İki Kişilik Bir Oyun

İki Kişilik Bir Oyun

  • İKSV Salon ve Dot Tiyatro
  • Yönetmen: Bülent Erkman
  • Yazan: Aslı Mertan, Bülent Erkman
  • Oyuncular: Tan Temel, Serkan Salihoğlu

Karşılaşan, tanışan, bakışan, şakalaşan, dokunan, sevişen, seven, sahiplenen, özleyen, kıskanan, aldatan, kandıran, terkeden, terkedemeyen, tutunan, tutunamayan, unutan ve hatırlayan, yeniden ve yeniden deneyen iki kişinin bir yaşam boyu sürdürdükleri bir ?ilişki oyunu?.

Devasa bir metal ağın içinde, sıkışıp kalmış iki kişi. Bazen birisi kadın, diğeri erkek. Bazen ikisi kadın, bazen ikisi de erkek. Ne tutunabiliyor, ne bırakabiliyorlar. Yalnızca birbirleriyle temas edip, sonra uzaklaştıkları, bitmek bilmeyen bir med-cezirin içinde hapisler.

Bülent Erkmen?in bu konsept temelinde kurduğu ve sahnelediği ?İki Kişilik Bir Oyun?un, her biri ?tek bir kelime?den oluşan cümlelerini Aslı Mertan ve Bülent Erkmen birlikte yazdılar.

Tüm mekanların, zamanların ve sosyal, kültürel, ulusal, cinsel tüm kimliklerin ötesinde bir gerçekliğe ulaşmaya çalışan bu iki kişilik oyunu dört oyuncu, ?farklı eşleşmeler?le, dönüşümlü olarak oynuyorlar.

Bu oyunun aynı isimli, Yekta Kopan?ın yazdığı, farklı ilk versiyonu 2006 yılında Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali ve Tiyatro Olimpiyatları kapsamında oynanmıştı.

Salon – DOT işbirliğiyle gerçekleşen yeni ?İki Kişilik Bir Oyun? Kasım, Aralık 2012 ve Ocak 2013 ayları boyunca her Pazartesi Salon?da tiyatroseverlerle buluşuyor.

Oyunu izleyeli iki hafta oluyor. İzlemeden almış olduğum oyun kitabını biraz evvel okumayı bitirdim. İki taraflı kitabın bir tarafında oyunun metni bulunuyor, diğer tarafında ise Aslı Mertan ile Bülent Erkman’ın oyunu yaratma süreçleri anlatılıyor.

Öyle çok uğraşmışlar, öyle çok irdelemişler ki… Neredeyse kelime kelime sorgulayarak ve aylarca uğraşarak yazmışlar metni. Bu çabayı okuyunca beğenmedim demek ayıp olacak ama beğenemedim maalesef.

Oyunun “iki erkek” versiyonuna gittik Salon’da. Kapıda mahşer kalabalığı, önlerde safımızı aldık, zira içeride seyirci sayısının yarısı kadar tabureler var. Kaptınız kaptınız. Neyse tecrübeli arkadaşım kaptı tabureleri oturduk. Ama oyuna 50TL verip, üstelikte ayakta ve yukarı doğru bakarak izlemek zorunda kalanlara çok içim acıdı. (Üzülmeyin! Tabureler de çok rahatsızdı zaten!)

Sahnenin ortasında demirden bir konstrüksiyon vardı. Ve oyuncular demirlere tutunmuş bizi bekliyorlardı. Zaten oyunun tamamında da o konstrüksiyonun üzerinde hareket ediyorlar. Loş bir aydınlatma ve hiç müzik olmadan 40 dakika boyunca kelimelerle iki kişinin aşkının evrelerine tanık oluyorsunuz.

Metin gerçekten güzeldi. Kitaptan tekrar okuyunca da beğendim fakat metnin sadeliği ile sahnelemenin sadeliği birleşince ortaya sıkıcı bir iş çıkmış. İlk beş dakika oyuncuları tanımakla ve metni takip etmekle geçiyor fakat sonrasında yavaş yavaş oyuna ilgili azalmaya başlıyor. Seyircilere dikkat ettim, sonlara doğru herkes başka bir yerlere bakıyordu.

Oyunu aldığımız biletle iki versiyon izleyebiliyormuşuz. Maalesef bir tanesi bile benim için yeterince sıkıcı oldu. Fakat sade ve deneysel oyunları sevenler beğenebilirler belki.

İyi seyirler,

Not: Oyunun seneler evvel sahnelenen Yekta Kopan’ın yazdığı versiyonunu çok merak ediyorum. (Zamanı geri alabilsek…)

 

Dot’un Fiziksel Tiyatro Oyunu: Supernova – Beautiful Burnout

Dot’un Fiziksel Tiyatro Oyunu: Supernova – Beautiful Burnout

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Bryony Lavery
  • Yöneten: Murat Daltaban
  • Oyuncular: Cemil Büyükdöğerli, Hakan Kurtaş, Berrak Kuş, Ünal Silver, Pınar Töre, Tuğrul Tülek, Emre Yeti

Dot tiyatroyu 3-4 senedir büyük bir ilgiyle takip ediyorum. In yer face (yüzüne tiyatro) akımını ilk olarak Dot’ta izleyip benimsemiştim. Mısır Apartmanındaki o siyah kutu sahnede izlediğim 2 oyun da, beklediğimin çok üstünde performanslara ev sahipliği yapıyordu.

Sonraları oynamaya başladıkları Maçka G-Mall ise benim için tarifsiz bir mekan haline geldi. Her Dot oyunundan önce mümkün olduğunca erken gidip, önce bir D&R turu, sonra Numnum’da ya da Dot’un kafesinde bir yemek ve sonra tiyatro ziyafeti. Otoparkı da var. Daha ne olsun!

Bu seferki ritüel, Bryony Lavery’nin orjinal gösteriminden sonra dünyada ilk kez oynanan ikinci versiyonu Beautiful Burnout’u izlemek içindi. Her zamanki siyah kutu salonun ortasında koca bir boks ringi duruyordu. Açıkçası Barış Dincel’in sahnenin tasarımını yaptığını öğrendiğimden beri bir hayli korkuya kapılmıştım fakat her zamanki gibi yaratıcılıktan uzak olmasına karşın, sade bir sahne tasarlamıştı. Işıktan (görünmez) iplerle çevrili sahnenin ortasında kocaman bir ışık panosu vardı, ve oyunda bu panonunun etrafından yazılar aktı. Bir hayli yüksek panodaki yazıları okumak dikkatimi dağıtsa da, oyunun güzel birçok özelliğinin yanında ufak bir kötü detaydı.

Bir grup gencin, boks tutkularıyla birlikte kurdukları hayalleri anlatan oyun Uygur Yiğit’in muazzam müzik seçimleri, Tan Temel ve Sernaz Demirel’in kareografileri ve oyuncuların müthiş boks performansları ile oldukça zirvedeydi. Tüm oyuncuların 1,5 yıl boyunca boks dersleri alarak oluşturdukları fiziksel disiplin daha önceki Dot oyunlarından aşina olduğum bu oyunculardaki değişimi fark edilir kılmıştı.

Cemil Büyükdöğerli ve Tuğrul Tülek yine üstlerine düşeni fazlasıyla yapmışlardı. Pınar Töre geçirdiği fiziksel değişim bir yana, oynadığı karaktere tamamen dönüşmüş olmasıyla ve Hakan Kurtaş salt final sahnesindeki mükemmel performansıyla alkışı hakediyordu. Ünal Silver, diğer oyuncuların hareket ve enerjisine karşın elinde taburesiyle kurduğu oyun dengesiyle ve sesiyle muhteşemdi. Berrak Kuş, bence genç anne rolüne göre fazla minyon ve cılız kalmıştı. Daha önce izlediğim performanslarında kendisini çok beğenmiş olsam da, bu oyundaki rolünün, kendisinin fiziksel durumuna yakışmadığını düşündüm. Emre Yeti ise, artık başka bir rolü oynayamacağına emin olmakla birlikte, her zamanki ezik, sesi çıkmayan ve anlaşılmayan kişi rolünde vasattı.

“In-yer face” akımından sonra “Fiziksel tiyatro” akımını da bizlere sunan Dot’un, oyunun geneline ve oyuncuların duygusal rolle birlikte verdikleri fiziksel çabaya bakarak oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Benim gözüme takılan olumsuzluklar ise Dot’un hep çıtayı daha yükseğe taşımasından kaynaklı…

Sahnede terlerinin son damlasına kadar oynayan oyuncuları mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Mehmet Turgut imzalı tanıtım fotoğrafı

Bir Aile Trajedisi: Öksüzler

Bir Aile Trajedisi: Öksüzler

öksüzler

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Dennis Kelly
  • Yöneten: Tuğrul Tülek
  • Oyuncular: Gizem Erdem, İbrahim Selim, Yusuf Akgün

Evliliklerinde hiçbir sorun yokmuş gibi görünen genç bir çift, evlerinde bir kutlama yemeği yemektedir. Kadının erkek kardeşi üstü başı kan içinde eve gelir, sokakta başına gelenleri anlatmaya başlar. Genç adam sokakta olanları anlattıkça hikayesi karmaşıklaşır, boşluklar şüpheleri arttırır ve bütün aile büyük bir trajediye doğru sürüklenir.

Dennis Kelly’nin yazdığı Öksüzler bu sene izlediğim ilk Dot oyunu. Diğer Dot oyunlarına göre görünürde en az şiddet içeren oyun olan Öküzler, anlattıklarıyla aslında şiddetin en uç noktalarından birine, oyunun başından sonuna doğru tırmanıyor.

Son dönemlerde izlediğim en başarı sahne ışığı çalışmalarının bulunduğu oyun, gölgeleri de oyunun bir parçası haline getiriyor. Hele final sahnesindek o ışık kullanımı… Afiş tasarımı da bu ışık çalışmalarıyla bağdaşacak şekilde yapılmış. Oldukça başarılı.

Oyunculuklara gelince, son olarak yine bir Dot oyunu olan Malafa’da izlediğim İbrahim Selim çok çok başarılıydı. Yine daha önce bir Dot oyununda izlediğim Gizem Erdem ise mükemmelin üzerinde bir başarı sergiledi. Fakat ismini Adını Feriha Koydum dizisi ile duyuran Yusuf Akgün, diğer iki oyuncuya göre çok formsuzdu. Karakterin derinliğini bizlere anlatamadı. Oynadığı karakterin zekasında problemler mi var, yoksa normal birimi anlayamadım.

Fakat her zamanki gibi beni etkilemeyi başaran Dot’un oyunlarını büyük bir merakla takip etmeye devam edeceğim. Zira özel tiyatroların çıtasını yükselttiği ve genç oyunculara bu kadar önemli görevler verdiği için, tüm oyunlarını çok önemsiyorum.

Not: Oyunda telefonu 5 dakika boyunca çalan, elindeki pet şişeyi büzüştürüp garip garip sesler çıkararak içen ve saçma sapan kahkahalarıyla bütün konsantrasyonumuzu bozan kişiler, lütfen ya tiyatroya gelmeyi kesin, ya da oyunları adabıyla izleyin.

Punk Rock

Punk Rock

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Simon Stephens
  • Yöneten: Rıza Kocaoğlu
  • Oyuncular: HAKAN KURTAŞ, TUĞÇE ALTUĞ, GONCA VUSLATERİ, KAAN TURGUT, EMRE YETİM, GÖZDE KOCAOĞLU, MEHMETCAN MİNCİNOZLU

Geçen sezon Dot-Taksim’de izlediğim ‘Pornografi’ oyununun yazarı Simon Stephens Dot-Maçka’da ‘Punk Rock’ oyunuyla tekrar karşımızdaydı. Yazarın tarzına ilk oyunuyla alışkın olmakla beraber, yine karakterler üzerinden ‘bir derdi’, bize olanca çıplaklığıyla anlatışına şahit olduk. Oyun, dünyanın geldiği noktada şiddetin boyutunu gençler üzerinden göz önüne koydu.

İzlediğimiz diğer Dot oyunlarına göre daha sade bir “In-Your-Face” oyunu olan ‘Punk Rock’ın yönetmeni ise ilk yönetmenlik deneyimiyle Rıza Kocaoğlu. Kendisini ‘Malafa’da oyuncu olarak ne kadar beğendiğimi daha önce yazmıştım. Yönetmen olarak ise çok şey vaadettiğini söyleyebilirim.

“Yaşamlarının başında ve hayatlarının en zor aşamasında olan yedi karakter var. Bunlar dünyaya ilk adımlarını atacaklar ve çok zor bir dönemdeler. Hepsinin farklı çığlıkları ve renkleri var. Öyle bir durum ki çaresizlikten birbirlerine çarpmaya ve patlamaya başlıyorlar” diye anlatmış Kocaoğlu oyunu. Oyun giriş gelişme ve özellikle sonuç bölümüyle hayli etkileyiciydi. Benim tek rahatsız olduğum konu,sahne geçişlerinde dinlediğimiz müziklerin fazlalığıydı. İlk 3-4 şarkı güzeldi ama sonrası sıkıcı oldu. Sanıyorum bunda sözleri anlamamış olmamın etkisi olabilir. Zira bildiğim kadarıyla  şarkıların sözleri oyunla direk alakalı, hatta sonraki sahnelere referans ediyordu fakat yüksek sesten dolayı tek tük kelimeler dışında pek bir şey anlayamadım maalesef.

Murat Daltaban’ın tasarımı kafes telleri ise siyah kutuya çok yakışmıştı. Karakterlerin şiddete hapsoluşlarını bu kafeslerle desteklemeleri çok hoştu. Ayrıca kendisini oyun başlamadan girişte görmekte hoş bir sürprizdi.

Oyuna bilet almak için incelerken, ister istemez amatör bir iş diye düşünmüştüm. Oyuncuların hepsi oldukça gençti zira. Ama oyunu izledikten sonra Türk Tiyatrosu için umutla dolu olarak çıktım salondan.

  • Hakan Kurtaş: Oyunun özellikle sonlarına doğru performansıyla büyük alkış hakeden, şarkılardaki solistliğinde siddeti içimize işleten, meşhur vampir Edward (Robert Pattinson)’a benzerliğiyle dikkat çeken genç oyuncuyu birçok oyunda daha seyredeceğimize eminim. Çok çok başarılıydı.
  • Tuğçe Altuğ: Oyunun başlarında söylediği şarkılardaki performansı süperdi. Oyunculuğunu da kesinlikle başarılı buldum. (Sanıyorum halen konservatuvar öğrencisi.)
  • Gonca Vuslateri: Şu sıralar hayli popüler bir gençlik dizisi olan ‘Küçük Sırlar’da yan karakterlerden birini canlandıran, daha önce Bornova Bornova filminde de oynayan oyuncu tam bir Dot oyuncusu. Oynamıyor, yaşıyor. Vücudunu çok iyi kullanıyor. Kendisini başka Dot oyunlarında da izleyebilmeyi umut ediyorum.
  • Kaan Turgut: İşte oyunun yıldızı. Bu zamana kadar neredeydi bilmiyorum ama tam bir star. Şeytan tüyü var gerçekten. Çok çok çok başarılı. Eminim çok daha başarılı işler yapacaktır.
  • Emre Yetim: Pornografi’de de izlemiş ve beğenmiştim kendisini. Yalnız bazen o kadar hızlı konuşuyor ki ne dediğini anlayamıyorum. Sanıyorum yeri sağlam bir Dot oyuncusu olacak.
  • Mehmetcan Mincinoğlu: Oyunun en deneyimli oyuncusuydu. Hem bateri çaldı, hem oyunculuğunu döktürdü. Şiddetin içindeki ‘sorgulayan,düşünen, sakin görünen’ kişiydi. Çok iyiydi.

Oyuncuları bu kadar detaylı yazmamın nedeni ileride birçok oyunda bu genç oyuncuları gördüğümüzde bu satırlara bakmak istemem. Yeni tiyatrocular gümbür gümbür geliyorlar. Umut doldum gerçekten. Fakat aynı umudu tiyatro seyircisi için söylemem pek mümkün değil. Her sene müthiş oyunlar çıkarıyor tiyarolar ve ne mutlu ki salonların çoğu tam dolu oluyor. Seyircilerimiz ise nedense aynı oranda gelişemiyor. Tiyatroyu sadece gülmek ve eğlenmek için seçenleri zaten es geçiyorum ama, ‘Punk Rock’ gibi bir oyuna gelip yerli yersiz sahnelerde gülenleri anlayabilmem mümkün değil. Aynı sıkıntıyı her oyunda yaşıyoruz. Maalesef hala küfürlere gülünüyor. Hala! Ya da tekme-tokat gibi şeylere gülüyoruz. O kadar sinirlendim ki, oyuncuların konsantrasyonlarını bozmadan devam edebilmelerini tebrik etmek lazım. En can alıcı,en acıtıcı sahnelerde, sinirle söylenen küfüre gülenler oldu! Şaka gibiydi. Diliyorum oyunlar ve oyuncular böyle başarılı işler çıkarırken, seyirciler de gelişme gösterir.

Tüm bunlardan sonra Dot’un bu sezon izlemediğim tek oyunu olan ‘Alışveriş ve Sikiş’i en kısa zamanda izleyebilmek dileğiyle.

İyi seyirler

Punk Rock, Stockport İngiltere?de bölgenin zengin ailelerinin çocuklarının gittiği bir özel okulda geçer.

Sahnede 7 genç öğrenci vardır.
Hep başarılı olan ve yüksek notlar alan bu öğrencilerin en büyük kaygıları, kendi aralarındaki hiyerarşik düzende yerlerini bulmaktır.
Aşk, sıkıntı, sınav stresi ve kimlik arayışı konularında sürekli birbirleriyle çekişirler ve tansiyon yükselir.
Punk Rock, şiddetin sınıf ayrımı olmadan her yerde görülen bir olgu olduğunu, gençlerin hayatlarındaki boşluğu, aile ve kariyer kavramlarıyla yaşadıkları sıkıntıyı anlatır.
Yaşamın zorlukları karşısında gençlerin ellerinden geleni yapıp başarılı olmalarına rağmen, bunun onlara yetmediğine ve yetmediği noktada şiddetin farklı yoğunluklarda onları ele geçirebildiğine dikkat çeker.

Malafa

Malafa

  • Dot Tiyatro
  • Yazan: Hakan Günday
  • Yöneten: Murat Daltaban
  • Oyuncular: BERRAK KUŞ , CEMİL BÜYÜKDÖĞERLİ, EMEL ÇÖLGEÇEN, ELVİN AYDOĞDU, İBRAHİM SELİM, MERT CAN SEVİMLİ, ONUR ÖZTAY, PINAR TÖRE, RIZA KOCAOĞLU, TUĞRUL TÜLEK

Malafa, Dot’un 17.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için hazırlanmış ve 28 Mayıs 2010’da festival kapsamında prömiyer yapmış oyunu.

Yazar Hakan Günday’ın kendisi tarafından oyunlaştırılan ‘Malafa’, “Kara Tavuk” ve “Pornografi” oyunlarında tarafımdan tam puan almış Dot Tiyatrosu’nun Mısır Apartmanındaki o müthiş ‘karakutu’ sahnesinde oynanıyor.

Gittiğim diğer iki oyunundan fevkalade zevk aldığım grup, yüzüne tiyatro anlayışını meşhur İngiliz oyunları ile yapmaktaydı. Sezon açılışında Türk bir yazarın oyunu olduğunu duyduğumda hem şaşırmış hem de büyük bir önyargı ile beklentilerimi aşağı çekmiştim. Fakat izlediğim oyun milliyetçi duygularımın kabarmasına neden oldu.

İnsanı içine çeken bu oyun başlangıcında yeni sahne düzeni ile şaşırttı. Kara kutumuzda bu sefer sahne ortadaydı ve seyircileri karşılıklı oturtacak şekilde bir düzen vardı. Ve tam bir buçuk saat boyunca kan ter içinde kalarak müthiş performans gösteren oyuncular iki seyirci grubuna birden hakim olmayı başardılar.

Murat Daltaban, Engin Alkan ile beraber benim gönlümdeki yönetmenler bölümüne bu oyunun sonunda tamamen yerleşti. Daltaban, seyirciyi nasıl oyunun içine dahil edeceğini ve nasıl büyüleyeceğini çok iyi biliyor. Dot’un izlemediğim iki oyunu “Punk Rock” ve “Alışveriş ve Sikiş”i en kısa zamanda izleyeceğim.

Oyuncular her zamanki Dot oyunlarında olduğu gibi müthiştiler. Enerjileri müthişti. Yakınlarda izlediğim ‘Başka Dilde Aşk’ filmindeki dramatik adamı ve ‘Mükemmel Çift’ dizisindeki gay rolünü oldukça başarılı bir şekilde canladıran Tuğrul Türek, Malafa’da Topaz Jewellery’nin tezgahtarlarından biri. Oyunun en enerjik oyuncusu ve bir nevi anlatıcısıydı kendisi. Ter içinde kaldı sahnede, emeğine sağlık, çok başarılıydı.

‘Pornografi’ oyununda hayran kaldığım, ‘Kavak Yelleri’ dizisi ile haklı bir üne kavuşan Cemil Büyükdöğerli, yine gözleriyle oynadı. Yine hüzünlere götürdü, yine süperdi.

Son olarak ‘Ezel’ dizisinde çizdiği psikopat portresiyle herkesi etkileyen Rıza Kocaoğlu, fiziğini rolün içine sokabilmesi ile beni benden aldı. Elleri, gözleri, hareketleri karakterine inanılmaz bir derinlik kattı.

Ve müthiş sesli adam İbrahim Selim… Oyunu yukarılardan aldı, ayaklarını yere bastırdı. Anlatılan kara komedinin gerçek olduğunu hissettirdi. Tüm ekip ve oyuncular inanılmaz başarılılardı.

‘Malafa’ beni daha önce okumadığım için su anda çok pişman olduğum yazar Hakan Günday ile tanıştırdı. Hemen kitapları alına ve okunula.

Yeni bir Dot oyununa kadar bu oyunun verdiği haz bana yeter. Herkese kesinlikle tavsiye olunur.

Konusu:

Topaz Jewellery Center, Türkiye?nin en büyük kuyumcusudur.

Her biri yedi yüz metrekare olan dört katta, tonla mücevher alıcılarını bekler. Alıcılar, turistlerdir.

Satıcılara ise tezgâhtar denir.

Malafa, turistlerle tezgâhtarların çarpışmasını anlatır.

Bu çarpışmada havaya saçılan altın tozlarının ışığında atılan bin bir tezgâhı anlatır.

Topaz?da tezgâh, hayattır. Satmak için her şey yapılır. Şiddetten şehvete kadar, bütün yollardan gidilir.

Yol kalmayınca yenisi açılır…

Malafa, satmanın ve satın almanın öyküsüdür.

Satmak için kendilerinden vazgeçenlerin, satın almak için kendilerini kaybedenlerin öyküsü.

İnsanların değil, ancak paranın yolculuğu olan turizmin öyküsü.

Tezgâhtarların sattıkça, sattıkları mallara dönüşmeleriyle ilgili.

Turistlerin satın aldıkça, nefret ettikleri iş hayatlarından intikam almalarıyla ilgili.

Malafa, her şeye inanmak için valizini toplamış olanla, her şeye inandırmak için yatağından kalkanın karşılaşması.

Topaz adındaki dev kuyumcuda mücevherler küçük bir ayrıntı.

Önemli olan, içine her şeyin dahil olduğu ?tatil? adındaki zaman diliminde, turisti, şehvet, şiddet ve eğlenceye boğmak.

Önemli olan, gerçek hayatla turistin arasına, altından bir duvar örmek.

Önemli olan ne varsa unutmak isteyen turiste, bir tezgâhın ardından, hayatının gösterisini sunmak.

Sonra da bütün bunların bedelini ödemek için yanında para yoksa taksit yapmak.

Satmak, daima satmak.

Sattıkça delirmek.

Delirdikçe de satın almak.