1 f 2015 | Sinema
Bu sene iyi “dahi” filmi yaptı… Elimize nereye atsak bir mucit, bir sanatçı, bir bir şey… Bunlar arasından en ses getiren üçü için, buyurun:
The Theory of Everything / Her Şeyin Teorisi
- Yönetmen: James Marsh
- Tür: Dram, Biyografi
- Yapım: 2014, İngiltere
- Oyuncular: Eddie Redmayne, Felicity Jones, Tom Prior
- Süre: 123 dk
?Film, modern bilim ve teknoloji tarihini değiştiren İngiliz fizikçi ve teorisyen Stephen Hawking’in hayatından bir kesiti ele alıyor. Odak noktası olarak Hawking’in 1965 ve 1991 yılları arasında evli kaldığı ilk eşi Jane Wilde ile olan ilişkini konu alan filmde, öğrencilik yıllarında başlayan ilişkilerine, birlikte bilim adına yaptıklarına ve hastalık teşhisiyle yaşadıkları sarsıntılara tanık olacağız.”
Son olarak My Week with Marilyn ve Les Misérables?de izlediğimiz Eddie Redmayne’nin Hawking’i oynadığı değil, adeta “olduğu” film, çoğunlukla ünlü bilim adamının hastalığına ve duygusal hayatına odaklanmış bir biyografik yapım. Genel anlamda tüm oyuncuların istenilenden fazlasını verdiği ve müzikleriyle akılda kalan filmin final sahnesi dışında kurgusu ve senaryosu pek iç açıcı değil, hatta oldukça sıradan. Hawking’in ilk eşi Jane Wilde’ın kitabına sadık kalan ve bu yüzden eleştrilerin hedefi olan senaryonun uyarlama dalında, Redmayne ve Jones en iyiler dalında aday olduğu, ayrıca en iyi özgün müzik ve en iyi film dallarında da Oscar adaylığı bulunan filmin akıbetini hep birlikte göreceğiz.
Benim fikrime göre sadece Eddie Redmayne’in performansı ve Hawking’in hayat azmi için izlenebilecek ortalama bir film…
The Imitation Game
- Yönetmen: Morten Tyldum
- Tür: Dram, Biyografi
- Yapım: 2014, İngiltere, ABD
- Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Keira Knightley, Matthew Goode
- Süre: 114 dk
?Ünlü matematik dehası Alan Turing’in hayatının anlatıldığı filmde, Turing’i Benedict Cumberbatch canlandırıyor. Filmde, 2. Dünya Savaşı sırasında Almanların şifreli haberleşmelerinin kodlarını çözen Alan Turing’in Nazileri durdurma başarısı anlatılıyor.”
Yine bir dahinin konu edildiği film, Alan Turing’in tüm hayatına değil, sadece bir bölümüne dair bölümler içeriyor. Sherlock Holmes rolü ile tüm dünyada büyük hayran kitlesi kazanan Benedict Cumberbatch’in başrolünde olduğu film, merkezine savaş sırasındaki şifreli haberleşmelerin çözülmesini koyuyor olsa da dönemin İngiltere’sinde eşcinsellerin yaşadıklarına da odaklanıyor.
Gerek oyunculukları, gerek senaryo,kurgu ve görselliğiyle eli yüzü düzgün ve sakin bir iş olan ve de sonuna kadar büyük bir zevkle izlenen film, senenin iyileri arasında. İyi seyirler,
Mr.Turner / Bay Turner
- Yönetmen: Mike Leigh
- Tür: Dram, Biyografi
- Yapım: 2014, İngiltere
- Oyuncular: Timothy Spall, Paul Jesson, Dorothy Atkinson
- Süre: 150 dk
?Manzara ve doğa olaylarını resmettiği yağlıboya ve suluboya tablolarıyla tanınan, Romantizm akımının en önde gelen sanatçılarından biri olarak kabul edilen, aynı zamanda Empresyonizm akımının da öncülerinden olan İngiliz ressam J.M.W. Turner’ın hayatı ilk defa bu kadar detaylı bir biçimde beyazperdeye taşınıyor!
Yaşadığı dönemde, hayatı en çok merak edilen sanatçılardan biri olan 19. yüzyılın en sevilen ressamlarından biri olan Turner’ın yapmış olduğu seyahatleri, sanatının içeriğini, sosyal çevresini ve aşk hayatını perdeye taşıyan film; ünlü ressamın hayatının son 25 yılını konu alıyor.
Londra’da dönemin sanat dünyasını da gözler önüne seren film, Turner’ın yaşlı babası, birlikte yaşadığı hizmetçisi, metresi ve iki yetişkin kızı ile olan ilişkisini ön plana alıyor.”
Söze bu şekilde başladığım için üzgünüm ama benim gibi bir obsesif için izlemesi zor filmlerden biriydi. Nedeni ise filmin başından sonuna kadar homurdanan Timothy Spall ve diyalogların yarısı kadar yer kaplayan “indeed” kelimesi. O yıllarda İngilizler henüz “ok, yes, all right” gibi kelimeleri keşfetmemişler sanırım, vara yoka “indeed” dediler, bitmek bilmedi… Bir noktadan sonra konuşulanları kaçırıp, kelimeyi her söylediklerinde atak geçirdim sanıyorum.
Neyse kişisel hassasiyetlerim bir yana, Cannes’dan ödülle dönen Spall, kariyerinin en iddialı işlerinden birine imza atıyor. Yönetmen Mike Leigh ise elindeki oyuncunun kıymetini bilerek ona adeta yaşabileceği bir arka plan sunuyor. Kusursuz görselliği, ışık kullanımı ve deneyimli oyuncu kadrosunun toplu başarısı filmin en büyük artıları. Konu sanatçılar olduğunda biyografik yapımları ve belgeselleri izlemeye doyamadığımdan ben pek fazla sıkmamış olsa da süresinin bir miktar uzun olduğu söylenebilir fakat buna rağmen, özellikle ilgililerine, senenin izlenmesi gereken yapımlarından olduğunu belirtmek isterim.
İyi seyirler,
26 f 2014 | Sinema
Henüz adaylar açıklanmamışken tahminler üzerinden izlediğim bazı filmler vardı. İzledikten sonra önemli dallarda aday olamayacaklarını anlamıştım ve düşündüğüm gibi bazı yan dallarda aday oldular. Bu yazıda sıra onlarda:
All Is Lost / Sona Doğru
- Yönetmen: J. C. Chandor,
- Tür: Gerilim, Dram, Macera,
- Yapım: 2013, ABD
- Oyuncular. Robert Redford
- Süre: 136 dk
“Hint Okyanusu’nda tek başına gezinti yapan bir adam, yatının bir gemi konteynırına çarpması üzerine bilincini kaybeder. Uyandığında bilinci yerinde değildir ve kazayı yavaş yavaş hatırlamaya başlar. Telsiz, radyo ve navigasyon ekipmanını kaybetmiştir ve vahşi bir fırtınanın tam ortasında kalmıştır. Teknik donanımları olmadan bir hiç olan adam direnişi ve tecrübeli denizcilik geçmişi sayesinde hayatta kalacağına inanmaktadır. Okyanusun ve dalgalarının sesine kulak verir ve planlarını bu dalgalara göre yaparak yakınlarından bir geminin geçmesini dilemeye başlar. Ancak bu direniş hali zannettiği kadar kolay olmayacaktır. Zira okyanus son derece tehlikeli köpekbalıklarıyla doluyken doğal kaynakları da tükenmek üzeredir.”
77 yaşındaki aktör Robert Redford’un başrolünde ve hatta tek rolünde yer aldığı film, tek başına gezinti yapan bir adamın yaşadığı kaza sonrası okyanusta geçirdiği 7 günlük hayat mücadelesini gösteriyor. Tek oyunculu bir film için süresi biraz uzun gelse de ben sonuna kadar ilgiyle izledim. İsmine, geçmişine, hayatına dair herhangi bir şeyi bilmediğimiz bu adamın ağzından tüm film boyunca sadece bir iki kelime duyuyoruz fakat senaryo gücünü diyaloglardan değil görüntülerden alıyor. Ayrıca eleştirmenler pek beğenmemiş olsa da, ben Redford’un performansını da beğendim. İzlemeye değer,
The Great Gatsby / Muhteşem Gatsby
- Yönetmen: Baz Luhrmann,
- Tür: Dram, Romantik,
- Yapım: 2013, ABD, Avustralya,
- Oyuncular. Leonardo DiCaprio, Tobey Maguire, Carey Mulligan
- Süre: 142 dk
“Yazar olma basamaklarını tırmanan Nick Carraway 1920’lerde eğlence hayatının gözdesi konumuna yükselen New York’a gelir. Kendi Amerikan rüyasının peşindeyken tesadüfen milyoner Jay Gatsby ve onun çevresiyle yolları kesişir. Carraway’nin alkolün su gibi aktığı, göz kamaştırıcı partilerle tanışması fazla zaman almaz. Öte yandan bu büyülü Amerikan rüyasının çöküşü de yaklaşmaktadır. Dışarıdan görkemli görünen bu hayatın örtbas etmeye çalıştığı gerçekler su yüzüne çıkacaktır…”
5-6 yılda bir film yöneten Baz Luhrmann’ın oldukça ses getiren çalışması The Great Gatsby gerçekten büyük bir görsel şölen vadediyor. O şaşalı dönemi tüm rengi, coşkusu, şatafatı ile sonuna kadar seyirciye hissettirmek konusunda Luhrmann kesinlikle çok başarılı. Müzikleriyle ve karnaval havasıyla büyüleyen film, aslında dramatik bir aşk hikayesini anlatıyor ve başroldeki Leonardo Di Caprio, son senelerde hep olduğu üzere, çok başarılı bir performans sergiliyor. Fakat filmi izlerken, ki süresi biraz uzun geldi, sürekli bir tat eksik geldi bana. O denli şatafatlı görüntüleri izlerken anlamamıştım ama sonradan düşününce o eksikliğin senaryodan kaynaklandığını anladım. Hikaye biraz sıradandı.
Yine de izlemesi keyifli bir seyirlik,
Star Trek Into The Darkness / Bilinmeze Doğru Star Trek
- Yönetmen: J.J. Abrams,
- Tür: Bilimkurgu, aksiyon, macera
- Yapım: 2013, ABD,
- Oyuncular. Chris Pine, Zachary Quinto, Benedict Cumberbatch
- Süre: 130 dk
“Atılgan gemisi mürettebatıyla dünyaya geri çağrılır. Ama karşılaştıkları manzara, çok güçlü bir terör örgütünün donanmalarını ve ona bağlı olan her şeyi yerle bir ettiği bir faciadır. Kaptan Kirk’ün bitirmesi gereken şahsi bir kavgası vardır ve bu tek kişilik kitle imha silahını bulmak için aramaya koyulur. Hayatta kalmak ile ölüme teslim olmak arasında mekik dokuyan kahramanlar, bu macerada aşk, dostluk ve fedakarlıklar sınavlarından geçeceklerdir. Kirk tek ailesi olarak nitelendirdiği müretebatı için fedakarlığın anlamını yeniden sorgulayacaktır.”
Filmi aslında TV’de görünce tesadüf eseri izledim. Bilimkurguyla aram pek iyi değil ve ilkini de izlememiştim ama bir kere başlayınca sardı ve sonuna kadar seyrettirdi. Gişede büyük başarı elde eden, listelerde “top” sıralarda yer alan film teknik açılardan başarılıydı ama senaryo tartışılır. Pek bilgi sahibi olmadığımdan üzerinde çok konuşamayacağım ama bana herhangi bir şey katan filmlerden olmadı diyebilirim.
Prisoners
- Yönetmen: Denis Villeneuve,
- Tür: Gerilim,
- Yapım: 2013, ABD,
- Oyuncular. Hugh Jackman, Jake Gyllenhaal, Viola Davis
- Süre: 153 dk
“Maccachusetts eyaletinin Brockton bölgesinde, Şükran Günü’nü kutlamak için bir araya gelen Dovers ve Birches aileleri her şeyin yolunda gittiği bu yemek esnasında korkunç bir haberle altüst olurlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde ailelerin iki küçük kızlarının kaybolması sonrasında panik dolu anlar yaşanır. Saatler ilerler, ancak kızlar halen daha ortada yoktur ve durum kaçırılmış oldukları gerçeğini kuvvetlendirir. Polise başvursalar da hızlı ve nitelikli bir sonuç alamazlar. Keller Dover ise bir hayli panik içerisindedir ve polisin çabalarını yetersiz bulup adaleti kendi elleriyle aramaya karar verir. Genç ve başarılı dedektif Loki’den de yardım isteyen genç adam, kendini suçlu ve masumun birbirine karıştığı oldukça şaibeli bir davanın içerisinde bulur.”
Bu yazıyı hemen film biter bitmez yazsaydım, içimin karartısından başka bir şey anlatamazdım. Yine karartıdan başlayayım: Filmin karanlık atmosfer mükemmel. Görüntüler, renkler, mekanlar harikulade seçilmiş. Aynı şekilde cast çok başarılı oluşturulmuş. Jackman azıcık abartılı oynamış gibi gelse de, tüm oyuncular gerçekten gergin bir iki buçuk saat geçirtmeyi başardılar fakat film benim için senenin iyileri arasına giremedi. Nedenlerden birincisi kurgusal hataların çok fazla oluşu, ikincisi ise senaryonun zayıflığıydı. Her ne kadar yarattığı gerilim dolu atmosfer başarılı olsa da hikaye bir yerden sonra tıkandı ve sona kadar yarattığı gerilimin rüzgarıyla gidebildi.
29 f 2014 | Sinema
- Yönetmen: Steve McQueen (II)
- Yapım: 2013 ABD
- Tür: Dram, tarihi
- Oyuncular: Chiwetel Ejiofor, Michael Fassbender, Benedict Cumberbatch, Lupita Nyong’o
- Süre: 133 dk
“1841’de New York’ta yaşayan Solomon Northup, kendisini müziğe adamış siyahi bir adamdır. Ailesiyle birlikte yaşayan Solomon, özgür yaşayan ve istediği şeyleri yapabildiği için mutlu bir adamdır. Fakat bir gün bir müzik işi için 2 adam ile tanışır ve çalışmak için Washington’a gider. İnandığı medeni dünya alt üst olur çünkü kendisini kaçırıp Güney’de bir çiflikte köle olarak çalışması için satarlar. Özgürlüğünü korumak için verdiği tüm emekler ve mücadele yerle bir olmuş, hayatı kabusa dönmüştür. Bu cehennemde Solomon acıyı, şiddeti, küçük düşürülmeyi yeniden öğrenecek ve isyan etmeye cesareti olmayan bir grup insanın umutsuzluğuna şahit olacaktır.”
Hunger ve Shame filmleri ile ne kadar iyi bir yönetmen olduğunu kanıtlayan Steve McQueen, yine çok başarılı bir yapımla karşımızda. Gerçek bir olayı anlatan kitaptan yola çıkarak çektiği film 12 Yıllık Esaret, özgür bir adamın köle olmasını ve geçirdiği 12 yılda yaşadıklarından kesitleri sunuyor. McQueen’in gerçekçi tarzı, uzun sayılabilecek film boyunca defalarca gözlerinizin dolmasına, boğazınızın düğümlenmesine neden oluyor.
Filmi hem başrol oyuncusu Chiwetel Ejiofor, hem de yan rollerdeki Michael Fassbender ve Lupita Nyong’o sırtlamış. Özellikle Ejiofor gözleriyle bile yaşadığı acıları geçirebildi izleyicilere. Çok etkileyici performansı vardı. Michael Fassbender ise aslında kötü bir karakteri içinde bulunduğu güç kaygısı, hırs ve duyduğu aşk ile birlikte o kadar iyi yansıttı ki, kölelere işkence yapacak kadar kötü bir adamla zaman zaman empati kurmamızı sağladı.
Oyuncu seçimi açısından tek yanlışın hem kendisine hem oyunculuğuna bayıldığım Brad Pitt olduğunu düşünüyorum. Zira hikayede çok önemli bir yere sahip olsa da kısacık olan rolünde yama gibi durmuştu.
Filmin kurgusu giriş bölümündeki flashback dışında sadeydi. Görüntü yönetimi ise muazzamdı. Salt mum ışığıyla çekilen sahneler ve gündüz çekimleri etkileyiciydi. Ayrıca kostümler ve prodüksiyon tasarımı da özenli ve zengindi. Müziklerde Hans Zimmer imzası vardı. Sevmemek mümkün değil. Ayrıca aşağıya bir bölümünü eklediğim mezar başında söyledikleri şarkı ve o sahnedeki Eijofor’un performansını çok başarılıydı.
9 dalda Oscar adayı olan filmin, en azından 3 ödül alacağını düşünüyorum. Vizyondayken izleyin derim,
İyi seyirler,
httpv://www.youtube.com/watch?v=mAZhQQN758g