yazmamın nedeni ileride birçok oyunda bu genç oyuncuları gördüğümüzde bu satırlara bakmak istemem. Yeni tiyatrocular gümbür gümbür geliyorlar. Umut doldum gerçekten. Fakat aynı umudu tiyatro seyircisi için söylemem pek mümkün değil. Her sene müthiş oyunlar çıkarıyor tiyarolar ve ne mutlu ki salonların çoğu tam dolu oluyor. Seyircilerimiz ise nedense aynı oranda gelişemiyor. Tiyatroyu sadece gülmek ve eğlenmek için seçenleri zaten es geçiyorum ama, ‘Punk Rock’ gibi bir oyuna gelip yerli yersiz sahnelerde gülenleri anlayabilmem mümkün değil. Aynı sıkıntıyı her oyunda yaşıyoruz. Maalesef hala küfürlere gülünüyor. Hala! Ya da tekme-tokat gibi şeylere gülüyoruz. O kadar sinirlendim ki, oyuncuların konsantrasyonlarını bozmadan devam edebilmelerini tebrik etmek lazım. En can alıcı,en acıtıcı sahnelerde, sinirle söylenen küfüre gülenler oldu! Şaka gibiydi. Diliyorum oyunlar ve oyuncular böyle başarılı işler çıkarırken, seyirciler de gelişme gösterir.

Tüm bunlardan sonra Dot’un bu sezon izlemediğim tek oyunu olan ‘Alışveriş ve Sikiş’i en kısa zamanda izleyebilmek dileğiyle.

İyi seyirler

Punk Rock, Stockport İngiltere?de bölgenin zengin ailelerinin çocuklarının gittiği bir özel okulda geçer.

Sahnede 7 genç öğrenci vardır.
Hep başarılı olan ve yüksek notlar alan bu öğrencilerin en büyük kaygıları, kendi aralarındaki hiyerarşik düzende yerlerini bulmaktır.
Aşk, sıkıntı, sınav stresi ve kimlik arayışı konularında sürekli birbirleriyle çekişirler ve tansiyon yükselir.
Punk Rock, şiddetin sınıf ayrımı olmadan her yerde görülen bir olgu olduğunu, gençlerin hayatlarındaki boşluğu, aile ve kariyer kavramlarıyla yaşadıkları sıkıntıyı anlatır.
Yaşamın zorlukları karşısında gençlerin ellerinden geleni yapıp başarılı olmalarına rağmen, bunun onlara yetmediğine ve yetmediği noktada şiddetin farklı yoğunluklarda onları ele geçirebildiğine dikkat çeker.