13 f 2015 | İF Film Festivali'14, İstanbul Film Festivali'14, Sinema
Yine Oscarlar yaklaşıyor ve ben yine izlediğim tüm filmlerin yorumlarını buraya yazmaya çalışırken helak olacağım ama yapacak bir şey yok. Neticede silah zoruyla yazdırmıyorlar, para kazandığım da yok, sırf kendi zevkime kendimle yarışıyorum. Bu sefer 2013’ten kalan 4 film ile ilgili yorumlarımı ileteceğim:
Starred Up / Yüksek Risk
- Yönetmen: David Mackenzie
- Tür: Dram
- Yapım: 2013, İngiltere
- Oyuncular: Jack O’Connell, Rupert Friend, Ben Mendelsohn
- Süre: 105 dk
?Şiddet olaylarına karıştığı için çocuk hapishanesine düşen fakat kısa sürede şiddete duyduğu şaşırtıcı eğilim nedeniyle yetişkin bölümüne transfer edilen Oliver’ın öyküsüne odaklanan filmde, Oliver, yerleştirildiği bu yeni bölümde, babasının başına gelenler hakkında bir şeyler bilen bir kişiyle tanışır. Oliver, her adımda babasının başına gelen olayların sır perdesini aralarken, tahmin bile edemeyeceği bir öykünün öznesi haline gelecektir. ?
En iyi hapishane filmleri arasında yerini alan Starred Up, Perfect Sense ve Spread filmlerinden hatırladığım İngiliz yönetmen David Mackenzie’nin son işi. Şiddet içeren sahneleri ile gözümüze sokulan gerçeklik, Jack O’Connell’ın pek beğendiğim performansı, müziksiz ve kadınsız olması en aklımda kalanlar. İzlerken bu denli içine girdiğim, neredeyse yaşadığım film sayısının az olduğunu düşünürsek, benden büyük bir geçer not alan filmi izledikten sonra bir müddet etkisinden çıkamadım.
2013’ün izlenmesi gereken filmlerinden.
The Invisible Woman / Görünmeyen Kadın
- Yönetmen: Ralph Fiennes
- Tür: Biyografik, Romantik
- Yapım: 2013, İngiltere
- Oyuncular: Ralph Fiennes, Felicity Jones, Kristin Scott Thomas
- Süre: 111 dk
?Kariyerinin en parlak günlerini yaşayan Charles Dickens, genç ve güzel bir kadınla tanışır. Ünlü yazara aşkla bağlı olan kadın, Dickens?ın ölümüne kadar onun gizli sevgilisi olarak kalacaktır. Yönetmenliğini Ralph Fiennes?ın üstlendiği film, Claire Tomalin?in kitabından Abi Morgan tarafından uyarlandı.”
Dönem filmlerini izlerken çoğunlukla sıkılıyorum. Her ne kadar konu büyük usta Charles Dickens olsa da, Felicity Jones dünyanın en duygulu ve aşık bakan kadınını oynamayı başarsa da, çok dikkat çekici ve güzel bir sanat yönetimi olsa da bu filmde de çok sıkıldım. Süresi uzun geldi, bitse de gitsek diye bekledim.
The Book Thief / Kitap Hırsızı
- Yönetmen: Brian Percival
- Tür: Dram
- Yapım: 2013, ABD, Almanya
- Oyuncular: Geoffrey Rush, Emily Watson, Sophie Nélisse
- Süre: 131 dk
?Liesel Meminger?in, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya?da henüz dokuz yaşındayken bir ailenin manevi kızı olur. Çok sevdiği ailesi ve evlerinde kalan sığınmacı Max sayesinde okumayı öğrenen ve çok seven Liesel kitaplarla derin bir bağ kurar. Max ve cesur Liesel için çevrelerinde dünyada yaşanan tüm kötülüklerden uzaklaşmanın tek yolu, kitapların ve kelimelerin ikisine sunduğu hayal dünyasıdır. Fakat bodrum katında saklanan Yahudi Max, sürekli diken üstündedir?”
İlk cümlede sinematografiyi ayakta alkışladığımı belirtip övgü sıramı hemen savuyorum. Zira Geoffrey Rush’ın başarılı performansına rağmen tüm Almanların mükemmel İngilizce konuşmasıyla ilk golü kendine atan, tam derinleşip filmin içine girecekken bölük pörçük kurgusuyla dikkatinizi dağıtarak ikinci golü de kendine atan film malesef beklentilerimi karşılamayan, vasat-orta bir İkinci Dünya Savaşı filmi olarak aklımda kaldı.
Night Moves / Gece Planı
- Yönetmen: Kelly Reichardt
- Tür: Dram, Gerilim
- Yapım: 2013, ABD
- Oyuncular: Jesse Eisenberg, Dakota Fanning, Peter Sarsgaard
- Süre: 117 dk
?Üç çevre aktivisti Josh, Dena ve Harmon yaşadıkları toprakların geleceği için endişelenen ve dahası isyan eden insanlardır. Çevrelerindeki insanların umursamazlığı canlarına tak etmiştir, bir şeyler yapmak için harekete geçmek gerektiğini hissederler. Farklı toplumsal tabanlardan gelen bu üçlü dikkat çekmek amacıya beraber bir barajı havaya uçurmayı planlarlar.”
Popüler filmlerin seyircileri için oldukça yavaş ve sıkıcı sayılabilecek, fakat ben gibi bağımsız sinemaya da ucundan da olsa gönül vermiş seyircilerin ayakları yere basan ve soğukkanlı bulacağı film, son dönemin en başarılı oyuncularından Jesse Eisenberg’in ve pek beğendiğim Peter Sarsgaard’ın kendinden emin oyunculukları ve Amerikan bağımsız sinemasının önemli yönetmenleri arasında anılan Kelly Reichardt’ın yönetmenliği ve senaristliğinde senenin oldukça iyi işlerinden biri.
İzlemenizi tavsiye ederim.
İyi seyirler,
26 f 2014 | İF Film Festivali'14, İstanbul Film Festivali'14, Sinema
Yine geçen seneden filmler var Kısa Kısa bölümünde:
Snowpiercer
Yönetmen: Joon-ho Bong
- Tür: Dram, Bilimkurgu
- Yapım: 2013, Güney Kore , Fransa , ABD , Çek Cumhuriyeti
- Oyuncular: Chris Evans, Jamie Bell, Tilda Swinton
- Süre: 126 dk
“Gelecekte başarısızlığa uğrayan bir deney büyük bir felaketle sonuçlanır ve yeryüzündeki yaşamı büyük ölçüde bitiren bir küresel ısınma olur. Dünyanın çevresinde kesintisiz bir güçle dönen bir tren hayatta kalan insanların son sığınağı olacaktır. Fakat güç bela yaşamın sürdüğü bu yeni dünyada sınıfsal farklılıklar halen en büyük silahtır…”
Snowpiercer’ın adını sene içinde bir-iki defa duymuştum fakat ne yalan söyleyeyim, pek de ilgilenmemiştim. Fakat daha sonra “distopik” ve “Uzakdoğu” anahtar kelimeleri aklımı çeldi.
Fransız bir grafik-romandan sinemaya aktarılan filmin yönetmen koltuğunda Mother ve The Host filmleriyle hatırlatıdığımız Joon-ho Bong var. Hikayesi ve yarattığı atmosferi nedeniyle ilk yarım saat kitlenip kalmanıza neden oluyor film. Neler olup bittiğini anlatmaya, karakterleri çözümlemeye çalışıyorsunuz. Sonraki bir saat de su gibi akıp geçiyor zira aksiyon dozu yüksek, enerjik sahnelerle dolu fakat son bir saatte tüm bu olup bitenin finali biraz sıkıntılı oluyor. Hem sonucun pek mutluluk verici olmaması, hem uzun diyaloglar, hem de soru işaretleri beklentinin altında bir final izlemenize neden oluyor.
Küresel ısınma, sınıf ayrımı, gıda ayrımı, devrim ve isyan gibi konuları gözümüze soka soka işleyen filmde, oyuncuların tamamını başarılı buldum. Bazı noktalarda fazla karikatürize olan karakterler olsa da, genel itibariyle çok rahatsız etmiyordu performanslar.
Filmin hikayesi, yaratılan atmosfer ve müzikleri bile izlemek için önemli nedenler bana kalırsa. O nedenle sizin de izlemenizi tavsiye ediyorum.
Enemy/Düşman
Yönetmen: Denis Villeneuve
- Tür: Gerilim
- Yapım: 2013, Kanada, İspanya
- Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Mélanie Laurent, Sarah Gadon
- Süre: 90 dk
“José Saramago?nun bizde de yayımlanan Kopyalanmış Adam isimli romanının bir uyarlaması. Üstelik Gyllenhaal bu kez bir değil, iki karakter canlandırmakta. Tarih öğretmeni Adam, bir gün izlediği filmde kendisine tıpatıp benzeyen bir adam görür. Bu oyuncunun izini sürmeye başladıkça da gizemli ve ürkütücü bir dünyanın içine çekilir. İlk gösterimi Toronto Film Festivali?nde gerçekleşen ve özellikle atmosferiyle beğeni toplayan Düşman’ı Cronenberg, Lynch, Nolan, De Palma gibi yönetmenlerin filmleriyle karşılaştıran eleştirmenler olmuştu.”
Aynı sene içinde Prisoners filmini de izlediğimiz Denis Villeneuve, o filmde yarattığı atmosferle bir film için daha kredi yaratmıştı. Fakat aynı senaryo ve kurgu hatalarını bu filmde de görmek mümkün. Yine mükemmel bir atmosfer var, renkler, mekanlar, bayık bakışlı Jake filan harikulade bir gerilim ortamı. O kadar ki, filmin hemen başında ne olup bittiğini anlasa da insan konduramıyor bu kadar basit bir hikaye olabileceğine. Sonuna kadar inatla şaşırtacak bir şeyler olsun diye bekledik koca salon ama nafile…
Bir film yapmak için Denis Villeneuve’nin elinde oyuncular, sahneler, ışık, o bu var ama maalesef bir senaryo yok. José Saramag?un filme konu kitabı da böyle miydi bilemiyorum ama yönetmenin bendeki kredisi bitti. (eminim kahrolmuştur!). Parça parça metaforları birleştirmeye çalışıp kendi kendinize hikaye yazmak istemiyorsanız, izleyip vakit kaybetmeye gerek yok diye düşünüyorum.
The Grandmaster / Büyük Usta
Yönetmen: Kar Wai Wong
- Tür: Dövüş, aksiyon
- Yapım: 2013, Hong Kong , Çin , Fransa
- Oyuncular: Tony Leung Chiu Wai, Zhang Ziyi, Chang Chen
- Süre: 123 dk
“1930’larda Güney Çin’i tek ilgi odağı merkezi haline getiren şey dünyaya dalga dalga yayılmakta olan dövüş sanatları geleneği olur. Dövüş sanatlarına ilgi duyan insanlar, eğitim almak için bu bölgede yer alan ve profesyonel dövüşçüleriyle ünlü olan Foshan’a gelmektedir. Ünlü dövüş ustaları ve karşılaştıkları bu kişiler arasında yaşanan çeşitli çatışmalar ise tam konsantrasyon gerektirmektedir. Dövüşler sona erene kadar içeride bulunan kişilerin dışarıyla olan tüm bağı kopar ve zorlu bir süreç başlar. Son derece alçak gönüllü bir dövüş sanatçısı olan IP Man de bunlardan biridir…
Ip Man, Çin’in güneyinde Foshan’da zengin bir alenin çocuğu olarak doğup büyümüştür. Karısı Zhang Yongcheng de bir Manchu soylusudur. Wing-Chun dövüş sanatına olan tutkusuyla Ip Man, Forshan’ın Kung Fu ustalarının görüldüğü, kadınlarının da dövüş sanatlarına dair sırlarını paylaştığı elit bir genelev olarak işletilen Gold Pavillion’a sıklıkla gider.
1936 yılında Çin’de siyasi karışıklıklar şiddetlenmiştir ve imparatorluk dağılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Japonlar, Mançurya olarak bilinen ve Çin’in kuzeydoğusunda bulunan eyaletleri işgal altına almışlardır. Evi işgal altındaki Mançurya’da bulunan Büyük Usta Gong Baosen Foshan’a gelir. Daha önceki gelişinde kuzey ve güneyin dövüş sanatlarının birbiriyle kaynaşmasında rol oynayan Gong, bu kez emekliliğini kutlamak üzere gelmiştir. Gold Pavillion’da bir tören düzenlenecektir.
Törenin tamamlayıcı bir parçası olarak gerçekleşen kısmında, ustanın daha genç olan birisiyle mücadele etmesi ve bu yolla bildiği dövüş sanatlarını göstermesi beklenir. Bu kez Gong’un öğrencisi, Xingyi’de ustalaşmış olan Ma San bu performansı üstlenir. Gong’un kızı olan ve aynı zamanda babasının ölümcül Bagua tarzı “64 El” tekniğinin de tek mirasçısı Gong Er de babasının emeklilik dönemine geçişini izlemeye gelmiştir. Ip Man’in de orada olduğunu fark eder. Meydan okumalar ardarda gelir.
Büyük Usta Gong’un ve dolayısıyla Gong Er’in hayatları, Japon işgaliyle birlikte sarsıntıya uğrar. Yaşadıkları sonucunda Gong Er, yaşamının merkezini tamamen değiştirecek kararlar almak zorunda kalacaktır. Öte yandan Ip Man de değişen koşullarda yaşamakta ve yaşadıklarıyla başa çıkmaya çalışmaktadır. İkili yıllar sonra bambaşka bir şekilde karşı karşıya gelecektir.”
Festivalde izlediğimiz filmin büyük kısmını uyuyarak geçirdim. Görüntü yönetimi çok çok güzeldi katılıyorum ama konuyu anlamakta zorlandım baya, ondan sonra içim geçmiş zaten.
Kung Fu’dan anlamam, aslında filmi izlemeye hiç çalışmasam daha iyiydi galiba. Meraklısı olmayanlara tavsiye etmiyorum.