- Yazan: Ray Bradbury
- Yöneten: Erdal Beşikçioğlu
- Oynayanlar: Erdal Beşikçioğlu, Fatih Sönmez, Serhat Midyat, Neslihan Aker, Selin Tekman, Deniz Bal, Ayşegül Çaylı, Hayriye Merve Kaya, Diren Yurtsever, Ozan Gökçe, Gizem Memiç Mert, Aleyna Vargül
” Arzulanan ve hayal edilen ütopik toplum modelinin anti-tezi niteliğindeki “distopya” kavramı; gelecekte ya da kurgusal bir evrende geçen, özgürlüğün reddedildiği, bunaltıcı ve baskıcı bir ideolojinin düzen adına yol açtığı korkuyu, acıyı, güvensizliği ve mutsuzluğu anlatır.
İnsan psikolojisinden başlayarak toplum düzenine yayılan bu denetlenemez kâbusta, kurtuluş mümkün olsa bile onu gerçekleştirmek her zaman mümkün müdür?
‘Fahrenheit 451’; Bradbury’nin distopyası değil, açık seçik bizim dünyamızdır, kendi tarihimiz. Zaman ise belirsiz değil, daima bu zamandır.
Şimdi sor kendine, kitap kağıtlarını tutuşturmayı sağlayan bir sıcaklık derecesi, düşünceyi ortadan kaldırmaya yeter mi? “
Kim derdi ki tiyatro sezonu açılacak ve sezonun ilk oyununu evimde seyredeceğim! Değişik zamanlardan geçiyoruz dostlar ama enteresan bir hızda da adapte oluyoruz.
7 Ekim günü saat 20:30 da telefonumu sessize aldım, odanın ışıklarını kapattım ve full ekranda 85 dakika tek perde Türkiye’nin ilk online tiyatro oyunu prömiyerini seyrettim.
Hepimiz hemfikirizdir sanıyorum: Bu şekilde tiyatro oyunu izlemek gibi değil de film izlemek gibi oluyor. Fiziksel olarak salonda bulunmamak, koku ve sesi canlı alamamak tiyatronun büyüsünü yok ediyor. Fakat benim için ekrandan izlemenin tek bir güzel yanı var, astigmatım olduğu için en ön sıralarda yer bulamadıysam mimikleri filan göremiyorum tiyatroda, bulanık oluyordu. Ekrandan her türlü mimiği yakalayabildim. (Polyanna mode on!) =)
Ray Bradbury’nin bu kült eserini okuyalı çok olmadı aslında, benim için biraz geç kalmış bir tanışma olmuştu. O yüzden Guy Montag’ı hala net bir biçimde hatırladım ve oyunun içine 1.dakikadan itibaren girdim.
Fahrenheit 451, kitapların yasak olduğu ve itfaiyeciler tarafından yakıldığı , tüm insanlarının beyinlerinin televizyonlarla yıkandığı bir gelecekten bahsediyor. Hikaye ise bu gelecekte yaptıklarını sorgulayıp kitap okumaya başlayan itfaiyeci Guy Montag’ın etrafında şekilleniyor. Genel olarak kitap sansürünü, kitap toplatılan darbeleri, televizyona bağımlı insanları, kapitalizmi, tüketim toplumunu, savaşı… birçok konuyu eleştiren 67 yıllık bu eserdeki metinlerin güncelliği ise şaşırtıcı.
İlk oyun olmasına rağmen Fatih Sönmez’in Montag’ın dönüşümünü oldukça etkileyici bir biçimde seyirciye geçirdiğini söyleyebilirim. Erdal Beşikçioğlu’nun zaten yoruma gerek olmayan performansı ve Selin Tekman’ın anlamlı katkıları da oyunun akışını güçlendiriyor. Ben seçilen metinleri ve bazen fazla geçişken bulsam da kurguyu oldukça sevdim. Oyunun sonuna kadar, yeni bir oyun izlemeye aylardır hasret olmamım da katkısıyla, büyük bir keyifle ve ilgimi kaybetmeden gelebildim.
İlgimi tek dağıtan şey artık görür görmez tasarımını kimin yaptığını tahmin edebildiğim sahne idi. Barış Dinçel’in tasarladığı dekorun oyuna katkısını geçtim, bir sağa bir sola döndürünce ne değiştiğini pek anlayamadım. Yani bu blogda Barış Dinçel sahnelerine laf etmekten çok sıkıldım ama bir dönem eskitilmiş ahşaplı klasik dekoru kopyala yapıştır her yerde kullanıp, sıfır yaratıcılıkla göz zevkimi tüketmişti. Şimdi ise bir süredir bu konstrüksiyon tasarımlara takıldı! Geçtiğimiz senelerde İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda Şekerpare oyununda benzer bir tasarımı vardı, o oyunun akışına çok hizmet etmişti ve çok kullanılmıştı, oldukça sevmiştim. Ama bu oyunda neden? Allahtan bu sahnenin işlevsizliğini ve anlamsızlığını müthiş ışık tasarımı toparladı.
Neyse, öyle bir tiyatro özlemi içindeyim ki Barış Dinçel’in tasarladığı sahneleri bile koşup izleyesim var. Diliyorum ki şu hastalığın korkusunu atlatır, canım tiyatro salonlarına kavuşurum. O zamana kadar bu online gösterimlerin en azından bir süre daha yapılabileceği umuduyla takipte olacağım.
Herkese iyi seyirler,