Şimdi Dünya’nın en saçma şeyini yapıp, klişe tanımıyla elma ve armutu kıyaslayacağım. Zira sürekli dans gösterisi izleyen biri değilim ve yakın aralıklarla iki gösteri izleme şansım oldu. Bu konudaki sığ bilgilerimle bir takım eleştirilerde bulanacağım, affola.
13 Aralık’ta CRR Konser Salonu’nda ünlü flamenko dansçısı Maria Pages’in gösterisine flamenko sevdalısı bir arkadaşımın davetiyle gittim. Şahsen Maria Pages kimdiri bilmediğim gibi 2 saat flamenko izlemenin de bir noktadan sonra sıkıcı olacağını düşünüyordum. Tamamıyla dolu salonda; 1963 doğumlu Pages, dansçıları, müzisyenleri ve solistlerinin sahnede yerini almasıyla sonsuza kadar sürse izleyebileceğim bir dans ve müzik şöleni başladı…
1990 yılında kurduğu dans topluluğuyla çok sayıda ödül alan ve “sonsuz kollu” sanatçı olarak ünlenen Maria Pages inanılmaz bir kadın. Daha önce bir kere canlı flamenko gösterisi izlemişliğim vardı. O da İspanya ziyaretimde izlediğimdi ve klasik bir dans gösterisiydi… Onları da çok başarılı bulmuştum fakat Pages’in tutkusu, gücü, estetiği, zarifliği, enerjisi tarif edilemez derecede iyiydi. Her biri ortalama 5-6 dakika süren klip gibi koreografilerde, dansçılar ve müzisyenler de muazzamdı. Ayrı ayrı her biri kendi gösterisini yapsa izlettirirdi kendini, o derece.
Tüm gösteride her şeyi çok beğendim. Işık kullanımı, dekorlar, koreografi, müzikler, solistler, dansçılar… Ve kostümler… Klasik ve abartılı flamenko giysileri yerine çok daha modern ve renk geçişli kıyafetleri vardı. Kostümlerindeki bu modern yorumu da çok beğendim. (ay ne çok beğendim dedim!)
Ayrıca Pages’in yalnız dans ettiği bir bölümde tekerlekli bir boy aynasıyla yaptığı gösterisi ise, kişisel sanat arşivimde unutulmazlar arasında yerini aldı. Autorretrato (Otoportre) adındaki sanatçının kişisel imzası olan bu parçada Pages, zorlu kendini bulma sürecini keşfetmek için, bir kişinin aynada kendine baktiğinda, ilk defa kendisiyle tanışması gibi; düşleme, yol gösterme, başlangıç araştırmasından itibaren her bir ayrıntıyı sahneye aktarabilmek için sanatsal sürecin her yönüne kendini dahil eden dört resim oluşturuyormuş. Çok çok etkileyiciydi.
Size bu yazdıklarımı gösterebilmek için aradım taradım ve bir video buldum. Canlısı gibi olmaz ama en azından neden bu kadar beğenip etkilendiğimi bir nebze anlarsınız. İşte Maria Pages ve dans grubunun 2012’deki Utopia gösterileri.
13 Şubat Cumartesi günü ise Ataşehir’deki Ülker Sports Arena’da Anadolu Ateşi’nin 15.yıl gösterisi vardı. Daha önce 3 kere grubun gösterilerini izlemiş olan bir başka arkadaşımın davetiyle de bu gösteriyi izlemeye gittim. (Yaşasın arkadaşlar!) Tahmin edebileceğiniz üzere daha önce Anadolu Ateşi’ni de canlı olarak izlemişliğim yoktu.
7bin kişilik bilet satılmış gösteriye ve bu kalabalıkla ülkemizdeki mükemmel bina planlaması ile birleşince önce yarım saat otoparka giriş kuyruğunda bekledik, sonra 20TL verdiğimiz otoparkta 10 tur atıp yer bulamayıp ortaya bir yere arabayı bırakmak zorunda kaldık. Bu kadarla kalsa iyiydi de, giriş kapısına gidince mahşer yeri kalabalığını gördük. Tek tek arama yapmaya çalışan güvenlik hızlı çalışamadığından salonun yarısı kapıya yığılmış durumdaydı. Gösteri saati geldiğinde biz hala dışarıdaydık. Kalabalıkta protestolar başladı, hal böyle olunca aramadan vazgeçtiler. Yani salonun yarısı aranarak, yarısı aranmadan içeri alındı! Madem aranmadan girecektik niye kış günü 1 saat kuyruk bekledik bilemiyoruz.
Neyse yerimizi aldık. Gösteriyi geç başlattılar tabi. İlk olarak sahneye Mustafa Erdoğan ve bir grup dansçı çıkıp, Anadolu Ateşi’nin 15. yılıyla ilgili görüşlerini ve duygularını anlattılar. Sonrasında 150 kişilik dansçı kadrosuyla ritm, uyum ve dans yeteneğinin en güzel örneklerini izledik.
15.yıl olması sebebiyle yaşları 4’ten başlayan çocuk ve genç dansçıların modern danslarına da yer verilen akışta, klasik Anadolu Ateşi gösterileri ağırlıklıydı. Müthiş bir uyumla dans eden grubun çok büyük emekler vererek çalıştıkları çok belliydi. Fiziksel olarak nasıl başardıklarını anlamadığım (bence imkansız!) çok etkileyici bölümler vardı gösteride. Ayrıca tüm kostümler (özellikle oryantal dans yapılan bölümdeki kostümler) çok iyiydi.
Fakat bu başarılı gösteriye bence yakışmayan bir iki şey vardı. Birincisi müzikler! Keşke canlı bir orkestra olsaydı. Playback müzikler üzerine dans edilmesi olayı çok basitleştiriyor maalesef. Diğer gösterilerinde orkestra oluyor muydu bilmiyorum ama bu denli büyük bir ekibin böyle özel bir etkinlikte canlı bir orkestrayla sahnede olabilmesini dilerdim.
İkinci konu ise arka plandaki görseller ve ışık kullanımıydı. Anadolu’nun çeşitli yörelerinden ve medeniyetlerinden kalıntıların ve motiflerin gösterildiği görsellerle danslar bütünleşemedi maalesef. Bu memlekette yaşayan bizler bile olayın içine giremediysek, yurtdışı gösterilerinde çok daha eksik kalıyordur diye düşünüyorum. Tüm sahnelerde böyle mi oluyor, bize mi denk geldi bilmiyorum ama Ülker Arena’daki gösteride durum böyleydi. Keşke daha üzerinde çalışılmış, profesyonel görseller, ışık tasarımı ve daha açıklayıcı bir şeyler olsaydı.
Maalesef müzikler ve sahne tasarımı yetersiz olunca dansçıların o kadar emeği de biraz havada kalıyor. Kaç kilometre öteden gelen İspanyol dansçının yarattığı ortamdan dolayı hayran kalmışken, yaşadığımız topraklardan gelen dansı hissedememek biraz üzücü. Hoş bu kadarını bile görmediğimiz için yine de Mustafa Erdoğan ve ekibinin çabası takdire şayan ama umarım daha akıcı, daha etkileyici, sahneyle ve müziklerle daha bütünleşmiş bir gösteriye dönüştürebilirler zamanla…
Şimdi planım en yakın zamanda Maria Pages’in başrolünde oynadığı flamenko temalı filmleri izlediğimiz bir gece tertip etmek sevgili arkadaşlarımla… Zira kendisine doymadım doyamadım…