25 f 2018 | Grafik, Heykel, Sergi
- Borusan Contemporary
- 15 Eylül 2018 – 17 Şubat 2019
- Küratör: Conrad Bodman
” Universal Everything, Birleşik Krallık’ta çalışmalarını sürdüren Yaratıcı
Direktör Matt Pyke’ın liderliğinde, sanatçı, tasarımcı, animasyoncu,
müzisyen ve yazılımcılardan oluşan küresel bir kolektiftir.
Bu sergide, Universal Everything’in insan biçimine duyduğu ilgi, bireyin
karakteristik özellikleri ve daha büyük bir yapı olan kolektifin parçası olarak
davranışlarımız üzerinden inceleniyor.”
Üvercinka sergisi ile birlikte aynı tarihler arasında Borusan Contemporary’de görülebilecek Akışkan Bedenler Sergisi, çoğunlukla içine giremekten ve duygusunu hissedememekten yakındığım çağdaş video sanatına beni yaklaştırdı.
Gittiğimiz saat itibariyle rehberli tura denk gelince, iki sergiyi de rehber eşliğinde gördük. Haftasonu 10-19 saatleri arasında açık olan müzede her saat başı, ortalama 1 saat süren ücretsiz rehberli turlar olduğunu da bu sayede öğrenmiş olduk.
Serginin ilk gördüğümüz işi olan “Makine Öğrenişi“, robotların ne zaman insanlar kadar kıvrak olabileceklerini sorguluyor ve aslında bir tür yapay zeka gibi görünen ve kendini geliştiren robotlara dansçılar yol gösteriyor. Fütüristik mekanlarla bir tür “Black Mirror” etkisi yaratan bu çalışma, serginin diğer işleri gibi gözlerinizi ayıramayacağınız bir döngüsellik yaratıyor.
Benzer işlerden olan, performans ve yeni teknolojiler üzerinden insan-makine işbirliklerini inceleyen “Akıllı Malzeme“, bir önceki kadar etki yaratmazken, yakın gelecekte görebileceğimiz bir takım bilimsel gelişmeleri gösteren ekranlar grubu “Geleceğin Ekranları” ilgi çekiyor. Tuvalde canlanan fırça darbelerinin hareketiyle oluşan “Portre II” ise hem tablo yaratım sürecine atıf yaparken hem de ortaya çıkan portreyi sanki kan akışı olan canlı bir yüz gibi görünüyor.
Serginin gözlerimi ayıramadığım ve bence en etkileyici işi olan “Yüce İnananlar II” bir yere ulaşmaya çalışanların mücadelesini, tıpkı hayat boyu devam eden savaşma hali gibi ortaya koyuyor. Sonucun hep yok olarak bitmesi, bütün o çabaya rağmen zerrelere bölünerek kayboluş, bazı anlarda yalnız bazı zamanlarda kadın erkek bir arada o mücadele aslında hayatın kısa bir özeti sanki.
Durmadan yürüyen ve yürüdükçe karşılaştığı ortama göre hareketini değiştiren video heykel “Yürüyen Şehir“, görüntüye eşlik eden sesleri ile dikkat çekerken, “Oluşum” adlı interaktif sanal ortamda, binlerce kişilik bir ortamda bir joystick yardımıyla dolaşarak adeta günümüz popüler “influencer”ları gibi etrafınızdaki insanları etkileyip kendi kitlenizi yaratabileceğiniz bir dünya oluşturuyor.
Yüce İnananlardan sonra en etkileyici bulduğum “Kabileler” ise insan davranışlarının koreografisini, tavana asılı projektörle yerdeki yuvarlak platforma aktarıyor. Aşağıda bulunan kitapçık açıklamasındaki gibi videoyu bütününe bakarak izlediğinizde tıpkı sürüler gibi hareket eden insan toplulukları görürken, detaylı bakıp bir kişiyi takip ettiğinizde o kişinin bazen farklı farklı gruplara entegre olduğunu, bazen birlikte hareket ettiği gruptan hiç ayrılmadığını, bazense başka insanları peşinden sürükleyen birini olduğunu görüyorsunuz.
“Birbirlerine senkronize olmuş bir şekilde hareket eden binlerce insan, peyzajda kolektif desenler oluşturarak ortak bir amaçları varmış gibi gözükür. Yukarıdan bakıldığında birbirinden ayırt edilemeyen insanlar, bir kütle oluşturarak, akışkan bir renk hareketi oluşturur. Yakından bakıldığında kalabalığı oluşturan bireyler kendini belli eder, her biri özgün bir gidişata sahipmiş gibi gözükür.
Otonomi, öz organizasyon ve grup içi ilişkileri inceleyen çalışma, grubun birey üzerindeki etkisini sorgular.”
Aslında çoğunlukla video sanatını, hatta neredeyse her zaman animasyon-video sanatını, içine girmesi/anlaması zor ve duygusuz bulan biri olarak bu çoğunluğu fütüristik ve tamamı animasyon işleri oldukça etkileyici buldum. O nedenle şahsi sanatseverlik tarihimde bu serginin kıymetli bir yeri oldu.
Keyifli bir hafta sonu planına bu sergiyi dahil etmenizi tavsiye ederim.
28 f 2014 | Grafik, Heykel, Sergi, Yüzey ve Hacim Sanatları
Çağdaş sanat başlı başına ilgimi çeken bir konu olduğundan fuar haberini alır almaz gitmeyi düşünmüştüm. Taner Ceylan, Anish Kapoor, Maria Abromoviç isimlerini duyuncaysa gitmek görmek farz oldu.
Daha önce Haliç Kongre Merkezi’nde konserler izlemiştim fakat ilk defa bir fuar-sergi için mekana gittim. Öncelikle Haliç Kongre Merkezi’nin İstanbul’un benim için ulaşımı en keyifli mekanlarından biri olduğunu belirtmek isterim. Üsküdar’dan Haliç hattına binip Sütlüce İskelesinde indikten sonra 5 dakikalık yürüme mesafesinde ulaşılabiliyor. Üstelik Haliç kıyısında olduğundan fuar aralarında dinlenmek ve manzaraya karşı oturmak çok keyifli.
Fuarın ulaşım ve mekan seçimini övdükten sonra, ücretini de övmek isterim. Zira bu denli çok, kapsamlı ve güzel eseri bir arada görmek için makul bir fiyatı konulmuştu. Tek beğenmediğim yanı ise ışıklandırma oldu. Cepheye yakın galerilerde gün ışığının patlamaları rahatsız ediciydi. Diğer galerilerde ise bazı spotlar eserleri düzgün görmeyi engelliyordu.
Neyse bu detaylar mühim değil. Önemli olan konuya gelelim: Galeriler, sanatçılar ve eserler!
Uzun yıllardır gittiğim fuarlar arasında en çok eser beğendiğim fuar olarak aklıma kazıldı ArtInternational 2014. Gerçekten her galeri çok özenli parçalar getirmişti ve fuarı gezen kitlenin tüm bu özene ilgisi büyüktü. Ben de her seferinde olduğu gibi beğendiklerimi, araştırmak istediklerimi, gördüğüm detayları fotoğrafladım ve not aldım. İşte fuarda en beğendiklerim:
- Taner Ceylan‘ın ne büyük bir hayranı olduğumu artık blogumu takip edenler biliyorlardır. Fuarın iç mekan girişindeki ilk galeri, Taner Ceylan’ın 4 eserinin sergilendiği Paul Kasmin Gallery (Newyork) idi. Ceylan’ın ilk heykeli olan MoonTale küçük boyutları ve detaylarıyla çok ilgi çekiciydi fakat Ceylan’ın o müthiş yeteneği olan iç içe geçmiş geyik ve adamların olduğu Cyparissus adlı karakalem çalışmaya bakmaya doyamadım.
-
-
-
Taner Ceylan , Moon Tale, 2014 – bronze –
55 x 15 x 15 cm
-
-
Taner Ceylan
Cyparissus, 2012 – kağıt üzeri kara kaelam – 100.6 x 120.7 cm
- Singapurlu sanatçı Donna Ong‘un kağıtlarla bir ışık kutusunun içine yaptığı Gift adlı eseri Galeri Krinzinger (Vienna) tarafından sergilenmekteydi. Japon sanatçı William Farquar tarafından 1800lü yıllarda yapılmış bir resimden yola çıkarak hazırlanan bu çok katmanlı ormanı oldukça sevdim.

Donna Ong ,Gift, 2014 –
çin mücevher kutusu, kağıt, akrilik ve ışık kutusu – 30 × 20 × 20 cm
- Bu sene fuara gelen işlerde ayna ve parlak malzemelerin kullanımı çok yaygındı. Ayna kullanımları içinde ise Barbarian Art Gallery (Zürich)’de sergilenen Irina Polin‘e ait eser çok ilgimi çekti. Sanatçının Manfredi serisinden olan bu fotoğraf baskının arkasına ayna konulmuştu ve açılan delikler esere çok değişik bir boyut katmıştı. (Ayrıca açılan deliklerden çıkan parçalar çerçevenin altında bırakılmıştı.)

Irina Polin, Miss Comfort Miss, 2013-4 – perfore edilmiş baskı, ayna ve çerçeve – 117x90cm
- Hangi galeri kapsamında olduğunu bilmediğim fakat teknoloji-sanat kesişiminde beni çok etkileyen işlerden biri Pascal Haudressy‘e aitti. Sanatçının Narcissus adlı eserinde dijital ortamda yaptığı insan figürleri ekranda hareket ederken, çizgilerin değişimini izlemek keyifliydi.

Pascal Haudressy, Narcissus, 2010 – dijital
- Yine dijital işlerden dikkatimi çeken bir diğeri Lisson Gallery (London, Milan, Newyork) ‘de bulunan Julian Opie‘ye ait çalışmaydı. Devam eden bir animasyon olan 55inç LCD ekranda gördüğümüz Imogen adlı çalışmadaki kızın yüz ifadeleri değişiyordu.

Julian Opie, Imogen, 2013 – animasyon, bilgisayar ve 55′ LCD ekran – 121.9×69,2×10,8 cm
- Hosfelt Gallery (San Francisco) ‘de bulunan Emil Lukas‘a ait Moderate Cling isimli çalışmada, boyalı ahşap pano üzerinde iplerle oluşturulmuş bir doku çalışması vardı. Oldukça ince ve emekli bu eser boyamadan ötürü derinlikli, iplerden dolayı ise dokulu gözüküyordu. Bu çelişki oldukça hoş bir tezat oluşturmuştu.

Emil Lukas , Moderate Cling, 2014 – ahşap ve ip – 91.4 × 71.1 × 8.9 cm

Emil Lukas , Moderate Cling, 2014 – ahşap ve ip – 91.4 × 71.1 × 8.9 cm
- Yine Hosfelt Gallery (San Francisco) ‘nin bölümünde bulunan hiperrealist sanatçı Patricia Piccinini‘nin görünce dehşete düşüren, dokunmak-dokunmamak arasında gidip geldiğim eseri Atlas! Sinir bozucu derecede gerçek deriye benziyor ve canlı gibi geliyor.

Patricia Piccinini , Atlas , 2012 – silikon, fiberglas, insan saçı ve boya – 84x54x50 cm
- Artık herkesin tanıdığı, son dönemin en popüler sanatçılarından Liu Bolin‘in fon içinde kaybettiği adamları fotoğrafladığı serisi Hiding In The City ‘den bir eserinin de bulunduğu Galerie Paris-Beijing (Paris, Brussels & Beijing)’in bölümünde ayrıca Hwan-Kwon Yi’nin Ali & Zehra adlı çalışması da vardı. Bir açıdan bakıldığında 3 boyutlu gibi gözüken fakat aslında 2 boyutlu olan heykelleri gerçekten görülmeye değerdi.

Yi Hwan-Kwon, Ali & Zahra , 2010 – 115,9×86,06×35,89 cm
- Edouard Malingue Gallery (HongKong)’de sergilenen ve fuarın dikkat çekici heykellerden biri olan Stone of Madness, sanatçı Fabien Merelle‘nin eseri.

Fabien Me?relle, Stone of Madness, 2014 – 70 x 20 cm
- İsveçli sanatçı Assa Kauppi‘nin 7 çocuğu yüzme yarışına başlamadan önce heykelleştirdiği The Race is Over isimli çalışmasındaki gerçeklik ve enerji görülmeye değerdi.

Assa Kauppi, The Race is Over , 2011 – bronze ve granit kaide – 60 cm yüksekliğinde
- Deweer Galery (Otegem) ‘nin sergilediği eserlerden olan ve Stephan Balkenhol‘a ait ahşap-rölyef çalışmaların derinliği, işçiliği ve sadeliği oldukça hoşuma gitti.

Stephan Balkenhol, Relief Frau, 2014 – boya ve ahşap – 80×60 cm
- Tornabuoni Art Gallery (Florence, Milan & Paris)’de sanatçı Francesca Pasquali pipetler ve grapon kağıtları ile yaptığı tasarımları vardı. Bulunabilecek en basit malzemelerden oluşturduğu çalışmalar çok hoş görünüyordu.
-
-
Francesca Pasquali , Blue Straws, 2013 – 70x70x26 cm
-
-
Francesca Pasquali , White Straws, 2014 – çap:120 cm , kalınlık.25cm
-
-
Francesca Pasquali , White Straws, 2014 – çap:120 cm , kalınlık.25cm
-
-
Francesca Pasquali , White Straws, 2014 – çap:120 cm , kalınlık.25cm
-
-
Francesca Pasquali, 2013 – 50x50x15
- Son olarak Mario Mauroner Contemporary Art Gallery (Salzburg & Vienna)’de bulunan Jan Fabre‘nin kafataslarının dikkat çekici olduğunu belirtmeliyim. Bok böceğinin kanatları, polimer ve gerçek dondurulmuş hayvanlarla oluşan koleksiyon değişikti.

Jan Fabre, Skull, 2010 – bok böceği kanatları, polimer, dondurulmuş hayvan – 28x23x19 cm
Bu senekine gidemediyseniz bile seneye mutlaka kaçırmayın derim.
Sanat dolu günler dilerim…
9 f 2012 | Grafik, Yüzey ve Hacim Sanatları
1980lerde popülerleşen “Pin Art” (türkçesi “çivi sanatı” gibi bir şey oluyor) farklı versiyonlarıyla karşımıza çıkmaya devam ediyor. Son olarak Pin Art çalışmalarıyla dikkat çeken 1973 doğumlu Philip Karlberg, aslında bir fotoğrafçı. Birçok editoryal ve ticari çalışması olan fotoğrafçı, özellikle Pin Art/ Plaza serisi çalışmasıyla ses getirdi.
İsveçli fotoğrafçının binlerce tahta çiviyi bir çok tahtada özenle denemesiyle ortaya çıkan çalışmalarda, tanınmış kişilerin güneş gözlüğü ve uygun ışıkla oluşturulmuş portreleri bulumakta. Plaza Magazine için yapılan çalışma 1200 adet çivi ile 6 günde oluşturulmuş.
Aşağıda bu çalışmanın örneklerini görebilirsiniz.

Karl Lagerfeld (Alman moda tasarımcısı ve fotoğrafçı)


John Belushi (ABDli komedyen, oyuncu, yazar, müzisyen)

Jackie O ( ABD Başkanı John F. Kennedy’nin dul eşi )

Johnny Depp (ABDli oyuncu)

Lady Gaga (ABDli şarkıcı)

Steve McQueen (ABDli aktör)

kaynak: designboom, philipkarlberg.com
3 f 2012 | Grafik, Yüzey ve Hacim Sanatları
Hep böyle oluyor! Yazmam gereken bir sürü yazı birikiyor, fakat birden karşıma öyle bir şeyler çıkıyor ki, sıralamayı unutup hemen sizinle paylaşmak istiyorum. Bu sefer Ben Heine’nin çalışmaları aklımı çeldi. Hikaye aşağıda:
Bu dünyada yaşayan çok acayip insanlar var. Bence bunlardan birisi Heine. Acayipliği şuradan geliyor: Henüz 30 yaşında. Ama çalışmaları sayfalar dolusu… Yani hangi ara çalışmaya başlamış, hangi ara bu kadar başarılı olmuş.. Anlamak mümkün değil…

Belçikalı multidisipliner sanatçı, 1983 yılında doğmuş. 1990 yılına kadar hayatı standart bir şekilde sürerken, o yıl Brüksel’e taşınmaları ile her şey değişmiş. Yatılı okulda kalmasıyla birlikte çok daha disiplinli birisi olmaya başlamış. 1994 yılında ilk kez enerjisini, düşüncesini ve duygularını görsel projelerle ortaya çıkarabildiğini fark etmiş ve çizim/resim hayatı başlamış. Oldukça sosyal bir çocuk olan Ben, şiir yazmaktan piyano çalmaya, basketbol oynamaya kadar bir çok şeyle ilgilense de grafik sanatlar en çok ilgisini çekenmiş.
Brüksel’de Gazetecilik ve İngiltere’de ise Sanat, Resim ve Heykel Tarihi bölümlerini bitiren sanatçı, alaylı olarak da Çizer ve Fotoğrafçı. Tüm bu çalışmaların yanında Fransızca, İngilizce, Almanca, Lehçe, İspanyolca ve Rusça bilen sanatçı, dilleri tüm insanlarla iletişim kurabilmek için sevdiğini belirtiyor.
Akademik gelişiminden sonra birçok farklı işi deneyen Heine, özellikle görsel yaratım konusunda hep daha ilgili olmuş. 2006 yılından bu yana tüm dünyada ünlenen fotoğraf bazlı çalışmaları (az sonra anlatacağım), online olarakta milyonlarca kişiye ulaşmış. Çalışmaları Belçika, İngiltere, Fransa, Türkiye, Kanada, Almanya başta olmak üzere birçok ülkede sergilenmiş.
Sanatçının “Pencil vs. Camera” serisi, fotoğraf ile çizimi, gerçek ile hayali karıştırıyor. Ben Heine tarafından 2010 yılında keşfedilen bu yeni görsel konsept, şiirsel, büyülü ve sürrealist. 2010 yılının Nisan ayında bu serinin ilk çalışmasını yayınlayan sanatçı, uzun süren alt yapı çalışmalarıyla seriyi geliştirmiş. Bu çalışmalarda genellikle gerçek bir arka plan üzerine karakalem el çizimini koyan sanatçı, elinin her çalışmada görülmesi ile sanat, sanatçı ve izleyici arasındaki yakın bağlantıyı sergiliyor. Heine bu seride insanların yaşamı, portreler, doğa, hayvanlar ve mimarlık konularına eğiliyor. Bu konuların ışığında aşk, özgürlük, arkadaşlık gibi kavramları anlatıyor.






Ben Heine’nin 2010 yılında başlattığı bir diğer projesi olan “Digital Circlism”, pop art ve noktacılık akımlarını birleştirerek ünlü portreleri yapmış. Genellikle siyah bir arka plan üzerinde sadece düz daireler kullanarak dijital araçlar ile yapılan bu çalışmalar, seçilen fotoğrafların fotomontajından sonra her portre için yaklaşık 100-180 saat çalışılarak oluşturulmuş.

Lady Gaga

Marilyn Monroe

Elvis Presley
Not: Sanatçıyla ilgili daha fazla bilgi almak ve çalışmalarını satın almak için web sitesini (http://www.benheine.com) ziyaret edebilirsiniz.
13 f 2012 | Anasayfa, Grafik, İstanbul Tasarım Bienali '12, Mimarlık, Yüzey ve Hacim Sanatları
İstanbul Tasarım Bienali
- İstanbul Modern Sanatlar Müzesi
- 13 Ekim – 12 Aralık 2012
“Küratörlüğünü Emre Arolat?ın üstlendiği ?Musibet?, 95 tasarımcı ve mimarın, bugünün İstanbul?unu mimari tasarım ve kentsel dönüşüm çalışmaları açışından irdeleyen ve sorgulayan 30?un üzerinde projesini bir araya getirecek. Seçilen çalışmalar ve bunların sergi alanındaki konumlandırılmasını göz önünde bulundurarak küratör tarafından bir ?yerleştirme? olarak tanımlan ?Musibet?, sorunlara çözüm üretmek yerine yeni soruların sorulması için bir platform yaratmayı amaçlıyor.
İstanbul Modern?de, EAA-Emre Arolat Architects tarafından özel olarak tasarlanan 1.400 metrekarelik bir mekâna yayılan sergide, maket, video, fotoğraf ve interaktif oyun gibi farklı çalışmalarla musibetin çeşitli yansımaları gösterilirken, ?tasarımın gündelik hayattan uzak, değdiği her şeyi meşrulaştıran bir gücü olmadığı? fikrinin altı çizilecek.
??Dönüşüm? başlığı altında, İstanbul?da son dönemde bir tür musibet olarak gündemde olan kentsel dönüşüm yasası ve bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte bir mutenalaştırma -gentrification- çabası olarak ortaya konan kentsel dönüşüm projeleri sorgulanacak. Bu süreçlerin aktörlerinden biri olan TOKİ?nin gerçekleştirdiği büyük toplu konut projeleri ile son dönemde inşa edilen adalet sarayları, okullar ve bazı yönetim binaları kanalıyla devreye giren bir tür kimlik dayatması, üst üste çakıştırılarak irdelenecek.
?Anti-Bağlam? başlığında ise yenidünyanın evrensel kabulleri, yeni teknolojilerdeki değişimler, mimari ve moda tasarımı pratikleri arasındaki paralellik tartışılacak.”
Emre Arolat küratörlüğündeki sergiyi İstanbul Tasarım Bienali Açılış partisi sonrasında, saat akşamın 10unda gezdim. Gezmek yaklaşık 1 saat sürdü ama bir kere daha gidip sindire sindire tekrar gezmem gerekli. Zira o akşam hayli kalabalık davetliler nedeniyle, serginin bir çok odasına yarım yamalak girebildim.
Bienalin iki ana sergisinden biri olan Musibet, adına uygun olacak bir biçimde ufak ufak sıkıcı bir mekanda sergilenen ve kentsel dönüşümü odağına alan bir çalışmalar bütününü barındırıyor. Bu çalışmalar, sergiyi izlemeye gelenlerin kafasında soru işaretleri oluşturmaya yönelik.
İkinci sefer gezdiğimde daha uzun bir yazı yazarım belki ama şimdilik en çok dikkatimi çeken çalışmalar olan; parçalardan oluşan ve tek bir noktadan bakıldığında İstanbul silüetini oluşturan 2.resimdeki çalışma, İstanbul haritası üzerinde cami,alışveriş merkezi ve cumhuriyet anıtlarını işaretleyerek gözler önüne süren çalışma, interaktif bir oyun olan ve üzerinde yeşil, TOKİ, star mimar gibi butonlara sahip bir zemin ve karşısında bir ekran içeren kent yaratma oyunu, alternatif İstanbul tarihi çalışmalarını öncelikli olmak üzere bu sergiyi mutlaka gezmenizi tavsiye ederim.
13 f 2012 | Edebiyat, Grafik, Yüzey ve Hacim Sanatları
Yazan: Mark Wigan
- Orjinal İsim: The Visual Dictionary of Illustration
- Literatür Yayıncılık
- 288 sayfa
“İngiltere’nin ünlü illüstratörlerinden Mark Wigan’ın kaleme aldığı bu kitap İllüstrasyonda sıklıkla kullanılan pek çok terimi içeren bir rehberdir. Soyutlama’dan Zamanın Ruhu’na, Resim Kitaplar’dan Poster’e uzanan içeriğiyle illüstrasyonla ilgilenen herkes için benzersiz bir kaynak olacaktır. Okuyucuya illüstrasyon terminolojisiyle ilgili gelişkin bir kavrayış sunmak için her bir terim açıklanmış ve uygun bağlamına yerleştirilmiştir. Her terimin İngilizce karşılıkları da verilen sözlükte 250’den fazla sık kullanılan illüstrasyon terimi biçimlendirilmiş ve resimlenmiştir. Graffiti, Duvar Resmi ve Montaj gibi pratik terimlerden, Art Nouveau, Dada ve illüstrasyonun Altın Çağı gibi kavramsal terimlere; hala kullanılmakta olan modern terminoloji ve pek çok geleneksel terim kitapta yer almaktadır.
Kitabın son bölümünde bulunan zaman çizelgesi, okuyucunun illüstrasyonun tarih içinde dönemsel gelişimini daha kolay takip edebilmesi için tasarlanmıştır.”
Bir hayli bilgisiz olmama karşın, büyük bir heves duyduğum “illüstrasyon dünyası”yla ilgili araştırmaya ve öğrenmeye devam ediyorum.
Bu amaçla edindiğim kitap, illüstrasyonla ilgili bir çok terimi, ingilizce karşılıkları ve görselleriyle açıklıyor. Bu konudaki bilgilerime yenilerini eklemek açısından oldukça faydalı bulduğum kitabı sizlerle paylaşmak istedim.
Aşağıda bir kaç terimi bulabilirsiniz. Ayrıca kitabın ingilizce versiyonu google booksta mevcut.
İlgilenenlere duyurulur.
Asamblaj / Assemblage

Leo Sewell / TEDDY BEAR, Found Object Assemblage, 16 x 10 x 10"
Birbirleriyle ilişkisiz ve çoğu zaman toplama olan parçaları bir araya getirerek üretilen iş. Asamblajlar ilkel toplumların dinsel tören eşyalarını ve kostümlerini, düşsel sanatın yaratıcı dünyalarını ve modern uygarlığın parçalanmışlık deneyimini yansıtır. Asamblaj dadada, sürrealizmde, Pop Art’da ve postmodernizmde bir gelenektir. Bazı illüstratörler üç boyutlu asamblajlar yapmakta ve sonra basılı malzemede kullanılmak üzere bunların fotoğraflarını çekmekte uzmanlaşmışlardır. (Bknz. mimarcasanat Vik Muniz)
Ukiyo-e

Katsushika Hokusai
17. ve 21. yüzyıllar arasında Japonya’da hakim olan sanat türü. Bu alanda üretilen baskıresimler, donuk, güçlü renklerin yanı sıra çizgilerin ve asimetrik kompozisyonun ritmk ve duyarlı kullanımına dayanır.
Yapıtların temaları Kabuki Tiyatrosu’ndan doğa,tarih ve erotizme kadar geniş bir çeşitlilik gösterir. Hokusai, Hiroshige, Moronobu, Kuniyoshi, Utamaro ve Masanobu türün önde gelen sanatçılarıdır.
18 f 2011 | Grafik

- 160 sayfa
- Mürekkep Basım Yayın
- Basım Yılı: 2011
Ersin Karabulut’un yeteneği önünde şapka çıkarıyorum. Çok çok çok başarılı bir çizer. Çeşitli mizah dergilerinde senelerdir yayımlanan “Sandık İçi” köşesinin birinci toplama kitabı çok iyiydi. İkincisini de çıktığı gün aldım. 2-3 günde hatmettim.
Olaylara bakışı, aklından geçirdikleri, yaptıkları, söyledikleri çok sempatik ve çok insancıl. Kendini anlatması insanı daha da çok çekiyor fakat ben daha çok gölgelendirmelerine, çizgisinin şekline, bir karakteri çizerken arka fonda verdiği inanılmaz detaylara takılıyorum.
Kesinlikle çok başarılı bulduğum çizerin, yeni kitaplarını büyük bir hevesle bekliyorum.
İyi okumalar,
30 f 2010 | Grafik

- 48 sayfa
- Boutique Yayınları
- Basım Yılı: 2010
Ilyada ve Odysseia’u lise yıllarında okumuş idim. Balık hafızalı bir insan olduğumdan okuduğum, izlediğim birçok şeyi eğer beni çok etkilemediyse, konusu dışında genelde unuturum.
Çizgi roman furyası bu yüzden bana çok anlamlı geliyor. Son zamanlarda birçok ünlü romanın, dünya klasiklerinin çizgi romanı basılıyor. Kitapçıları her ziyaretimde mutlaka bir tane de çizgi romanla çıkıyorum artık.
Tekrar Odysseia’nın hikayesini hatırlatmak iyi geldi. Asla kitap gibi haz vermiyor ama en azından hafızamı kısa zamanda tazelememe yardımcı oluyor.
İyi okumalar,
Arka Kapak
” Yunanlı kahraman Odysseus, korkunç Truva kuşatmasında tam dokuz yıl boyunca savaştı. Artık tek arzusu evine, eşine ve oğluna dönmek. Ama yolculuk uzun ve zahmetli. Deniz tanrısı Poseidon ise düşmanı. Evini ve ailesini tekrar görebilecek mi?
Bu dünya klasiği çizgi romanda, Homeros’un ünlü destanı, hikaye ilk anlatıldığında, üç bin yıl kadar önce olduğu kadar canlı ve heyecan verici.”
30 f 2010 | Grafik

- 160 sayfa
- Epsilon
- Basım Yılı: 2009
İtiraf ediyorum: Bunca yıldır müthiş bir bilimkurgu ve distopya (çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılan kelime) olarak tanımlanan bu inanılmaz kitabı okumamış, filmini izlememiştim.
Ray Bradbury’s kitabında, kitapların yasak olduğu ve itfaiyeciler tarafından yakıldığı , tüm insanlarının beyinlerinin televizyonlarla yıkandığı bir gelecekten bahsediyor. Kitapta okuduğumuz ise bu gelecekte yaptıklarını sorgulayıp kitap okumaya başlayan Guy Montag’ın hikayesi.
Kitabın genel olarak kitap sansürünü, kitap toplatılan darbeleri, televizyona bağımlı insanları, kapitalizmi, tüketim toplumunu, savaşı… birçok konuyu eleştirdiğini ve yarattığı o karamsar dünyaya okuyucuları da sürüklediğini söylemek isterim.
Ben kitabın, yazarından izin alınmış ve Tim Hamilton tarafıdan hazırlanmış çizgi roman versiyonunu okudum. Ray Bradbury’nin 2 sayfalık önsözü oldukça etkileyiciydi. Çizgi roman gerçekten başarılıydı, bir solukta bitirdim.
Herkese tavsiye ederim.
Not: Fahrenheit 451:Kağıdın yanma sıcaklığı.
Arka kapak:
“Neredeyse hiç kimse, Ray Bradbury’nin kurgusu olmayan bir zaman ya da mekân hayal edemez… Hikâyeleri ve romanları Amerikan edebiyatının vazgeçilmezleri arasında.
Jeffrey A. Frank, The Washington Post“
30 f 2010 | Grafik

- 40 sayfa
- Mürekkep Basım Yayın
- Basım Yılı: 2010
Ersin Karabulut’un çizgisine bayılıyorum. Çizerden çok bir ressam gibi geliyor bana. Gerçekten inanılmaz.
Sadece çizgisine de değil aslıda, olaylara bakışına ve anlatışına da inanılmaz sempati duyuyorum.
Çok uzun süredir kendisini takip ediyorum. Son olarak Uykusuz Dergi’de çiziyor. ‘Sevgili Günlük’ çizgi romanını okumuştum ama ben de yoktu. Geçenlerde D&R’da kitapları içine gömülmüşken görünce hemen kitabı aldım ve tekrar okudum. Artık kütüphanemde ve her istediğimde tekrar tekrar okuyabilirim.
Başarılı, başarılı, başarılı…
Eline kalemine sağlık.