84.Oscar Töreni Adayları ( Tam Liste) ve Yorumlar

84.Oscar Töreni Adayları ( Tam Liste) ve Yorumlar

 

Geçen sene Oscar öncesi hallerimi hatırladım listeyi görünce. Yine 26 Şubat’taki törene kadar uykusuz geceler, sinema dolu günler ve tabi ki tahminler bizi bekler. İşte bugün açıklanan tam liste ve yorumlarım…

Not: Ödül alması muhtemel filmleri değil, kendi beğenilerime göre adayları sıraladım.

Not2 : Akademiyle tahminlerim hiç uyumlu değil her zamanki gibi… 10/24

EN İYİ FİLM (Best Picture)

Herkesin nefesini tuttuğu an, bu kategorinin açıklanacağı an olacak sanırım. War Horse ve ELIC’un bu 9 aday içinde en vasat olanlar olduklarını düşünüyorum. The Artist sadece siyah beyaz ve sessiz olduğu için, The Descendant ise zıtlıkları sakinlikle anlatan yapısıyla takdire şayan fakat başka artıları yok. Moneyball ve The Help senaryo ve oyunculuklarıyla göz doldurucu fakat The Tree Of Life buna ilave olarak müthiş bir görselliğe de sahip. Hugo bunların tamamına bir de hikayeyi masalsı ele alışı ve tekniğini ekliyor. Midnight in Paris ise sırf o mükemmel senaryosu için bile bu ödülü almalı. İşte bu nedenleri sıralayınca ortaya aşağıdaki gibi bir sıralama çıkıyor benim gözümden. İzleyip göreceğiz.

  1. Hugo; Graham King ve Martin Scorsese
  2. Midnight in Paris; Letty Aronson ve Stephen Tenenbaum
  3. The Tree of Life; Terrence Mallick
  4. The Help; Brunson Green, Chris Columbus ve Michael Barnathan 
  5. Moneyball; Michael De Luca, Rachael Horovitz ve Brad Pitt
  6. The Descendants; Jim Burke, Alexander Payne ve Jim Taylor  (24 Şubat’ta vizyonda)
  7. The Artist; Thomas Langmann (kazanan)
  8. Extremely Loud and Incredibly Close; Scott Rudin
  9. War Horse; Steven Spielberg ve Kathleen Kennedy

EN İYİ YÖNETMEN (Directing)

Sanıyorum karar vermesi en zor dallardan biri bu. Bu dalı senaryo, kurgu ,görüntü gibi dallarından bağımsız düşünebilmek için kendimi zorluyorum. Açıkcası Alexander Payne ve Woody Allen’ın yönetmenlik adına daha az şansının olduğunu düşünüyorum. Michel Hazanavicius’un filmi siyah-beyaz ve sessiz film olduğundan bu kadar dikkat çekti, aynı filmi renkli ve sesli çekseydi şansı sıfır olurdu bence.

Martin Scorsese ve Terrence Malick’e gelirsek… Hugo görsel bir şölendi malum. Ve müthiş başarılıydı. Öte yandan Mallick’in filmi bu senenin en özgün işiydi. Kulislerde ödül için The Artist’in adı daha çok konuşulsa da yukarıdaki fikilerime göre sıralamam aşağıdaki gibi.

  1. Terrence Malick, The Tree of Life
  2. Martin Scorsese, Hugo
  3. Michel Hazanavicius, The Artist (kazanan)
  4. Woody Allen, Midnight in Paris
  5. Alexander Payne,The Descendants

EN İYİ ERKEK OYUNCU (Actor In a Leading Role)

 

 

 

 

  1. Gary Oldman, Tinker Tailor Soldier Spy 
  2. Brad Pitt, Moneyball
  3. Demian Bichir, A Better Life
  4. George Clooney,The Descendants
  5. Jean Dujardin, The Artist (kazanan)

EN İYİ KADIN OYUNCU (Actress In a Leading Role)

Rooney Mara’nın bu adaylar arasında ne işi var bilmiyorum ama en vasatı olduğunu söyleyebilirim. Gleen Close ve Meryl Streep iyiydi fakat biraz tutuk geldi bana. Viola Davis ve Michelle Williams ise çok çok iyiydi. Fakat gerçek bir Michelle Williams hayranı olduğumdan mıdır bilmiyorum ama kendisinin bu ödülü almasını çok çok istiyorum.

  1. Michelle Williams, My Week with Marilyn
  2. Viola Davis, The Help
  3. Meryl Streep, The Iron Lady (kazanan)
  4. Glenn Close, Albert Nobbs
  5. Rooney Mara, The Girl with the Dragon Tattoo

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU (Actor In a Supporting Role)

 

 

 

 

  1. Max von Sydow, Extremely Loud and Incredibly Close
  2. Jonah Hill, Moneyball
  3. Nick Nolte, Warrior
  4. Christopher Plummer, Beginners  (kazanan)
  5. Kenneth Branagh, My Week with Marilyn

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU (Actress In a Supporting Role)

Bu dalın kazananını tahmin etmek gerçekten çok zor. Adayların tamamı kendilerinden bekleneni fazlasıyla başarmışlardı. Fakat Octavia Spencer ve Melissa McCarthy’nin bir puan önde olduğunu söylebilirim. Sonucunu heyecanla bekleyeceğim dallardan biri bu olacak sanırım.

  1. Octavia Spencer, The Help (kazanan)
  2. Melissa McCarthy, Bridesmaids
  3. Janet McTeer, Albert Nobbs
  4. Jessica Chastain, The Help
  5. Berenice Bejo, The Artist

EN İYİ UYARLAMA SENARYO ( Writing (Adapted Screenplay))

  1. Tinker Tailor Soldier Spy ; Bridget O?Connor ve Peter Straughan
  2. Hugo; John Logan
  3. Moneyball; Steven Zaillian, Aaron Sorkin ve Stan Chervin
  4. The Ides of March; George Clooney, Grant Heslov ve Beau Willimon
  5. The Descendants; Alexander Payne, Nat Faxon ve Jim Rash (kazanan)

EN İYİ ÖZGÜN SENARYO (Writing (Original Screenplay))

  1. Midnight in Paris; Woody Allen (kazanan)
  2. Bridesmaids; Annie Mumolo ve Kristen Wiig
  3. A Separation; Asghar Farhadi
  4. Margin Call; J.C. Chandor
  5. The Artist; Michel Hazanavicius

EN İYİ KURGU (Film Editing)

Genelde en iyi film tahminleriyle beraber değerlendirilen en iyi kurgu bölümünde adayların beşinde de büyük bir başarı göremedim. Fakat bu beş film arasında farklı karakterleri ve mekanları kurgulayarak hikayesini anlatan tek film The Girl with the Dragon Tatoo olduğundan, ödül alması çok zor olsa da ilk sıraya koyuyorum.

Filmin sonuna doğru tırmanan bir heyecan yaşatan Hugo ve Moneyball’ı ardarda sıralayıp, The Descendants’ı 4. sıraya koyup, hiç bir belirti görmediğim The Artist’i en sona bırakarak tutması imkansız bir tahminde bulunuyorum =)

  1. The Girl with the Dragon Tattoo; Kirk Baxter ve Angus Wall (kazanan)
  2. Hugo; Thelma Schoonmaker
  3. Moneyball; Christopher Tellefsen
  4. The Descendants; Kevin Tent
  5. The Artist; Anne-Sophie Bion ve Michel Hazanavicius

EN İYİ SANAT YÖNETİMİ (Art Direction)

Bu dalda iki adayın diğerlerinden oldukça ayrıldığını görebiliyoruz. Hugo ve Harry Potter seyirciyi masal dünyasına sokmak konusunda inanılmaz başarılıydı. Birinci ve ikinci konusunda oldukça kararsız kaldım ama sanıyorum Harry Potter tüm sahneleri ile seyirciyi götürdüğü sahneler açısından bu ödülün sahibi olacak. The Artist ve Midnight in Paris ‘in niye  aday olduklarını bile anlayamadım. Öte yandan War Horse  sadece kapanış sahnesi için aday olmuş gibi. Tercihlerim bu yönde:

  1. Harry Potter and the Deathly Hallows: Part II; Stuart Craig ve Stephenie McMillan
  2. Hugo; Dante Ferretti ve Francesca Lo Schiavo (kazanan)
  3. War Horse; Rick Carter ve Lee Sandales
  4. Midnight in Paris; Anne Seibel ve Hélène Dubreuil
  5. The Artist; Laurence Bennett ve Robert Gould

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ (Cinematography)

Görüntü yönetimi denince bu senenin tek galibi olmalı bence: The Tree Of Life. Hugo ve War Horse ‘da belli bir başarı seviyesinin üzerindeydi fakat Emmanuel Lubezki kendini kelimenin tam anlamıyla aşmıştı. The Artist’i genel anlamıyla abartıldığı kadar çok beğenmediğimden bu dalda şansı olmadığını düşünüyorum, keza çok sevdiğim serinin Fincher versiyonu olan The Girl with Dragon Tattoo da öyle.

  1. The Tree of Life; Emmanuel Lubezki
  2. Hugo; Robert Richardson (kazanan)
  3. War Horse; Janusz Kaminski
  4. The Girl with the Dragon Tattoo; Jeff Cronenweth
  5. The Artist; Guillaume Schiffman

EN İYİ KOSTÜM TASARIMI (Costume Design)

  1. The Artist; Mark Bridges (kazanan)
  2. Hugo; Sandy Powell
  3. Anonymous; Lisy Christl
  4. Jane Eyre; Michael O?Connor
  5. W.E.; Arianne Phillips

EN İYİ MAKYAJ (Makeup)

Gleen Close ve Meryl Streep’in makyajları gerçekten güzeldi fakat sadece Voldemort makyajı için bile bu ödül artık Harry Potter’a gitmeli.

  1. Harry Potter and the Deathly Hallows: Part II; Nick Dudman, Amanda Knight ve Lisa Tomblin
  2. The Iron Lady; Mark Couiler ve J. Roy Helland (kazanan)
  3. Albert Nobbs; Martial Corneville, Lynn Johnston ve Matthew W. Mungle

EN İYİ ÖZGÜN MÜZİK (Music (Original Score))

  1. The Artist; Ludovic Bource (kazanan)
  2. Tinker Tailor Soldier Spy ; Alberto Iglesias
  3. Hugo; Howard Shore
  4. The Adventures of Tintin; John Williams
  5. War Horse; John Williams

EN İYİ ÖZGÜN ŞARKI (Music (Original Song))

  1. ?Man or Muppet?, The Muppets ? Bret McKenzie (söz ve müzik) (kazanan)
  2. ?Real in Rio?, Rio ? Sergio Mendes, Carlinhos Brown (müzik) ve Siedah Garrett (söz)

EN İYİ SES KURGUSU (Sound Editing)

  1. Drive; Lon Bender ve Victor Ray Ennis
  2. Transformers: Dark of the Moon; Ethan Van der Ryn ve Erik Aadahl
  3. War Horse; Richard Hymns ve Gary Rydstrom
  4. Hugo; Philip Stockton ve Eugene Gearty (kazanan)
  5. The Girl with the Dragon Tattoo; Ren Klyce

EN İYİ SES MİKSAJI (Sound Mixing)

  1. Hugo; Tom Fleischmann ve John Midgley (kazanan)
  2. Transformers: Dark of the Moon; Greg P. Russell, Gary Summers, Jeffrey J. Haboush ve Peter J. Devlin
  3. War Horse; Gary Rydstrom, Andy Nelson, Tom Johnson ve Stuart Wilson
  4. The Girl with the Dragon Tattoo ; David Parker, Michael Semanick, Ren Klyce ve Bo Persson
  5. Moneyball; Deb Adair, Ron Bochar ve Dave Giammarco ve Ed Novick

EN İYİ GÖRSEL EFEKT (Visual Effects)

  1. Harry Potter and the Deathly Hallows: Part II ; Tim Burke, David Vickery, Greg Butler ve John Richardson
  2. Rise of the Planet of the Apes; Joe Letteri, Dan Lemmon, R. Christopher White ve Daniel Barrett
  3. Hugo; Rob Legato, Joss Williams, Ben Grossman ve Alex Henning (kazanan)
  4. Transformers: Dark of the Moon; Scott Farrar, Scott Benza, Matthew Butler ve John Frazier
  5. Real Steel; Erik Nash, John Rosengrant, Dan Taylor ve Swen Gillberg

YABANCI DİLDE EN İYİ FİLM (Foreign Language Film)

  1. A Separation (İran) (kazanan)
  2. Bullhead (Belçika)
  3. Footnote (İsrail)
  4. In Darkness (Polonya)
  5. Monsieur Lazhar (Kanada)

EN İYİ ANİMASYON (Animated Feature Film)

2011 senesi herkesin dile getirdiği üzere animasyonlar açısından pek sönük geçti. Bu yokluk içinde seçilen 5 filmin de kendi içinde artı-eksileri vardı. Chico&Rita dramatik hikayesi ve tekniğiyle göz dolduruyordu. Kung Fu Panda 2 ve Puss in Boots ise maceraları ve karakterlerinin sevimliliğiyle, komedi ve dram sahneleri, arkadaşlık, aile gibi konularıyla güzellerdi. A Cat in Paris bu kategorinin en zayıf halkasıydı.

Rango ise benim ödül için adayım. Zira hem yarattığı karakterler, hem hikaye örgüsü, hem müzikleri ve görselliğiyle film diğerlerinden bir iki beden iyiydi. Akademi Chico&Ritaya ödül vererek marjinal bir çıkış yapmassa, Rango’nun ödülle eve döneceğini düşünüyorum.

  1. Rango; Gore Verbinski  (kazanan)
  2. Chico & Rita; Fernando Trueba ve Javier Mariscal
  3. Kung Fu Panda 2; Jennifer Yuh Nelson
  4. Puss in Boots; Chris Miller
  5. A Cat in Paris ; Alain Gagnol ve Jean-Loup Felicioli

EN İYİ BELGESEL (Documentary Feature)

  1. Pina; Wim Wenders ve Gian-Piero Ringel
  2. Paradise Lost 3: Purgatory; Joe Berlinger ve Bruce Sinofsky
  3. If a Tree Falls: A Story of the Earth Liberation Front; Marshall Curry ve Sam Cullman
  4. Undefeated; TJ Martin, Dan Lindsay ve Richard Middlemas  (kazanan)
  5. Hell and Back Again; Danfung Dennis ve Mike Lerner

EN İYİ KISA BELGESEL (Documentary Short)

  • The Barber of Birmingham: Foot Soldier of the Civil Rights Movement; Robin Fryday ve Gail Dolgin
  • God is the Bigger Elvis; Rebecca Cammisa ve Julie Anderson
  • Incident in New Baghdad; James Spione
  • Saving Face; Daniel Junge ve Sharmeen Obaid-Chinoy (kazanan)
  • The Tsunami and the Cherry Blossom; Lucy Walker ve Kira Carstensen

EN İYİ KISA ANİMASYON (Short Film (Animated))

  1. The Fantastic Flying Book of Mr. Morris Lessmore ; William Joyce ve Brandon Oldenburg (kazanan)
  2. Dimanche / Sunday; Patrick Doyon
  3. La Luna; Enrico Casarosa
  4. A Morning Stroll; Grant Orchard ve Sue Goffe
  5. Wild Life; Amanda Forbis ve Wendy Tilby

EN İYİ KISA FİLM (Short Film (Live Action))

  • Pentecost; Peter McDonald ve Eimear O?Kane
  • Raju; Max Zähle ve Stefan Gieren
  • The Shore; Terry George ve Oorlagh George (kazanan)
  • Time Freak; Andrew Bowler ve Gigi Causey
  • Tuba Atlantic; Halvar Witzø

kaynak: sineport.com, oscar.go.com,

Yılın En İyilerinden: Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy)

Yılın En İyilerinden: Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy)

  • Tinker Tailor Soldier SpyTür: Casusluk, Gerilim, Gizem
  • Yönetmen: Tomas Alfredson
  • Yapım: 2011, Fransa, Almanya, İngiltere, Türkiye
  • Süre: 127 dk
  • Oyuncular:  Gary Oldman, Mark Strong, John Hurt, Toby Jones, David Dencik, Ciarán Hinds, Colin Firth, Benedict Cumberbatch, Stephen Graham, Simon McBurney, Tom Hardy

“Birimin başındaki isim olan Control’ün sağ koluyken, görevden uzaklaştırılan İngiliz casusu George Smiley (Gary Oldman), hükumet tarafından gizlice tekrar kiralanır. Zira, İngiliz Gizli İstihbarat Servisi, Sirk’in içinde Sovyetler Birliği için çalışan ‘köstebek’ bir ajan olduğu şüphesi tüm örgütü sarmıştır… Smiley şimdi gözden çıkartılan kafatası avcılarını himayesine alma pahasına Budapşte’den İstanbul’a uzanan bir ihanet hikayesini çözerek itibarını geri kazanmaya çalışacaktır… 

Klasikler arasına girmiş aynı adlı romanın uyarlaması ve televizyon için çekilen dizinin yeniden çevrimi olan yapım 1950’li yıllarda yaşanan soğuk savaş döneminin en keskin günlerine odaklanıyor.

İzlediğim yüzlerce filmden sonra casusluk hikayelerine bayıldığıma kesin olarak emin oldum. Köstebek, hayatımda izlediğim en sakin casus filmiydi sanırım. O sakinlik içinde köstebeği bulmaya giden yolda ağır ama emin adımlarla ilerleyen bir kurgusu vardı.

Aslında başa dönmek gerekirse, filme girmeden elimize bir broşür verilmesi ve İngiliz Gizli İstihbarat Servisi Sirk’in organizasyon şemasını ve karakterlerini filme girmeden çalışmak değişik bir deneyimdi. Filmde gececek belli başlı tanımlamaları (örneğin Sirk, İngiliz Gizli İstihbarat Servisinin genel merkezi …gibi) açıklayan bu broşürü çok sevdim.

Sonra film öyle detaylı bir şekilde olayları incelemeye başladı ki, ara verilene kadar çoktan soğuk savaş dönemine girmiştik. Sirk’in olduğu bina müthişti. O dönemin atmosferi çok başarılı yaratılmıştı. Tüm karakterler çok derin ve incelikliydi. Kurgu, diyaloglar,müzikler ve ışıklar çok başarılıydı. Gary Oldman çok çok etkileyici bir performansa sahipti. İstanbul ve Budapeşte’de çekilmiş sahneler çok iyiydi.

Filmin bahsedebileceğim tek eksi yanı, en önemli karakteri, çok tahmin edilebilir bir oyuncuya oynatmalarıydı. Bunun dışında her şey çok çok iyiydi. Benim için bu senenin başarılı filmlerindendi.

İzlemenizi tavsiye ederim.

Not1: Kitabın/filmin adı bir İngiliz çocuk tekerlemesinden geliyor.

“tinker, tailor,

soldier, sailor,

rich man, poor man,

beggar man, thief”

Not2: Filmin Budapeşte sahnelerinde uzak çekimler çokça varken, İstanbul’da maalesef böyle çekimler yapılamamış. Çünkü silüetimiz 70li yıllardan beri çok değişmiş.

Spielberg’in Oscar Adayı: Savaş Atı (War Horse)

Spielberg’in Oscar Adayı: Savaş Atı (War Horse)

  • Tür: Dram, Tarihi, Savaş
  • Yönetmen: Steven Spielberg
  • Süre: 140 dk
  • Yapım: 2011, ABD
  • Oyuncular:  Jeremy Irvine, Emily Watson, Peter Mullan,

İngiltere kırsalı ve Avrupa’da geçen film, I. Dünya Savaşı sırasında Jeremy Irvine’ın canlandırdığı Albert’ın ve onun çok sevdiği atı Joey’in öyküsünü anlatıyor. Evcilleştirip eğittiği atının satılıp, savaşta sipere gönderilmesi iki dostu ayırsa da, yaşadıkları olaylar pek çok hayatı değiştirecek epik bir maceraya dönüşecektir. Arka planda savaşın olduğu bu dostluk öyküsü, aslında serüven dolu uzun bir yol filmi…

Senaryosunu, Michael Morpurgo’nun tiyatroya da uyarlanan aynı isimli 1982 tarihli çocuk romanından Richard Curtis ve Lee Hall’un uyarladığı filmin başrollerinde Jeremy Irvine, Emily Watson, Toby Kebbell, Benedict Cumberbatch, David Thewlis, Tom Hiddleston, Eddie Marsan, David Kross, Peter Mullan gibi isimler rol alıyor. Yönetmen koltuğunda ise Steven Spielberg usta oturuyor…

Spielberg birçokları gibi hayranı olduğum bir yönetmen değil. Kendisinin hemen tüm filmlerini izlemişliğim vardır fakat E.T. dışında, o da çocukluk dönemime denk geldiğinden olsa gerek, beni etkileyen bir filmi olmadı. War Horse’da bu sıradan Spielberg filmlerinden biri.

Konuyu fazlasıyla abartılı işlemesi nedeniyle sonunu bile zorla getirdiğim filme tek dayanma nedenim o müthiş atlardı.

Atları çok seviyorsanız keyif alabileceğiniz, onun dışında bir de çok başarılı görüntü yönetmenliği ile muazzam hale getirilmiş olan final sahnesi dışında bir masaldan farksız olan filmi, bunları düşünerek izlemeye başlamanızı tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Brad Pitt’ten Kazanma Sanatı (Moneyball)

Brad Pitt’ten Kazanma Sanatı (Moneyball)

  • Tür: Dram,
  • Yönetmen: Bennett Miller
  • Süre: 126 dk
  • Yapım: 2011 ABD
  • Oyuncular: Brad Pitt, Jonah Hill, Philip Seymour Hoffman

“‘Oakland A’ beysbol takımının başındaki isim olan Billy Beane (Brad Pitt) , kısıtlı bir bütçe ile resmen yoktan bir takım var ederek zengin kuluplere meydan okuyor. Fakat bunu yaparken de beysbol sporunun temel inançlarını baştan aşağıya sarsıyor. Onun yöntemleri kabul görmese, hatta delilik diye nitelendirilse de, Beane inancını ve azmini yitirmeden bildiği yönde ilerlemeye devam ediyor….

Michael Lewis’in “Moneyball: The Art of Winning an Unfair Game” adlı eserinden Steven Zaillian ve Aaron Sorkin tarafından uyarlanan ve gerçek bir hikaye dayanan filmin başrollerini Brad Pitt, Robin Wright ve Jonah Hill paylaşıyor. 

Moneyball, 2005 yılında çektiği ilk filmi Capote ile aynı sene En İyi Yönetmen Oscarı’na aday gösterilen Bennett Miller’ın ikinci uzun metraj çalışması. Dünya prömiyeri Toronto Film Festivali’nde gerçekleştirilen filme yurt dışından şimdiye kadar gelen eleştiriler ve puanlar da oldukça yüksek.

Capote filminin yönetmeni Bennett Miller’ın 84. Oscar ödüllerinde en iyi film, en iyi erkek oyuncu (Brad Pitt), en iyi yardımcı erkek oyuncu (Jonah hill), en iyi uyarlama senaryo, en iyi kurgu ve en iyi ses miksaj dallarında yarışan yeni filmi Moneyball, beysbol dünyasına yeni bir bakış açısı getiren bir menajerin hikayesini anlatıyor.

Gerçek bir hikayeden yola çıkılarak yazılmış bir kitaptan senaryolaştırılan filmin neredeyse tamamını başroldeki Brad Pitt götürüyor. Bu sene The Tree Of Life‘daki rolüyle beraber kariyerinin en derin karakterlerini büyük bir başarıyla yaratan Pitt, Oscar’a oldukça yakın duruyor.

Klasik sporla ilgili filmlerden daha farklı bir noktada olan Moneyball, beysboldan hiç anlamayanların bile izleyebileceği bir film olmuş. Her zaman izlediğimiz başarı hikayelerinden sıkılanlar için iyi bir adres olan filmi izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler.

Not: Brad Pitt yaşlanmış evet. Artık yakışıklı sıfatına pek uymuyor da olabilir ama kesinlikle çok karizmatik ve çekici…=)

2012’de Bir Sessiz Film… The Artist

2012’de Bir Sessiz Film… The Artist

  • the artistTür: Romantik, Dram, Komedi
  • Yönetmen: Michel Hazanavicius
  • Süre: 100 dk
  • Yapım: 2011
  • Oyuncular:  Jean Dujardin, Bérénice Bejo, John Goodman, James Cromwell

1920’li yılların sonunda Hollywood sinema sektörünü kökünden değiştirecek ‘teknolojik’ bir devrim yaşandı. Ses, “henüz hiçbir şey duymadınız” repliği ile film pelikülüne bir daha hiç ayrılmamak üzere girdi. Fakat sinema sektöründe yaşanan bu devrim boyutundaki bu değişim pek çok insanın mesleğini ve kariyerini de derinden sarstı. 

Dönemin en karizmatik aktörleri arasında yer alan George Valentin (Jean Dujardin) de sesin beklenmedik biçimde sinema perdesine yansımasından payına düşeni alıyor. yanı başında boy gösteren taze ve güzel oyuncu Peppy Miller’ın ise aklı fikri şöhrette. 

2011 Cannes Film Festivali’nin en gözde yapımlarından olan The Artist, başrol oyuncusu Jean Dujardin’e George Valentin performansı ile “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazandırdı. Film sinema sanatının sessiz dönemine bir saygı duruşu niteliğinde diyalogsuz, sessiz, siyah-beyaz ve saniyede 22 kare ile çekildi. Altın Palmiye adayları arasında da olan filmin yazarlığını ve yönetmenliğini ise Michel Hazanavicius üstleniyor.”

Film için bilet alırken, gişedeki görevli uyardı: “Film siyah beyaz ve sessizdir.”

Filmin yarısında çıkıp parasını geri isteyenler oluyormuş… İngiltere’de baya bir olay olmuş hatta… Bir filme gitmeden, hakkında bir şeyler okumayı geçtim ama fragmanını bile izlemez mi insan yahu? Garip…

İşte filmle ilgili notlarım:

  • Film siyah beyaz ve sessiz ama bana en değişik gelen 4:3 görüntü oranı oldu.  İlk 3-4 dakika hem bu orana hem siyah beyaza alışmakla geçti ama alıştıktan sonra film çok akıcı bir şekilde devam etti.
  • Yönetmen Michel Hazanavicius’un filmle ilgili en büyük başarısı, 2011 yılında 1920lere gönderme yapan bir sessiz film ile tüm festivallere ve ödüllere damgasını vurmak olsa gerek. Zira hikayede herhangi bir orjinallik yoktu, hatta 2000lerde çekilmiş bir 1920 filmin taklidi gibiydi.
  • Hayatımda ilk defa bir siyah beyaz ve sessiz filmi sinema salonunda izledim. Bu açıdan güzel bir deneyimdi.
  • Müzikler çok çok iyiydi.
  • Başroldeki Jean Dujardin ve Berenice Bejo fazlasıyla Ayhan Işık ve Hülya Koçyiğit’ti benim için. Sessiz filmde daha da öne çıkan mimik kullanımı ve danslarıyla başarılılardı. Fakat Berenice Bejo bir basamak öndeydi.
  • Yan rolde bu senenin en iyilerinden olan köpek müthişti.
  • Filmdeki iki sahne bana göre çok iyiydi. Kabus sahnesi ve askılıktaki ceketle Peppy Miller’ın sahnesi. Film, tamamında bu ikisi gibi sahneleri biraz daha fazlalaştırabilseydi, bambaşka bir yerde olabilirdi.
  • Filmin sonu klasik, ama tüm bu yapılan selamlara uygun şekildeydi.
  • Film, En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı (?) kadın oyuncu, en iyi özgün senaryo, en iyi kurgu, en iyi sanat yönetimi ,en iyi görüntü yönetimi, en iyi kostüm yönetimi ve  en iyi özgün müzik dallarında aday. Bana göre bu adaylıklardan 1-2 sinden ancak ödül alabilir ama görünüşe göre en iyi film dahil bir çok ödülü toplayacak.

Filmin nostalji yaratmak dışında bir başarısı olduğunu düşünmüyorum. Fakat Holywood’a selam niteliğinde olduğundan Oscar şansının yüksek olduğu kanaatindeyim. Eğer bu şansı gerçeğe dönüşürse , Oscar tarihinin 2.ci en iyi film ödülü alan sessiz filmi olacak.

Sırf bu adaylıklar için, Oscar gecesi bir fikriniz olsun diye izleyin derim.

İyi seyiler,

Mallick’ten Kült Olacak Bir Film: The Tree Of Life (Hayat Ağacı)

Mallick’ten Kült Olacak Bir Film: The Tree Of Life (Hayat Ağacı)

the tree of life

  • Tür: Dram
  • Yönetmen: Terrence Mallick
  • Yapım: 2011 ABD
  • Süre: 138 dk
  • Oyuncular: Brad Pitt, Sean Pean, Jessica Chastain, Hunter McCracken, Laramie Eppler, Tye Sheridan

1950?li yıllarda, Orta Batılı bir aileyi merkezine alan film ailenin en büyük oğlu Jack?in, çocukluk masumiyetinin kaybolmasından başlayarak buruk bir yetişkinlik evresine geçişini konu alıyor. Tam bu geçiş sürecinde de babası (Brad Pitt) ile yaşadığı çalkantılı baba-oğul ilişkisi, öykünün merkezine oturuyor. Jack’in olgunluk hali (Sean Penn) artık modern çağda yolunu yitirmiş bir bireydir. Kaderin varlığını ve çıkmazlarını sorgularken, diğer yandan yaşamın anlamını bulmaya çalışır… 

Terrence Malick’in 2011 Cannes Film Festivali’nde eleştirmenleri ikiye bölen son filmi Hayat Ağacı, yönetmenin baştan aşağıya imzasını taşıyan bir yapıt. Başrollerde Brad Pitt, Sean Penn ve Jessica Chastain yer alırken, filmin teknik ekibi de özellikle göze çarpıyor.

4 kez Oscar adayı olan görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki, başka bir Brad Pitt filmi olan benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’ndeki kostüm çalışmasıyla Oscar adaylığı olan Jacqueline West ve yaptığı film müzikleriyle 3 ayrı filmle (The Curious Case Of Benjamın Button, The Queen ve The King?s Speech) Oscar adaylığı olan Alexandre Desplat yapım ekibinde göz çarpan isimler…

Filmi ilk izleme girişimim 20.dakikada dayanamayarak kapatmamla son buldu. Anladım ki, alalade bir zamanda, izlemiş olmak için izleyemeyeceğim bu filmi. Daha uygun bir zamanda tekrar bastım play tuşuna.. Ve sahne Mallick’in…

İzlemesi zor bir film yapmış Mallick. Kendinizi iki saatten fazla bir zaman evren, varoluş-ölüm, acımasızlık-kabulleniş kavramlarını sorgulayan, hiçbir görüntü olmasa bile tek başına ağlatabilecek yoğunlukta müzikler eşliğinde, 40 dakika süren, arada bir fısıltı olarak sorular duyduğunuz bir “varoluş” sekansını da içinde bulunduran bir ağır  ve değişik deneyimin içinde buluyorsunuz.

Filmde herkesin kendi varoluşunu, kendi anne baba ve kardeşlerini sorgulayacağını düşünüyorum. O nedenle herkeste farklı bir tat bırakacaktır.  Brad Pitt, jessica Chastain ve Hunter McCracken’in (yaşına rağmen) çok başarılı oyunculuklar çıkardığını, Sean Pean’in rolünü çok abartılı bulduğumu, müzikler ve görüntü yönetiminin müthiş olduğunu söylemeliyim.

İzlerken çok uzun ve yorucu gelse de, üstünden biraz zaman geçince fazlalık hiçbir sahnenin olmadığını düşündüren bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

 

Altın Küre’nin En İyisi: The Descendants (Senden Bana Kalan)

Altın Küre’nin En İyisi: The Descendants (Senden Bana Kalan)

  • Tür: Dram, Aile
  • Yönetmen: Alexander Payne
  • Süre: 115 dk
  • Yapım: 2011, ABD
  • Oyuncular: George Clooney, Amara Miller, Patricia Hastie, Kim Gennaula, Karen Kuioka Hironaga

Hawaii’li zengin toprak sahibi Matt King (Clooney), eşi Elizabeth ciddi bir tekne kazası geçirip yaşam ünitesine girdikten sonra tüm hayatını yeniden gözden geçirmeye karar verir. İki genç kız babası olan Matt, kızlarını alıp Kauai’ya bir tatile götürür. Geçmişini ve geleceğini yeniden değerlendiren Matt, ailesinden kalan büyük mal varlığını satma kararı alır… 

2005 yılında En iyi Uyarlama senaryo dalında Oscar alan yol ve şarap öyküsü Sideways filminin yazar ve yönetmeni Alexander Payne’nin son filmi The Descendants Hawaii’de geçen mizahi ve yer yer trajik bir öykü sunuyor. George Clooney’i başrolde seyrettiğimiz yapım bu sene Hollywood Film Festival’inde usta oyuncuya yılın aktörü ödülünü de getirdi… 

George Clooney’i en son The American filmindeki inanılmaz performansıyla izlemiş, beğenimi dile getirmiştim. Clooney kariyerine yükselen performansıyla devam ediyor…  The Descendants filmindeki Matt rolü de bunlardan biri…

Yönetmen ve senarist olarak  About Schmidt  filmine imza atan yönetmen Alexander Payne, senaristliğini de üstlendiği The Descendants filminde, bir ailenin hayatındaki 2-3 günlük kesite götürüyor bizleri.

Konusu aslında çok dramatik olan filmde, gerek yan rollerle gerek müziklerle öyle bir atmosfer yaratılmış ki, normalde ağlayacağım birçok sahne ve sinirleneceğim 1-2 karakter olmasına rağmen, hepsine anlayışla bakmamı sağladı. Bu anlamda filmin duygu sömürüsü sınırına yaklaşmadan bu dramı anlatmaya çalıştığını söyleyebilirim. Bir dramı normalleştiren film, benzer şekilde zevk ve eğlencenin mekanı Hawaii’yi de normalleştirmiş.

Az sayıda oyuncuyla, kısa bir zaman dilimini anlatsa da sıkılmadan izlenen film, 2012 Oscarlarına En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Kurgu ile aday oldu. Kaui Hart Hemmings’in romanından senaryolaştırılan film, en iyi uyarlama senaryo  dalında iyi adaylardan biri gibi görünüyor olsa da, Altın Küre’de aldığı En İyi Film ödülünün rüzgarıyla sadece adaylıkla kalır diye düşünüyorum. George Clooney’in abartısız  ama çok derin ve başarılı oyunculuğu Brad Pitt ile yarışabilir mi? Onu da Oscar gecesi göreceğiz artık…

İyi seyirler,

2011’in En İyi Animasyonlarından Biri: Rango

2011’in En İyi Animasyonlarından Biri: Rango

  • Tür: Animasyon, Macera,
  • Yönetmen: Gore Verbinski,
  • Süre: 115 dk
  • Yapım: 2011, ABD

“‘Kişilik problemi yaşayan oyuncu bir bukalemun’un başrolde olduğu bu eğlenceli animasyon, tatsız ve kötü şeylerden hep sakınan ve sıradan bir evcil hayvan hayatı yaşayan bukalemun Rango’nun başından geçen dönüşüm hikayesini anlatıyor.

“Sonuçta hayattaki tek amacınız kalabalığa uyum sağlamaksa hedefiniz ne kadar yüksekte olabilir ki?” sloganıyla tanıtılan filmde Rango, kendini birden gözüpek kanunsuzların ve eşkıyaların olduğu, sakinlerini çölün en üçkağıtçı ve sahteler yaratıklarının oluşturduğu Toprak kasabasında bulunca, cesur diyemeyeceğimiz bu bukalemun dikkat çektiğini fark eder. Kasabanın yıllardır heyecanla beklediği umudu olarak sevinçle karşınan Şerif Rango, yeni rolüne uyum sağlamaya mecbur kalır. Fakat kendini aksiyon dolu durumlarla, ürkütücü karakterlerle yüzyüze bulması uzun sürmez. Eskiden numarasını yaparken şimdi kahraman olmaya başlayan Rango, kendini ve zamanla da kasabayı kurtaran bilindik klasik yabancı western efsanesine heyecan verici yeni bir boyut katıyor…

Bir hikayeyi gerçek karakterlerle, makyaj, ışık ve kurulan setlerde filmleştirmeyip, animasyon yapıyorsanız bir nedeni ve farklılığı olmalı diye düşünüyorum. Örneğin sanal karakterleriniz varsa ya da hikayeniz yalnız sanal olarak yaratılabilecek bir mekanda geçiyorsa veya animasyon ya da çizim tekniğiniz çok çok iyiyse ve hikayeniz bu şekilde daha iyi anlatılacaksa bu seçeneği seçersiniz.

Animasyon filmler bu üç nedenden en az birini karşılamıyorsa, bana pek zevk vermiyor.

Rango, çok başarılı karakterlerin yaratıldığı bir film. Hikayesi “bir takım talihsizlikler sonucu kendini “kahraman” ilan edilmiş olarak bulan” başrol karakteri Rango’nun başından geçenleri konu alan film, bu klasik konuyu klasikleşmiş western filmlere bol bol selam çakarak anlatıyor.

Hans Zimmer’in her zamanki gibi müthiş müzikleriyle desteklediği film, Karayip Korsanları filmleriyle tanınan yönetmen Gore Verbinki’nin ilk animasyon denemesi olmasına rağmen oldukça başarılı. Özellikle golf sahalarında kullanılan sularla ilgili verdiği önemli mesajla  takdiri hakeden filmi, büyük küçük herkesin izlemesini tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Yine Paris’te Bir Hikaye: A Cat In Paris (Une Vie De Cat)

Yine Paris’te Bir Hikaye: A Cat In Paris (Une Vie De Cat)

a cat in paris

  • Tür: Animasyon, Macera, Suç, Dram
  • Yönetmen: Alain Gagnol, Jean-Loup Felicioli,
  • Süre: 70 dk
  • Yapım: 2010, Fransa

Pembe Panter çizgi filmlerine selam çakan sımsıcak, kahkaha dolu bir animasyon, Le Monde gazetesine göre “bir müzik ve renk senfonisi”.

Filmin kahramanı, ikili bir hayat sürdüren kedi Dino. Gündüzleri, annesi polis olan sahibi Zoé’nin yanında, geceleriyse Paris’in karanlık arka sokaklarında meşhur hırsız Nico’yla takılır. Fakat Dino’nun birbirinden apayrı bu iki dünyası bir gün kesişecektir. Sahibi Zoé bir gece Dino’yla birlikte dışarı çıkmaya karar verince tehlikeli kabadayı Victor Costa’yla burun buruna gelirler. Paris çatılarında amansız bir takip başlayacaktır şimdi! Kara filmlerden esinlenen bu hareketli filmin ilk gösterimi Berlin Film Festivali’nde yapıldı

Bir dram ve suç hikayesi olan “A Cat in Paris”‘,  bu sene hikayesi Paris’te geçen birçok filmden biri. Woody Allen’ın Midnight in Paris’i ve Martin Scorsese’nin Hugo’sundan sonra yine Paris sokaklarındayız. Bu kez küçük bir kız çocuğu ve kedinin başrolünü oynadığı bir polisiye hikayenin mekanı olan Paris, her zamanki gibi tüm ihtişamıyla var oluyor.

Bir kısa filme göre uzun, uzun bir filme göre de kısa bir hikayesi var. Dolayısıyla filmin başlamasıyla bitmesi bir oluyor ve sanki eksik birşeyler varmış gibi geliyor. Oysa eksik hikayenin çok çabuk bitivermesi…

Normalde animasyonların komedi amacıyla yapılanlarında bu kadar detaya girmem. Amaç görsellik ve gülmekti deyip geçebilirim. Fakat derdi bir dram ve suç karışımı hikayeyi anlatmak olan bir filmde, hele ki bir de Oscar adayı olan bir filmde, karakterlerin daha derinlikli işlenmesini beklerdim. Üstelik bunun için filme ekleyebilecekleri en az 20 dakikaları daha varken…

Oscar ihtimalinin sıfıra yakın olduğunu düşündüğüm, hatta sadece tekniği sayesinde aday olduğunu düşündüğüm filmi, animasyona özel bir merakınız varsa izlemenizi tavsiye edebilirim. Aksi halde sadece zaman kaybı olduğunu düşünüyorum.

İyi seyirler,

Kung Fu Panda 2

Kung Fu Panda 2

kung fu panda

  • Tür: Animasyon
  • Yönetmen: Jennifer Yuh
  • Süre: 95 dk
  • Yapım: 2011, ABD

İlk filmin sonunda Ejder Savaşçısı olarak hedefine ulaşan Po, şimdi Kung Fu ustaları ve kadim arkadaşları Kaplan, Turna, Mantis, Engerek ve Maymun ile beraber Barış Vadisi’ni koruyor. Fakat sevimli pandamızın bu taze hayatı ve Kung Fu geleceği Çin’i ele geçirmek ve Kung Fu’yu ortadan kaldırmak için çok tehlikeli bir silah tasarlayan kötü adamların tehdidi altındadır. 
Po ve ekibi Öfkeli Beşli şimdi bütün Çin’i dolaşarak bu çok tehlikeli adamı ve silahını bulmak, harekete geçmesini engellemek zorundadır. Peki ama nasıl? 

“Şrek”, “Madagaskar” gibi gişe rekortmeni filmlere imza atan Dreamworks Animation stüdyolarının 3D teknoloji ile süslediği devam filmi ?Kung Fu Panda 2’nin yönetmenliğini ilk filmin senaristleri arasında da yer alan Jennifer Yuh üstleniyor…Filmin orijinal seslendirme kadorusunda ise pandamız Po’ya hayat veren Jack Black’in yanısıra Angelina Jolie,Dustin Hoffman, Gary Oldman gibi yıldız isimler göze çarpıyor…

Kung Fu Panda’nın ilk filmini izlememiştim. İkincisi Oscar adayı olunca izleyeyim dedim ve izlediğime çok mutlu oldum. Zira hem  komik, hem duygusal, hem macera dolu bir hikayesi olan ve görsel olarakta göz dolduran bir film izlemiş oldum.

Yönetmen, ilk filmi olmasına rağmen, Dreamworks’un desteğiyle çok başarılı bir iş çıkarmış. Film başlangıcından sonuna kadar gözünüzü kırpmadan seyretmenizi sağlıyor ve tüm bu maceranın yanında hem güldürüyor hem de neredeyse ağlatıyor. Çocukların izlemesi için biraz karanlık bir film olduğunu düşünsem de, 7 yaşından büyük çocukların keyif alabileceğini söyleyebilirim.

Serinin bir sonraki filmine de göz kırparak kapanışı yapan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim. Ben vakit kaybetmeden birincisini de izleyeceğim.

İyi seyirler,

Shrek’ten Sonra Çizmeli Kedi’nin Macerası: Puss in Boots

Shrek’ten Sonra Çizmeli Kedi’nin Macerası: Puss in Boots

çizmeli kedi

  • Tür: Animasyon, Macera, Komedi
  • Yönetmen: Chris Miller
  • Süre: 132 dk
  • Yapım: 2011 ABD

O Avrupa halk masallarının en cingöz, en iş bitirici ve en insansı kedisi. Asalet ve güç sembolü olan sarı çizmeleri içerisinde Çizmeli Kedi aslında zenginlik ve ün peşinde koşan oldukça zeki bir canlı. Sinema perdesindeki yolculuğu ise meşhur Altın Yumurtlayan Kazı çalma macerası çevresinde şekilleniyor.

Zeka küpü Humpy Dumpty ve sokakların kraliçesi Kitty Softpaws’u bu kendi hırsızlık planına dahil eden dokuz canlı Çizmeli Kedi, arkadaşlarıyla cesaret isteyen ama bir o kadar da komedi dolu bir maceraya atılıyor…

Shrek üçlemesinin her filminde farklı karakterlere sesiyle hayat veren ve senaryoda da parmağı olan Chris Miller’ın Şrek 3 ‘ten sonraki ikinci uzun metrajlı yönetmenlik çalışması olan Çizmeli Kedi’nin orijinal seslendirme kadrosunda Kedi’ye Antonio Banderas,
Humpy Dumpty’ye perde gördüğümüz anda gülmeye başladığımız Zach Galifianikis ve Yumuşak Pati Kitty’ye Salma Hayek sesleriyle hayat veriyor.

Shrek filmlerinin çok sıkı bir takipçisi olduğumu söyleyemem. Fakat tüm seriyi izledim. Shrek spin-offu (bir film yada dizideki yan karakterin, başrol olduğu başka bir film/dizi yapılması)  olan Çizmeli Kedi karakterinin macera filmi aynı serinin devamı gibiydi.

Bir başrol karakter olarak oldukça başarılı olan Çizmeli Kedi, Shrek filmleri kadar olmasa da heyecanlı bir hikayeye sahipti. Fakat Shrek ile benzer yanları çoktu. Örneğin inanılmaz başarılı sahneler vardı. Tüm kasaba müthiş bir tasvirdi. Ve bu başarılı görsellik sayesinde bir animasyona göre uzun olan süresine rağmen rahatlıkla izleniyordu.

Artık 3Dye alıştığımızdan mıdır bilmiyorum ama üçüncü boyut bana pek cazip gelmedi. Bir de Capitol Spectrum’un üç boyutlu gözlükleri o kadar ağır ki, 15. dakikadan sonra burnum sızlamaya başladı her zamanki gibi!

Yine de animasyon teknolojisinin geldiği noktayı  görmek, hikayesi, kurgusu ve ses-müzik kullanımıyla basite alınmaması gerektiğini anlamak için önemli bir örnekti diye düşünüyorum.

Büyük küçük herkesin keyifli bir zaman geçirmek için izlemesini tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Müzik ve Aşkın Hikayesi: Chico&Rita

Müzik ve Aşkın Hikayesi: Chico&Rita

  • chico and ritaTür: Animasyon, Dram
  • Yönetmen: Fernando Trueba, Javier Mariscal, Tono Errando
  • Yapım: 2010 İspanya-İngiltere
  • Süre: 95 dk

Rita egzotik danslar yapan güzel bir şarkıcı, Chico da yetenekli ve kıskanç bir piyanisttir. Chico ile Rita?nın 1948?de Havana?da tanışmalarından günümüz New York?una sıçrayan film, arada Las Vegas ve Paris?e de uğrayan bir aşk hikâyesini anlatıyor. Üstelik ?caz hakkında çekilmiş en iyi kurmaca filmlerden biri? olarak.

John Coltrane, Nat King Cole, Tito Puente ve piyano ilahı Bebo Valdes gibi Amerikalı ve Kübalı efsanelerden parçalar içeren film müzikleri muhteşem. Küba müziklerinin ve sokakları, barları, kulüpleri ve arabalarıyla Havana?nın keyfine varmak için eşsiz bir fırsat.

Geçen sene Oscar ödüllerinde animasyon dalında aday olan The Illusionist ‘ten sonra, benzer tadda bir animasyon film olan Chico ve Rita ‘da ödüle aday.

Küba’dan Amerika’ya uzanan ve yıllar süren bir aşkı anlatan, klişe bir konuya sahip film, 1940ların tekniğiyle elle çizilmiş olması ve mekan tasvirleriyle göz dolduruyor.

Filmin tüm bunların ötesinde inanılmaz müzikleri var. Yakında soundtrack albümünün çıkacağını düşündüğüm müziklerin başrolde olduğu bu sıcak filmi izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Okuyucuların Çok Seveceği Kısa Animasyon Film Oscar Adayı: The Fantastic Flying Books of Mr. Morris Lessmore

Okuyucuların Çok Seveceği Kısa Animasyon Film Oscar Adayı: The Fantastic Flying Books of Mr. Morris Lessmore

the fantastic flying

  • Tür: Animasyon, Macera,
  • Yönetmen: William Joyce, Brandon Oldenburg
  • Yapım: 2011 ABD
  • Süre: 15 dk

Fantastic Flying Books of Mr.Morris Lessmore, balkonunda kitapları arasında oturan bir yazarın,  çıkan fırtınayla kitapların diyarına geçmesini anlatıyor.

Günümüz bilgisayar teknolojisi ile animasyon ve geleneksel el çizimini birleştiren ve stop motion stilde hazırlanan film, ödüllü yazar ve illüstratör William Joyce ve Brandon Oldenburg tarafından hayata geçirilmiş.

Çok etkili müzik kullanımı olan ve 2011 Oscar’ına en iyi kısa animasyon film dalında aday olan bu sessiz film, kitaplarla okuyucuların ilişkilerini mecazi dilde anlatıyor.

İzlemenizi tavsiye ederim.

2012 Oscar Ödüllerinde En Fazla Adaylığı Olan Film: Hugo Cabret

2012 Oscar Ödüllerinde En Fazla Adaylığı Olan Film: Hugo Cabret

hugo

  • Tür: Macera, Dram, Aile
  • Yönetmen: Martin Scorsese
  • Süre:  127 dk
  • Yapım: 2011 ABD
  • Oyuncular: Asa Butterfield, Jude Law, Richard Griffiths, Frances de la Tour, Christopher Lee, Helen McCrory, Chloe Moretz, 

Brian Selznick?in “The Invention of Hugo Cabret” adlı çocuk romanından uyarlanmış olan film, Paris tren istasyonunun duvarları arasında yaşayan ve saatlerden sorumlu olan kimsesiz bir çocuğun, bir gün saati tamir etmeye çalışmasıyla yaşadığı gizemli macerayı konu ediyor. 3 boyutlu bir macera filmi olan Hugo, usta yönetmen Martin Scorsese’nin de ilk 3D denemesi.

2007’de yayınlanmış olan tarihi-kurgusal kitabın ise yarısı fotoğraflardan oluşuyor. Görsellerin kelimelerden daha fazla şey anlattığı bu ilginç kitap, 2008 Caldecott Madalyasına layık görüldü. Kitabın ilk ilham kaynağı, Georges Méliés filmleri ve yönetmenin mekanik figür koleksiyonları imiş.

Bu sene sanatçılara selam çakan filmlerin içinde Artist ve Midnight in Paris’ten sonra en büyük görsel şölen sunan film Hugo.  Çocuk filmi gibi gözüken afişi ve fragmanının aksine ciddi bir “büyük” işi. Hatta sinema tarihine meraklıların daha çok ilgisini çekecek bir film.

İlk yarısının neredeyse tamamına yakını bir tren istasyonunda geçen Hugo, en büyük artıyı yarattığı atmosferle kazanıyor bence. Müthiş bir Paris manzarasından sonra, müthiş bir istasyon, istasyonun içindeki saatler, dükkanlar… Tüm detaylarıyla yaratılan mekanlar muhteşem! Ve bu görsel başarıdan sonra filmin ağır yükünü sırtlanan Asa Butterfield adlı çocuk oyuncu çok çok iyi, tüm oyuncular gibi…

Üç boyutu kullanmış olmak için kullanmayan (gerekli yerlerde ve yeterince 3d var ), oyunculukları ve mekanlarıyla seyirciyi içine çekmeyi başaran film, uzun sayılabilecek süresine rağmen sıkılmadan izleniyor. Gerçi çoğu kimseden filmden çok sıkıldığını ve sonlara doğru dayanamayıp çıktığını duydum ama bunu Georges Melies ve filmleri hakkındaki bilgisizliklerine bağlıyorum. Üniversitede aldığım müthiş sinema dersinin bana en büyük katkısı sinema tarihi hakkında bilgi sahibi olmamı sağlamasıydı sanıyorum. Derste, filmde bahsi geçen ve görüntüleri bulunan Melies filmi ‘A Trip to the Moon’ filmini izlemiş ve yönetmenin sinema dünyası için önemi hakkında sohbet etmiştik.

httpv://www.youtube.com/watch?v=oYRemE9Oeso&feature=fvst

Kült film Taxi Driver’ın yönetmeni Martin Scorsese’nin ilk 3d denemesi olan bu filmi,  yönetmen Georges Melies  hakkında bilgisi olmayanların biraz araştırma yapmasını hatırlatarak, izlemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Nedimeler – Bridesmaids

Nedimeler – Bridesmaids

bridesmaids

  • Tür: Komedi, Dram
  • Yönetmen: Paul Feig
  • Süre: 125 dk
  • Yapım: 2011 ABD
  • Oyuncular: Kirsten Wiig, Rose Byrne, Maya Rudolph, Melissa McCarthy, 

Kadınların ilişkide dertleri asla bitmez. Hatta nişanlansalar ve düğün arifesinde dahi olsalar! Annie (Kristen Wiig) hayatı karman çorman giden, erkeklerle ilişkilerinde dikiş tutturamayan bir kadındır. Bir gün en yakın arkadaşı Lillian (Maya Rudolph)nişanlanır ve düğününde Annie?ye baş nedime olmasını teklif eder. Annie deli dolu bir kadındır ama diğer nedimelerin de, Helen (Rose Byrne), Megan (Melissa McCarthy), Rita (Wendi McLendon-Covey) ve Becca (Ellie Kemper), ondan geri kalır yanı yoktur! 

Kaza Kurşunu ve Kırk Yıllık Bekar gibi romantik komedilerle tanıdığımız yönetmen Judd Apatow’un yapımcılığında kotarılan Nedimeler, Amerikalı bekarlarının bitmek bilmeyen evlilik öncesi sendromuna ve bu sendromun en iyi arkadaşlar üzerindeki travmalarına komedi çerçevesinden yaklaşıyor. 

Yönetmenliğini Nurse Jackie, The Office gizi dizilerin de bazı bölümlerini çeken Paul Feig’in üstlendiği filmin senaristleri ise Annie Mumolo ile başrolde seyrettiğimiz Kristen Wiig. Amerika’da 2011 Mayısında vizyona giren film seyircilerden ve eleştirmenlerden aldığı yüksek puanlarla da dikkat çekiyor…

Açık söylemek gerekirse Oscar kulislerinde ismini duyana kadar hiç dikkatimi çekmemişti film. Klasik Hollywood romantik komedilerinden biri deyip geçmiştim.  Fakat izleyince, o kadar da basite alınmaması gerektiğini anladım.

Melissa McCarthy’e En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve senaristlerine En Özgün Senaryo dallarında Oscar adaylığı getiren film, hem arkadaşlıklara, hem evlilik ve ilişkilere bakış açısıyla benzerlerinden ayrılıyor. Başrol oyuncularından Kirsten Wiig ve Rose Bryne’ın derinlikli oyunculukları ve yönetmenin bu rolleri, filmi uzatmak pahasına, bütünüyle anlatma çabası filmi çok daha gerçek kılıyor.

Dram ve komediyi uçlarda ve başarılı bir şekilde hissettiren film, kurgudaki bazı sıkıntılar ve çok kısa bitirilmiş final dışında kadınlar için izlemesi keyifli bir yapım.

İyi seyirler,

Fincher Yorumu ile Ejderha Dövmeli Kız – The Girl With The Dragon Tattoo

Fincher Yorumu ile Ejderha Dövmeli Kız – The Girl With The Dragon Tattoo

ejderha dövmeli kız

  • Orinal Film: The Girl with The Dragon Tattoo
  • Tür: Polisiye, Gerilim, Suç, Gizem,
  • Yönetmen: David Fincher
  • Yapım: 2011, ABD
  • Süre: 155 dk
  • Oyuncular: Daniel Craig, Alexandra Daddario, Robin Wright Penn, Stellan Skarsgard, Christopher Plumber,

Asılsız bir iddia ile suçlanan Mikael Blomkvist (Daniel Craig), adını temize çıkartmak için elinden geleni yapmaya and içer. İsveç?in zengin endüstri patronları arasında yer alan Henrik Vanger ise, çok sevdiği ve uzun zamandır kayıp olan yeğeni Harriet?ın ortadan kaybolmasının ardındaki gerçeği aydınlatması için gazeteci Blomkvist’i görevlendirir. Başı zaten dertte olan gazeteci, yeğenin ölümünden muhtemelen sorumlu olan ailenin malikanesine doğru yol alır. 

Bu sırada, Milton Güvenlik adına çalışan sıra dışı “hacker” Lisbeth Salander (Rooney Mara) da Blomkvist?in geçmişini araştırmakla görevlendirilir. Yolları kesişen ikili geçmişten bugüne uzanan bir cinayetler zincirini çözmeye çalışırken, aralarında hassas bir güven köprüsü de oluşacaktır… 

Stieg Larsson’un aynı adlı romanından Niels Arden Oplev tarafından sinemaya uyarlanan “Män som hatar kvinnor” , sadece ülkesi İsveç’te değil bir çok ülkede oldukça ses getirince yeniden çevrimi farz yapımlar arasına girdi. Orijinal versiyonu binlerce hayrana sahip serinin Amerikan versiyonunda en güçlü koz ise şüphesiz yönetmen David Fincher. 
Orijinal filmde Michael Nyqvist ve Noomi Rapace’in canlandırdığı karakterlerin yerini bu versiyonda Daniel Craig ve Rooney Mara alıyor. İkiliye Christopher Plummer, Stellan Skarsgård, Steven Berkoff, Robin Wright, Yorick van Wageningen ve Joely Richardson gibi isimler eşlik ediyor.

Son olarak Sosyal Ağ (The Social Network) ve Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi (The Curious Case of Benjamin Button) ile izlediğimiz ve filmografisinde sinemaseverlerin en beğendikleri arasında olan Dövüş Klubü (Fight Club), Yedi (Seven) ve Oyun (The Game) filmleri olan yönetmen David Fincher, İsveçli yazar Stieg Larsson’un romanından uyarlanan Ejderha Dövmeli Kız filmi ile sinemalarda.

Üçlemenin İsveç yapımı 3 filmini de izleyip hem hikayeyi hem karakterleri hem İsveç sinemasını çok beğenmiştim. David Fincher’ın çekeceği versiyonu da büyük bir merakla vizyona girdiği ilk gün izledim. Fakat filmin giriş bölümünde isimler akarken çalan müzik ve görsel şölen dışında film, İsveç yapımı versiyonunun daha kötü oyuncularla çekilmiş bir kopyası gibiydi. Öncelikle kitaptan uyarlanan senaryo, ilk filmdeki sahnelerle birebir aynıydı. Senaryoyu bir yana bırakıyorum, sahnelerin detayları bile birebir aynıydı. Kitabı okumadım ama sahnelerin bu kadar çok betimlenebileceğini sanmıyorum.

Oyuncular ise çok çok başarısızdı. Daniel Craig (her zamanki gibi) çok tutuk ve ruhsuzdu. Oysa İsveç yapımı versiyonunda aynı roldeki Michael Nygvist  müthişti. Yine filmlere adını veren Ejderha Dövmeli Kız rolünde Alexandra Daddario çok yumuşaktı, yaşadıklarını bize hissettiremedi. İsveç yapımı versiyonda rol alan Naomi Rapace ise müthiş bir iş çıkarmış ve rol sayesinde tüm dünyaya adını duyurmuştu. Filmin bu versiyonun tek iyi yanı, zaman zaman çok yüksek olsa da, ses ve müzik kullanımıydı.

Film, en iyi yönetmen ya da en iyi film ödüllerine aday gösterilebilir. Fakat bu adaylıklar Fincher için ancak geçmiş zamanki çalışmalarının bir meyvesi olabilir. Herhangi bir ödül alabileceğini zannetmiyorum.

İlk versiyonu seyretmediyseniz seyretmenizi fakat seyrettiyseniz zahmete girmemenizi tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Bir Woody Allen Filmi: Paris’te Gece Yarısı – Midnight in Paris

Bir Woody Allen Filmi: Paris’te Gece Yarısı – Midnight in Paris

pariste gece yarısı

  • Tür: Romantik, Komedi,
  • Yönetmen: Woody Allen
  • Yapım: 2011
  • Süre:  100 dk
  • Oyuncular: Owen Wilson, Rachel McAdams, Michael Sheen, Marion Cotillard, Kathy Bates, Carla Bruni, Nina Arianda, Tom Hiddleston, Alison Pill, Lea Seydoux, Adrien Brody, 

“Sonbaharda evlenecek olan Amerikalı nişanlı çift Gil ve Inez, Inez’in babasının iş gereği Paris’e gelmesini fırsat bilip, küçük bir tatil için bu gözde Avrupa şehrinin yolunu tutarlar. Başta her şey eğlence dolu bir Avrupa kentini gezmekten ibaretken, özellikle damat adayın Gil’in Paris caddelerinde gece yarısı yaşadığı gerçek üstü maceralar sadece onun değil tüm ailenin hayatını değiştirecektir… 
Zira bu genç adam, Paris?e büyük bir aşk beslemeye başlar ve edebiyatçı kimliği ve tutkusu pekişir…

64. Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan Woody Allen yönetmenliğindeki Paris’te Gece Yarısı’nın başrollerini Owen Wilson ve Rachel McAdams paylaşırken Gil’in edebiyat dünyasında karşılaştığı yıldızları Marion Cotillard, Kathy Bates, Carla Bruni, Adrien Brody gibi zengin bir oyuncu kadrosu canlandırıyor. 

Eğer siz de edebiyat ve sanatseverseniz, Woody Allen tarzı komik dokunuşlarla bezenmiş bu filmde Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway, Salvador Dali gibi büyük isimlere de rastlamaktan büyük keyif alacaksınız…”

Film başlıyor, müzik eşliğinde 4 dakika boyunca Paris’in en bilindik yerlerini izliyoruz…

Sonrasında Amerikalı bir çift ile karşılaşıyoruz. Nişanlılar. Adam bir yazar ve Pariste yaşamak istediğinden bahsediyor. Kadın ise Paris’i turistik bir yer olarak görüyor. Karşılaştıkları arkadaşları ve nişanlısının ailesinden umduğu Paris heyecanını bulamayan adam bir gece yarısı yürüyüşe çıkıyor ve olanlar oluyor: Kendisini 1920lerin Paris’in de, o dönemin ünlü sanatçıları ile buluyor…

Bir şizofreniğe dönüşsem, sanıyorum Paris’teki bu gece yarıları gibi günler geçiririm. Bir yanımda Dali, diğer yanımda Picasso, diğerinde Matisse, Degas, Gaugin… Hatta Gil ne içtiyse ondan şu anda istiyorum!

Woody Allen çok naif, eğlenceli, eleştirel ve Avrupai bir film yapmış. 100 dakika içine maksimum şeyi sığdırarak oldukça hızlı ve akıcı bir kurgu ile hazırlamış ve masalsı anlatımı ile tadından yenmez bir seyirlik olmuş.

3-4 hafta sonra hakikaten Paris sokaklarında olacağımdan mıdır bilemiyorum ama film beni büyüledi. Sizlere de tavsiyem şu soğuk günlerde, elinize bir bardak kahvenizi alıp sinema salonuna gitmeniz.

İyi seyirler,

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları Bölüm 2 – Harry Potter and the Deathly Hallows: Part II

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları Bölüm 2 – Harry Potter and the Deathly Hallows: Part II

  • Tür: Aksiyon, Macera, Gizem, Gençlik, Fantastik /
  • Yönetmen: David Yates  /
  • Yapım: 2011, ABD, İngiltere /
  • Süre: 2 saat 10 dk /
  • Oyuncular: Emma Watson, Helena Bonham Carter, Daniel Radcliffe,  Rupert Grint, Gary Oldman, Alan Rickman,  Ralph Fiennes , Bonnie Wright, Evanna Lynch, Tom Felton,  Michael Gambon /

“Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2? Harry Potter film serisinin son macerası ve merakla beklenen son filmin ikinci bölümü. Destansı finalde, iyi ile kötünün mücadelesi büyücüIük dünyasını büyük bir savaşın içine sokmuştur. Tehdit hiçbir zaman bu kadar büyük olmamıştır ve artık hiçbir yer güvenli değildir. Bu arada, Lord Voldemort ile son karşılaşmasına gittikçe yaklaşan Harry Potter?ın en büyük fedakarlığı yapması gerekecektir. Herşey burada sona erecektir.”

Bütün bölümlere kısa kısa yorumlar yazdım. Zira tüm yorumlarımı son filme saklamıştım. Serinin 8 filminden ilk 3 ünün kitabını da okumuştum. Kitaplarla karşılaştırınca her kitapta gittikçe artan sayfa sayısı nedeniyle, filmlerle kitapları karşılaştırmak çok saçma olacak gibi. O kadar çok sayfada yazan detayın tamamını filmlerde görmemiz mümkün değil.

Kısa bir özet geçmek gerekirse, ilk iki filmi müthiş çocuk filmleri olan seri sonraki 6 filmde dozajı yavaş yavaş artan fantastik ögelere, karanlık sahnelere geçiş yaptı. Son film ise resmen savaş sahneleri ile doluydu. Bu 10 yıllık süreçte, filmlerin bu şekilde yol alması aslında çok isabetli olmuş. Çünkü düşününce ilk filmi 8 yaşında izleyenler, son filmde 18 yaşındalar. Dolayısıyla filmlerle büyüyen çocuklara uygun bir geçiş yapılmış.

David Yates’in ipleri ele almasıyla ciddi bir görsel şölene filmler, son 4 filmde en yukarılara çıkıyor. Görsel efektleri ve yaratılan dünyayı beğenmemek mümkün değil.

Oyuncuların içinden beğenmediğim bir tanesi bile yok. Başrol üçlü tüm filmlerde büyük başarı gösteriyorlar. Kariyerlerine sinema ve tiyatroda devam eden genç oyuncuların başarılarının devamlı olacağı çok belli. Helena Bonham Carter, Gary Oldman, Alan Rickman, Ralph Fiennes ve Maggie Smith deneyimli oyunculuklarıyla genç oyuncuları destekliyorlar.

Son filmde beni rahatsız edenler sahne geçişlerindeki sorunlar ve bazı sahnelerin gereğinden uzun, bazılarınınsa kısa oluşuydu. Bazı önemli ve can alıcı sahnelerin çok hızlı geçmesi ve geçişlerin akıcı olmaması zaman zaman filmin zevkini azalttı. Bunu 700 sayfalık kitabı filme sığdırmaya çalışmalarına bağlayabiliriz belki.

Filmin teknik sorunları dışında rahatsız eden bir başka konu ise “Lost”ta yaşadığım tramvadan sonra bende oluşan “son” bölüm fobisiydi. Tam olarak olmasa da finale yakışacak derecede orjinal bir son gibi gelmedi bana. Yani seyirciyi şaşırtan 1-2 şey oldu evet ama yine de daha çarpıcı olmasını beklerdim.

Tüm bunlara rağmen 10 yıllık bir efsanenin sonuna geldik. İyisiyle kötüsüyle bu macerayı izlemek çok güzeldi.

Herkese iyi seyirler,

Pina

Pina

Pina 3D

  • Tür: Müzikal, Belgesel
  • Yapım: 2011, Almanya, Fransa, İngiltere
  • Yönetmen: Wim Wenders
  • Süre: 106 dk
  • Oyuncular: Ales Cucek,  Andrey Berezin,  Bénédicte Billet, Clementine Deluy,  Cristiana Morganti,  Damiano Ottavio Bigi,  Daphnis Kokkinos,  Ditta Jasjfi….

“Pina, Pina Bausch için çekilmiş bir film. Tanztheater Wuppertal Pina Bausch topluluğuyla üç boyutlu olarak çekilmiş bu uzun metraj dans filmi, 2009 yazında ölen büyük Alman koreografın nefes kesen eşsiz sanatını betimliyor. İzleyiciyi bedensel ve görsel olarak büyüleyici bir keşif yolculuğuna ve efsanevi topluluğun sahnedeki yeni boyutuna davet eden Pina, ayrıca dansçıları sahnenin dışında, otuz beş yıldan uzun süre Pina Bausch?un yaratıcılığının yuvası ve merkezi olan Wuppertal şehrinde ve onu kuşatan endüstriyel peyzajda takip ediyor.”

2011 Film Festivali’nin gözde filmlerinden Pina, biletlerin satışa çıktığı gün meşhur kuyrukta beklerken herkesin dilindeydi. Ve satıştan 1 saat sonra gişeden kuyrukta bekleyenlere kötü haber verildi: Pina’nın tüm gösterimlerine biletler tükenmiştir. Yıkılan kalabalıktan biri olarak, filmi ancak vizyona girdiğinde seyrebildim.

Modern dans konusunda çok bilgili değilim fakat izlemeye bayılırım. Win Wenders’in ünlü kareograf Pina Baush anısına yaptığı bu müthiş filmde de 3D’nin katkısıyla inanılmaz danslar izledim.

Şu ana kadar izlediklerim içinde 3.boyutun anlamını ve tadını aldığım ilk film oldu.

Pina’nın dans anlayışını hem öğrencilerinden, hem kendisinin belgesel görüntülerinden yola çıkarak anlatmaya çalışan Wenders, sanatçının uzun yıllarını geçirdiği Wuppertal kentinin caddelerini dansçılar için sahneleştiriyor.

“Dans et,dans et, yoksa yok olup gideceğiz.” diyen Pina’nın dans tutkusunu müthiş kareografilerinde izlemek çok iyiydi. Uzun uzun izlettiren sekanslarda 3D nin etkisiyle gerçek performanslar izlermişcesine etkilendim.

3D izleyebiliyorsanız DVD’sini bulup, dansların keyfine varmanızı tavsiye ederim.

İyi seyirler,

Törenin Adı Neden “Oscar”?

Törenin Adı Neden “Oscar”?

Heykele “Oscar” ismi verilmesi ile ilgili çeşitli rivayetler var. En yaygın olanı şu:Akademinin yönetici sekreteri Margaret Herrick ,1931’de ilk gördüğü anda heykelin Oscar Amca’sına ne kadar benzediğinden söz eder. O sırada odada bulunan köşe yazarı Sidney Skolsky ertesi günkü köşesinde bu olaydan “Çalışanlar bu ünlü heykele büyük bir şevkatle ‘Oscar’ diye sesleniyorlar” diye bahsedince olanlar olur ve o günden sonra Oscar ismi yerleşir. 1939’da Akademi de Oscar ismini tesciller.

kaynak: digiturk dergi